> Forum > ๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ > Mostar Aylık Kültür ve Aktüalite Dergisi > Dosya Konusu > İstanbul'un kaybolan mirasının peşinde
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: İstanbul'un kaybolan mirasının peşinde  (Okunma Sayısı 1681 defa)
27 Haziran 2012, 19:51:08
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« : 27 Haziran 2012, 19:51:08 »



İstanbul'un kaybolan mirasının peşinde
Fatih GÜLDAL • 64. Sayı / DOSYA KONUSU


Sultanahmet’te tarihî kalıntıların üzerine inşa edilen Four Seasons Hotel’in yapımı sırasında gündeme gelen kültür ve tabiat varlıklarının tahribatı meselesi bugün artık neredeyse sıradanlaşmış bir meseleymiş gibi algılanıyor. Tahribatın nedeni belirli dönemlerde bütün bir redd-i miras politikası iken, kimi dönemlerde de artan nüfusun barınma ihtiyacı ya da rant mücadelesi oluyor. Hâlbuki kaybolan, tahrip edilen yalnızca tarihî eser değil, onunla birlikte bütün bir medeniyetin kendisi…

Dersaadet, Âsitâne, Deraliyye gibi kendine has birçok özel ismi olan İstanbul, Roma başta olmak üzere, Bizans ve Osmanlı Devleti’nin, kalbinin attığı, devlet bürokrasisinin kurumlarını bünyesinde barındıran payitaht konumundaydı. Üç imparatorluğa başkentlik yapmış olan şehir, bu önemi nispetinde birçok sivil ya da askeri yapıyla donatılmıştı. Her hükümdar, tahta oturduğunda adını yüzyıllarca yaşatmak, ayrıca devletin gücünü ve ihtişamını simgelemesi, temsil etmesi adına kentte birçok eserin imar edilmesini sağlamıştı.

Roma ve Bizans’ı bir yana bırakacak olursak, Osmanlıların İstanbul’u ele geçirmeleriyle birlikte şehrin neredeyse baştan aşağı inşa edildiği söylenebilir. Nitekim fetih öncesi Konstantinapolis’in nüfusunun iyice azaldığı, şehirdeki birçok sivil, dini binanın harabeden farksız olduğu tarihçiler tarafından tespit edilen bir husustur. Özellikle Fatih Sultan Mehmed’in burayı devletin başkenti yapacağını ifade etmesi üzerine Konstatinapolis’ten İslambol’a tebdil edilen kentte büyük bir imar faaliyeti başladı. Böylelikle dünyaya nizamat verecek bir medeniyetin evlatlarına yaraşır, çağ açıp çağ kapatan bir milletin payitahtlığını yapacak bu şehri, mamur hale getirmek adına uzunca bir mesai harcandı.

Fethettiği ülkeyi sömürmeyi değil imar edip şenlendirmeyi vazife edinmiş Osmanlı, bütün Osmanlı coğrafyasında olduğu gibi “i’mâru’l-bilâd tefrîhu’l ib’ad” düsturunca insanların yararına her türlü yapıyı İstanbul’da da inşa etmekten geri durmamıştır.

Hiç şüphe yok ki, Osmanlı toplumu ve kimliği, kulluğunu ifa edeceği bir mescit, çocuklarını eğitebileceği sıbyan mektebi, ilimle iştigal edeceği medrese ve kütüphanenin etrafında oluştu. Hayatın en temel ihtiyacı olan suyu hapsedildiği mahzen ve sarnıçlardan çıkararak hem göze hem de damağa hitap eden çeşmelerden akıttı ve dinin temizliğe verdiği önemi fiili olarak göstermek üzere zevk-i selim ile estetik ve işlevi yüksek hamamlar inşa etti. Özellikle gelişmiş olan vakıf anlayışının bir neticesi olarak dinî referansların doğrultusunda, İstanbul’u adeta bir dantelâ gibi işleyen yönetici ya da halk arasından hayırseverler, böylelikle isimlerini bugüne kadar yaşatmayı başarabilmişlerdir.
     
İstanbul için en büyük tehlike: Depremler, yangınlar, valiler
Bununla birlikte şehirlerde meydana gelen ve kıyamet-i suğra (küçük kıyamet) olarak da adlandırılan depremlerin, ahşabın yaygın kullanımı nedeniyle artan yangınların verdiği büyük zararlar bu eserlerin tahrip olmasına neden oldu. Ancak bu hayır kurumlarının, ömür boyu ayakta durabilmesi adına bânileri tarafından vakfedilen akarları/gelirleri vasıtasıyla tadilat görmeleri ya da yeniden inşaları belli bir döneme kadar mümkün olabildi. Ancak deprem ve yangın gibi doğal afetler sebebiyle meydana gelen bu tahribatın daha fazlasını insanoğlu/devlet zamanla kendi eliyle gerçekleştirdi, Osmanlı’nın miras bıraktığı bu güzel eserlerin büyük bir kısmı yok olup gitti. Bu bağlamda İrfan Özfatura’nın İstanbul’un deprem, yangın ve valiler olmak üzere üç büyük düşmanı olduğunu söylemesi hayli ilginç, bir o kadar da isabetli bir tespittir.

