> Forum > ๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ > Mostar Aylık Kültür ve Aktüalite Dergisi > Dosya Yazıları > Depremlere karşı kırılganlığımız
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Depremlere karşı kırılganlığımız  (Okunma Sayısı 1004 defa)
30 Temmuz 2012, 17:24:28
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« : 30 Temmuz 2012, 17:24:28 »



Depremlere karşı kırılganlığımız ve depremin öğrettikleri
Ahmet İLHAN • 82. Sayı / DOSYA YAZILARI


Yeryüzünde yok olmadan varlığını devam ettirebilen toplumlar, karşılaştıkları zorlukların üstesinden gelip kendilerini değişen şartlara göre adapte edebilenlerdir. Bu zorluklar kimi zaman savaşlar, kimi zaman doğal afetler şeklinde kendini gösterirken kimi zaman da teknolojik gelişmelere ve sosyo-ekonomik değişikliklere uyum sağlayamamaktan kaynaklanıyor. Örneğin 20. yy’ın başında yaşanmış olan I. Dünya Savaşı toplumumuzun karşı karşıya kaldığı en büyük badire sayılabilir. Yakın zamanlarda karşı karşıya kaldığımız depremler ise toplumların karşılaşabilecekleri en şiddetli dayanıklılık testlerinden birisi.

Deprem gibi doğal afetler mekânlarda geliştirdiğimiz kentsel ve kırsal fizikî yapıyı test ederken, aynı zamanda bu mekânı oluşturan üst yapının niteliğini ve dayanıklılığını da test ediyor. Üst yapı; sahip olunan sosyal, kültürel, ekonomik, idari, hukuki, teknik yapı ve karakterlerin bütünleşik bir biçimi. Bu bütün içerisindeki gözlenen bir aksaklık sistemin bütününü zaafa uğratabiliyor. Örneğin, hukukî, siyasî, ekonomik ve dolayısıyla fizikî olarak müdahale edemediğimiz çarpık yapılaşma, depremler neticesinde sistemin, yani yaşadığımız toplumun bütününü tehdit edebilecek riskler taşıyor. Musibetler, bir taraftan üst yapıda olan çarpıklığı ortaya çıkarırken, diğer taraftan da bu yapıda nelerin değiştirilmesi gerektiğini bir uyarı olarak gösteriyor bizlere.

Kimi ülkeler için sınırlı bir risk oluşturan depremler, niçin ülkemiz için oldukça büyük bir tehlike? Bu soruya iki farklı açıdan cevap aranabilir:

Kentlerin oluşum süreci
I. Dünya Savaşı sonrasında insan kaynaklarını önemli ölçüde yitirmiş olan Osmanlı İmparatorluğu’ndan arta kalan Anadolu ve Trakya toprakları üzerinde sınırlı kaynakları ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde, kuruluşunun ilk yıllarında nüfus yapısının iyileştirilmesi için yapılan teşvikler neticesini vermiş, çoğunlukla kırsal alanda yaşayan ülke nüfusunda önemli artışlar kaydedilmişti. II. Dünya Savaşı sonrasında tarımda makineleşme ile birlikte kırsal nüfusun bu alanda tutunabilme kabiliyeti azalmış, işsiz kalan geçim derdi çeken nüfus kentlere yönelerek kent çeperlerinde kendilerine yer edinmeye başlamıştı. Kent mekânında yerleşen insanlar konut ihtiyaçlarını kendi kıt kaynaklarıyla ve çoğu kere de yasal mevzuata uygun olmadan çözmeye çalışmışlardı. İlk zamanlarda, göçle gelen nüfus, insan ihtiyaçları silsilesinin en alt seviyesindeki fizyolojik ve güvenlik ihtiyaçlarını karşılamak üzere, derme çatma ortamlar ve barınaklar oluşturmuşlardı. Yasal statüsü olmayan bu yapılar, sürekli olarak yetkililer tarafından yıkılacağı korkusu taşındığı için üzerine yatırım yapılamayan korunaklara dönüşmüştü. Daha sonraları göç ile oluşan bu süreci durdurup tersine çeviremeyeceğini anlayan yetkililer ve siyasi irade, insanların bulundukları ortamı iyileştirebilmelerini sağlamak üzere gecekondu ve imar aflarını kısa dönemli, kolay ve siyasi getirisi yüksek bir çözüm olarak hayata geçirmişti. İmar aflarının tekrarı ve mekân üzerinde gerçekleşemeyen kontrol ve yaptırımlar, kaçak yapıların yasallaşma sürecinin sürekli tekrar eden bir olgu haline gelmesine sebep olmuş, plansız-projesiz, dolayısıyla denetimsiz yapılar kent mekânında oldukça yaygın hale gelmişti. Netice itibariyle imar affı yoluyla verilen haklar, ancak yapılan yapı ve konut stokunun niceliğini yasallaştırarak artırsa bile, modern mânâda nitelikli yapıya erişim imkânı sağlayamamıştı. Dolayısıyla büyük kentlerimizden İstanbul’da, mevcut yapı stokunun %60-70’lik kısmı günümüz yapı nizam ve niteliklerine uygun olarak inşa edilmedi. Bu da deprem karşısında karşılaşılabilecek olası yıkımın boyutunu tahayyül edebilmemiz için oldukça önemli.

1800’lü yıllarda batı ülkelerinde, yüksek çalışma saatleri, düşük hayat standartları şeklinde gerçekleşen ve mekân üzerinde çevresel kirlilik ve niteliksiz yerleşim alanları olarak gözlenen endüstrileşme kaynaklı problemler, ülkemizde ancak Cumhuriyet sonrasında, özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında tarımda mekanizasyon ve ithal ikameci endüstrileşmeyle gözlenmeye başladı. Bu geçiş dönemini idare edip yönlendirecek yeterli sayı ve nitelikte yetişmiş insan kaynaklarının varlığı da ciddi bir problemdi. Günümüzde hâlâ insan kaynakları bakımından yetersiz kalınan alanlar mevcut. Örneğin, hâlâ her belediyede imar faaliyetlerini yönetmek ve kontrol altında tutmak amacıyla yetişmiş nitelikli şehir plancısı, mimarı ve inşaat mühendisi var denilemez. Nitekim kente göçün yoğun olarak yaşandığı dönemlerde bu teknik kadrodan ve var olanların da etkinliğinden bahsetmek neredeyse imkânsız gibi. O dönemdeki hukukî çerçevenin yetersizliği kadar, mevcut olanı uygulayacak nitelikli elemanların ve siyasi iradenin yeterli olmadığı da bir gerçek.

Kente gelen nüfusun, kent ile bütünleşmesi, yeterli ve nitelikli çevreyi oluşturabilmesi çok uzun vadeli bir süreç. Bu süreç yaşanılan ortamın niteliğine göre kimi zaman bir veya birkaç nesil alabiliyor. Günümüzde mekân üzerinde konumlanan konut, iş, ve rekreasyon başlıkları altında kategorize edebileceğimiz üç temel unsurun fonksiyonel ilişkisi henüz arzu edilen seviyeye erişmiş değil. Konutlar hâlâ barınak amaçlı olarak inşa ediliyor, depremlere dayanıklı olsalar bile hâlâ nitelik yönünden sorgulayabildiğimiz özellikler taşıyabiliyor. 1999 depremleri sonrasında yapılan yasal ve yönetsel değişikliklerle yeni yapıların depreme dayanıklılığında önemli gelişmeler kaydedilse bile, mevcut yapı stokunun olası bir depreme karşı iyileştirilmesinde ve dönüştürülmesinde ciddi aksaklıklar bulunuyor. Bu aksaklık aslında siyasi ortamın öz niteliklerinden, özellikle oturmamış bir toplumsal uzlaşıdan yoksun olmaktan kaynaklanıyor.

İsteksiz toplum ve aynı dili konuşmayan siyaset
Deprem ile mücadele, depremin yıkıcı tesirini asgariye indirecek önlemlerin alınmasıyla mümkün. Bu konuda atılacak en önemli adım; sağlıksız riskli bina ve yapıların ortadan kaldırılması. İlk etapta basit gibi görünen bu çözüm, karşılaşılan problemli yapı stokunun yaygınlığı, büyüklüğü ve karmaşık mülkiyet yapısı göz önünde bulundurulduğunda hiç de kolay ve üstesinden gelinebilecek bir durum değil. Ülke kaynakları göz önüne alındığında ve bireylerin imkânları hesaba katıldığında, bu problemin kısa vadede çözümlenmesi mümkün görülemiyor. Çözüm ancak stratejik olarak önceliklerin tespit edilmesi ve müdahalelerin belirli bir zamana yayılarak gerçekleştirilmesiyle mümkün olacak. Tabii ki bu arada olası bir depremin gecikmesi dileğiyle alınabilecek önlemlerde acele edilmesi gerekiyor. Geçen her süre toplumun ve ülkenin aleyhine işliyor. Bu süreçte karşılaşılan en büyük mesele konut stokunda değişimi arzu etmeyen, konutu bir barınak olarak algılayan düşük gelirli çaresiz ve/veya kısa dönemli kişisel çıkarını düşünen bir toplum yapısının varlığı. Siyasi iradenin inisiyatif alması zaman zaman vatandaşlarca arzu edilmeyen, fakat gerekli olan çözümlerin de tartışılmasına neden oluyor. Bunlar, istimlâkten borçlandırarak ev sahibi edindirmeye kadar bir dizi masraf ve maliyet getiren çözümleri de beraberinde getiriyor. Bütün bunun yanında, yerel yönetimlerce yapılacak müdahale muhalefet tarafından çok kolay suiistimal edilebiliyor, seçimle gelen yerel ve merkezî iktidarın el değişimi için bir araç olarak kullanılabilme fırsatı/tehdidi taşıyor. Aslında kalıcı çözüm, siyasi irade için ateşten bir gömlek gibi. Böyle bir durumla karşılaşmamak için, siyasi irade çekingen kalarak radikal önlemlerde tereddüt edebiliyor. Bu önlemleri hayata geçirmeye çalıştığında sonuca erişip erişemeyeceği de belirsiz. Netice olarak, günümüzde depreme müdahalede en büyük zafiyet isteksiz vatandaşların varlığı kadar iktidarla muhalefetin aynı dili konuşmuyor olması. Buna medyadaki depreme yönelik dil birliğinin sağlanamaması, ortak kamuoyu oluşturulamaması da eklenmeli.

Çözüm önerileri ve değerlendirme

İlk ve en ucuz çözüm, dönüşümü zamanın kendi seyrine bırakmak. Neticede, mevcut yapı stoku ekonomik ömrünü elli ila yüz senede tamamlayacak, bu dönüşüm kendiliğinden gerçekleşecek. Fakat bu çözüm erken gelebilecek olası bir depremde çok büyük riskler taşıyor. Burada sorulması gereken soru; bu riskin toplum olarak üstlenilip üstlenilmeyeceği. Yaşanılan depremlerden öğrenilen gerçek, bu tür bir riski yüklenmenin ülke için oldukça yıkıcı olabileceği gerçeği.

Bulunduğumuz dönemde ve ortamda, ülkenin sahip olduğu bazı avantajlar da bulunuyor. Bunlardan birisi, artan nüfus ve ekonomik canlılıkla birlikte nitelikli kent mekânına olan talebin güçlü olması. Diğer bir değişle, kentin dinamizmi kent için ihtiyaç duyulan kaynağı içerisinde barındırıyor. İstanbul, örneğin bir dünya kenti olma yolunda ilerlerken, gün geçtikçe artan ekonomik hacmiyle beraber, yeni ofis ve konut talepleri ortaya çıkıyor ve kentin çehresi değişiyor. Kentin sahip olduğu bu ekonomik canlılık mekânın dönüşümü için kaynağa dönüştürülebilir. Kontrollü ve planlı emsal (imar hakkı) artışları bir taraftan kamuya ilave kaynak oluştururken, diğer taraftan dönüşümün kendiliğinden gerçekleşmesi amacıyla teşvik paketleri olarak kullanılabilir. Bu amaçlı yasal düzenleme, yönetmelik ve plan değişiklikleri kontrollü ve ilkeli olarak ortaya konulmalı, emsal artışları için kamu ortaklık payları belirlenerek bunların üretilmesinde ve kamuya tahsislerinde ilkesel kıstaslar getirilmeli.

Bunların yanında, ülke, terör gibi kaynağını tüketen ve aynı zamanda gelişmesini de engelleyen bir olumsuzlukla da karşı karşıya. Bu topraklarda kader birliği yapmış, bin yıldan fazla bir süredir kardeşçe yaşamış olan toplumumuz adına, yakın zamanda yaşadığımız deprem, kardeş olduğumuzun teyidi içi...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Depremlere karşı kırılganlığımız
« Posted on: 25 Nisan 2024, 23:09:11 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Depremlere karşı kırılganlığımız rüya tabiri,Depremlere karşı kırılganlığımız mekke canlı, Depremlere karşı kırılganlığımız kabe canlı yayın, Depremlere karşı kırılganlığımız Üç boyutlu kuran oku Depremlere karşı kırılganlığımız kuran ı kerim, Depremlere karşı kırılganlığımız peygamber kıssaları,Depremlere karşı kırılganlığımız ilitam ders soruları, Depremlere karşı kırılganlığımızönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes