๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Dosya Yazıları => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 05 Haziran 2012, 16:33:16



Konu Başlığı: Medyadaki popüler tarihçiliğin anlamı
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 05 Haziran 2012, 16:33:16
Medyadaki popüler tarihçiliğin anlamı
Naci BOSTANCI • 56. Sayı / DOSYA YAZILARI


Hâlâ “geçmiş televizyon yayınlarından akılda ne kaldı?” diye sorulduğunda canlı yayınlardaki tokatların, kavgaların hatırlandığı bir gerçeklik dünyasında tarihin başka türlü sunulması beklenemez. O yüzden medyadaki popüler tarihçiliği, spekülatif, heyecan verici, güncel siyasetle akraba ve nihayet her şeyin eğlenceye dönüştürüldüğü bir yayıncılığın anlamlı bir eklentisi olarak görmeliyiz.

Her zaman tarihe ilgili bir toplum olduk. Tarih için söylenen “geçmişin aynasında geleceğin biçimini vermek” tarzındaki veciz ifadeler hatırlandığında bunu bir ölçüde olağan karşılamak gerek. Ancak bizdeki tarih ilgisinin yoğunluğu ve tarih metodolojisiyle çok da bağlantılı kabul edilemeyecek şekildeki spekülasyonlar, tartışmalar daha dikkate değer bir durum oluşturuyor. Bunun şüphesiz birçok sebebi olabilir. Biz burada kabaca üç temel unsurdan söz edebiliriz.

Bunlardan birincisi, toplumun geçmişinde hayranlık verici bir imparatorluğun varlığıdır. Bugünkü dünyada çeşitli kriterlere göre orta sıralarda yer alan, belki de son yüz yıldır “azgelişmiş ülke” kategorisinde değerlendirilen bir coğrafyanın insanlarının bugünün bir telafisi olmasa da tesellisi olarak yüzlerini tarihe dönmeleri anlaşılabilir bir durum. Nitekim bu yönelim bazen “mezar taşlarıyla övünmeyelim” türünden sert eleştiriler doğurdu, bazen ise “geçmişte büyük işler başarmış bir milletin gelecekte de aynısını yapabilme kudretine imanı” bakımından faydalı görüldü. Daha doksan yıl önce “yedi düvele meydan okumuş, dünyanın en gelişmiş savaş teknolojisine sahip ülkeleriyle yedi cephede birden savaşmış“ bir millet için “bir adımlık mesafedeki” bu ihtişamın göz kamaştırıcı bir etki yapmamasını beklemek imkânsız.

İkinci sebep, uzun yıllar boyunca resmî tarihin kendisini tek doğru olarak ifade etmesi, bununla yetinilmeyip farklı yorumları yasaklayıcı bir anlayışın alana egemen olmasıdır. Bu durum, son derece zengin, ilginç ancak tarihin ilmî yöntemlerine karşı da kayıtsız bir sözlü tarih müktesebatı oluşturdu. Bu konuda yapılacak çalışmalar bize tarih üzerine fazla bir fikir vermese de toplumun algısı, muhakemesi, tarihten neyi murat ettiği hususlarında hayli veri sunacağı muhakkak.

Nihayet üçüncü sebep, modernleşme bahsinden tutun, dine ve milliyetçiliğe kadar çeşitli temalar hakkında derin tartışmalar yaşayan, kolektif kimliğe, varoluşa ilişkin iki yüz yıla yaklaşan müzakereler gerçekleştiren bir toplumda tarihin güncel siyasal mücadelelerin bir parçasına dönüştürülmesidir. Yusuf Akçura’nın 1904’te adını koyduğu “üç tarzı siyaset”in tarihten bağımsız ikna güçlerinin olması, meşruluk kazanmaları düşünülemezdi. Aynı gelenekler bugün de tarihle içli dışlı bir şekilde geleceğe doğru yürüyüşlerini sürdürüyorlar.

Medya, toplumun ortak ilgi alanını oluşturan her türlü konuya, eğilime, anlayışa, tartışmaya karşı duyarlı bir yapıya sahip. Medyanın bu tür başlıkları görmezden gelebilmesi, yok sayması mümkün değil. Burada da yine birçok sebep arasında öne çıkan iki tanesini şöyle ifade edebiliriz: Birincisi, meslek ilkelerinde de yazılı olduğu gibi, medyanın toplumsal sorumluluğudur. Yüzünü döndüğü halkın sesinin ve çıkarlarının temsilcisi olduğu şeklindeki yaklaşımların altını dolduracak önemli hususlardan birisi elbette ortak duyarlılıkları temsildir. Mademki tarih bir ortak ilgi alanıdır, medya da buradaki yerini alacaktır. Üstelik medya doğrudan ya da dolaylı olarak mevcut siyasal mücadelelerde bir yeri, bir tavrı olan kesimleri temsil eden özelliğe sahiptir. Siyasetle ilgili olmak demek zaten siyasette birilerinin sesi, algısı, yorumu, hayat tarzının takdimi, nihayet meşrulaştırıcısı olmak demek. Bu mücadelelerin bir parçasına dönüşmüş tarih tartışmaları da böylelikle medyanın alanına giriyor. İkinci sebep ise medyanın ticarî yönüyle bağlantılı. İlliyet bağlarının zinciri, daha fazla ekonomik güç için daha fazla reklam, daha fazla reklam için daha fazla izleyici, bunun sağlanması için de popüler olanlara karşı hassasiyet şeklinde oluşmuş bulunan medyanın, tarihe bigâne kalması düşünülemez. Akıllı patronlar ve akıllı profesyoneller “eşyanın tabiatına göre” davranıyorlar.

Sadece devlet kanalı varken popüler olan üzerinden rekabet düşünülmediği için programların türüne, yayımlarına bürokrasi “kendi aklınca” karar verirdi. Doksanlı yıllarla birlikte özel kanalların önü açıldığında, artık kararın ne olduğu “piyasada” şekillenmeye başladı. İzleyici pazarında “ne gidiyorsa”, kanallar onun versiyonlarına yöneldiler. Yöneticinin görevi “kendi zevkine ve aklına uygun olanı değil”, piyasanın istediğini tam da onun aklına ve beklentisine göre sunmak biçiminde oluştu. Küresel pazarlarda “işgören” programların yerli versiyonları üretildi. “Biri bizi gözetliyor” gibi ya da iç piyasada oluşan trendler aynı temadaki programlarla takip edildi. Bunun en çarpıcı örneği malum, televole programları.

Bugün birçok kanalda popüler tarih programları yapılıyor, isim yapmış insanlar şahsi prestijleriyle programları destekliyorlar ve onun daha fazla izleyiciye ulaşmasını temin etmeye çalışıyorlar. Ancak buradaki ilginç bir paradoksun altını çizmek gerekir: Tarihçilerce tozlu vesikaların arasından belli kurallara uyarak gün yüzüne çıkarılmış bilgiler, sahip oldukları anlatım biçimi, güncel politikanın çok da işine yaramayacak muhtevaları itibariyle medya açısından işlevsel değildirler. Nitekim bu türden basılı eserler, uzmanı olan kişiler dışında geniş yığınlara ulaşamazlar. Popüler tarihçiliğin muradı “geçmişte ne olduğu” değil, eldeki verileri kompoze ederek bugünün izleyicisinin beklentisine uygun bir tarih anlatısı çıkarmaktır. Yahut da neredeyse altı yüz yıl önce hikâyeci tarihçilikten siyasetçi tarihçiliğe geçtiğini belirten İbni Haldun’u nakzederek, yeniden hikâyeci tarihçiliğe dönmektir. Bu durum program sahibi prestijli tarihçileri akademik dünyanın değil popüler beklentinin “ilgi çekiciliğini” odağa alan bir anlayışla tarihe yaklaşmalarına sebep oluyor. Esasen programlarını sürdürebilmeleri de, bilgilerini beklentilere uygun bir kompozisyonla sunabilme becerisine bağlı oluyor. Hâlâ “geçmiş televizyon yayınlarından akılda ne kaldı?” diye sorulduğunda canlı yayınlardaki tokatların, kavgaların hatırlandığı bir gerçeklik dünyasında tarihin başka türlü sunulması beklenemez. O yüzden medyadaki popüler tarihçiliği, spekülatif, heyecan verici, güncel siyasetle akraba ve nihayet her şeyin eğlenceye dönüştürüldüğü bir yayıncılığın anlamlı bir eklentisi olarak görmek gerekiyor.