> Forum > ๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ > Mostar Aylık Kültür ve Aktüalite Dergisi > Dosya Yazıları > Günümüzü biçimlendiren geçmişin otoriteleri
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Günümüzü biçimlendiren geçmişin otoriteleri  (Okunma Sayısı 992 defa)
01 Temmuz 2012, 09:55:18
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« : 01 Temmuz 2012, 09:55:18 »



Günümüzü biçimlendiren geçmişin otoriteleri
Alper Çeker • 61. Sayı / DOSYA YAZILARI


Hüsamettin Arslan, hayatıma yön veren kitaplardan biri olan Epistemik Cemaat’te “iktibas” kurumu için şunları yazar: “Fiiliyatta bilimde iktibasın fonksiyonu nedir? İktibas, epistemik monopolün gücünün tescilini gösterir. Fonksiyonları içinde en önemlisi, başkalarını ikna ve inandırma işlemini kolaylaştırmaktır… Çünkü referanslar otoritelerdir; otoriteler muhaliflere karşı yardıma çağrılan müttefiklerdir. Otorite meşruiyet atfedilmiş güçtür.”1

Karl Popper, Orta Çağ’a bu kadar güçlü bir karanlık duygusunun hâkim olmasının tuhaflığına dikkat çeker. Orta Çağ’ın bilimi ve felsefesi, “hakikat bir zamanlar biliniyordu ve yok oldu” duygusuna takılmış durumdadır. Yeni bir fikrin hiçbir değeri olamaz, her fikrin kadim otoriteye (Aristoteles ve İncil) sırtını yaslaması gerekmektedir.2

27 Ocak 2010 tarihinde bir televizyon kanalında, Osman Can ile tartışan Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun geçmişe yaptığı atıflarla günümüzü nasıl biçimlendirdiğine, hatta tahakküm altına aldığına tanık olduk. Söz konusu televizyon programında Kanadoğlu, 1960 askerî darbesini savunmak amacıyla Demokrat Parti iktidarının Türkiye Büyük Millet Meclisi içinden bir tahkikat komisyonu kurarak, buna yargı yetkisi verdiğini söyledi. Osman Can ise bunun darbe gerekçesi olamayacağını anlatmak amacıyla o sırada 1924 Anayasası’nın yürürlükte olduğunu ve yasamanın yargı erkini, tek parti diktatörlüğü (“diktatörlük” terimi bana ve Cumhuriyet Halk Partisi ile ilgilenen bir dizi tarihçiye aittir) döneminde de kullandığını belirtti. Bu sözlere son derece sinirlenen Kanadoğlu, “Tek Parti diyerek kimi kastettiğinizi söyleyin?” dedi ve bu dönemde yapılanların gayrimeşru sayılmasının Atatürk’e karşı çıkmak olacağını, kısmen de imalı bir dille ifade etti.

Demek ki aynı fiil, failine göre meşru ya da gayrimeşru sayılabiliyor; bu işlemi Kanadoğlu geçmişin bir otoritesine (Atatürk’e) atıfta bulunarak, Arslan’ın sözleriyle “meşruiyet atfedilmiş gücü müttefik olarak yardıma çağırarak”, Popper’ın sözleriyle de “ona sırtını yaslayarak” yapıyor. Bir fiilin failine göre meşru ya da gayrimeşru sayılmasına, 1925 yılında çıkan tekke ve zaviyelerin yasaklanması konulu kanunu örnek gösterebiliriz. Söz konusu kanun bırakın demokrasi kavramını, o sırada yürürlükte olan 1924 Anayasası’na bile aykırıydı. Ama Anayasa’ya aykırı bu fiil, failinden dolayı hiçbir zaman askerî darbe gerekçesi ya da gayrimeşru sayılmadı.

Günümüz insanının, çağına ait endişeler nedeniyle aynı geçmişi farklı görmesine ya da göstermesine tanıklık ediyoruz. Yani aynı tarihin insanları, aslında farklı geçmişlere sahip.

İki örnek
1930’lu yılların Ankara’sı ile ilgili iki nostalji örneğine göz atalım:

1929 yılında Ankara Valisi olan Nevzat Tandoğan, Atatürk Bulvarı’na “görüntü bozulmasın diye köylüler ve tulumlu işçilerin” alınmasını yasaklamıştır. Funda Şenol Cantek’in “Yabanlar” ve Yerliler adlı kitabını yazdığı sırada tanıklığına başvurduğu kişilerden olan H.A. Hanım, “yerliler ve köylüler Bulvar’a çıkamadığı için, Tandoğan döneminde Kızılay’a çıktıklarında büyük bir rahatlık duyduklarını anımsamaktadır.”3

Şimdi aynı dönem ve şehirle ilgili olarak Aşık Veysel’in 2 Ocak 1973 tarihli Yeni Ortam gazetesinde yayımlanan bir anısını okuyalım:

“Ulus Meydanı’ndaki çarşıya, o zamanlar Karaoğlan Çarşısı diyorlardı. Saz teli almak için Karaoğlan Çarşısı’na yürüdük. Ayağımızda çarık. Bacağımızda şal-şalvar, şal-ceket, belimizde kocaman bir kuşak.!

Efendim polis geldi: -‘Girmeyin’ dedi. ‘Çarşıya girmek yasak!’ Bizi tel alacağımız çarşıya sokmadı.

Polis: ‘Yasak diyoruz. Siz yasaktan anlamaz mısınız? Orası kalabalık. Kalabalığa girmeyin!’ diye diretti. ‘Peki girmeyelim’ dedik. Polis güya salmış gibi yürümeye devam ettik. Adam geldi, arkadaşım İbrahim’e çıkıştı. ‘Kafadan gayri müsellah mısın? Girmeyin diyorum. Beynini patlatırım senin!’ diye çıkıştı.

‘Beyefendi biz dinlemiyoruz! Biz çarşıdan saz teli alacağız!’ dedik. O zaman polis, İbrahim’e: ‘Tel alacaksan bu adamı bir yere oturt. Git telini al!’”

Aşık Veysel’in Ankara’ya gidiş nedeni, pek çoğumuzun bildiği gibi Atatürk’ü görmektir. Ancak Aşık Veysel’in temsil ettiği sınıfın, “görüntünün bozulmaması” adına Ankara’da dolaşması vali tarafından yasaklanmıştır.

Çelişkiler
“Nostalji” kavramı, geçmişte yaşanmış ve artık olmayan ama özlenen, geri gelmesi istenen bir altın çağ olduğu varsayımından yola çıkar.

1950 yılındaki ilk demokratik seçimlerin ardından imtiyazlarını ve maddi gelirlerini kaybeden sivil-asker bürokrasi için de 1924-1950 arası altın çağıdır. Bu dönemde, Almanya ve İtalya’ya giderek Nazizm ve Faşizm’i inceleyen CHP Genel Sekreteri Recep Peker’in hazırladığı parti programı, 1937 yılında Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na eklenecektir. Recep Peker, Türkiye için uygun gördüğü yeni düzeni şöyle ifade eder: “Türkiye Cumhuriyeti bir parti devletidir. Parti devletle beraber çalışır. Demokrasi, halk tarafından halk için devlet idaresi demektir. Fakat demokrasi hiçbir yanına dokunulamaz, değiştirilemez, olduğu gibi alınır bir rejim değildir. Her memleketin ihtiyacına göre uygulanması gereken bir kavramdır.”4

1931 yılında Anadolu’daki 64.000 kadın ve erkek iskeleti üzerinde çalışan Afet İnan, Osmanlı İmparatorluğu’ndan önce Türklerin Orta Asya’da yüksek bir medeniyet kurduğu ve coğrafi koşullar yüzünden dünyanın çeşitli bölgelerine dağılarak Mezopotamya ve Avrupa’daki kültürlerin de kurucusu oldukları biçimindeki Türk Tarih Tezi’ni geliştirmiştir.5

Nurşen Mazıcı, 1960 darbesini tahlil ederken; 1950’lerde ordunun, bürokrasinin ve aydın seçkinlerin (sonuncusuyla kastedilen basın mensuplarıdır) etkinlik ve güç kaybettiğini yazar.6 İdris Küçükömer Düzenin Yabancılaşması adlı kitabında, ordunun 1960 askerî darbesinin ardından hemen Ordu Yardımlaşma Kurumu’nu (OYAK) kurduğunu ve subayların kapitalist bir sınıfa dönüştüğünü belirtir.7 Nurşen Mazıcı, “Aydın seçkinler”den Abdi İpekçi ve Çetin Altan gibi gazetecilerin 1960 askerî darbesine alkış tutan yazılar kaleme almalarına dikkat çeker.8 Milliyet Gazetesi’nin başyazarı olan Abdi İpekçi’nin 1979’da başka bir askerî darbeye (12 Eylül 1980) ortam hazırlamak için öldürülmesi ise tarihin cilvesidir.

Bürokrasinin özlediği 1950 öncesi dönem, ülkemizin kesinlikle demokrasi ile yönetilmediği yılları içine almaktadır. Ancak faillerinin, rejimin dokunulmazları olmaları nedeniyle yukarıda sıraladığımız fiillere ırkçılık, faşizm vb. suçlamalar yöneltilemez.

Bu dokunulmazlar, günümüzün de otoriteleridir. Yazarken ya da konuşurken savlarımızın haklılığını, yalnız ve yalnızca onlara atıfta bulunmaları gerekçesiyle iddia edebiliriz.

Bu tarz bir nostalji, çelişkileri de beraberinde getirir tabii ki. Örneğin, Abdi İpekçi cinayeti nedeniyle 1980 askerî darbesini kınayanlar, 1960 askerî darbesi konusunda ya sessiz kalır ya da bu darbenin demokrasiye karşı yapılmadığını söylerler. Âşık Veysel nostaljisi de benzer bir çelişki içermektedir. 1930’larda geliştirilen ırk kuramları, folklor çalışmalarına ağırlık verilmesini ve halk edebiyatının yüceltilmesini beraberinde getirmişti. Ama aynı anda Ankara’nın bulvarları, bu halk edebiyatının en önemli isimlerine, görüntüyü bozdukları gerekçesiyle yasaktı.

Son olarak, Sabih Kanadoğlu’nun Osman Can’a yönelttiği soruya dönecek olursak; “Tek Parti” derken kimlerin ve nelerin kastedildiği ya da imtiyazları ellerinden alınanların nasıl bir geçmişe atıf yaptıkları açıklığa kavuşmuştur sanırım.

Dipnotlar

1-     Hüsamettin Arslan, Epistemik Cemaat (1992), s. 104.
2-     Karl Popper, The Open Society and Its Enemies (1999), s. 303.
3-     L. Funda Şenol Cantek, “Yabanlar” ve Yerliler-Başkent Olma Sürecinde Ankara (2003), s. 219, 220.
4-     Ahmet Yıldız, “Recep Peker”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce-Kemalizm, c. 2 (2001), s. 60.
5-     Özgür Sevgi Göral, “Afet İnan”, a.g.e., s. 220-221.
6-     Nurşen Mazıcı, “27 Mayıs, Kemalizmin Restorasyonu mu?”, a.g.e., s. 558.
7-     İdris Küçükömer, Düzenin Yabancılaşması (1989), s. 129.
8-     Nurşen Mazıcı, a.g.e., s. 562.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Günümüzü biçimlendiren geçmişin otoriteleri
« Posted on: 19 Nisan 2024, 11:43:10 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Günümüzü biçimlendiren geçmişin otoriteleri rüya tabiri,Günümüzü biçimlendiren geçmişin otoriteleri mekke canlı, Günümüzü biçimlendiren geçmişin otoriteleri kabe canlı yayın, Günümüzü biçimlendiren geçmişin otoriteleri Üç boyutlu kuran oku Günümüzü biçimlendiren geçmişin otoriteleri kuran ı kerim, Günümüzü biçimlendiren geçmişin otoriteleri peygamber kıssaları,Günümüzü biçimlendiren geçmişin otoriteleri ilitam ders soruları, Günümüzü biçimlendiren geçmişin otoriteleriönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes