> Forum > ๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ > Mostar Aylık Kültür ve Aktüalite Dergisi > Dosya Yazıları > Filistini Türkçe anlatmak
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Filistini Türkçe anlatmak  (Okunma Sayısı 847 defa)
12 Haziran 2012, 16:55:21
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« : 12 Haziran 2012, 16:55:21 »



FİLİSTİN’İ TÜRKÇE ANLATMAK
Nagihan HALİLOĞLU • 48. Sayı / DOSYA YAZILARI


Filistin hikâyem pasaport kuyruğunda kalabalık bir ailenin ay yüzlü oğlunun bana “Ehki, ehki bi Türki” demesiyle başlıyor. Anlat, Türkçe anlat. Yani Türkçe konuş diyor bana, çocuk merakıyla ve ne demek istediğini ancak “Speak” diye İngilizce tekrar ettiğinde anlıyorum. Zihnim Arapça derslerime gidiyor ve orada buluyorum “Ehki”yi, sık kullanılan bir komut ama heyecanımdan unutmuş olmalıyım. Ve başka kelimeler arıyorum dersten. “Min eyne ente?” Nerelisin? Çocuk bana ancak otobüse bindiğimde zihnimde tekrar ede ede çözeceğim kelimeyi söylüyor. “Muhayyem”. Hikâye ay yüzlü Filistinli çocuğun bana mülteci kampında yaşadığını söylemesiyle başlıyor. Ehki, ehki bi Türki.

Filistin’in yok oluşunu, yok olurken varlığının anlaşıldığını anlatan yazar Elias Khoury, Filistinliler’in hepsinin birer hikâyeciye dönüştüğünü tespit ediyor “Bab Eş Şems” romanında. Mescid-i Aksa’ya girdiğimiz ilk gece bunu anlıyoruz. Namazdan sonra Hz. Ömer’in şehre giriş hikâyesini dinliyoruz cemaatten. Mescidden çıktığımızda, başka bir amca yakalıyor bizi ve Türk olduğumuzu öğrenince, 1967’de İsrailliler’in mescitlerin bulunduğu bölgeye girince Kubbetüs Sahra’nın tepesine İsrail bayrağı çektiklerini, hiçbir Arap ülkesinin bir şey yapmadığını, fakat o zamanki Türkiye Dışişleri Bakanı’nın gelip bayrağı indirttiğini anlatıyor. Sabah namazı vakti, iki tarafı Müslüman mezarı olan dik bir yokuşun sonundaki Bab al-Hutta’dan giriyoruz eski şehre. Ve mezarlığın kapıya bakan bir duvarında bir yazıt görüyoruz. Bilmem kaçıncı İsrail ordusu bölüğü 1967 yılında şehri bu kapıdan girerek “kurtarmış”. İşte biz de kendimizi kurtarmak için sabah namazına koşuyoruz aynı kapıdan.

Saatleri Mescid-i Aksa’ya kurup, uyuyup, uyanıp, kendimizi tekrar “çevresi mübarek kılınan” yerde buluyoruz. Mescid-i Aksa bizi bekliyor. Her içine girdiğimizde sanki duvarlar bize “Nerede kaldınız?” diyor. Namaz arkadaşlarımız, bizi uzun zamandır görmedikleri akrabaları gibi evlerine davet ediyor. Saflardaki yerimiz şu an hâlâ bizi bekliyor.

Filistinli ağabeyimizin Gazze ve Nablus’ta yaşayan akrabaları, 1-2 saatlik yoldan gelip Mescid-i Aksa’ya giremezken, o Türk pasaportuna sahip olduğu için girebiliyor ve her telefon konuşması sonunda bize dönüp “Lütfen şu yaşadığınız nimetin kıymetini bilin. İnsanlar Gazze’de Mescid-i Aksa hasretiyle tutuşuyor” diyor.

Üçüncü günümüz Beytüllahim’de, Beytüllahim’i çeviren “Cidar”la başlıyor. Cidar. Türkçe’de etin sevilmeyen yanı, etin yenilmeyen yanı anlamına geliyor. Cidarın, bu her parçası bilmem kaç bin dolarlık duvarın dışında asılı posterde İsrail Turizm Bakanlığı turistlere hoş geldiniz diyor, barış ülkesine hoş geldiniz… Hz. İsa’nın doğum yerini ziyaret edip tekrar otoyola çıktığımızda El-Halil’e giden yol boyunca duvar bir türlü bitmiyor. Şehirlerarası yoldan bakıldığında tecavüzün boyutları daha iyi anlaşılıyor. Duvar Beytüllahim’i çevrelemiyor; bir yılan gibi içerilerine sokulup tekrar dışarı çıkıyor, böylelikle sadece Beytüllahim’i “yerleşimciler”in bölgelerinden ayırmakla kalmıyor, aynı zamanda mahalleler arasındaki iletişimi de kısıtlıyor. Hissettiğimiz dehşet bir an azalmadan El-Halil’e yaklaşıyoruz, bir kontrol noktası daha… Ve işte Filistin!

Filistin’de olduğumuzu, Filistin’in olduğunu, yeşil plakalar müjdeliyor. Gezi El-Halil’in Eminönü’ne benzer işlek bir meydanında başlayıp, oradan eski çarşıya ve onun sonundaki Haram-ı Halil’e uzanıyor. Kahire ya da Şam’ın çarşısında olabilirsiniz, aynı renkler, sesler ve tatlar. Öğle namazına yetişme telaşı başlayınca adımlarımız hızlanıyor, bir yandan koşturup, bir yandan ufak tefek hediyelikler alıp, bir taraftan da bilgi edinmeye çalışıyoruz. Camiye yaklaştıkça dükkânların kapılarına kilit vurulduğunu fark ediyoruz. Sokakların üzerine de tel örgüler serilmiş, örgünün üstünde de tek tük tuğlalar göze çarpıyor. İlk olarak aklımıza binaların bakımsızlıktan döküldüğü geliyor. Derken bize eşlik eden, Türkiye’de okumuş El- Halil’li genç açıklıyor: Burası şehrin Yahudi mahallesi… Artık Yahudiler burada gerçek mânâda yaşamıyor, geceleri uyumaya, zırhlı araçlarla İsrail bölgesine gidiyorlar… Ve El-Halil’de olduklarında da evlerinin üst katlarından alttaki dükkânlara taş atıyorlar. Yahudileri koruma bahanesiyle İsrail ordusu da oradaki mahalleyi çevirmiş… Ve acı gerçek: Camiye girmek için El-Halil’de de İsrail kontrol noktasından geçmek zorunda kalıyoruz. Hâlbuki nasıl da inanmıştık Filistin’de olduğumuza! Cami ikiye bölünmüş, bir kısmı sinagog olarak kullanılıyor. İçimiz acıyor ve cami hakkındaki asıl acı gerçeği daha sonra, günün ilerleyen bir vaktinde öğreniyoruz.

Burası El-Halil, burası her şeyin en bereketli yaşandığı, burası bütün dinlerin sürekli bereket dualarına nail olan şehir: Ama her şeyden önce kendi hakkımdaki acı gerçeği, körlüğümün boyutlarını öğreneceğim.

Hz. İbrahim’in mezarı başında Filistinli genç anlatmaya devam ediyor. Fakat çok yorulmuşum, grubumuzdaki bebekle oynayan Filistinli kız çocuklarına yaklaşıyorum. Çat pat Arapça’mla bebeğin annesiyle kızlar arasındaki iletişimi sağlamaya çalışıyorum. Kızlar elimdeki deftere isimlerini yazıyor. Ben de ismimi Arapça yazmaya çalışıyorum. Ön ismim Arapça’da kulağa garip geliyor. Sonra soyadımı yazmaya başlıyorum: Halil… Kızlara bakıp gülüyorum ve “sizin şehrinizin ismi gibi” diyorum ve sonra ne dediğimin farkına varıyorum. Anlıyorum. İlk defa anlıyorum. Gibi değil. Benim soyadım Halil, ben Halil’i bilen, Halil’i anlayan bir soydan geliyorum. Ve ancak o an adımın ne olduğunu anlıyorum. Sürekli yaşadığım yaban ellerde kolay anlaşılsın diye, ona buna benzetmeye çalıştığım ismimin ne demek olduğunu anlıyorum. İsmimi ilk defa duyuyorum. Soyu bereketlendirilen, Müslümanların ilkinin kucağında gözümün önündeki nice perdelerden biri kalkıveriyor.

Son gün Kudüs sokaklarında sakin sakin yürürken, bir yan sokaktaki İsrail polislerinin hareketlendiğini görüyoruz. Derken tok bir yere vurulma sesi işitiliyor, zenci İsrail polisi kız, bizi yolun kenarına itiyor ve bir Pazar kilise geçidi ilerliyor Suriye Ortodoks Kilisesi’ne doğru. Geçidin en önünde iki tane fesli adam, ellerinde de koca koca asalar var. Her adımda asalarını yere vurup, sembolik olarak geldiklerini haber verip yol açıyor. İlk olarak modernleşmenin, daha sonra gericiliğin sembolü olan fes, Kudüs’te üçüncü ömrünü yaşıyor, Osmanlı’nın, Osmanlı Statükosu’nun sembolü olarak. Suriyeli Ortodokslar, o statükodan aldıkları meşrûiyetle geçiyor Kudüs sokaklarından belirlenmiş saatlerinde. İki yüz sene sonra “yol açan”ların hâlâ fes takması, bu topraklardaki yeni yönetime bu hakkı nerden aldıklarını hatırlatıyor. Statüko hangi mezhebin hangi saatte nerden geçeceğine, hangi kilisenin neresinde durabileceğine kadar her şeyi düzenleyen ve şimdiye kadar hiç kimsenin itiraz etmediği, daha adilinin gelen geçen çeşitli hükümetlere rağmen bulunamadığı bir düzen. Abdülhamid, hâlâ Filistinliler’in kahraman olarak andığı halife ve belki de bölge halklarıyla Türklerin arasını iyi tutabilmiş son Sultan.

Öğle namazı vaktinde yönümüzü mescide çevirmek için haritamızı açıp yön tayin etmeye çalışıyoruz. Arkadan Türkçe bir ses geliyor: “Nereye gitmeye çalışıyorsunuz?” Kim olduğunu sormamıza bile gerek yok, cübbesi, güleç, tanıdık yüzüyle bu Ermeni bir peder. Mükemmel Türkçe’siyle bize yolu tarif ediyor. Şaşkınlıktan ne diyeceğimizi bilemeyip “Memleket neresi?” diye soruyoruz. Peder Adanalı bir aileden geliyor. O da bizi bulduğuna şaşkın, “yılda belki 2–3 Türk grubuna ancak rastlıyorum” diyor. Biz de yılın siftahını yapmış olmaktan seviniyoruz. Sanki o an Kudüs değil de, Adana sokaklarındayız, gecikmiş buluşmalardan birini daha yaşıyoruz. Anlatılacak hikâyelerimize bir tanesine daha ekliyoruz böylece, bu sefer de Türkçe geçen bir hikâye: Ehki, ehki bi Türki.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Filistini Türkçe anlatmak
« Posted on: 26 Nisan 2024, 16:54:20 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Filistini Türkçe anlatmak rüya tabiri,Filistini Türkçe anlatmak mekke canlı, Filistini Türkçe anlatmak kabe canlı yayın, Filistini Türkçe anlatmak Üç boyutlu kuran oku Filistini Türkçe anlatmak kuran ı kerim, Filistini Türkçe anlatmak peygamber kıssaları,Filistini Türkçe anlatmak ilitam ders soruları, Filistini Türkçe anlatmakönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes