๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Dosya Yazıları => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 06 Ağustos 2012, 14:58:54



Konu Başlığı: İran’da kazananlar ve kaybedenler
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 06 Ağustos 2012, 14:58:54
İran’da kazananlar ve kaybedenler
Kaan DİLEK • 85. Sayı / DOSYA YAZILARI


1989 yılında İran İslam Cumhuriyeti’nin kurucusu, devrimin karizmatik lideri Ayetullah Humeyni vefat ettiğinde, Irak ile yaşanan yıkıcı savaştan yeni çıkmış, ülke içinde hiçbir şeyin yolunda gitmediği bir ortamda devrimin büyük darbe alacağı ve kısa bir süre içinde yıkılacağı düşünülmüştü. Oysa karizmatik liderin boşluğu arkasına devrimin askerî desteğini alan Ayetullah Hamenei’nin yeni dinî liderliğiyle doldurulmaya ve ülkede işler yoluna koyulmaya başlamıştı. Ta ki 2009 yılında yaşanan cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar. 2009 yılına gelindiğinde aslında devrim liderliğinin geçen 20 yıl içinde ne kadar kırılgan bir yapıya evrildiği görüldü.

Mir Huseyn Musevi ve Hüccet’ul-İslam Mehdi Kerrubi önderliğinde değişim ve reformları savunan reformist devrimciler; 2009 yılında gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçiminde Ayetullah Hamenei’nin de tam desteğini almış olan Mahmud Ahmedinejad’ın liderliğindeki radikaller karşısında seçimi kaybetmiş görünse de aslında bugün bakıldığında İran toplumu açısından kazanan liderler konumunda.

2009 yılında seçimleri kazanan Ahmedinejad ve nihayette dinî lider Ayetullah Hamenei’nin geçen birkaç yıl içinde İran toplumunun geniş kesimleri karşısında mevzi kaybeden ve otorite tartışmalarına sürüklenen bir siyasi yapıyı sürdürmeye çalıştıkları görülüyor.

İran’da devrimci reformistler Hüccet’ul-İslam Muhammed Hatemi liderliğinde 1997-2004 yılları arasında hükümette yer almışlardı. Bu dönemde İran’daki devrimci radikallerin tüm çabalarına rağmen dinî lider ülkedeki siyasi yapı içinde tüm taraflarla ilişkiler geliştirirken 2009 yılında tüm seçeneklerini Ahmedinejad ve ekibi lehinde kullanması onun siyasi basireti hakkında geniş tartışmalar ve sorgulamaları başlattı.

İran’da reform ve devrimcilik arasında ideo-politiğin tarihî arka planı
İran siyaset sahnesinde 1997-2009 yılları arası yaşanan süreç, İran siyasi tarihinin gelecekte sık sık başvurulacak referans dönemlerinden birini teşkil ediyor. 1997 yılı İran için iki temel fraksiyonun siyaset sahnesinde kendi yerini sağlamlaştırdığı ve bu tarihten itibaren bu fraksiyonların siyasi rekabetinin İran’ın siyasi hayatının en önemli sürecinin doğuşunun gerçekleştiği bir dönemdi. İran’da 1997 yılında Hatemi’nin reform hükümetiyle başlayan devrimci iktidar odaklı siyasadan kaçış serüveninin 2009 yılına gelindiğinde yeni bir sürece ulaşmış olduğu görülüyor. Bu süreç sonunda İran toplumunun sosyo-politik ve ideo-politik konumuyla ilgili;
1- İran’da siyasal yapının, şahlık rejimleri sonrası Velayet-i Fakih sistemi karşısında mutlak otorite arayışı içinde olmadığı,
2- İran toplumunun son iki yüz yıllık tarihinde yaşadığı süreç ve güvenlik kaygılarının, siyasal otoriteleri sürekli güvenlik eksenli politik yaklaşıma ittiği ama bugün gelinen noktada toplumun siyasal örgütlenmesinin devlet tarafından bir güvenlik tehdidi olarak algılanmaması gerektiği,
3- Avrupa’nın beş yüz yıl önce değişen feodal toplumsal yapısının İran’da son yüzyıl içinde dahi değişememesi ve bu durumun siyasal örgütlenmeler açısından önemli bir etken olduğu gerçeği. Bugün gelinen noktada İran’da köylü ve kırsal nüfusun yoğun şekilde kentlere göç ettiği ve kentlerde refah, adalet ve özgürlük arayışının bu kitlelere de sirayet ettiği, modernitenin getirisi olan kente özgü örgütlenme biçimlerinin göç eden bu nüfus tarafından sahiplenilmeye başlandığı,
4- İran’da kentlerde yaşayan nüfusun köylü ve kırsal bölge insanlarından oluştuğu ve çok küçük bir kentli kesimin de siyasal örgütlenme istemlerinin otoriter devlet yapısı karşısında sürekli baskı gördüğü süreç sonunda, köylü ve kırsal bölge insanlarının önce dinî öğretileri çerçevesinde modern-sivil toplum yapılarına karşı çıktığı ama bu toplumsal kesimin yeni jenerasyonunun değişim ve dönüşüm taleplerine sıkı sıkıya bağlanmaya başladığı,
5- Her şeyden önemlisi İran toplumunda var olan siyasal örgütlenmelerin iktidarın bir aracı ve oyunu olduğu yönündeki algının ve özellikle de son yüzyıl içinde kurulan partilerin ve sivil toplum örgütlerinin otoriter siyasal yapının direktifleriyle kurulmuş sözde siyasal ve sivil örgütler olduğu yönündeki algının tamamen değişerek; iktidar gücüne karşı sivil örgütlenmelerin başarılar elde edebileceği inancının geliştiği, sonuçları ortaya çıkıyor.
İran’da toplumsal ve siyasal alanda 20 yıllık deneyim sonucunda elde edilen bu sonuçlar aynı zamanda İran’da muhalif hareketin dayandığı politik ve sosyolojik paradigmanın da kaynağını oluşturuyor. Sonuçta İran’da 1996-97/2004 yılları arasında devrim kadroları ve kurucu güçlerin bütün muhalefeti ve itirazına rağmen Hatemi’nin iki dönem seçimi kazanması ve iktidarı, İran toplumunun Velayet-i Fakih ve İslam Devrimi müesseselerini sorgulamaya başlaması, Tahran yönetimlerinin toplum nezdinde ilk ciddi meşruiyet ve meşrutiyet zaafı olarak görülebilir.

İran’da yeni siyasi yapının aktörleri kimler olacak?
Burada asıl sorulması gereken soru; Ahmedinejad sonrası İran’ın nasıl şekilleneceği değil, dinî lider Ayetullah Hamenei sonrası İran’da siyasi dengelerin yeniden nasıl kurulacağı.

Zira dünyadaki diğer rejimlere benzer yasama, yürütme ve yargı erkinin bulunduğu ama dünyadaki uygulamalarından farklı olarak bir şekilde bu erklerin Velayet-i Fakih’e bağlı hareket ettiği siyasal yapıda, yönetimin gerçek kaynağı Velayet-i Fakih/dinî lider.

İran İslam Cumhuriyeti siyasal sisteminde en önemli kurum Velayet-i Fakih. İran’da hem anayasal olarak, hem bilfiil devlet mekanizması içinde asıl yetki ve etkinin dinî liderde olduğu açıkça görülüyor. Ülkenin genel politikalarını belirleyen dinî lider aynı zamanda yürütme alanında kendine has görevleri dışında, yürütme konusunda cumhurbaşkanına ait yetki alanlarında da özel temsilcileri aracılığıyla denetim ve kontrol sistemini kullanıyor. İran’da Ayetullah Humeyni’nin üzerinde çalıştığı, Şii paradigmalardan yola çıkarak İmamet anlayışı çerçevesinde teorize ettiği Velayet-i Fakih kurumu, felsefî yapısı gereği sadece İranlıları bağlayan ve İran anayasası içinde yer alan bir kurum değil. Aslında bu müessese İran’da hem dünyevî hem de dinî hayatın merkezine kendisini koyarken, dünyada da tüm Müslümanların ve özellikle de Şiilerin liderliğine aday.

Bugün İran’da siyasal tartışmaların, iç politik dengelerin çatışmasının, rant gruplarının rekabetlerinin merkezinde dinî liderlik makamı yer alıyor. Aslında İran’da tarih boyunca şahlarla iktidar savaşı veren din adamları, Mehdeviyet inanışından kaynaklanan siyasanın ve Şii ulemanın ideopolitik tutumunun bir sonucu olarak Velayet-i Fakih sistemiyle karşımıza çıkıyor. Ayetullah Humeyni’ye kadar bu sistemin dinamikleri ve söyleminin çok net ve açık olmadığı, yine Ayetullah Humeyni ile bu sistemin realize edildiği görülüyor. Ayetullah Humeyni’den sonra İran İslam Cumhuriyeti’nin kurucu felsefesi haline gelen Velayet-i Fakih, sisteminin savunucuları bu sistemin İslam’ın bir rüknü ve imanın bir şartı olduğunu da düşünüyor. Tam da burada Şii ulema arasında kelamî ve ideolojik tartışmalar başlıyor.

Şii ulema arasında yaşanan bu tartışmalar ve Şii teopolitiğinin bu aşamada ulaştığı içtihadın İran’da devrimin hemen sonrasında yaşanan tartışmalara da yansıdığı görülüyor. Ayrıca İran’da İslam Cumhuriyeti’nin, destek aldığı Şii din adamlarının sancılı ve derin tartışmalarıyla kurulduğunun bir göstergesi.

Seküler toplum teokratik devlet
İran’da devrim sonrası şekillenen siyasi, ideopolitik ve teopolitik ortamda mutlak Velayet-i Fakih’in dinî bir tartışma konusu olması yanında ideolojik bir yönü de ortaya çıktı. Dindar Şiilerin daha önce taklit mercisine dinî konularda uyarak hayatlarını devam ettirebildikleri halde bugün siyasi, sosyal, kültürel olarak da hayatlarının her alanında Velayet-i Fakih’e mutlak bağlı hareket etmek zorunda bırakılması, İran halkının toplumsal olarak İslam Devrimi ve Velayet-i Fakih müessesesi karşısında önemli bir kırılma yaşamasına neden oldu. Hatta İran’da devrim sonrası Velayet-i Fakih sisteminden kaynaklanan nedenlerle, Şii akidelerin zayıfladığını, toplumun dinden uzaklaştığını ve aynı zamanda devlet erkinin de olabildiğine dindarlaştırılmaya çalışıldığını söyleyebiliriz. Bu yönüyle İran’da toplum dinden uzaklaşırken devlet otoritesinin temellerini daha radikal bir şekilde dinî referanslara dayandırmaya çalıştığını yani İran’da İslam Devleti’nin meşruiyet arayışının toplumdan uzaklaşarak dinî referanslara yöneldiğini görebiliriz.

İran’ın gerçek sorunu: “Velayetçi Dindarlaşma”
İran toplumunda Velayet-i Fakih sistemiyle toplumun tüm yaşam alanlarının dinî otoritenin etki ve yetki alanına alınması, başta Şii din adamları arasında tartışmaya neden olduğu gibi toplumda da büyük bir hoşnutsuzluk oluşturdu. İran toplumu, kendi öğretilerini mutlaklaştıran bir dinî otorite ile herhangi bir muhalefete tahammül edemeyen bir rejimle yaşamanın imkânsızlığına doğru sürüklenirken aynı zamanda tüm İslam dünyasına, dinî referanslardan edinilen algı ve değerlerle üretilen ideolojik yapıların sorgulanabilirliği imkânını tanıyor.
İran halkının “Velayetçi Dindarlaşma’ya” karşı en net fotoğraf, 2009 yılında yaşanan seçimler ardından sokak gösterileri ve rejimin en küçük muhalefeti bile şiddetle bastırmaya çalışmasında ortaya çıktı. Dün dindarlaşmayla ilgili ciddi bir sorun yaşamayan İran halkı bugün rejim eliyle yönlendirilen ve dinî lider kimliği altında mutlakiyet vasfı kazandırılan dinî anlayışı net bir şekilde reddediyor. İranlı aydınlar da artık toplumu kuşatamayan ve taleplerine yanıt veremeyen bir dinî algının ideo-politiğinin İran’ın siyasi ve sosyal kaderi olamayacağına inanıyor.

Tüm bunlar göz önünde tutulduğunda Ayetullah Hamenei sonrası İran’ın siyasi ve toplumsal dengelerinin yerinden oynayacağı görülüyor. Burada iki seçenek söz konusu; birincisi devrim yapısının toplumdan bazı kesimlerin desteğiyle iyice içine kapanan ve savunmacı bir yapıya bürünmesi ki bu durumda İran’da toplumsal patlamalar ve bir kaos ortamı ortaya çıkacak. İkincisi ise aşamalı olarak toplumsal talepleri karşılamaya yönelik devrimci yapının reformize edilmesi. Bu seçenek İran’da devrimci yapıya zaman kazandırması ve rasyonel hareket edebileceği bir zemini hazırlaması açısından çok önemli. Artık İran’da toplumu, dinî lider karizmasına dayanan, devrim değerlerini önceleyen ve devrimci rantiye grupların siyasi tercihleriyle yönetmenin imkânı kalmadı.

Ahmedinejad’la sekteye uğrayan devrim idealleri
İran’da siyasal, ekonomik ve sosyal yapıda çok ciddi reform yapılması gerekiyor. Topluma hesap vermekten kaçınan ve toplumu kendi dini-siyasi paradigmasıyla şekillendirmeye çalışan bir sistemden beslenen müesses devlet güçleri, İran toplumunun gelişmesine katkı yapacak en önemli faktörlerin sivil toplum ve siyasal partiler değil, aksine Devrim Gönüllüleri ve Devrim Muhafızları’nın oluşturduğu değerler bütünü olduğunu, herkesin bir şekilde devrim gönüllüsü ve muhafızı olması gerektiğini savunarak çok ciddi toplumsal kırılmaya neden oldu. Özellikle Ahmedinejad ile bütünleşerek ciddi bir yıkıma maruz kalan bu siyasi anlayış, İran’da toplum ve rejim arasında aşılamaz uçurumlar ortaya çıkardı. Bu siyasi anlayış ile Tahran’da rejim ciddi çıkmaza sürüklendi.

İran’ın yeni geleceği

İran’ın içinde yer aldığı siyasi ve toplumsal yapıya bakıldığında; Tahran’ın ya Devrim Gönüllüleri ve Devrim Muhafızları’nın oluşturduğu değerler bütününü devrimci rant gruplarının siyasi manevralarıyla topluma dayatmaya çalışacakları ve sonuçta darbelere kadar sürüklenebilecek bir siyasi ortam oluşacağına yönelik bir senaryo ortaya çıkacak ya da aşamalı olarak geç kalınmadan başlayacak rejimi rahatlatmaya yönelik reformlar hayata geçirilecek. Bu siyasi tercihlerin aktörlerine bakıldığında ise dinî liderin şu anda Meclis Başkanı olan Laricani ile reformcularla diyaloga açık yeni bir siyasi yapı üzerinde çalıştığını düşünebiliriz. Zira dinî lider ve Ahmedinejad arasında tüm köprülerin neredeyse atıldığı bir siyasi süreç Tahran’a hâkim gözüküyor. Ahmedinejad ile hareket eden devrimci güçlerin tasfiyesine yönelik planlar yapılan Tahran’da çekişmenin devrimci radikaller arasında olması, reformcuların bu siyasi çekişmelerden uzakta kalması, reformcuların aslında İran’daki politik ve toplumsal yeniden yapılanmanın potansiyel aktörleri olduğunu gösteriyor. Sonuçta, derinlikli bir kültür ve medeniyet tarihine sahip, bölgesinde önemli bir kutup olmuş İran’ın yeniden bölgesel ve uluslararası var oluşunu şekillendirecek en büyük gücün İran toplumu ve bu toplumun sahip olduğu kültürel ve sosyal değerleri olduğu unutulmamalı.