Konu Başlığı: Teharet Gönderen: Eflaki üzerinde 24 Ocak 2010, 22:03:47 KİTABÜ´T-TAHÂRE (TEMİZLİK BÖLÜMÜ) Taharetin Tanımı “Taharet” lügatte, maddî olsun manevî olsun bütün kirlerden ve pisliklerden temiz ve uzak olmaktır. Bu cümleden olmak üzere İbn Abbâs (r.a.) dan şöyle bir hadîs rivayet edilmektedir: Peygamber Efendimiz, hasta ziyaretine gittiğinde şöyle derdi: “Zararı yok, inşallah (bu hastalık günâhları) temizleyicidir.” [10] Bu hadîsteki “tahûr” kelimesi “fatûr” vezninde olup günâhlardan temizleyen anlamına gelmektedir. Resûlullah (s.a.s.), hastalığın günâhları temizlediğini haber vermiştir. Günâhlar ise manevî kirlerdir. “Tahâret´in karşıtı “Necâset´tir. Necaset ise lügatte, maddî-mânevî pislikler anlamına gelmektedir. Günâhlara “manevî necaset” denmektedir. Necaset masdarının mazî fiili olan deki cim harfi hem esreli, hem üstünlü, hem de ötreli olarak okunabilir. Muzârî fiili olan de ise cim harfi hem üstünlü, hem de ötreli olarak okunabilir. Mastarı “necâsetün”, ism-i faili olan kelimesinde ise cim harfi hem üstünlü, hem de esreli olarak okunabilir. Üstünlü olarak okunmasına şu âyet-i kerîmeyi örnek olarak gösterebiliriz: “Ey imân edenler, müşrikler ancak bir necistir.”[11] Fıkıh kitaplarındaki terminolojiye göre taharet ve necasetin tanımına gelince, bunda mezheblerin detaylı görüşleri vardır. Hanefiler dediler ki: Taharet, şer´an hadesten ve pislikten temizlenmek demektir. Temizlenmek kelimesi, kişinin bizzat kendi eylemiyle temizlenmesini olduğu kadar sözgelimi, üzerindeki pisliğe su dökülmesiyle kendiliğinden temizlenmesi anlamını da kapsamaktadır. Hades kelimesi de küçük hades dediğimiz yellenmek ve diğer abdest bozucu hususların yanı sıra, büyük hades dediğimiz guslü gerektiren cünüblük anlamını da kapsamaktadır. Böylece Hanefîler “hades”i tanımlarken onun, bazı organlara veya tüm bedene vâki olup tahareti gideren Şer´î bir nitelik olduğunu söylerler. Şeriat koyucu tarafından maddî necaset gibi hadesin de insanı namazdan alıkoyan bir necaset olarak vasıflandırılması dolayısıyla bazılarınca hades´e, “hükmî necaset” de denilmiştir. Böylece necasetin, taharetin karşıtı olarak, hades ve pislikten ibaret olduğu ortaya çıkmış oluyor. Ama lügatte necaset; kan, sidik, insan tersi ve benzeri maddî günâhlar gibi manevî pislikler anlamına da gelmektedir. Fıkıhçılara gelince onlar hadesi, manevî şeylere mahsûs bir durum olarak telâkki etmişlerdir. Ki o da şerîat koyucu tarafından cünüplük sırasında bütün bedene, yellenmek ve benzeri abdest bozucu şeylerden birinin vukua gelmesi halinde abdest organlarına vâki olan şer´î bir nitelik olarak tavsîf edilmiştir. Pisliği de kan ve benzeri, şer´an kirli sayılan cisimlere mahsus saymışlardır. Adamın biri çıkıp da şöyle bir görüş ortaya atabilir; “Allah´a yaklaşmak ve daha fazla sevâb kazanmak gayesiyle abdest üzerine abdest almak bu tanımın dışında kalmaktadır. Çünkü ikinci abdest bir temizlenme olmasına rağmen ne bir hadesi, ne de bir pisliği ortadan kaldırmamaktadır.” Buna şu karşılığı verebiliriz: Sevâb kazanmak amacıyla abdest üzerine abdest almak her ne kadar bir hadesi ortadan kaldırmıyorsa da, manevî kirler mâhiyyetinde olan küçük günahları silip götürmektedir. Bilindiği üzere lügat anlamı itibariyle pislik, manevî, kirleri ifade etmektedir. Fıkıhçılar, pisliği her ne kadar maddî kirler olarak ele alıyorlarsa da şunu da söylemektedirler: Manevî kirlerin giderilmesine taharet denir. Bu itibarla abdest üzerine abdest almak bir taharettir, bir temizlenmedir. Bunun aksini düşünecek olursak: Yellenmenin ve meni gelmeksizin erkeğin kadına çıplak olarak sarılmasının abdest bozucu şeylerden olmaması gerekir. Aynı zamanda menî akmasının da guslü gerektirmemesi îcâb eder. Bunlardan birincisine gelelim: Yellenmek maddî bir necaset değildir. İkincisine gelince menî temizdir. Necis olduğunu varsayacak olursak onun necisliği, insanın sidik ve tersinin necisliğinden daha fazla değildir. Akla bakacak olursak meninin sadece çıktığı yeri yıkamak gerekecektir. Evet, bu iddiaları şöyle cevaplandırabiliriz: Önce bu sözü söyleyen, ibâdetin mânâsından habersizdir. İbâdetin emarelerinden bihaberdir. Zîrâ ibâdetten maksat, kalb ve diğer organların tam teslimiyetiyle belirtilen ölçülere uygun olarak Allah´a yönelmektir. Hiçbir şahsın, Allah tarafından belirtilen ibâdet ölçülerinin dışına çıkmaya yetkisi yoktur. İbâdetin şekil ve emareleri üzerinde kişinin tartışmasında bir fayda da yoktur. Ancak karşılaştığı bazı zorluklar ve imkânsızlıklar dolayısıyla bir kısım toleranslara sâhib olabilir. Gücü yettiği kadarıyla mükellefiyetlerini taleb etme hakkı vardır. Bunlardan başka şekil ve ölçülere gelince bunları sadece bir tek ma´büd olan Allah´a bırakmak gerekir. Bu, hiçbir gizliliği olmayan apaçık bir meseledir. Hatta âdet gereği olarak bazı insanların birbirlerini ağırlamaları bile bu toleranslardandır. Hükümdarların insanlara uyguladıkları kabul resimleri de çok meşakkatli olmadıkça manevî bir sorumluluğu gerektirmez. Şerîat koyucu, büyük veya küçük hades halinde olduğunuzda namaz kılmayın demişse, bizim: “Ama neden?” demeksizin bu emre uymamız gerekir. Eğer böyle dememiz caiz olsa idi aynı zamanda: “Niçin namaz kılacağız?” diye sormamız da normal olacaktı. Zira bu iki söz arasında hiçbir fark yoktur. Her ikisi yani normal durumda namaz kılma emriyle hades hâlinde namaz kılmama emri bizim için ibâdet sayılmaktadır. Bu emirlere uymak, Allah´a teslimiyetin bir nişânesidir. Abdest almaya, gusül yapmaya, namaz kılmaya muktedir olamadığımızda ne yapacağız? Teyemmüm niçin meşru kılındı? Oturarak veya yan gelerek namaz kılmaya niçin ruhsat verilmiştir? Gibi soruları ortaya atıp münakaşasını yapmaya hakkımız vardır. İbâdeti tartışmaksızın sadece Allah için yapmamız, üzerimizdeki ilâhî haklardan biridir. Ama günlük hayatımızdaki muameleler ve şahsî haller buna benzemez. Bunlar, bizim yaşantımızla ilgili olduklarından, her birinin sebeb-i hikmetini öğrenmek ve detayları üzerinde tartışmak hakkımızdır. Mâkul olan bu görüş doğrultusunda İslâm âlim ve düşünürleri demişlerdir ki: Şerîatin her meselesinin kendine özgü, akla yatkın bir hikmeti ve anlayana açık bir sırrı vardır. Bu, anlayana açık, anlamayana ise gizlidir. İbâdetlerle muameleler arasında bu hususta bir ayırım yoktur. Şimdi de yukarıda geçeri iki safsatayı cevaplandırmaya çalışalım: a- Yellenmek maddî olarak da bir pisliktir. Bu, tartışma götürmez bir gerçektir. Evet, her ne kadar görme duyusuyla hissedilmiyorsa da koklama duyusuyla hissediliyor. Dışarıya çıkmadan önce maddî pisliklerden geçip gelmektedir. “Yellenmek abdesti bozmaz. İnsanın sidiği ve tersinin sadece çıktıkları yerleri yıkamak gerekir” diyene şunu söylemek gerekir: “Haklısın. Kişinin tüm yaşamı boyunca sadece bir kez yıkanması gerekir. Zîrâ uyku necaset değildir. Yellenmek necaset değildir. İdrar ve ters, sadece mahallî bir necaset olup çıktıkları yeri yıkamak gerekir.” Aslında bu söz, hiçbir değeri olmayan fâsid bir sözdür. İşin hakikatine bakacak olursak Yüce Allah´ın, abdesti farz kılmasında birçok menfâatler olduğunu anlarız. Bu menfâatlerin bir kısmını duyularla hissedip müşahede edebiliriz. Kirlenmeye maruz kalan dış organlarımızı özellikle ağız ve burnumuzu temizlemek gibi... Bu menfâatlerin bir kısmı da manevîdir: Allah´ın emrine itaat edip tam bir teslimiyetle O´na yönelmekle kişinin kendisim yaratanın ululuğunu hissetmesi. Kötülüklerden ve yasaklardan alıkonması gibi... Bütün bu saydıklarımız hem dünya hem de âhirette insanın yararına olan hususlardır. Şayet yukarıda sayılan sebeplerden ötürü abdest bozulmuyorsa abdestin meşruiyeti ve faydası heder edilmiş olur. b- Gelelim ikinci safsataya: İnsanın sidik ve tersim meniyle kıyaslamak fâsid olduğu açıkça bilinen bir kıyastır. Çünkü menî, bütün bilginlerce kabul edilen görüşe göre bedenin tüm organlarından çıkmaktadır. Ve çoğunlukla da özel bir çabadan sonra çıkmaktadır. Ayrıca çıktıktan sonra da bedende açıkça hissedilen bir gevşeme vukua gelmektedir. Gusül yapmanın da bedene eski zindeliğini iade ettiği, kaybettiği bazı şeyleri tekrar kazandırdığı ve bedene yapışan bazı artıkları temizlediği bedahet derecesinde bilinmektedir. Bütün bunlarla beraber cünüplüğün peşi sıra gusül yapmanın zorunlu kılınması İslâmiyet´in güzelliklerinden biridir. İnsan, kadınsız yapamayacağına göre, hanımıyla ilişki kurduktan sonra da bedenini temizlemesi gerekecektir. Ama bunun tersine cünüblükten sonra gusül mecburî olmasaydı insanın bedeni tembelleşecek, pislikler altında kalacak ve pis kokusuyla başkalarını da rahatsız edecekti. Bütün bunları anlattıktan sonra meniyi, özel bir çaba harcamaksızın tüm bedenden değil de sadece belirli bir yerden ve mütâd vaziyette her zaman tekerrür eder şekilde çıkan sidikle kıyaslamak nasıl mümkün olacaktır? Buradaki kıyas, bütün bakımlardan fâsid bir kıyastır. Her halükârda insanın, ibadetlerini, hepsi de menfâat olsa dünyevî bir menfâat beklemeksizin sırf Allah rızâsı için hâlis bir kalble edâ etmesi gerekmektedir. Mâlikiler dediler ki: Taharet, hükmî bir nitelik olup, o niteliği kazanana üzerindeki elbisesiyle kılacağı yerde namaz kılma ruhsatını temin eder. Hükmî nitelik derken itibarî nitelik kasd edilmektedir. Veyahutta şeriat sahibi tarafından namaz ve diğer ibâdetlerin sıhhati için şart olarak takdir edilen mânevi bir nitelik kasd edilmektedir. Bu niteliği küçük ve büyük hadesten temiz olmakla elde eden şahıs, namaz kılma ruhsatını temin etmiş olur. Kılacağı yer, pisliklerden temiz olmakla bu mânevi niteliğe sâhip olur. Ki orada da namaz kılmak caiz olur. Üzerine giymiş olduğu elbise de pisliklerden temiz olmakla bu mânevi niteliğe sahip olur. Ki o elbiseyle de namaz kılması caiz olur. Her halükârda taharet manevî bir durum olup duyularla algılanamaz. Bu perspektiften bakıldığında taharete karşıt iki husus meydana çıkmaktadır. a- Necaset: Hükmî bir nitelik olup bu niteliği, üzerindeki elbisenin veya namaz kılacağı yerin temiz olmaması nedeniyle üzerinde taşıyan kimsenin namaz kılma ruhsatı (geçici olarak) iptal edilmiş olur. b- Hades: Bu da hükmî bir nitelik olup bu niteliğe sahip kişinin namaz kılmasına cevaz yoktur. Şu anlamda ki necaset, takdirî bir sıfat olup bazen elbisede olur ki onunla namaz kılınamaz. Bazen namaz kılınacak yerde olur ki, orada namaz kılınamaz. Ve bazen da kişinin şahsında olur ki buna “hades” denir. Ve bu kişinin namaz kılmasına da müsâade yoktur. Her halükârda hades, şerîat koyucu tarafından takdir edilen hükmî bir niteliktir ve ileride de açıklanacağı üzere bu terim, abdesti bozan unsurlar için de kullanılır. “Necaset” terimi de kan, sidik ve benzeri cisimler için kullanılır. Şafiiler dediler ki: Şerîat lisanında taharet iki anlama gelir: a- Farz olan abdest, gusül, teyemmüm, necasetin giderilmesi veya bu mânâ ve şekilde nafile kasdıyla yapılan teyemmüm, gusül ve abdest üzerine abdest alma gibi yapılan bir işlemdir. Ki bu vesileyle insan namaz kılma ruhsatını elde etmiş olur. Sözgelimi abdest niyetiyle yüze (ve diğer abdest organlarına) su vurmaya taharet diyebiliriz. Taharet kelimesi, temizlik işini yapan kimsenin eylemini ifade eden bir isimdir. (Mastardır). Yukarıda sözünü ettiğimiz bu mânâ ve şekilde nafile kasdıyla yapılan gusül ve abdest üzerine abdest alma hususuna gelince bu, şeriatçe kabul edilen itibarî bir taharettir. Gerçek bir taharet değildir. Bununla beraber namaz (veya diğer ibâdetleri edâ etme) ruhsatı bunlarla elde edilmiş değildir. Çünkü söz konusu ruhsat, daha önceki abdest ile elde edilmiştir. Bu ruhsatı insan, nafile niyetiyle yapılan gusülle de elde edemez. Zira kişi, cünüp olduğunda gusletmesi vâcib olur. Nafile niyetiyle yapılan gusül, vâcib olan guslün yerine geçmez. Dolayısıyla bu ifadeleri taharetin tanımına almak, zorunlu hale geldi. Ki taharetin tanımındaki unsurlardan hiçbiri dışarıda kalmasın. b- Taharet: Hades halini ortadan kaldırmak ve necaseti gidermektir. Veya bu mânâ ve şekilde nafile niyetiyle yapılan gusül ve teyemmümler de taharetin tanımına girer. Taharet yani temiz olma hali, kişinin temizlik eylemini yapmasından sonra kazandığı manevî bir niteliktir. Hades hali abdest ile eğer (hades) büyük ise gusülle ortadan kalkar. Ortadan kalkması da kişinin temizlenme eylemine bağlıdır. Abdest alan veya gusleden kişi, temizlenme işini yapıyor demektir. Vücudunun organlarını yıkarken de necasetler giderilmiş olur. Ki taharetten kasd edilen mânâ da budur. Taharet kelimesini yani temiz olma hâlini bu durumda normal olarak, temizlenme işini yapan şahsa ait kılmamız gerekir. Ama taharet mastarını fiile ait kılacak olursak bu, mecazî bir anlam ifade eder. Hanbeliler dediler ki: Taharet, şerîat dilinde hades hâlinin veya bu mânâdaki bir durumun ve necasetin giderilmesi, hükmünün ortadan kaldırılması demektir. Hades hâlinin giderilmesinden maksat, namaz ve diğer ibâdetleri engelleyen niteliğin ortadan kaldırılması demektir. “...Bu mânâdaki bir durumun..., giderilmesi” kaydından gaye, hadesin değil de hadese benzer bir durumun ortadan kaldırılması demektir. Meselâ cenazeyi yıkamakla ortadan hades diye bir şey giderilmiyor. Ne var ki cenazenin yıkanması bir kulluk vecibesidir. Bunun gibi abdest üzerine abdest almak, zaruret yokken nafile niyetiyle gusletmek de hades hâlini ortadan kaldıran abdest ve gusül mânâsında ele alınmaktadırlar. Ancak bunun her ikisi de yapıldıklarında herhangi bir hades hâlini ortadan kaldırmış olmuyorlar. “... Necasetin giderilmesi...” sözünden amaç da, ister kişinin kendi eylemiyle yaptığı, meselâ necaset değen yeri yıkaması gibi veya hiç kimsenin müdahalesi olmaksızın şarabın kendiliğinden sirkeye dönüşmesi gibi temizlenme veya temizleme durumudur. “...Hükmünün ortadan kalkması...” kaydından maksat, hades hâlinin veya pisliğin hükmünün ortadan kalkmasıdır. Ki bu da toprakla mümkün olur. Meselâ hadesten veya pislikten ötürü teyemmüm etmek gibi. Hades ve pisliğin hükmü, kişinin namaz kılamamasıdır. Bu da teyemmüm ile ortadan kalkmış olur.[12] |