๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Dosya Yazıları => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 16 Temmuz 2012, 14:46:46



Konu Başlığı: Nedenleri sonuçları ve çözümleriyle medya
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 16 Temmuz 2012, 14:46:46
Nedenleri, sonuçları ve çözümleriyle medya ve toplumsal şiddet ilişkisi
Defne Özonur Çöloğlu • 75. Sayı / DOSYA YAZILARI


Kitle iletişim araçlarında, özellikle de televizyon ve sinemada sunulan şiddet ile toplumdaki şiddet arasındaki ilişki çok uzun yıllardır araştırılan ve üzerinde tartışılan bir konu*. Konunun tartışmalı kısmı, bu araçlarda sunulan şiddetin toplumdaki şiddeti körükleyip körüklemediği üzerine. Bu konuda araştırmacılar da ikiye bölünmüş gözüküyor. Araştırmacıların büyük bir kısmı yapılan çok sayıda laboratuar ve alan çalışmalarına dayanarak aradaki ilişkinin pozitif olduğunu kanıtlarken, bir grup araştırmacı ise yapılan araştırmaların aradaki bu pozitif ilişkiyi net olarak kanıtlamak açısından yetersiz bulunduğunu iddia ediyor. Bu tartışmalar ise alınacak önlemler açısından önem kazanıyor. Çünkü şiddet içeriğinin toplum üzerinde olumsuz bir etkisinin olmamasının ispatı, endüstriyi herhangi bir sorumluluktan kurtaracağı gibi, tam aksinin ispatı ise devlet ve endüstrinin bu konuda çeşitli tedbirler geliştirmesini zorunlu kılıyor. Ancak bu tartışmalara geçmeden önce, medyada ne tür içeriğin şiddet olarak tanımlandığı konusunda çeşitli yaklaşımların incelenmesi gerekiyor. Çünkü bu, şiddetin nasıl tanımlandığın, seyirci olarak ne kadar şiddet içeriğine maruz kaldığımızın tespiti açısından önem kazanıyor.

Şiddet nedir?
Şiddet kavramının, pek çok araştırmacı tarafından farklı yönlerini ön plana çıkaracak şekilde tanımlandığı görürüz: Şiddetin fiziksel ya da sözel olması, insana ya da objeye yöneltilmesi, kasıtlı ya da kasıtsız olması, gibi. Çalışmalarda sıklıkla adı geçen araştırmacı Gerbner şiddeti, “Silah olsun veya olmasın, kendisine veya bir başkasına açıkça gösterilen fiziksel güç, birisinin iradesine yaralayıcı veya öldürücü olacak şekilde zorlayıcı hareket” olarak tanımlar. Greenberg ve arkadaşları ise bu tanımı daha da genişleterek psikolojik şiddeti de tanıma dâhil eder: “Fiziksel veya psikolojik, açık veya örtülü tehdit ve sözel olmayan davranışı da içeren zarar verici hareketler”. Gerbner tarafından geliştirilen tanım kullanıldığı zaman, televizyonda bir saatte ortalama sekiz şiddet eyleminin olduğu gözükmektedir ki bu oran ikinci tanım izlendiğinde muhtemelen en az ikiye katlanır. Buna göre bir haftada 42 saat televizyonun açık olduğu düşünülürse bu bir yılda televizyon aracılığıyla eve giren şiddet aksiyonlarının yaklaşık 17.500 olması demektir.

Bu tanımlardan yola çıkarak şiddetin çeşitli şekillerde gösterilebileceğini söylemek mümkün. Örneğin, aynı şekilde sunulan agresif davranış, bir polis bir hayat kurtarırken başka, bir hırsız bir şeyi çalmaya çalışırken başka algılanır. Dolayısıyla, izleyici üzerindeki etkileri de farklılaşır.

Medya şiddetinin etkileri
Yapılan araştırmalara göre medyada sürekli şiddet içeriğine maruz kalmanın izleyici üzerinde kısa ve/veya uzun vadede üç temel etkisi olduğu bulunmuştur:
- İzleyici agresif düşünce, tutum ve davranışa sahip olabilir.
- Gerçek hayattaki şiddete karşı duyarsızlaşabilir.
- İzleyicide kurban olma korkusu uyandırabilir.

Bu olumsuz etkiler arasında en çok dikkat çekenin şüphesiz ilki, yani izleyicinin taklit yolu ile şiddet davranışı geliştirmesi olduğunu söyleyebiliriz. Bu etki aynı zamanda medyada sunulan şiddetin toplumdaki şiddeti artırabileceği yönündeki savın da temelini oluşturur. İzleyici, özellikle de çocuk ve genç izleyici televizyonda izlediği karakterin davranışından bir şeyler öğrenmeye ve bunu kendi davranışlarına kopyalamaya eğilimlidir. Örneğin çocuk, birisinin sorunlarının üstesinden gelirken şiddet kullandığını görürse, şiddet kullanımının uygun ve kullanışlı bir yol olduğunu öğrenebilir. Genç izleyici kendi kahramanının davranışlarını kopya ederek onun gibi olmaya çalışır. Özellikle de bu şiddeti uygulayan kişi bir kahraman olarak resmedilirse...

Ödüllendirilmese bile cezalandırılmayan ve mazur gösterilen şiddet sunumunda kahramanın daha çekici hâle gelmesi ve dolayısıyla daha çok taklit edilmesine örnek olarak Kurtlar Vadisi dizisini verebiliriz. Bir mafya dizisi olarak tanımlanabilecek Kurtlar Vadisi’nde her türlü şiddet, yaşamın vazgeçilmez bir parçası olarak sunulmakta. Dizinin, özellikle çocuk ve genç izleyici üzerindeki etkisi yukarıda bahsedilen olumsuz etkisini kanıtlar nitelikte. Dizinin gösteriminin ardından bu kahramanları ve dizideki çete yapılanmasını örnek olarak çeşitli suçlara bulaşan kişi ve gruplar ortaya çıkmakta. Örneğin, Antalya’da kendilerine Kurtlar Vadisi Konseyi adını veren bir çetenin 15 elemanı 24 Şubat 2006’da jandarmanın Baron adlı operasyonu ile ele geçirilmişti. Balıkesir’de ise 17 yaşındaki Y.Y., 4 Aralık 2004 tarihinde Balıkesir Atatürk İlköğretim Okulu önündeki alt geçitte beraberinde bir öğrenci arkadaşıyla kar maskesi takıp gaz tabancası ve ekmek bıçağı ile önünü kestikleri bir kadının çantasını zorla gasp etmiş, olayın ardından kaçan şüpheliler polisin başarılı çalışması sonucu yakalanmıştı. Y.Y., emniyetteki ifadesinde izlenme rekorları kıran Kurtlar Vadisi isimli diziden etkilenerek böyle bir işe kalkıştıklarını ve pişman olduğunu söylemişti. Bunun üzerine bir basın açıklaması yapan Balıkesir İl Emniyet Müdürü Celal Uzunkaya, bu ve bu türdeki dizi ve filmlerin çocukların üzerindeki olumsuz etkisine dikkat çekerek tepki göstermişti.

Reklamcılara pazarlanan seyirci
Peki, yapılan pek çok araştırma ve yaşanan pek çok örnek olay medyada sunulan şiddetin toplumsal şiddeti artırdığını kanıtlarken, televizyon ve sinema endüstrisi neden yoğun bir şekilde bu içeriği sunmaya devam ediyor?

Günümüz pazar merkezli medya ortamında televizyon programları; izleyiciyi, programları değil ama özellikle reklamları seyretmesi konusunda çekmek için bir yem olarak kullanıyor. Televizyon endüstrisi, özellikle harcayacak çok parası olan seyirciyi kendisine çekmek zorunda. Televizyon ağları izleyiciye programları sunarak seyirciyi reklam verenlere pazarlıyor. İzlenme oranları, belli programları kimlerin seyrettiğini takip ederken, reklamlar, sponsorlu program firmaları ile hangi izleyicileri hedef aldıklarını ortaya çıkarıyor. Dolayısıyla medya yöneticilerinin görevi, reklamcılarının ürünlerini sattırmak için izleyiciyi elinde tutmak. İzleyiciyi elinde tutmak için de izleyicinin dikkatini her ne çekecekse onu yapıyorlar. İzleyicinin dikkatini en çok çeken konular ise cinsellik, şiddet ve komedi. En çok kâr getiren programı aramanın sonucunda medya yöneticileri özellikle şiddeti teşvik eden programlar oluşturuyorlar. Bu açıdan bakıldığında medya yöneticileri, izleyiciler özellikle de çocuk izleyiciler için sağlıksız olan programlardan kâr sağlıyorlar. Bu bakış açısından ekonomik gerekçeler, televizyon programlarındaki şiddet içeriğinin talebini oluşturuyor. Şiddet sunumu; eğlence ve haber programlarında belli bir izleyici kitlesini çekmek için bir rekabet aracı olarak kullanılıyor.

Şiddet içeriğinin sorumluları ve çözümler
Bu gerçek karşısında çocukları ve gençleri zararlı içerikten korumak önemli bir kamu yararı sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Bu sorunun önlem alacak üç tarafı bulunuyor: Aileler, endüstri ve hükümet. Her üçü de şiddet içeriği konusunda üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeli. Ailelerin çocuklarına seyrettireceği programlar konusunda daha duyarlı olması beklenirken endüstrinin de toplumsal sorumluluk çerçevesinde içerik düzenlemesi yapması bekleniyor. Ancak özellikle halktan ve çeşitli sivil toplum örgütlerinden gelen baskılar sonucunda bu konu her üçünü de bağlayacak şekilde özellikle hükümetler tarafından ele alınmalı. Dolayısıyla konu, direkt olarak kamu politikaları ile ilişkili.

Tüm dünyada endüstri ve hükümetler tarafından geliştirilen ve uygulanan çözüm önerilerine bakıldığında üç genel başlık altında toplandığı görülüyor:
- Yasaklama ve sınırlar getirme: Şiddet içeren yayını belli yayın saatleriyle sınırlandırmak.
- Sınıflandırma sistemi: Yayından önce yaşa ve içeriğe göre uyarı işaretleri vermek.
- Medya okuryazarlığı programı: Okullarda zorunlu ya da seçmeli medya okuryazarlığı dersleri vermek.

Yasaklama ve sınırlar getirme önleminin, çocuklar ve gençlerin önemli bir kısmının geç saatlere kadar ayakta kaldığı ve kendi odalarında televizyonları olduğu göz önünde bulundurulduğunda çok etkili bir yöntem olmadığı görülüyor. Tüm dünyada yaygın olarak kullanılan televizyon programlarını sınıflandırma sistemlerinin ve medya okuryazarlığı programlarının da kendi içinde çelişkileri ve eksiklikleri bulunuyor. Örneğin sınıflandırma sisteminin yapısıyla ilgili bazı sorunlar bir kenara bırakılsa bile yapılan bazı araştırmalar sınıflandırma sisteminin aileler tarafından etkin bir şekilde kullanılmadığını gösteriyor. Ayrıca bu sistemle ilgili en büyük sorun, sınıflandırmaları sektör temsilcilerinin vermesi. Çoğunlukla bilgisayarda bulunan bir forma gerekli bilgilerin girilmesiyle alınan sınıflandırmalar, genellikle programın içeriğiyle ilgili tam bilgiyi sağlayamıyor, bazen tümüyle yanlış oluyor ve dolayısıyla ailelere rehber olması gereken program bu amacından uzaklaşıyor.

