๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Dosya Yazıları => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 23 Mayıs 2012, 12:57:39



Konu Başlığı: Kafkasya da kriz yeniden dondurulurken
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 23 Mayıs 2012, 12:57:39
KAFKASYA’DA KRİZ YENİDEN DONDURULURKEN
Ömer DURAN • 45. Sayı / DOSYA YAZILARI


Kafkasya’da 2008 Ağustos ayında Gürcistan-Güney Osetya ve Gürcistan-Rusya arasında yaşanan sıcak çatışmadan en çok etkilenen ülkelerden biri kuşkusuz Türkiye’dir. Türkiye’yi çok yakından ilgilendiren bu krizin tarihî arka planına ve ihtilafın nedenlerine değinmeden sorunu anlamak ve çözüm üretmek mümkün değildir.

SOVYETLERİN SORUNLU MİRASI

Gürcistan’ın 7 Ağustos 2008’de Güney Osetya’ya saldırması ve ardından Rusya’nın buna sert karşılık vererek Gürcistan’ın içlerine kadar girmesiyle patlak veren kriz, Soğuk Savaş döneminin miras bıraktığı sorunlardan sadece biridir. Eski Sovyetler’de bunun gibi patlamaya hazır birçok sorun bulunmaktadır.

Kafkasya’daki sorunların büyük kısmının sıcak çatışmalara dönüşmesi, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte ortaya çıksa da, temelde bu sorunlar -Balkanlar’da olduğu gibi- Soğuk Savaş döneminin kalıntılarıdır. Bu dönemde, Sovyet içi jeopolitik dizaynın baş mimarı Gürcü kökenli Sovyet lideri Josef Stalin’in kes-yapıştır yöntemiyle cumhuriyetler parçalanmış ve bölge halkları ilgisiz ülkelere bağlanarak aralarında ihtilaf tohumları ekilmiştir. Sovyetlerin 1991’de çöküşüyle su yüzüne çıkan sorunlar ise yaşanan kanlı savaşların ardından “dondurulmuş” ve rafa kaldırılmıştır.

Sovyetler döneminde Stalin’in emriyle zorla Gürcistan’a bağlanan Abhazya ve (bugün Rusya Federasyonu içinde yer alan Kuzey Osetya’dan koparılan) Güney Osetya, Soğuk Savaş’ın sona ermesine kadar Tiflis tarafından gelen baskılara direndiyseler de çıkışları her defasında zor kullanılarak bastırıldı.

Sovyetlerin 1991’de çökmesiyle, bu iki cumhuriyet bağımsızlıklarını açıkladılar. Gürcistan’ın buna silahla karşılık vermesi üzerine başlayan savaş sonucu Güney Osetya 1992’de; Abhazya da 1993’te fiilen Gürcistan’dan koptu. 

BALKANLAR’DAN KAFKASLARA EMSÂL: KOSOVA

Soğuk Savaş döneminin bir diğer sorunlu mirası Balkanlar’da Sırbistan’dan kopmak isteyen Kosova’nın bağımsızlığının konuşulmasıyla birlikte Moskova, doksanlı yılların başından beri Gürcistan’dan de facto bağımsız olan Abhazya ve Güney Osetya ile Moldova’dan kopmak isteyen Transdinyester’in bağımsızlığını tanıyacağını dillendirmeye başlamıştı. Kosova’nın 17 Şubat 2008’de, Moskova’ya rağmen bağımsızlığını ilan etmesi ve ardından birçok Batılı ülke tarafından tanınması Kafkasya’daki fitili ateşledi. Kremlin’in Abhazya ve Güney Osetya’yı tanıması beklenen bir adımdı ve Batı için asla bir sürpriz değildi. Gürcistan Devlet Başkanı Mihail Saakaşvili de Güney Osetya işgaliyle Kremlin’in Kafkaslar’da aradığı fırsatı, altın tepside kendisine sundu.

Ancak, Abhazya ve Güney Osetya’nın fiilî bağımsızlık hâlleri doksanlı yılların başından beri vardır. Abhazya’nın bağımsızlık referandumu ise Kosova’nın bağımsızlığının gündeme alınmasından çok öncelere dayanmaktadır. Abhazya’da 1999 yılında yapılan referandumda halkın yüzde 97’si bağımsızlıktan yana oy kullanmıştır. 

BATI’DAN ÇİFTE STANDART

Kosova’nın bağımsızlığını tanıyan Batılı ülkeler aynı hakkı, benzer bağımsızlık şartlarını haiz bu iki ülke için fazla gördü. Batı, Kafkasların İsraili olarak görmek istediği Gürcistan’ın olmayan “toprak bütünlüğü”nü ileri sürerek bu iki halkın bağımsızlık taleplerini görmezden geldi. 

Diğer taraftan uluslararası toplum son krizde de, Gürcistan-Rusya çatışmasını tek kutuplu dünya anlayışıyla okumaya çalışarak gerçekleri çarpıttı. Önce Tiflis’in Tskhinval’i işgaliyle başlayan bu çatışmada, sadece Rusya’nın verdiği askerî karşılık ön planda tutularak Gürcistan tarafından Güney Osetya’da gerçekleştirilen insanî dram göz ardı edildi. Oysaki Rusya’nın Gürcistan’ı işgali, Gürcistan’ın Güney Osetya’yı işgalinden bağımsız okunamaz. 

KRİZİN ARDINDAN


Rusya ile Moldova arasında iplerin gerilmesi durumunda, (Moldova’dan kopmak isteyen) Transdinyester konusunun “uygun bir zamanda” Kremlin’in gündemine oturacağı kesindir. Diğer taraftan, Moskova’nın Ukrayna’ya bağlı Kırım’da da Rus pasaportları dağıttığı ve benzer bir sonuç için zemin hazırladığı bilinen bir durumdur. Ukrayna da bu sorunu gündeme getirerek NATO’ya alınmasının kaçınılmaz olduğunu ifade etmektedir. Gürcistan, Abhazya ve Güney Osetya ihtilaflarını; Ukrayna da Kırım sorununu ileri sürerek NATO’ya alınmalarını hızlandırmak istemekte ve sorunlarını kullanmaktadırlar. Ancak, NATO’nun burada kâr-zarar hesabı yaparak, bu iki ülkeyi bünyesine katma konusunda daha çekingen bir tavır almasına hatta tamamen vazgeçmesine de neden olabilir. Bu durumda Ukrayna ve Gürcistan’ın planları geri tepecektir.

KAFKASYA’DA TAŞLAR YERİNDEN OYNUYOR

Avrupa’nın Gürcistan Devlet Başkanı Mihail Saakaşvili’den kurtulmak istediği artık bilinen bir gerçektir. Diğer taraftan halkını anlamsız yere perişan eden Saakaşvili’ye karşı içeriden de tepkiler giderek artmakta ve muhalefet sertleşmektedir. Tiflis’te muhtemel başkan adaylarının isimleri konuşulmaya başlamıştır. Beklendiği gibi Moskova, bu oyun içinde yer alarak kendisiyle iyi geçinecek ve Rusya’nın bölgedeki çıkarlarını ve nüfuzunu yok saymayacak bir isim üzerinde çabalarını arttıracaktır.

Diğer taraftan Gürcistan’ın, Ahıska Türkleri’nin geri dönüşü konusunda ayak sürümesi, Türkiye’de ciddi rahatsızlıklara neden olmaktadır. Bunun da ötesinde Acaristan üzerinde Türkiye’ye garantörlük hakkı tanıyan 1921 tarihli Kars Anlaşması’na rağmen Tiflis yönetiminin Acaristan’ın özerklik statüsünü kaldırmaya ve Müslüman Acarlıların nüfusunu azaltmaya dönük faaliyetleri bir diğer ciddi endişe kaynağıdır.

Son yaşanan krizin Abhazya ve Güney Osetya’ya ilişkin en önemli sonuçlarından biri, bu iki cumhuriyetin Gürcistan’la aynı çatı altında bir araya gelmelerinin imkânsız olduğudur.

Bu iki cumhuriyetin Rusya ile olan ilişkileri ise yine üzerinde durulması gereken ve bölgedeki dengeleri değiştirebilecek cinsten ciddi bir husustur. Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev’in 26 Ağustos’ta Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlığını tanıdığını açıklamasının ardından Moskova, Abhazya ve Güney Osetya’yı Rusya Federasyonu’na ilhak edeceği veya bu iki cumhuriyetin Rusya’ya birkaç yıl içinde iltihak edebilecekleri yönünde ortaya atılan iddiaları reddetse de, uluslararası kamuoyunda bu yöndeki endişeler ciddiyetini haklı biçimde korumaktadır.

Bu bağlamda Güney Osetya ve Abhazya’dan gelen açıklamalar ve bu açıklamaların tonu, bu iki cumhuriyetin Rusya Federasyonu ile bütünleşme tartışmalarına ilişkin farklı vizyonlara sahip olduklarını ortaya koyuyor.

Güney Osetya’nın bağımsızlık girişimleri daha ziyade Gürcistan’dan kopup, Rusya Federasyonu içinde yer alan sınır komşuları Kuzey Osetya’daki kardeşleriyle bütünleşme amacına yönelik olmuştur. Abhazya başından beri Rusya’ya ilhak edilme veya iltihak etme iddialarını kesin bir dille reddederek tavrını ortaya koymuştur. Ancak Rusya, Abhazya ve Güney Osetya ile yaptığı askerî/savunma, dostluk ve işbirliği anlaşmalarıyla, bu iki ülkedeki askerî varlığını pekiştirme yoluna gitmektedir. Rusya’nın Abhazya’nın ne ölçüde bağımsızlığını istediğini zaman gösterecektir. Ancak Moskova’nın açıklamalarından anlaşılan, Abhazya için sadece kendisinin ve müttefiklerinin tanıdığı ve kendisine “bağlı” olmasa da “bağımlı” bir Abhazya istediği şeklindedir.

YENİDEN HAREKETLENEN KUZEY KAFKASYA

Bu iki cumhuriyetin bağımsızlıkların tanınması, aynı bölgede yer alan başta Çeçenistan olmak üzere Rusya Federasyonu içindeki diğer Kuzey Kafkasya Cumhuriyetleri’ni (Dağıstan, İnguşetya, Kuzey Osetya, Kabardey-Balkar, Karaçay-Çerkes, Adıgey) etkilemektedir. İnguşetya örneğinde olduğu gibi bağımsızlık talepleri dillendirilmeye başlamıştır. Buna paralel olarak da bölgede Kremlin’in baskısının artması beklenmektedir. İnguşetya’da son olarak 55 Rus askerinin öldürülmesi, gerilimin yayılmaya başladığının habercisidir. Bu çerçevede Çeçenistan’daki direniş hareketinin yerel dinamiklerin etkisiyle kuvvetlenmesi muhtemeldir. Bugün Mashadov-Basayev dönemlerine göre nispeten daha düşük yoğunluklu bir çatışma varsa da bu devam etmektedir. Çeçenistan’da sorun bitmemiş; sadece üstü örtülmüştür.  Batılı ülkelerin Rusya’nın son hamlesine karşın bu bölgeye dönük cesaretlendirici faaliyetlere girişeceği yönünde işaretler söz konusudur.

SORUNU ANLAMAK: BARIŞ NEDEN SAĞLANMIYOR?

Bölgede barış ve istikrarın tesisi, Kafkasya sorununa bir bütün olarak bakmayı zorunlu kılmaktadır. Abhazya ve Güney Osetya kültürel, tarihî ve akrabalık bağları açısından Trans-Kafkasya’ya yani Güney Kafkasya’ya değil Kuzey Kafkasya’ya aittir. Sorun, bu tabii aidiyetin aksine yapılan jeopolitik dizaynda yatmaktadır. Kuzey Kafkasya ise başlı başına ele alınması gereken ve yaklaşım geliştirilmesi gereken bir coğrafyadır. Sorunu sadece küresel veya bölgesel güç dengeleri bağlamında ele almak yanıltıcıdır. Bölgedeki nüfus ve coğrafya açısından “küçük” olan cumhuriyetleri daha doğrusu bu cumhuriyetlerin bünyesinde barındırdığı iç dinamikleri görmezden gelmek hiçbir zaman kalıcı barış ve istikrar projelerine başarı şansı tanımamaktadır.

Güney Osetya Savaşı, çözümlenmesi yerine küçümsenip rafa kaldırılan sorunların nasıl da küresel bir krize dönüşüp yeni Soğuk Savaş rüzgârlarının esmesine neden olabildiğinin, kutuplaşmaları yeniden alevlendirebildiğinin ve yeni gerilim alanlarının oluşmasını sağladığının açık bir göstergesidir.  Uluslararası toplum, bugüne kadar Abhazya ve Güney Osetya’da yaşanan sorunları, Gürcistan ile olan anlaşmazlıklarını, “tabii” birer sorun olarak görmek yerine sadece Kremlin’in kışkırtmasının ürünü olarak görmeyi tercih etti. Kremlin’in bu ülkelerin Tiflis’le olan anlaşmazlıklarını kendi lehine, Batı yanlısı Gürcistan aleyhine bir “koz” olarak kullandığı aşikârdır. Ancak,  bu ihtilafların Moskova tarafından koz olarak kullanılıyor olmaları ihtilafların gerçekliğini ve çözüm bulunması zorunluluğunu ortadan kaldırmamaktadır.

Bugüne kadar küresel güçlerin, Kafkaslar’da barış ve istikrar adına, kendi çıkarlarını koruma amaçlı geliştirdikleri projeler, bölge halklarının canlarına mâl olmuştur. Bu projelerde, Kafkasya insanı bir “özne” olmaktan ziyade bir “nesne” olarak algılanmış ve yok sayılmıştır.

Bölge halklarının kendi kaderlerini tayin haklarının göz ardı edildiği girişimlerde, sürdürülebilir bir istikrar mümkün değildir. Bölgede yaşanacak yeniden şekillenme sürecine yerel halkın özgür iradesi yansımadığı sürece çatışmaların sona ermesi ihtimâli çok düşüktür. Oysaki, palyatif çözümler yerine bölge insanının talep ve ihtiyaçlarını göz önünde bulunduran kapsamlı ve kalıcı projeler geliştirilmiş olsaydı hem bölgenin kalkınmasına katkıda bulunulur ve hem de küresel bir bunalıma kapı açılmazdı.

TÜRKİYE’NİN BARIŞ ÇABALARI: KAFKAS İSTİKRAR VE İŞBİRLİĞİ PLATFORMU

Ankara’nın, krizin patlak vermesinin ardından Moskova ve Tiflis’e ve daha sonra Bakü’ye düzenlediği ziyaretle gündeme taşıdığı Kafkas İstikrar ve İşbirliği Platformu (KİİP) Projesi, sorunun çözümünde rol alması ve inisiyatif elde etmesi açısından önem taşımaktadır. Ancak projenin gerçekleşmesinin önünde aşılması gereken ciddi engeller söz konusudur. Ankara’nın “coğrafî esaslı” diyerek çerçevesini çizdiği projeye ABD soğuk baktığını hissettirmiştir. Diğer taraftan Tiflis, Ruslar’la aynı masada oturmaktan kaçındığının işaretlerini vermiştir. Yukarı Karabağ’a ilişkin Bakü-Erivan gerilimi ve bu soruna ilaveten Ankara ile Erivan arasındaki tarihsel sorunlar ise projenin aşılması gereken sorunlarıdır. (Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 6 Eylül’de Ermenistan’a yaptığı ziyarette Erivan’ın KİİP’e desteğini ifade etmesi, projenin başarı şansını arttırmıştır)

Türkiye ve Rusya dışında Kafkasya’daki tarihî-geleneksel role sahip diğer ülke kuşkusuz İran’dır. Güney Kafkasya’da İran’sız bir adım atmanın zorluğu göz önünde bulundurulmalıdır. İran, platformda yer almak istediğini açık olarak beyan etmiştir. Ancak, İran’ın da etkisinin bulunduğu projeye Batı’nın cephe almasını ise tahmin etmek ise güç değildir.

Diğer taraftan, son krizin asıl muhatapları olan Güney Osetya ve Abhazya’nın projede yer alıp almayacakları veya ne şekilde yer alacakları, projenin başarısı açısından hayatî öneme sahiptir. Bu iki cumhuriyetin bir şekilde platformda temsil edilmemeleri, sözcülüklerinin Kremlin tarafından yapılacağı anlamını taşıyacak ve Türkiye karşısında Rusya’nın elini güçlendirecektir.

KAFKASYA’DA İSTİKRAR VE TÜRKİYE

Kafkasya’daki istikrarsızlıktan en fazla etkilenen ülkelerin başında elbette Türkiye gelmektedir. Son Kafkasya Krizi Türkiye’nin Kafkasya politikasını gözden geçirmesini zorunlu kılmıştır. Savaşla, Türkiye’nin Kafkasya politikasının Batılı ülkelerinkinden ve NATO’dan farklı olması gerektiği ortaya çıkmıştır. Savaş ve ardından oluşan fiilî durum, Ankara’yı farklı strateji arayışlarına sevk etmiştir.  Türkiye’nin bölgeyle temas kurması hem bölgenin hem de Türkiye’nin çıkarınadır. Batılı ülkeler doğrudan temas kurarken, Ankara’nın Abhazya’ya mesafeli durması durumunda Abhazya’nın her geçen gün Rusya’ya daha fazla yakınlaşması riski sürekli yerini koruyacaktır. Jeopolitik açıdan ise Ankara, 240 km’lik Karadeniz sahiline sahip bu ülkeyi Rusya’nın himayesine terk etmesi durumunda Karadeniz’deki Rus nüfuzunun Türkiye aleyhine artmasıyla karşı karşıya kalacaktır. Rusya, 1999 AGİT İstanbul Zirvesi’yle tahliye ettiği askerî üslerine değişik format ve isimler altında geri dönmek istemektedir. Diğer taraftan bölgede giderek artış gösteren Rus nüfusu ve kültürü gerek Türkiye ve gerekse Abhazya için ileriye dönük risk oluşturmaktadır.

Bölgeyi Türkiye açısından önemli kılan sadece ekonomik çıkarları ve Kafkasya’nın jeopolitik önemi değildir. Türkiye’nin bu ilişkilerin de ötesinde bölgeyle tarihe dayanan ilişkileri ve akrabalık bağları vardır. Türkiye, Kafkasya konusunu ele almak için dünyadaki tüm ülkelerden daha fazla hak ve salahiyet sahibidir. Türkiye, Moskova’nın bu iki cumhuriyeti savunmasında kullandığı “Rus (pasaportu taşıyan) vatandaşlarını koruma”  argümanından çok daha güçlü bir argümana sahiptir: Türkiye, Abhazya’daki Abhaz nüfusunun (100 bin) beş katına ve toplam 7-8 milyon civarında,  Abhazlarla akraba olan Kuzey Kafkasya diasporasına sahip yegâne ülkedir.   

Türkiye, Kafkasya ile ilişkisi bakımından diğer bölgesel veya küresel güçteki ülkelerde olmayan farklı özellikler taşımaktadır. Bu da Türkiye’ye bölgeye ilişkin sorunlarda söz sahibi olma hak ve yetkisinin yanı sıra bir dizi yükümlülükler getirmektedir. Türkiye, Filistin-Hamas, Kuzey Irak açılımı ve son olarak Ermenistan ziyareti gibi konularda geleneksel kalıpları aşarak gösterdiği dış politika açılımını Kafkasya’ya yönelik olarak da göstermeli, bölgede kucaklayıcı, taraf olmayan bir rol oynamalıdır. Ankara, Güney Kafkasya’nın yanı sıra Kuzey Kafkasya’ya yönelik de özgün strateji geliştirmelidir.