Aslında tarihî eserlerin tahribatı 19. yüzyılın sonlarına kadar da götürülebilir. Osmanlı toplumunda meydana gelen modernleşme çabaları ve bunun doğurduğu sosyal hareketlilik, değişen dünyaya ayak uydurma adına meydana gelen yeni ihtiyaçlar, asar-ı atikanın korunmasına yönelik kanunların uzun bir süre düzenlenmemiş olması, şehrin mimari dokusunun zarar görmesine neden olmuştu. Osmanlı’nın bu son döneminde vakıf malının kutsiyetinden dolayı yıkılan yapının yerine yenisini inşa etmek gibi bir zaruret olduğundan tarihî eserlerin tamamen yok edilmesi/ortadan kaldırılması genel bir uygulama olarak pek görülmemiştir. 1912’de şehremini olan Cemil Topuzlu Paşa döneminde İstanbul’un Avrupa başkentleri örnek alınarak imar edilmesi çalışmaları sırasında, yolların genişletilmesi, yeni parklar açılması amacıyla bazı eserlerin ortadan kaldırıldığı bilinse de bu yıkımlara kararlılıkla karşı duranlar da olmuştu. Bugün Ali Emiri Kütüphanesi olarak kullanılan Feyzullah Efendi Medresesi’nin Topuzlu Paşa tarafından yıktırılarak yerine bando takımı eğitim talimgâhı yapılmasına dönemin Fransız başkonsolosunun eşi, aynı zamanda İstanbul Muhipleri Cemiyeti üyesi Madam Bombar müdahale ederek karşı çıkmıştır. Yine Paşa’nın meydan açmak amacıyla yıkmak istediği, Ayasofya ile Sultanahmed Camileri arasında yer alan ve Hürrem Sultan tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmış olan Sultanahmed veya Haseki Hamamı diye bilinen yapı Eski Eserler Encümeni'nin başkanı ola Küçük Said Paşa'nın mücadelesiyle kurtulmuştur.

Fakat özellikle Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla birlikte yeni kurulan cumhuriyetin yaşadığı zihniyet değişikliği, eskiye ait ne varsa köhnemiş ve terakkiye engel olduğu düşüncesini de beraberinde getirmiş ve tarihî eserlerin ortadan kaldırılmasını modern şehirlerin kurulabilmesi için gerekli bir adım olarak görmüştür. 1935 yılında çıkarılan bir kanunla, beş yüz metre içerisinde tarihî değeri büyük de olsa birden fazla cami olmayacak şeklinde bir uygulamanın hangi teknik gerekçelerle ortaya çıkarıldığı ayrıca merak konusu. Yine İstanbul’un yöneticiliğini yapan belediye başkanları ve valilerin aymazlıkları yurt dışından getirilen bazı şehir planlamacılarının Türklerin mazisini yok etmeye yönelik çalışmalarına olanak sağlamış ve yüzlerce yıldır tüm ihtişamıyla ayakta duran tarihî eserlerimizin tek tek ortadan kaldırılmasına neden olmuştur. Dama tahtası şeklinde, masa başında planlanan şehir, bu uygulama çerçevesinde büyük bir yıkıma uğratılmıştır. 1936-1950 yılları arasında İstanbul’da şehrin planlanması işini yapan Hanry Prost’un, tarihî dokuyu koruyan bir çalışma yapacağını söylemesine karşılık, ilk isteklerinden birinin Çırağan Sarayı’nın yıkılarak boğaza nazır bir futbol sahasının yapılması olması dikkat çekicidir. Ancak dönemin Belediye Başkanı Muhittin Üstündağ’ın da çalışmanın ateşli bir taraftarı olarak beyanatlar vermesi bu kıyımı sadece “ithal neron”lara atfetmenin doğru bir davranış olmadığını gösteriyor.