Genellikle ilköğretim öğrencilerine seçmeli ders olarak verilen medya okuryazarlığı programları ise, pek çok ülkede eleştirel bir yurttaş ile birlikte eleştirel medya okuryazarı oluşturmaktan uzak daha çok aktif tüketici yetiştiren programlar olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye’de uygulanan program da dâhil olmak üzere uygulanan programların pek çoğunun, eleştirel medya okuryazarlığı yaklaşımının özellikle üzerinde durduğu medyanın mevcut yapısı, sahiplik ilişkileri, mesajların ne amaçla oluşturulduğu gibi konularda öğrenciyi kapsamlı bir şekilde bilgilendirmeye yönelik olmadığı görülüyor. Bunun yerine uygulanan programlar, ağırlıkla ticari ya da ana akım medya okuryazarlığı olarak adlandırdığımız, pek çok ülkede özel sermaye desteğiyle hazırlanan ve aktif tüketici yetiştirme odaklı bir yaklaşımı benimsiyor. Bu hâliyle de medya okuryazarlığı programları, daha çok liberal politikalara hizmet eder görünüyor.

Dolayısıyla anılan her bir çözüm yolu çeşitli tartışmalarla birlikte soruna kesin bir çözüm getirmekten uzak. Hükümetler endüstri temsilcilerini fazla rahatsız etmeden, ancak bu politikaları geliştirebiliyor ya da endüstri tarafından önerilen yolları (sınıflandırma sistemi gibi) kabul ediyor ve konuya ancak bu kadar müdahale edebiliyor. Bu durumun ise temeli küreselleşmeye dayanan çeşitli nedenleri bulunuyor. Günümüz pazar merkezli iletişim dünyasında iletişim alanı da dâhil olmak üzere hemen her sektörde, temel politika belirleyici artık ulus devletler adına hükümetler değil, büyük sermayedir. Televizyon ve sinemada sunulan şiddet, küresel pazarda yüksek bir dolaşım değerine sahip ve bu alanda uygulanacak katı bir devlet müdahalesi bir anlamda bu pazarın önünün kesecektir. Bu durum ise sonuçta ticari bir işletme olan kanal sahiplerini rahatsız edeceğinden, çözüm yolları, hem endüstriyi rahatsız etmeyecek hem de çeşitli gruplardan gelen şikâyetleri dindirecek şekilde üretilmeye çalışılıyor. Dolayısıyla sorumluluk hâlâ ve büyük ölçüde içerik düzenleyicide yani endüstride.

Şiddet ve etki geleneği
Kuşkusuz toplumdaki şiddetin tek sebebi televizyon ve sinemada sunulan şiddet değil. Zaten karmaşık insan ve toplum hayatında hiçbir şeyin tek bir nedeni olamaz. Özellikle medyanın olumsuz etkileri konusunda bilinen “etki geleneği” içinde arada direkt, ölçülebilir ve genel geçer bir ilişkinin kurulması güçleşir. Çünkü pek çok değişken de (aile, arkadaş, okul vb.) bireyin tutum ve davranışında, bizim konumuz açısından agresif tutum ve tavır geliştirmesinde etkili olabilir. Yani medya şiddeti her izleyicide aynı etkiyi bırakmaz. Ancak özellikle yetişme ortamı itibarı ile de şiddete eğilimli izleyici üzerinde daha etkili olduğu kanıtlanmıştır. Bu, milyonlarla andığımız geniş izleyici kitlesi arasında çok dar bir kesime denk düşebilir. Bununla birlikte sadece yüzde 1 oranında insan şiddet programı seyrettikten sonra daha agresif oluyorsa ve bir milyon insan programı seyrediyorsa, bu 10.000 insanın daha agresif olacağı anlamına gelir –ki bu sayı da hiç de küçümsenecek, önemsenmeyecek bir sayı değil.

* Televizyon ve şiddet konusunda ayrıntılı bilgi için bkz. Defne Özonur Çöloğlu, Televizyon Mesih mi Şeytan mı? Televizyon ve Şiddet Üzerine…, Ütopya Yayınevi, 2010.

Defne Özonur Çöloğlu; Yrd. Doç. Dr., Yeditepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi.