๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Dört Mezheb Fıkhı => Konuyu başlatan: Eflaki üzerinde 01 Şubat 2010, 16:58:28



Konu Başlığı: Zekâtın Verileceği Yerler
Gönderen: Eflaki üzerinde 01 Şubat 2010, 16:58:28

Zekât, şu âyet-i kerimede sıralanan sekiz sınıf insanlara verilir:

“Sadakalar (zekâtlar) Allah tarafından bir farz olarak ancak fakirle­re, miskinlere, zekât görevlilerine, kalbleri (İslâm’a) ısındırılmak iste­nenlere, kölelere, borçlulara, Allah yolundakilere ve yolda kalmışlara verilir.” [228]  

Âyet-i kerîmede sıralanan bu sınıfların her birinin tanımı ve kendi­siyle ilgili hükümler hakkında mezheblerin tafsîlâtlı görüşleri aşağıya alınmıştır.

Hanefiler dediler ki:

Fakir:  Nisâb miktarından daha az bir ma­la sâhib olan veya ihtiyacını tam olarak karşılayacak nisaba sâhib olmayan veyahut da ihtiyacını karşılayacak kadar tam olmayan bir çok nisâblara sâhib kimsedir. Bir kimse sâhib olsa bile, fakir olmaktan çıkmaz kendisine zekât verilmesi caiz olur. Zekâtı âlim olan fakire vermek daha faziletlidir.

Miskin:  Hiç bir şeye sâhib ve günlük yaşamını sağlayacak azığa, ya da bedenini kapatacak elbiseye sâhib olmak için ancak dilenmesi gereken kişidir. Böyle birinin bu gibi şeyleri sağlamak amacıyla dilenmesi helâldir. Ama fakirin, bedenini kapatacak elbiseye ve günlük yaşamını sağla­yacak olan azığa sâhib olduktan sonra dilenmesi helâl olmaz.

Zekât toplama görevlisi: Devlet başkanı tarafından zekât ve öşürleri tahsil etmek üzere görevlendirilen kimsedir; topladığıyla orantılı olarak ücret alır.

Köle: Âyet-i kerîmedeki kölelerden maksat, mükâteb, yani belli bir bedel karşılığında özgürlüğüne kavuşmak için efendisiyle anlaşma yapmış olan köledir.

Borçlu:  Borcunu ödedikten sonra tam bir nisâb miktarı malı kalma­yacak olan kimsedir. Borcunu ödeyebilmesi için böyle birine zekât ver­mek, fakire vermekten daha faziletlidir.

Allah yolundakiler: Şunlardan maksat, esahh olan görüşe göre ken­dilerini Allah yolunda gaza etmeye adamış olan fakirlerdir.

Yolda kalmışlar, derken de mal ve mülkünden uzakta bulunan kim­seler kastedilmektedir. Böylelerine sadece ihtiyaçlarına yetecek kadar ze­kât vermek caizdir. Ama bu gibi kimselerin (zekât almayıp) borçlanmala­rı daha erdemli bir davranıştır.

Kalbleri İslâm’a ısındırılmak istenen (müellefe-i kulûb), kimselere ge­lince, Hz. Ebû Bekir (r.a.)’in halifeliği zamanında bunlara zekât verilme­si yasaklanmıştır.

Verme anında, verilen malın zekât olduğuna niyet etmek, zekâtın sıhhat şartıdır. Veya zekât olarak verilecek mal, ayrılıp bir tarafa konul­duğunda bu niyetin yapılması şarttır.

Şu hususu da kaydetmekte yarar vardır ki: Mal sahibi, zekâtını, âyet-i kerîmede anılan sınıfların tümüne veya bazısına, her sınıftan bir kişiye de olsa verebilir. Verilecek zekât, nisâb miktarından az ise bir kişiye ver­mek daha faziletlidir. Tam bir nisâb miktarından fazla olan zekâtı bir tek kişiye vermek, kerahetle birlikte caiz olur. Ama zekât verilen kişi borçlu ise, mal sahibi, nisâb miktarından fazla da olsa vereceği zekâtla onun borcunu kapatabilir. Çoluk çocuk sahibi olan kişiye de nisâb mik­tarından fazla zekât verilebilir. Ancak bu zekâtın, aile bireyleri arasında paylaştırılması hâlinde her birinin elinde nisâbtan az bir miktar kalmış olmalıdır. Borcun zekâtla kapatılmasında borçlunun bunu istemesi şart­tır. Mal sahibi, borçlunun isteği olmaksızın kendi zekâtıyla onun borcunu kapatacak olursa, borcu düşer ama zekâtı geçerli olmaz.

Mal sahibinin baba, dede... gibi yukarıya doğru yükselen kendi asıl­larına zekât vermesi caiz olmaz. Aynı şekilde oğul, oğlun oğlu..., gibi aşağıya doğru inen kendi fürûuna da zekât vermesi caiz olmaz. Kişinin bâin talâkla boşanmış karısına, iddet beklemekte de olsa, zekât vermesi caiz olmaz. Ebû Hanîfe’ye göre kadının da, kocasına zekât vermesi caiz olmaz. Diğer akrabalara gelince, onlara zekât vermek, verirken de özel­likle şu sırayı gözetmek daha faziletlidir: Erkek kardeşler, kız kardeşler, bunların çocukları; dayılar, teyzeler, bunların çocukları; sonra da diğer yakınlar. Nafakasına mahsub etmemek şartıyla kişinin, nafakasını temin etmekle yükümlü olduğu yakınlarına zekât vermesi caiz olur. Mescid ve­ya okul yapımı için, hac veya cihad masrafını temin için, yol, köprü ve su yollarının onarımı için, ölüye kefen almak için ve hak edene mülk olarak verilmeyecek şekilde zekât vermek caiz olmaz. Önce de söylendiği gibi verilen malın, hak edene mülk olarak teslim edilmesi, zekâtın rükün­lerinden biridir. Mal varlığı nisâbtan az olan kişi, sağlıklı ve kazanç sahi­bi de olsa, kendisine zekât verilmesi caizdir. Ev, ev eşyası, elbise, hizmet­çi, binek, ve silah gibi aslî ihtiyaçlarından fazla olarak herhangi bir mal­dan nisâb miktarına sâhib olan kişiye zekât vermek caiz olmaz. Zengin birisinin fakir olan büyük çocuğuna zekât verilebilir. Ama zenginin kü­çük çocuğuna zekât verilmez. Oğlunun mâli durumu iyi olsa bile, sıkışık durumdaki bir babaya ve zengin bir kimsenin fakir olan karısına zekât verilebilir. Zekâtın bir beldeden başka bir beldeye nakledilmesi mekruh­tur. Ancak başka beldedeki akrabalara veya içinde bulunulan belde hal­kından daha muhtaç olması hâlinde, zekâtı başka beldeye nakletmek mek­ruh olmaz. Yukarıdaki mekruhluk, zekâtın tam zamanında verilmesi hâ­linde söz konusudur.Ama zekât verme zamanından önce acele edip başka beldeye nakletmek mekruh olmaz. Zekâtın naklinde muteber olan, zekâtı verilecek malın bulunduğu beldedir. Meselâ mal sahibi bir beldede, malı da başka bir beldede bulunursa; zekât, malın bulunduğu beldede dağıtı­lır. Kişi kendi akraba çocuklarına, kendisine müjde haberi getirenlere pa­ra verirken bu paraları zekât niyetiyle verirse zekât yerine geçerli olur. Aynı şekilde bayram, tören ve şenlik günlerinde fakir erkeklerle kadınla­ra verilen paralan zekât niyetiyle vermek de zekât yerine geçerli olur. Zımmîlere, zekât malı dışındaki mal ve paralarla sadaka vermek caiz olur. Hâşimoğullarına zekât vermek helâl olmaz. Ancak onlara tatavvû niye­tiyle yardımda bulunulabilir ve onlar için vakıflar tesis edilebilir.

Malikiler dediler ki:  Fakir, yıllık geçimine yetmeyecek kadar az miktardaki mala sâhib olan kimsedir. Bu kişi, nisâb miktarı mala sâhib olsa bile, kendisine zekât verilebilir. Fakat kendisi de, sahibi olduğu bu nisâb miktarı malın zekâtını vermekle yükümlü olur. Nafakası başkasının üzerine vâcib olan kişi -bu başkası nafakasını verebilecek kadar zengin ise- fakir sayılmaz. Kişi, fakir olan babasına, bilfiil nafakasını vermese bile, zekât veremez. Çünkü babası, durumu hâkime arzetmekle nafakası­nı oğlundan alma gücüne sâhibtir. Bir kişi, gönüllü olarak bir fakirin nafakasını temin etmekte ise ona zekât verebilir. Bir kişi sanat sahibi ise ve geçimini bu sanatı sayesinde sağlayabiliyorsa veya bu miktarda maaş sahibi ise kendisine zekât vermek caiz olmaz. Ama bu maaşı kendisine yetmiyorsa, ihtiyacını karşılayacak kadar zekât vermek caiz olur.

Miskin: Hiçbir şeye sâhib olmayan kimsedir. Bu, fakirden daha muh­taçtır. Fakir ve miskinin zekât alabilmeleri için üç şart gereklidir:

1. Müslüman olmalıdırlar.

2.  Hür olmalıdırlar.

3.  Beytü’l-mâlden ken­dilerine yetecek miktarda nafaka veriliyorsa, Hâşim İbn Abdi Menâf nes­linden olmamalıdırlar. Eğer Beytü’l-mâlden kendilerine böyle bir ödenek verilmiyorsa zekât almaları sahîh olur. Ki fakirlikten ötürü zarar görüp sıkıntıya düşmesinler. Hâşim’in kardeşi Muttalib oğullarına gelince, bun­lar, Peygamber (s.a.v.) Efendimizin ailesinden sayılmamaktadırlar. Dola­yısıyla kendilerine zekât verilebilir. Zekât dışındaki nafile sadakaları ise hem Hâşimoğullarına ‘ve hem de diğerlerine vermek caizdir.

Kalbleri İslâm’a ısındırılmak istenenlere (müellefe-i kulûb’a) gelince; bunlar kâfirdirler. İslâm’a imrendirilmeleri için, Hâşimoğullarından olsa­lar bile kendilerine zekât verilebilir. Bazıları da müellefe-i kulûb’un, İs­lâm’a yeni girmiş kimseler olduklarını, imânın kalblerine iyice yerleşmesi için kendilerine zekât verilmesi gerektiğini söylemişlerdir. İkinci görüşe göre bunların hükmü neshedilmiş olmayıp bu ana kadar geçerlidir ve ken­dilerine zekât verilebilir. Birinci yoruma göre bunlara zekât verilip veril­meyeceği hususunda ihtilâf vardır. Gerçek şu ki; İslâmiyetin kâfirleri ka­zanmaya ihtiyacı olursa, böylelerine zekât verilebilir. Aksi takdirde veril­mez.

Zekât görevlisi: Buna âmil, sâi, kâtip, dağıtan da denebilir ki, bu kişi büyük ve küçükbaş hayvan sahiplerini bir araya toplayarak kendile­rinden zekât tahsîl eder. Zengin de olsa bu görevliye zekât verilebilir. Zîra bu, fakirliğinden değil de emek karşılığında zekât almaktadır. Fakir de olursa iki vasfından ötürü zekâta müstahak olur. Bu kişinin zekât alabilmesi için müslüman, hür ve Hâşimî soyu dışında biri olması şarttır. Bu göreve atanması için de, zekât ahkâmını bilen adaletli biri olması ge­rekir. Bu göreve kâfir, fâsık, zekât ahkâmını bilmeyen birisi atanamaz. Devlet başkam köle veya Hâşimî birini zekât toplama memurluğuna atar­sa, bu atama geçerli olur. Ama ücreti, zekâttan değil de Beytü’l-mâlden verilir.

Âyet-i kerîmede zekât verilmesi caiz olan sınıflardan biri de “rikab” olarak belirtilmektedir. Rikab: Zekât parasıyla satın alınıp azâd edilen kölelerdir. Bunun üzerindeki velilik hakkı bütün müslümanlar içindir. Böyle birinin öldükten sonra malı kalır da vârisi de olmazsa, bu mal Beytü 1-mâle devredilir.

Borçlu: Borcunu kapatacak kadar malı olmayan kimse demektir. Böyleleri öldükten sonra bile, borçlan zekât malıyla kapatılabilir. Bunun için de borçlunun müslüman, hür ve Hâşimî soyu dışında biri olması şarttır. Ayrıca bu borçlanmanın içki içmek gibi bir fesatlık için yapılmamış ol­ması şarttır. Aksi takdirde, borçlu tövbe etmedikçe bu borcu zekât malıy­la kapatılamaz. Yine bu borcun bir insana âit olması da şarttır. Eğer bu borç, kefaret borcu gibi, Allah’a âit bir borçsa zekât parasıyla kapatı­lamaz.

Mücâhid ve gaziler; hür müslüman ve Hâşimî soyu dışındaki kimse­ler olurlarsa, zengin olsalar bile kendilerine zekât verilebilir. Casuslar da kâfir olsalar bile kendilerine zekât verilebilir. Casus müslüman ise, hür olması ve Hâşimî olmaması şarttır. Eğer kâfir ise sadece hür olması şart­tır. Zekât fonundan cihâd için at ve silâh almak sahîh olur. Ancak atla­rın masrafları, Beytü’l-mâlden karşılanır.

Yolcu’ya gelince bu, kendisini vatanına ulaştıracak olan vâsıtaya muh­taç olan kişidir. Yolcu eğer hür ve müslüman ise; Hâşimî değilse ve seferi yol kesmek gibi günâh amaçlı bir sefer değilse, memleketinde zengin biri olsa bile, kendisine zekât verilebilir. Ama kendisine ödünç verecek biri bulunursa zekât verilemez. Ayrıca diğer şartlardan birini taşımasa da ken­disine zekât verilemez.

Zekât veren kişi, verdiği miktarın zekât olduğuna niyet etmelidir. Verirken niyet etmeyen kişinin, zekâtı verirken niyet etmesi yeterli olur. Niyeti tümden terk eden kişinin vermiş olduğu şey zekâttan sayılmaz. Ze­kâtı alan kişinin, bu aldığım zekâttır diye ilân etmesi gerekli değil, aksine mekruhtur. Çünkü böyle yapıldığı takdirde fakirin kalbi kırılacak, gönlü incinecektir.

Zekâtı, vâcib olduğu yerde veya oraya yakın yerde dağıtmak gerekli­dir. Kasr mesafesi (148,5 km.) kadar veya daha uzun olsun, zekâtı başka mıntıkalara nakletmek caiz değildir. Ancak nakledilecek yerin insanları, zekâtın verilmesi vâcib olan yerin insanlarından daha fazla muhtaç du-rumdaysalar, zekâtın çoğunu oraya nakletmek ve az bir kısmını da yerin­de bırakarak yerlilere vermek vâcib olur. Nakil masrafları da Beytü’l-mâlden karşılanır. Eğer orada müslümanların Beytü’1-mâli yoksa zekât malının bir kısmı satılır, nakledilecek yerde o para ile o malın misli satın alınır. Veyahut da bu para maslahata uygun biçimde orada dağıtılır. Ekin ve meyvelerde zekâtın vücûb mahalli, sahihlerinin beldesinde olmasa bile, bunların yetiştirilmiş oldukları yerdir. Büyük ve küçükbaş hayvanların zekâtlarının vücûb mahalli, zekât memuru varsa bu hayvanların bulun­dukları yerdir. Aksi takdirde sahihlerinin bulunduğu yerdir. Zekâtı, sekiz sınıfın tümüne taksim etmek vacib değildir. Tek sınıftan tek bir kişiye vermek de caizdir. Yalnız zekât memurunun durumu biraz farklı olup, ücretini aştığı takdirde zekâtın hepsini ona vermek caiz olmaz.

Hanbeliler dediler ki: Fakir, hiçbir şey veya kendisine yetecek malın yansım bulamayan kimsedir.

Miskin; kendisine, yetecek malın yarısını veya daha fazlasını bulabi­len kimsedir. Böylelerine, aileleriyle birlikte bir sene boyunca kendilerine yetecek kadar zekât verilir. .

Zekât görevlisi, zekâtı tahsil etmede kendilerine ihtiyaç duyulan kim­sedir; zengin de olsa, kendisine ücreti kadar zekât verilir.

Müellefe-i kulûb, kendi aşiretleri içinde hükümfermâ olup müslüman olmaları umulan veya kötülüklerinden korkulan, ya da henüz müslüman olup imânlarının kuvvetlenmesi ümid edilen, ya da kendilerine denk kâ­firlerin müslüman olmaları beklenilen veyahut da zekâtı vermeyenlerden tahsil etmek için yardımlarına ihtiyaç duyulan kimselerdir. Bunların gö­nüllerini kazanmak için kendilerine zekât verilebilir.

Rikâb’dan maksat mükâteb kölelerdir. Mükâteb kölenin, efendisine olan borcunun vâdesi gelmeden önce mükâteblik borcunu ödemesi için kendisine zekât verilir.

Borçlular iki kısımdır: Bunlardan birincisi, insanların arasını düzelt­mek için borçlanmış olan kişidir. Diğeri de kendi durumunu mubah bir iş hususunda veya tövbe etmiş olduğu haram bir iş hususunda düzeltmek için borçlanmış olan kişidir. Bunlara da borçlarını kapatacak kadar zekât verilir. Allah yolunda gaza edenlere, harcamalarını üstlenecek bir divan yoksa ihtiyâcı olan silâh, at, yiyecek, içecek ve gazadan dönüş masrafı verilir.

Yolcu, mubah bir sefere çıkmış veya haram maksatlı bir sefere çıkıp da tövbe etmiş olan, kendi memleketi dışındayken harçlığı kalmayan kimse demektir. Böyle birisine, zengin de olsa, fakir de olsa, kendisini memleketine ulaştıracak kadar zekât verilebilir.

Ayet-i kerîmede anılan sekiz sınıftan birindeki bir kişiye zekâtı ver­mek yeterli olabilir. Bir cemaatin, zekâtlarını bir tek kişiye vermeleri caiz olduğu gibi, bir kişinin de zekâtını bir cemaate vermesi caiz olur. Malın zekât olarak verilecek miktarının yerine, kıymetini para olarak vermek caiz olmaz. Vacîb olan, malın aynını vermektir. Zekâtı kâfire, köleye, mal veya kazanç zenginine vermek caiz olmaz. Kişinin, nafakasını ver­mekle yükümlü olduğu kimselere de zekât vermesi caiz olmaz. Ancak bunlar zekât memuru, gazi, müellefe-i kulûb, mükâteb köle, yolcu veya insanların arasını düzeltmek için borçlanmış kimseler iseler, bunlara vere­bilir. Hanımın kocasına,” kocanın hanımına zekât vermesi caiz olmaz. Hâşimoğullarına mensub birine de zekât vermek caiz olmaz. Kişi bilmeksizin zekatını, hak etmeyen birine verir, sonra da onun zekâtı hak etmemiş olduğunu anlarsa zekâtı geçerli olmaz. Onu geri alması gerekir. Fakir zannettiği birine verirse zekâtı geçerli olur. Ayrıca zekâtını, geçimlerinden sorumlu olmadığı akrabalarına dağıtması da zekât olarak yerini bulur. Ama en faziletlisi kişinin, zekâtın tümünü kendi beldesindeki fakirlere dağıtmasıdır. Zekâtı, malın içinde bulunduğu yerden, (148,5 kilometrelik) kasr mesafesinden daha yakın olan yerlere nakletmek caizdir. Kasr mesa­fesinden daha uzak yerlere nakletmekse haramdır. Ama buna rağmen gö­türülür de oradaki fakirlere dağıtılırsa geçerli olur.

Şâfiîler dediler ki: Fakir; asla malı veya helâl bir kazancı olma­yan, ya da malı veya helâl kazancı olup da kifayet miktarının yarısından az olduğu için kendisine yetmeyen ve karışma nisbetle kocası gibi, kendi­sine kifayet miktarı masrafını verecek bir kimsesi bulunmayan kişidir. Kifayet miktarı, ömrün gâlib olan uzunluğuna nisbetledir ki, bu da alt­mış iki senedir. Ancak böyle birinin ticâret etmekte olduğu bir malı olur­sa, her günün kazancı müstakil olarak değerlendirilir. Eğer günlük ka­zancı o günün kifayet miktarının yarısından az ise fakir sayılır. Yine aynı şekilde yaşı altmış ikiyi geçtikten sonra, her günü müstakil olarak değer­lendirilir. Günün yarısına yetmeyecek kadar malı veya kazancı olan kim­se de fakirdir.

Miskin:  Gâlib ömrünün yarısına veya daha fazlasına yetecek kadar mala veya helâl kazanca sâhib olan kişidir. Şu halde kendisine lâyık bir evi, süslenmek için de olsa kendisine lâyık bir elbisesi olan kişi miskin ve fakir olmaktan çıkmaz. Normal bir süslenme için takıları bulunan bir kadın da fakirlik ve miskinlikten çıkmaz. Kişinin müzâkere ve müracaat etmek için bulundurduğu ilim kitapları da, onu fakir ve miskin olmaktan çıkarmaz. Kişinin kendisinden iki merhalelik veya daha fazla uzaklıkta bulunan malının olması da onu fakir olmaktan çıkarmaz. Vâdesi gelme­miş alacak da kişiyi fakir olmaktan çıkarmaz. Bütün bu vasıflar, kişinin fakir veya miskin sıfatıyla zekât almasına engel olmazlar.

Zekât âmili’ne gelince bu, bekçi, kâtib ve sâî gibi (adlarla isimlendirilmekle birlikte) zekâtın bütününde ilgisi bulunan kimsedir. Âmil daha önce takdir edilmiş bir ücretinin bulunmaması hâlinde ve imamın kendisi­ni zekât memurluğundan ayırması durumunda emsallerinin ücreti kadar zekât alır.

Müellefe-i kulûb’a. gelince, bunlar dört kısımdır:

1.  Yeni müslüman olmuş zayıf imanlılar. Müslümanlıklarını güç­lendirmek için bunlara zekât verilir.

2.  Müslüman olmuş, kavimleri içinde şerefli olanlar. Böylelerine, diğer kâfirlerin de İslâm’a girmelerini teşvik için zekât verilir.

3.  Müslüman olmuş, kuvvetli imana sahib olanlar. Böylelerine zekât verilirse, gerideki kâfirlerin şerrinden müslümanları korumaları umu­lur.

4.  Müellefe-i kulûb’tan olup, zekâtı vermeyenlerin şerrine karşı müslümanlara destek olacakları umulanlara da zekât verilir.

Rikâb’dan maksat mükâteb kölelerdir. Böyielerine mükâteblik ücre­tini vaktinde ödeyebilmeleri ve kölelikten kurtulmaları için zekât verilir. Ancak bunlarda birtakım şartlar aranır ki, bu şartlar şunlardır:

1.  Mükâteblik anlaşması sahîh olmalıdır.

2.  Kendisi müslüman olmalıdır.

3. Mükâteblik bedelini ödeyecek malı bulunmamalıdır.

4.  Zekâtı kendiline verecek olanın mükâteb kölesi olmamalıdır. Borçlular’a gelince, bunlar da üç kısma ayrılırlar:

1. Hasımlar arasını bulmak uğruna borçlanmış olan kişi, zengin de olsa kendisine zekât verilir.

2.  Mubah işlerde harcamak veya tevbe etmiş olmak şartıyla mu­bah olmayan yerlerde harcayarak kendi şahsî işlerini düzenlemek uğruna borçlanmış olan kişiye zekât verilir.

3. Başkasına kefil olmak nedeniyle borç altına giren kefilin kendi­si ve kefil olduğu kimse sıkışık durumda olurlarsa ve onun izniyle kendi­sine kefil olmuş ise, kendisine zekât verilir. Ama borçlunun izni olmaksı­zın kendiliğinden gönüllü olarak kefil olursa, borçlunun mâli durumu iyi olduğu halde kendisi sıkışmış olursa, zekât verilebilir.

Allah yolundaki gazilere gelince, bunlar gönüllü savaşan mücahitler­dir. Gaziler için Beytü’l-Mâl’de ayrılan tahsisattan kendilerine pay ayrıl­mamış olması halinde, zengin bile olsalar, bunlara ihtiyaçları olan gidiş-dönüş ve ikâmet masrafları verilir. Bu mücahitlerin geçimlerinden sorum­lu oldukları yakınlarının nafakaları da kendilerine ödenir. Giyimleri, si­lah ve at için gereken para, eşya ve azıklarını taşımaya alışık olmamaları durumunda bunların taşınmasında kullanılacak vasıta da zekattan verile­bilir.

Yolda kalmış olanlara gelince, bunlars zekâtın verildiği beldeden yol­culuğa çıkan veya yolculuğu esnasında o yerden geçen kimselerdir. Bun­lara zekâttan, gitmek istedikleri yere ulaşmaları için yetecek para verilir. Malının veya parasının başka bir yerde olması halinde, bunların bulundu­ğu yere giden kimse de zekât alabilir. Ancak yolculuğa çıktığında veya zekât verilen yerden geçtiği sırada paraya ihtiyacı olmalıdır. Bunlarda ara­nan bir diğer şart da, yolculukları nedeniyle isyankâr bir duruma düşme­meleri ve bu yolculuğun şer’an doğru olan bir amaç için yapılmış olması­dır.

Bu sekiz sınıfın zekât alabilmesi için yukarıda geçen özel şartlar dı­şında beş şart daha aranmaktadır:

1.  Müslüman olmaları,

2.  Tam bir hürriyete sahip bulunmaları,

3.  Beytü’l-Mâl’den haklarını alamamış bile olsalar, Haşimoğullarından (Ben-i Haşim) veya Muttaliboğullarından (Ben-i Muttalib) olma­maları. Bu iki soyun azatlı köleleri de aynı hükümdedir.

Bu şartların kendilerinde aranmadığı istisnai kişiler olup, bunlar ha­mallar, ölçme tartma işinde çalışanlar ve zekâtı koruyan bekçilerdir. Bun­lar kafir, köle veya Ehl-i Beyt’ten olsalar bile zekâttan kendilerine ödeme yapılabilir. Çünkü bu kimseler yaptıkları işin ücretini almaktadırlar.

4.  Zekât veren kişinin bakmakla yükümlü olduğu kimselerden ol­mamaları.

5. Zekâtı alanın buluğ çağına gelmiş, akıllı ve yaptığını bilen bir kimse olması.

Hepsinin bulunması halinde, zekâtın bu sekiz sınıfı içine alması gere­kir. Dağıtımı yapan bizzat zekâtım veren kimse de olsa, devlet de olsa durum değişmez. Bu sekiz sınıfın, tamamının bulunmaması durumunda mal sahibinin bu sınıfların tamamına zekât vermesi gerekmez.

Ancak sekiz sınıfın tamamı bir beldede mahsur kalır ve zekât malı da hepsine yeterse, hepsine dağıtmak vâcib olur. Yoksa her sınıftan üç kişiye vermek gerekir. Bazı sınıflar bulunmazsa, bulunanlara verilir. Bazı Şafiî âlimleri ise bir malın zekâtının sadece bir kişiye verilmesinin caiz olduğunu söylediler. Zekâtı devlet yöneticisine veya hak eden diğer kim­selere verirken veya maldan ayırırken zekâta niyet etmek şarttır. Kendi beldesinde almayı hak edenler bulunduktan sonra mal sahibinin, yakın da olsa zekâtını başka beldeye nakletmesi caiz olmaz. Ama imamın nak­letmesi caiz olur. Zekâtın verilmesi gereken yer, malın bir sene boyunca bulunduğu yerdir. Bu söylediğimiz, altın gibi, bir seneyi doldurma şartına bağlı olan nesneleri ilgilendirir. Ekin ve benzeri şeylerin zekâtına gelince, bunlara zekât düştüğü anda bulundukları yer esastır.[229]