Dikkat çekici bir diğer husus ise bazı kaynaklarda eser tahribatının çoğunlukla 30’lu yıllarda yapıldığının ifade edilmesi. Remzi Oğuz Arık’ın ifadesiyle bu dönemde azgınlığa varan bir yıkım söz konusuydu. Bununla birlikte belki de daha erken tarihli olması nedeniyle takibin kolay olmasından ötürü, İstanbul’da yaşanan en önemli tarihî eser kaybının 1950-1960 yılları arasında olduğu görülüyor. Özellikle 1950’li yıllarda geniş caddeler ve büyük bulvarlar açma merakı başta Mimar Sinan eserleri olmak üzere birçok tarihî yapıyı ortadan kaldırdı. İşin ilginç yanı bu caddeler açılırken yola tesadüf edeceği düşünülerek yıkılan bu eserlerden birçoğunun yolla hiç alakası olmamasıydı. Umarsızca yıkılan bu eserlerin yerlerine bugün itibarı ile alışveriş merkezleri vb. binalar yapılmaktan da geri durulmadı. İstanbul’un ilk belediye başkanı Hızır Çelebi’nin mezarı bile bu yağmadan kurtulamadı ve mezarının bulunduğu hazirenin yanındaki Voynuk Şüca Camii -herhalde tekrar imar edilmesin diye- arsası üzerine bugün İMÇ blokları inşa edildi. Başta Atatürk Bulvarı olmak üzere, Aksaray meydanı, Vatan ve Millet caddeleri yapılırken birçok tarihî eser yola tesadüf etmemesine rağmen işgale kurban edildi. Yahya Kemal’in “kör kazma” olarak nitelendirdiği bu yağmadan birçok tarihî eser nasiplendi ve yüzyıllardır insanların hizmetine sunulan bu yapıların büyük bir kısmı sadece bir gecede ortadan kaldırıldı. Anlaşılan o ki zaman değişmiş ancak Prost’un planları çok uzun yıllar yürürlükte kalmış.
     
Milletin hafızasına vurulan kör kazma
Bir İstanbul aşığı olan Reşat Ekrem Koçu’nun “vandalizm” olarak nitelendirdiği tarihî eser kıyımının özellikle 1950-60 yıllarının arasında meydana gelmesinin iyi analiz edilmesi gerekiyor. Nitekim bu dönem dinî hassasiyetlerini de ön plana çıkararak hükümet olmuş Adnan Menderes’in başbakan olduğu zamanlardır. İyi ya da kötü yanlarıyla Cumhuriyet tarihi içerisinde şehir planlaması açısından Menderes döneminin bir dönüm noktası olduğu kabul ediliyor. Osmanlı’nın son döneminde başlayan, Cumhuriyetle birlikte doruk noktasına ulaşan Batılılaşma olgusu, kültürel anlamda son hız devam ettiği gibi şehirlerin planlanması konusunda da en önemli mihenk noktasıdır. Şehrin tarihî silueti göz ardı edilerek, geniş cadde ve meydanlar açma isteği, Avrupa’daki gibi büyük gezi parklarına ihtiyaç duyulması bu noktada yeni ve farklı çalışmaların yapılmasına zemin hazırlamıştı. Raylı sistemin demode, otobüslerle ulaşımın moda olduğu bu dönemlerde hükümet İstanbul’un çağdaş bir görünüm(!) kazanmasına büyük bir önem vermiş ve vali Fahreddin Kerim Gökay eliyle İstanbul’un tarihî siluetine büyük bir darbe vurulmuştu. Bu süreç içerisinde aralarında Oruç Gazi Mescidi, Camcılar Mescidi, Attar Halil Mesicidi, Camcı Ali Mescidi, Emir Mescidi, Fatma Sultan Mescidi, Karaköy Mescidi, Süheyl Bey Camii, Bektaş Efendi Mescidi, Kazasker Abdurrahman Efendi Mescidi gibi onlarca tarihî eser yok edildi.

1950’li yıllardaki bu “imar kasırgası” kamuoyunda tartışmalar neden oldu. Özellikle yıkılan camiler halk arasında tepkiyle karşılandı. CHP döneminde...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: İstanbul'un kaybolan mirasının peşinde
« Posted on: 25 Nisan 2024, 23:52:14 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: İstanbul'un kaybolan mirasının peşinde rüya tabiri,İstanbul'un kaybolan mirasının peşinde mekke canlı, İstanbul'un kaybolan mirasının peşinde kabe canlı yayın, İstanbul'un kaybolan mirasının peşinde Üç boyutlu kuran oku İstanbul'un kaybolan mirasının peşinde kuran ı kerim, İstanbul'un kaybolan mirasının peşinde peygamber kıssaları,İstanbul'un kaybolan mirasının peşinde ilitam ders soruları, İstanbul'un kaybolan mirasının peşindeönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes