๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Dosya Yazıları => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 28 Haziran 2012, 17:09:39



Konu Başlığı: Batılı olmaktan kurtulma ihtiyacı
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 28 Haziran 2012, 17:09:39
Modern bilimin “Batılı” olmaktan kurtulma ihtiyacı
Ahmet YILDIZ • 63. Sayı / DOSYA YAZILARI


Batı biliminin modern bilim, Batı felsefesinin modern felsefe ve Batı tıbbının modern tıp haline gelmesi, Amin Maaloof’un Çivisi Çıkmış Dünya isimli kitabında ileri sürdüğü gibi övünülecek bir durum değildir. Modern bilim, bütün yönleriyle “Batılıdır”. Batı ise, coğrafi bir belirlemeden çok, zihni bir duruma işaret eder. Ontolojisi ALLAH’ın yokluğu faraziyesi üzerine kurulduğu için “tabiat ve toplum”dan ALLAH’ı kovan, “mutlak”ın yegane kaynağı olan ALLAH’ı varlık alanının dışına itince “mutlak”ı da kaybeden, bu yüzden bilgiyi onulmaz bir izafiliğe mahkum etmek zorunda kaldığı için “normal”ini yitiren, normalini yitirdiği için iyi ya da kötünün rahatlıkla yer değiştirebildiği, bu geçişliliğin neredeyse sınır tanımadığı bir toplumsal-ahlâki yapı üreten, bu yapının pratiklerini de bütünüyle araçsal insani söylemlerle donanmış güç mantığına göre şekillendiren, “fikre tevhid, hayata istikamet” getirmekten uzak, insanlığın mücessem nefsidir.

İnsanla yaratılmış olma noktasında aynı varlık düzlemini paylaşan “tabiatı” temellük ederek sınır tanımayan bencil çıkarlarının nesnesi haline getiren Batı, ürettiği bilimi de bu temellük düzeninin en önemli araçlarından biri haline getirmiştir. Batı biliminin metodolojisi “safsata” üzerine kuruludur. Hem zaman hem de mekân itibariyle Mutlak olanın yokluğu ispat edilemez ama varlığı mümkündür. ALLAH’ın yokluğu ispat edilemez ama varlığı ortaya konabilir. Dolayısıyla ALLAH’ın varlığını veri alarak tümevarımcı bir yaklaşımla olay ve olgulara yaklaşması gerekirken, Batı biliminin seküler tasavvuru ALLAH’ın yok olduğu bir kainat ve tarih anlayışını esas almakta, soru ve cevaplarını, araştırma hipotezlerini, süreçlerini ve bulgularını buna göre biçimlendirmektedir. Bu yüzden ALLAH’a dayalı bir bakış açısıyla hayat kazanacakken, bunu kabul etmemek için en primitif kabullere kendisini açmakta, “tabiat” gibi, “tesadüf” gibi, “doğal seleksiyon” gibi “akla ziyan”, aslında açıklamak istediği şeyi tamamen kapatan “açıklama modelleri”ne kendisini mahkum etmektedir. Oysa nasıl bir “hakikat” “sayısız yalan”ı hükümsüz bırakabiliyorsa, ALLAH’ın varlığına ilişkin tek bir karine bile, O’nun yokluğuna ilişkin bütün faraziyeleri geçersiz kılar. Ahmet Altan’ın “Kainatın Dili” başlıklı yazısında ifade ettiği gibi, aslında her şey O’nun emirleri tahtında hareket eder ve eşzamanlı olarak aynı şeyi “fısıldar”: “her şeyde bir birlik var; birlik ise Bir’i gösterir.”

Mutlak olanı bu şekilde reddeden Batı biliminin kendisini mutlaklaştırması ilginç bir ironidir. Bilimsel bilginin, hem kaynağı hem de değeri bakımından mutlak olduğunun ileri sürülmesi, bilimin varlığın üzerindeki “sır bulutu”nu ortadan kaldırdığı iddiasından kaynaklanmaktadır. İktidar odaklı teknolojik yeniliklerin kaynağı olarak bilime atfedilen prestijli statü, bilimin pozitivist yorumuna dayalı sosyalleşmenin sonucudur. Bugün bilime atıfla farklı tez ve iddiaların ileri sürülebilmesi, “kesin” gibi görünen kimi bilimsel kabullerin öyle olmadığının ortaya konması, bilimin insan hayatını kolaylaştırırken aslında bunu yaşanılmaz hale getiren gelişmelerin de kaynağında yer aldığı gerçeğini değiştirmemektedir. Bilimsel faaliyete “çıkar” dışında etik bir değer atfetmeyen bilimsel ahlâk çerçevesi, haz odaklı bencil bir hayat felsefesine hayat verirken, hayatın geçiciliğine dair hiçbir şey söylememekte, hayatımızdaki musibetleri, hastalıkları ve ölümü ortadan kaldıramamaktadır. Batı bilimi sayesinde hayatı anlama ve yaşama biçimimizin kolaylaşması ölçüsünde, yeni problemler ortaya çıkmakta, insanlık, Fransız Devriminin de, “bilimsel devrimin” de mottosu olan düzen içinde “ittihat ve terakki” idealinden hâlâ çok uzakta bulunmaktadır. Küresel bir köyün sakinleri ya da süpermarketin müşterileri olarak, bilimi bir inanç konusu haline getirmiş olanlar, kendilerini tek katlı bir dünyanın karanlığına hapsetmiş olanlardır.

Modern bilimin “Batı”lı niteliği gizlenemez. Bu nitelik, onu sübjektif ve çıkar odaklı bir renge bürümektedir. Bu anlamda sekülarizmin taşıyıcısı olan Batı bilimi, olanca haşmetine ve göz kamaştıran kudretine rağmen, insanlığı bir halden diğer bir hale taşırken, manevi açıdan dumura uğratmış, onun hakikat arayışına kesif bir perde olmuştur. Batı biliminin bu özellikleri, tek parti döneminde, başta okul olmak üzere, devletin her türlü siyasi sosyalleştirme araçlarıyla topluma dayatılmıştır. Bu dayatmanın sonucunda bir kesim, dinle ilişkili her şeyi bilimin ışığının henüz aydınlatamadığı zavallıların oyalanma aracı olarak görmeye başlamış, bilimle inançsızlık arasında bir illiyet rabıtası kurarak, kamusal alandan ALLAH’ı kovmayı amaç edinmiştir. Yaratılışı bir süreç olarak değil, olmuş bitmiş bir tarih olarak algılayan Darwinist bilim yorumunun, bir kısım bilim adamı cemaati tarafından ısrar ve inatla dayatılmak istenmesi, bunun histerik inançsızlığa dayalı seküler bir misyoner bilincin tezahürü olduğunu göstermektedir. Öte yandan, modern bilimleri, Batılı zihnin tasallutuna uğramış olsa bile tevhid süzgecinden geçirerek yeniden anlamlandıran yeni bir kuşağın küresel ölçekte kendisini bize hissettirmesi, pozivist bilimciliğin yatsısının gelmiş olduğunu gösteriyor.

Modern bilimin herkes için “değer” ifade edebilmesi, kendisini “Batı”lı olmaktan kurtarmasına bağlı. Batılı kaldığı sürece modern bilim, inançsızlığın, seküler hayat tarzı dayatmasının ve bu bilimi üretenlerin bencil çıkarlarının gerçekleştirilme aracı olmaktan öte bir anlam ifade etmeyecektir. İslam için Batılı ontolojiden arındırılmış bilimler, ALLAH’ın kainat ve toplumda vazettiği fıtri şeriatının ayetlerinin bulunduğu bir mecmuadır. Bu mecmuanın anlaşılması oranında, O’nu vazedeni tanımak mümkün olacaktır. İslamiyet’in getirdiği ontoloji, bilimi insanın hakikat yolculuğunda onun tek değil ama en önemli duraklarından biri haline getirecektir. “Kainatın dili” olarak bilim bize O’nu anlatacak, bencil ve mütecaviz emeller yerine, sadece tüm insanların da değil, bütün varlıkların faydasını gözetecek etik bir çerçeveye kavuşacaktır. Böyle bir bilim anlayışı da, sadece Müslümanların değil bu anlayışla donanmış herkesin taşıyıcılığını yapabileceği evrensel bir dile sahip olacaktır.