๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Dört Mezheb Fıkhı => Konuyu başlatan: Eflaki üzerinde 08 Şubat 2010, 19:20:24



Konu Başlığı: Şirket Konuları
Gönderen: Eflaki üzerinde 08 Şubat 2010, 19:20:24

Tanımı Ve Kısımları

(Şin) harfinin kesresi ve (ra) harfinin sükûnu ile "şirket" şeklin­de okunabileceği gibi, bazan (şın) harfinin fethası ve (ra) harfinin kes­resi İle "şeriket" şeklinde de okunabilir. Ama en fasih olanı birincisi, yani şirket şeklinde okunandır. Hatta bazıları, ´şirket´ şeklinden baş­ka bir okuyuş tarzının sabit olmadığını söylemişlerdir. Lügat anlamı İtibariyle şirket, birbirinden ayırdedilemiyecek şekilde, iki malı birbi­rine katmak demektir. Fıkhî terminoloji bakımından şirketin anlamı, türüne göre değişir. Çünkü şirket, yani ortaklık; şirket-i mufâvada, şirket-i İnan, şirket ebdan, şirket-i vücûh ve diğer nevîlere ayrılır. Mez-heblerin bu husustaki tafsilâtı aşağıda verilmiştir.

(29) HANEFÎLER dediler ki: Şirketler öncelikle şirket-i mülk ve şirket-i ukûd olmak üzere iki kısma ayrılırlar. Şirket-i mülk, ortaklık akdi yapmaksızın, iki veya daha fazla şahsın bir eşyayı (ortaklaşa) mülk edinmeleri demektir. Şirket-i ukûd ise, iki veya daha fazla şahsın bir mal ve bu malın kazancı üze­rinde ortaklık akdi yapmaları demektir ki; bu da ortaklardan birinin:, "Şu hususlarda seninle ortaklık yaptım" demesi, diğerinin de "kabul ettim" de­mesiyle gerçekleşir. Şirket-i ukûd´un bütün kısımlarını, bu genel anlam içer­mektedir. Bu şirketlerden her biri yeri geldiğinde ayrı ayrı tanımlanacaktır.

Şirket-i mülk;  şirket-i cebr ve şirket-i ihtiyar olmak üzere iki kısma ay-nlır. Şirket-i cebr, iki veya daha fazla şahsın bir eşyayı mülk edinmede mec­buren bir araya gelmeleri demektir. Meselâ; iki kişinin bir mala mirasçı olup paylarının ellerinde olmayan sebeplerden ötürü, ayıklanamayacak şekilde biribirine karışması, sözgelimi ikisine miras kalan buğdayın birbirine karışması gibi. Veya iki kişinin bir mala mirasçı olup paylarının ancak güçlük ve meşakkatle birbirinden ayıklanabilecek şekilde biribirİne karışması; sözgelimi arpayla buğdayın ya da pirinçle arpanın birbirine karışması gibi. Şirket-i ih­tiyara gelince bu, iki veya daha fazla şahsın kendi serbest iradeleriyle; bir eşyayı mülk edinmede, bir araya gelmeleri demektir. Örneğin; kendi arzula­rıyla mallarını birbirine katmaları veya ortaklaşa bir eşya satın almaları ve­yahut bir başkasının, kendileri lehine bir vasiyette bulunup da ikisinin, bu vasiyet, edilen malı kabul etmeleri gibi. Bütün bunlar; ortakların ihtiyarıyla teşekkül eden mülk şirketleridirler. Şirket-i mülkün rüknü, payların birara-ya gelmesidir. Bir şahsın payı, bir başkasınınkİyle bir araya gelince, şirket-i mülk gerçekleşmiş olur.

Şirket-i mülkü ilgilendiren bazı meseleler vardır ki, bunları şöylece sıra­layabiliriz:

1- İki kişi tarımsal bir araziye ortak olurlar da bu ortaklardan biri kay­bolursa, diğeri, eğer kendisi için faydalı olacaksa arazinin tümünü ekebilir. Kaybolmuş olan ortak bu durumda çıkagelirse, ortağının yararlandığı süre kadarıyla bu arazinin tümünden tek başına yararlanabilir. Müftâbih olan gö­rüş budur. Çünkü kaybolan ortak aklen, arazisinden diğer ortağın yararlan­masına razı olmuş demektir. Ortağın yararlanmasına (zahiren) izin vermemiş olsa bile böyledir. Ortaya çıkınca da, ortağının yararlandığı gibi, tek başına arazinin tümünden yararlanabilir. Ama ekin ekmek araziye zararlıysa ya da ekilmeksizin öylece bırakılması, verim gücünü arttırdığı için daha faydalıy­sa, hazırda bulunan ortak, kesinlikle ekemez. Ektiği takdirde gasbedici kim­selerin hükmüne girer. Eker de kaybolmuş olan ortak çıkagelir ve ekimi kabul etmez, bilâkis sökmek isterse, tarlayı bölüp kendi payım alma hakkına sa­hip olur. Kendi payını alınca da, dilediği gibi oradaki ekinleri söker. Diğer ortağın payındaki ekinler, kendisine bırakılır. Tarlayı ekmiş olan ortağın, ekim nedeniyle tarlada meydana gelen değer eksikliğin farkını, ortağına öde­mesi gerekir. Çünkü ekin ekmekle, ortağının payını gasbetmiş olmaktadır. Yalnız ekin eğer küçükse sökülebilir. Ama yetişmiş veya o seviyeye yaklaş-mışsa sökülmesi doğru olmaz. Ekin eken ortak, ekim dolayısıyla ortağının payına düşen tarlada meydana gelen değer eksikliği farkını ortağına öder. Ekinini de alır.

2- İki kişi bir konuta ortak olur da ikisinden biri kaybolursa, hazırdaki ortak, konutun tamamını oturma için kullanabilir. Tabiî eğer kullanımı, ko­nuta fayda veriyor ve içinde oturulmaksızın terkedilmesi, konutu harap va­ziyete sokmuyorsa, oturma için konutun tamamını kullanabilir. Ama böyle değilse hazırdaki ortak, konutun sâdece kendi payına düşen kısmını kulla­nabilir. Dâireleri ve odaları taksim eder; kendine düşen kısımda ikâmet eder. Ya da kendi hissesine düşecek kadarıyla, konutun tamamında bir süre ikâ­met eder. Sonra konutu, ikâmet ettiği süre kadar tahliye eder. (Sonra yine konuta girerek o süre kadar konutun tamamında ikâmet eder.) Özetleyecek olursak deriz ki; hazırdaki ortağın, hazırda bulunmayan ortak için faydalı olan bütün tasarrufları geçerlidir. Onun için zararlı olan bütün tasarrufları geçersizdir. Bu durumda hazırdaki ortak, hazırda bulunmayanın payım gas­betmiş sayılır. Şu halde hazırdaki ortağın, her ne şekilde olursa olsun, hazır­da bulunmayanın yararını gözetmesi gerekmektedir. Ortaklardan biri, ortaklık malı olan bir evde oturur da o ev, onun oturması nedeniyle harab olursa, oturanın evi onarması gerekir.

3- Ortaklardan biri, kendi rızasıyla malını ortağınınkine katarsa, mese­lâ her ikisinin de birer küme buğdayı olur, bu kümeleri birbirine katmak için anlaşırlar ve katarlar, ya da kendi istekleri olmadan malları birbirine karı­şırsa, bu durumda ortaklardan biri, diğerinin iznini almaksızın kendi payını satamaz. Çünkü bu durumda ortaklardan her biri, buğday tanelerinden her birine tam olarak sahihtir. Ortaklardan her biri, diğerinin hissesine karışık olan hissesini ifraz etmeden ve müşteriye teslim edecek duruma gelmeden satamaz. Ama diğerinin haberi olmaksızın ortaklardan biri, kendi buğdayı­nı diğerininkine katarsa, katan ortak buğdayın tümünü satabilir. Çünkü, kendi payını katmakla, diğerinin de payına sahip olmuş olur. Ama ortağına, his­sesinin mislini vermesi gerekir. Çünkü, haddi aşmıştır.

4-  îki kişi bir ev yapımına ortak olurlarsa, inşaat sahası, ya her ikisinin ortak malıdır veya ikisinden sâdece birinin malıdır. Eğer inşaat sahası her ikisinin ortak mahysa, taraflardan birinin binadan kendi payına düşen kıs­mı, ortağı izin versin vermesin yabancı bir şahsa satamaz. Çünkü bu durumda satıcı olan ortak, binadaki payını sattığı müşteriden, arsasını boşaltmasını, tabiî bunun için de binayı yıkmasını isteyecektir. Bu durumda müşteriye en­kazdan başka bir şey kalmayacaktır. Binanın yıkılmasıysa, diğer ortağa za­rar verecektir. Yine bunun gibi; binanın tamamı bir kişinin olur da bu binanın yarısını satarsa, satış fâsİd olur. Çünkü; bu durumda evin yarısını satın alan müşteri, yarı enkazım almak için evî yıkmak isteyebilir ki; bu da binanın ge­ri yarısı kendisine kalan satıcıya zarar verir. Kişinin, binadaki yan payını, ortağına satması sahih olur mu olmaz mı? Bu konuda ihtilâf vardır: Bir kavle göre caiz, diğer bir kavle göre câİz değildir. Çünkü bu durumda satıcının, ortağından; satın almış olduğu binanın yarısını yıkıp da arsadaki yarı payını tahliye edip kendisine teslim etmesini istemesi mümkündür. Buysa diğer or­tak için zararlı olur. Ama arsa ortaklardan sâdece birinin mülkü olursa, or­taklardan birinin, binadaki payını yabancı birine satması aynı durumla karşılaşılacağı gerekçesiyle sahih olmaz.

Arazinin sahibi, alıcının kendisi olsa da olmasa da, taraflardan birinin kendi payını ortağına satması, ihtilafsız olarak sahihtir. Şundan ki: Arsaya sahip olmayanın bina yapmaya hakkı yoktur. Ancak arsa sahibi, bina yap­masına müsâade etmiştir. Müsâadenin ise bilâhare geri alınması sahihtir. Satış, arsa sahibine ise durum bellidir. Ama satış başkasına yapılırsa onun veya arsa sahibinin bu müsâadeyi geri alması sahih olur. Çünkü bu müsâade, ge­ri alınmaya hedeftir. Ama arsa, iki ortaktan başkasına aitse, sözgelimi iğreti veya kira veya vakıf arazisi ise veyahut gasbedilmiş bir arazi ise; iki kişi böy­le bir arsa üzerine bina yapmak için ortak olurlarsa, ortaklardan birinin bi­nadaki payını, ortaklık dışı yabancı birine satması caiz olmaz. Çünkü hisseyi satın alan müşteri, evin satın aldığı kısmını yıkıp enkazını almak isteyebilir. Buysa diğer ortak için zararlı olur. Ortaklardan her biri, kendi payını diğer ortağına satabilir. Tabiî bu satış, bir zarara yol açmayacaksa. Meselâ; iki kişi belli bir süreye kadar bir arsayı iğreti olarak alır, ortaklaşa olarak o arsa üzerinde bina yaparlar. Süre dolduğunda ortaklardan biri, binadaki payını diğer ortağına satabilir. Çünkü bu durumda satıcı, arsaya sahip olmadığı ve arsayla ilgisi bulunmadığından ötürü, binayı yıkmasını ortağından taleb ede­mez. Arsanın kiralık bir arsa ve kira süresinin sona ermiş olması durumun­da da aynı hüküm söz konusudur. Ama arsanın kira süresi henüz dolmamişsa, binadaki payını satması caiz olmaz. Çünkü arsanın yarısında müstecirlik hakkı bulunan, binanın yarı payının satıcısı, müstecirliği altında bulunan arsanın yarısını tahliye edip, kendisine teslim etmesi için» müşteriden satın aldığı bi­nayı yıkmasını isteyebilir. Ancak binayı satmazdan önce, arsanın yarısında­ki müstecirlik hakkına dayanarak, arsanın yarısını da ona icara verirse, satışı sahih olur. Gasbedilmiş arsa üzerinde ortaklaşa bina yapmış olan ortaklar­dan her biri, binadaki payını ortağına veya ortaklık dışı yabancı bir şahsa satabilir. Çünkü böyle bir arsa üzerinde bulunan bina, her zaman için yıkıl­maya mâruzdur. Arsanın vakıf malı olması durumunda (vakıf malını uzun süre bir kişi için alıkoymanın caiz olduğunu söyleyenlere göre) bu arsanın, uzun süre ahkonmasından sonra üzerinde ortaklaşa olarak iki kişi bina ya­parsa, ortaklardan her birinin, binadaki payını diğer ortağına veya yabancı birine satması sahih olur. Çünkü satıcının binadaki payını ve arsayı alıkoy­ma bakımından yerini, müşteri almaktadır ki, bunun diğer ortağa bir zararı olmaz. Alıkonmadan önce binadaki payı satılır da ondan sonra arsa alıko-nursa, fâsidlik illeti ortadan kalktığı için satış sahih hâle dönüşür. Fâsidlik illeti, yıkımın sonucunda meydana gelen zarardır.

5- İki kişi, bölünmesi mümkün olmayan hamam, gemi, kuyu, sulama makinası ve değirmen gibi bölünmekle yararlılığını yitirecek bir mala ortak olurlar. Sonra bu ortaklık mala onarım gerekir. Ortaklardan birisi onarmak ister de diğeri buna yanaşmazsa, onarmak isteyen taraf, durumu kadıya ilet­meden kendi başına onarım yapamaz. Çünkü bu durumda kadı, onarıma yanaşmayan tarafı, onarımda bulunmaya zorlayacaktır. Öyleyse diğer tara­fın kadıdan izin almaksızın, acele davranarak tek başına onarıma girişmesi faydalı olmayacaktır. Çünkü daha henüz zaman vardır. Kadı, diğer ortağı onarıma katılmaya zorlayacaktır. Kadı, onarıma katılmasını emreder, an­cak acizliğinden veya itaatsizliğinden dolayı kadının emrini yerine getirmez­se kadı, onarım isteyene çalışma izni verir. Diğerini, ortaklık maldan yararlanmaktan meneder. Diğer tarafın, onarıma yaptığı masraf ve çabala­rın hakkını çıkarıncaya dek ortaklık maldan tek başına yararlanmasına hükmeder. Müftâbih olan görüş budur. Bölünmesi mümkün olmayan her şeyde bu uygulamaya gidilir. Kadı, onarıma yanaşmayan ortağı onarım için zor­lar. Kadıya durumu intikal ettirmeden ve ortağından izin almadan ortaklık malı tek başına onaran kişi, bu işi gönüllü olarak yapmış sayılacağından, yapmış olduğu masrafları ortağından alma hakkma sahip olamaz.

İki kişi, bölünebilir bir mala ortak olurlar da ortak oldukları mal ona­rımı gerekli kılarsa, iki durum söz konusu olur:

1-  Ortaklardan biri, onarmada diğerine muhtaç olur. Şöyle ki: Üst kat­taki evler bîrinin, alt kattakiler diğerinin olmak üzere iki kişi bir binaya or­tak olurlar. Üst kattaki evler onarıma ihtiyaç duyarlar. Her ne kadar ortaklardan her biri binanın bağımsız bir bölümüne sahip iseler de, onarım açısından binalar biribirleriyle bağlantılıdırlar. Bu meselenin hükmü şudur: Kadı, ortağı onanma zoflamaz. Üst katın sahibi, kendi tarafından âciz olup, alt katın ihtiyaç duyduğu masrafı yaparsa, yapmış olduğu masrafı ortağın­dan isteme hakkına sahip olur. Çünkü bu durumda ortağıyla beraber çalış­maya mecburdur. Böyle bir durumda, ilk başta kadıya baş vurmaya gerek yoktur. Ama kişi, yaptığı masrafı ortağından tahsil edemeyince, kadıya baş vurabilir.

Yine bunun gibi iki kişi, bölünebilir bir mala ortak olur da, ortaklar­dan biri mecburen diğeriyle çalışmak durumunda olursa, aynı hüküm söz konusu olur. Meselâ; iki kişi arasında ortaklık bir duvar olur da ortaklar­dan her birinin evinin tavanı bu duvar üzerine dayandırılmış ise duvar yıkıl­dığında bu duvar eğer geniş olup tarafların her biri, payım alacak kadar bölünebilir bir vaziyette ise, ya da kadı izin vermişse, ortaklardan biri, yap­tığı masrafı, onanma yanaşmayan ortaktan alma hakkına sahip olur. Bu du­rumda, onarıma yanaşmayan ortak, onarıma katılmaya zorlanamaz. Çünkü geniş olduğu için duvarı paylaşmak mümkündür. Ortağın İstemesi durumunda duvarı paylaşmaya zorlanır. Müftâbih olan görüş budur. Duvar bölüneme-yecek derecede dar ise, birinci kısımdaki hüküm uygulanır. Yani kadı, ona­nma yanaşmayan ortağı onarıma zorlar. Bu durumda diğer ortağın, meseleyi kadıya arzetmeden onarıma girişmesi sahih olmaz.

2- Ortaklardan her biri, onarım konusunda diğerine muhtaç olmazsa, meselâ iki kişi paylaşılması mümkün olan bir eve ortak olurlar da ortak mül­kiyetlerinde bulunan bu ev harap hâle gelirse, her birisi evi bölme hakkına sahip olur. Diğerinin iznini almaksızın ortaklardan biri, evi tek başına, gönüllü olarak kendiliğinden onarmış olur. Ortağının payı üzerine yap­mış olduğut masraf, kendi cebinden gitmiş olur.

Şunu bilmek gerekir ki kadı, üç durum dışında ortağı onarıma zorlaya­maz. Şöyle ki:

1- Önce de belirtildiği gibi müşterek eşya, ortaklar arasında bölünmesi mümkün olmayan bir eşya olursa, onarıma yanaşmayan ortağı, onarıma kaalması için kadı zorlayabilir.

2- Ortaklardan her ikisi de vesayet altındaki küçükler olur. Vesayet al­tındaki iki küçük çocuk, evlerinin tavanının dayandırılmış olduğu bir duva­ra ortak olurlar. Bilâhare harap hâle gelen bu duvarı, vasilerden biri, onarmak ister ama diğeri onanma yanaşmazsa, bu duvar bölünebilir olsa da olmasa da kadı, onanma yanaşmayan vasîyi, onarıma katılmaya zorlar. Onarıma katılmayan ortak, vesayet altında olmayan büyük biri ise ve müşterek mal da bölünebilir ise kadı, kendisini onarıma katılmaya zorlayamaz. Çünkü bü­yük, zararın mâhiyetini bilmekte ve zarara razı olmaktadır. Küçüğe gelince o, zararın mâhiyetini bilememekte, vasîsi kendisini zarara sokmak istediği için kadı, vasisini onanma katılmaya zorlayabilir. Müşterek mal; bir büyükle bir küçük ortağa âit ise ve zarar da büyük ortağa isabet edecekse, küçük or­tak onarıma katılmaya zorlanamaz. Ama zarar kendisine isabet edecekse, o zaman onanma katılmaya zorlanır.

3-  İki kişi, vakıf bir malın ortaklaşa nâzın iseler ve bu vakıf malı da harap hâle geldiği için nazırlardan biri onarım ister, diğeri onanma yanaş­mazsa, vakıf malından gerekli masrafı karşılamak üzere o, onarıma katıl­maya zorlanır. Müftâbih olan görüş budur. Ortaklık eğer bir kısmı vakıf, bir kısmı mülk olan bir ev üzerindeyse zarar eğer vakıf olan kısma isabet etmekteyse, vakfın nâzın onarıma katılmaya zorlanır. Ama zarar eğer mülk olan kısma isabet etmekteyse, onarıma katılmaya zorlanamaz.

Şİrket-i Uküd´a gelince bunlar, üç nev´e ayrılırlar. Çünkü bunlar ya mal ile» ya beden ile, ya da vücûh ile olurlar. Bu üç neviden her biri de mufâvada ve inan olmak üzere ikişer kısma ayrılırlar. Şu halde şirket-i ukûd, toplam olarak altı kısma ayrılır:

Birinci Nevi: Mal ile şirket (ortaklık): Bu, iki veya daha fazla kişiden her birinin, kârdan belirli bir pay almak kaydıyla çalışarak, işletmek üzere ortaya birer miktar mal koyarak anlaşmaları demektir. Şirket-i mal, yukarı­da anılan mufâvada ve inan kısımlarına ayrılır:

1- Malda şirket-i mufâvada:  Bu, iki veya daha fazla kişinin mallarında, tasarruflarında ve dinlerinde eşit olmaları şartıyla, bir işte müştereken çalış­mak üzere akidleşmeleri demektir. Ortaklardan her biri, kendisine gerekli bir görev olan alım ve satımlarda diğerinin kefilidir. Yine ortaklardan her biri, kendisini ilgilendiren haklarda diğerinin vekili durumundadır. Mufâ­vada şirketinde, ortaklardan birinin sermâyesinin diğerininkinden az olması sahih değildir. Ama bu da sermâyenin, kendisiyle şirket kurmanın sahih ola­cağı bir mal olması, yani nakid olması şartına bağlıdır.

Ortaklardan birinin sermâyesi; yüzbin Türk lirası, diğerininki elli bin Türk lirası olursa, şirketin kuruluşu sahih olmaz. Nakid mülkiyeti açısından birbirlerine eşit olurlar ama ortaklardan biri akar veya ticâret eşyasına sahip olma dolayısıyla diğerinden temayüz ederse, bu durumda ikisinden birinin tasarrufunun diğerininkinden az olması sahih olur. Çocukla baliğ arasında, hür üe ticâret iznine sahip köle arasında bu şirketi kurmak sahih olmaz. Ay­rı dinden olanlar arasında meselâ; müslümanla kâfir arasında da bu şirketi kurmak sahih olmaz. Açıkça bilinmektedir ki; tasarruf açısından eşit olmak, din açısından da eşit olmayı gerektiir. Bu, açıklamayı daha da arttırmak için söylenmiştir. Bazıları, ayrı dinden olanlar arasında da bu şirketi kurmanın sahih olacağını, ancak bunun mekruh olduğunu söylemişlerdir. Şirket akdi­nin, yukarıda da söylendiği gibi kefalet ve vekâleti içermesi gerekir. Kefalet ve vekâleti içermeyen şirket akidleri sahih değildir.

2- Malda şirket-i inan:  Bu, iki kişinin buğday veya pamuk ticâreti gibi, bir tek ticâret nevini veya bijtün ticâret nevilerini icra etmek üzere ortaklık akdi yapmalarıdır. Bu ortaklık akdini yaparken kefaletten söz edilmez. Bu şirketin akdi yapılırken sâdece vekâletten söz etmek gerekir. Bu şirket kâfir­le müslüman arasında, çocuk ve ticâret iznine sahip köle ile baliğ ve hür kimse arasında kurulabilir. Ortakların sermâye bakımından eşit olmaları, ileride de açıklanacağı gibi şart değildir.

Şirket-i mufâvada ile şirket-i inan arasındaki farka gelince, mufâvada şirketinde ortaklardan her biri, kefalet ehliyetine sahip olmalıdırlar. Meselâ akıllı, baliğ, hür, dindaş ve eşit sermayeli olmalıdırlar. Bilindiği gibi şirket-i inanda bu şart değildir.

İkinci Nevi:  Şirket-i ebdân veya a´mâl (iş ortaklığı). Bu, iki veya daha fazla sanatkârın, sözgelimi iki marangoz veya iki demircinin, ya da biri ma­rangoz diğeri demirci iki kişinin ortaya sermâye koymaksızm, kâr ortaklığı esâsı üzerine ortaklaşa iş kabul etmek üzere anlaşmalarıdır. Bu şirketi kuran ortaklardatı her birinin iş almada, diğerine vekâlet etmesi, vekil iyi iş yapa­bilse de yapamasa da caizdir. Şirketi ebdân, yani iş ortaklığı da mufâvada ve inan olmak üzere iki kısma ayrılır:

1-  Mufâvada şeklindeki iş ortaklığı: Bu, iş ortaklığı anlaşması yapılır­ken mufâvada lâfzının veya o anlamda bir kelimenin söylenmesi ile meselâ; ortaklığı kuran sanatkârların eşit olarak iş almayı, kâr ve zarara eşit oranda katılmayı ve de ortaklık nedeni ile ortaklardan her birine gelecek şey]er ba­kımından birinin diğerine kefil olmayı şart koşmalarıyla olur.

2- İnan şeklindeki iş ortaklığı:  Bu, sanatkârların iş ortaklığı kurarken; çalışma ve ücret bakımından biribirlerine nisbetle farklı olmayı şart koşma­larıyla olur. Meselâ; taraflardan birinin, çalışmaların üçte ikisini, diğerinin ise üçte birini yapmasını ve elde edilecek kazancı da bu oranda paylaşmayı şart koşmaları gibi. înân kelimesini söylemekle de bu ortaklık kurulabilir.

Üçüncü Nevi:  Şirket-i Vücûh. Bu, sermâyesi olmadığı halde, halkın ya­nında kendilerine güveni sağlayacak kredileri olan iki kişinin vadeli olarak borca mal satın almak, kârı da aralarında paylaşmak üzere ortaklık akdi yap­maları demektir. Şirket-i vücûh da, mufâvada ve inan olmak üzere iki kısma ayrılır:

1- Mufâvada ile şirket-i vücûh: Bu, ortaklardan her ikisinin kefalet eh­liyetine sahip olmaları, satın alınan malın ikisi arasında yarı yarıya olması, kârda eşit olmaları ve mufâvada kelimesini, ya da o anlamdaki bir kelimeyi telâffuz etmeleriyle olur. Ortaklardan her birinin diğer ortak lehine olan hak­larda ona vekil olması, ondan istenen şeylerde de onun kefili olması, salt ortaklık akdi ile gerçekleşmiş olur.

2- înân ile şirket-i vücûh: Ortaklıkta, birinci maddedeki kayıtlardan bi­rinin bulunmaması ile kurulan şirket-i vücûh, inan şeklinde kurulmuş olur. Meselâ; ortaklar kefalet ehliyetine sahip olmazlar veya satın alınan şeylerde eşit olmazlar, birisi eşyaların dörtte birini alır da diğeri dörtte üçünü alırsa, ya da ortaklık akdini yaparlarken mufâvadaya delâlet eden bir kelimeyi te­lâffuz etmezlerse, kurdukları şirket-i vücûh, inan şeklinde kurulmuş olur.

Şirketlerin kısımları işte bunlardan ibarettir. Hanefîler mudârebeyi, şirket aksamından saymamışlardır. Bilindiği gibi mudârebe, kâr sağlanması hâlin­de şirket olur. Ama kâr sağlanmayacak olursa, mudârebe bahsinde anlatı­lan durumlara göre değişik pozisyonlar arzeder. Şu da var ki, mudârebe, kıyâs dışı olarak vaz edilmiş bir muamele türüdür. Bu nedenle de diğer şirket kı­sımlarının aksine müstakil bir babta ele alınmıştır. Şirketler, kıyasa uygun muamelelerdir. Kârda ortaklık esasına dayandığı gerekçesiyle bazı mezhebler mudârebeyi, şirket aksamı arasında mütâlâa etmişlerdir.

Mâlikîler dediler ki: Şirketler şu kısımlara ayrılırlar:

Miras Şirketi:  Bu, kişilerin miras yoluyla kendilerine intikal eden bir eş­yaya ortaklaşa sahip olmalarıdır. Ganimet Şirketi: Bu, askerlerin ganimete ortaklaşa sahip olmaları de­mektir.

Satın Alıcıların Şirketi: Bu, iki veya daha fazla kişinin, ev ve benzeri bir şeyi ortaklaşa satın almalarıdır ki; Hanefîler buna mülk ortaklığı demek­tedirler.

Şirketin hükmüne gelince, ortaklardan biri diğerinin iznini almadan şirket malı üzerinde tasarrufta bulunamaz. Tasarrufta bulunursa, bir kavle göre gasbedici kişi hükmünde olur. Bir başka kavle göre gasbedici kişi hükmün­de olmaz. Ortaklardan biri, (müşterek) mülkiyetlerinde bulunan bir tarlayı eker veya orada bina yaparsa, birinci kavle göre ekin sökülür veya bina yıkı­lır. İkinci kavle göre ekin veya bina olduğu gibi kendi hâline bırakılır. Diğer ortağa tarladaki yarı payına karşılık, ekin veya bina sahibi kira verir. Yaptı­ğı binanın kıymeti de ortaklık şüphesi dolayısıyla kendi nakki olur.

Bu şirkete ilişkin olarak, yan kol mâhiyetinde bir çok şirket vardır. Bun­ları şöylece sıralayabiliriz:

1-  İki veya daha fazla kişi hamam, fırın ve kale gibi bölünmesi mümkün olmayan bir akara ortak olurlar. Sonra da bu akar harap hâle gelir. Or­taklardan biri bu akarı onarmak ister, diğeri onarıma yanaşmazsa, onarıma yanaşmayanın onarıma katılmasına, yoksa bütün hissesini diğer ortağına veya onaracak birine satmasına, kadı tarafından hüküm çıkarılır. Onanma ya­naşmayan, akarın yandan fazlasına sahip olsa bile hüküm aynıdır. Bir gö­rüşe göre de hissesinden, onanma yetecek kadarını satmasına hükmolunur, denmiştir. Ama ortak sayısını azda tutmak bakımından birinci görüş daha kuvvetlidir. Bölünmesi mümkün olmayan akarın, bir kısmının mülk, bir kıs­mının vakıf olması ve kendisi için vakfedilen kişi ya da vakıf nâzın onarıma yanaşmazsa, diğer ortağın onarım yapmasına, vakfa yaptığı masrafı da va­kıf gelirinden tahsil etmesine karar verilir. ´Onarıma yetecek kadar malın bir kısmı satılır´ diyenlere gelince, asıl maksad vakıf olmayan malların satı­şında da olduğu gibi ortak sayısını azda tutmak olduğuna göre, vakfın ona­rım masrafını karşılayacak kadarhk kısmının satılmasına hükmolunamaz. Ancak vakfın geliri olmaz veya acele olarak onarım masrafını karşılayacak, parayı temin edecek kadarıyla birkaç yrilığına icar edecek biri bulunmazsa, o zaman vakıf mah satılabilir. Aksi takdirde vakıf malının satılmasına hük­molunamaz. Bu her iki durumda da ancak onarım emri verildikten sonra satılmasına hüküm verilir. Onarım emri verilir de bu emir yerine getirilmez­se satış hükmü verilir.

2-  İki kişi, sözgelimi ortaklaşa bir eve sahip olurlar. Bunlardan biri alt katın, diğeri de üst katm sahibidir. Bilâhare alt kat harap hâle gelir veya du­varları zayıflar da üst katı taşıyamayacak duruma gelirse, hâkim alt katın sahibine, evini onarma emrini verir. Emri yerine getirmemesi durumunda evi­ni, onaracak birine satmasına hükmeder. Bu durumdaki evin, önceki şart­larla mülk veya vakıf malı olması arasında fark yoktur.

Alt kat sahibinin, onarım esnasında üst katı askıya almak veya alt ta­raftan destekler koyarak muhafaza etmesi gerekir. Ayrıca kendisiyle alâkalı olduğu için tavanı yapması da gerekir. Anlaşmazlık çıkması hâlinde bu yol­da hüküm verilir. Üst kat sahibinin kendi evine çıkabilmesi için alt kattaki-nin merdiven yapması gerekmez. Alt kat sahibinin; kendi evinin damının üstünü, taş veya betonarme gibi şeylerle döşemesi zorunlu değildir. Anlaş­mazlık çıkması hâlinde, alt kat sahibinin damı yapmasına, üst kat sahibinin de damın üstünü döşemesine hükmolunur. Üst kat ile alt kat arasında müş­terek olup alt katta bulunan tuvaletin süpürülüp temizlenmesine gelince, bu işi yapmada örfe uyulur. Eğer bu alanda bir örf mevcud değilse, zahir görü­şe göre kullanım kadarıyla ortaklaşa temizlenir. Kiralık evlerdeki tuvaletler de böyledir. Bunlann süpürülüp temizlenmesinde Örfe uyulur. Eğer bu alanda bir örf mevcud değilse, bir görüşe göre mülk sahibinin, bir başka görüşe gö­re kiracının süpürüp temizlemesi gerekir. Çarşılarda, yağmurlardan gelen ça­murlara gelince, dükkân sahibleri bu çamurları temizlemek zorunda değildirler. Ama kendileri bu çamurları yolun ortasına yığar da gelip geçenler bundan zarar görürlerse, bu durumdaki dükkân sahibleri temizlemekle yükümlü olurlar.

3- İki kişi, alt kat birinin ve üst kat Öbürünün olmak üzere bir eve or­taklaşa sahip olurlar. Sonra üst katın sahibi kendi evinin üstüne, üçüncü bir kat yapmak isterse, binayı yapma hakkına sahip olamaz. Üçüncü katı yap­mamasına mahkemece karar verilir. Ancak üçüncü katta yapılacak olan bi­na, ne şimdi ne de gelecekte alt kattaki eve zarar vermeyecekse yapmasına müsâade edilir. Zarar verip vermeyeceğini, inşaat işinden anlayan bilirkişi­ler kararlaştırırlar.

4-  Üç kişi ortaklaşa bir eve sahip olurlar da bu ev bilâhare yıkılır. Or­taklardan biri evi onarmak ister, diğer ikisi onarmaya yanaşmazsa, bu du­rumda tek başına kalan ortak, evi onarır. Yaptığı masrafların tümünü kapatıncaya kadar evin bütün gelirine el koyar. Bundan sonra elde edilen gelirleri üçü paylaşırlar. Ama bu yola baş vurmadan, masrafını o iki ortak verirlerse, tek başına evin bütün gelirine el koyması sahih olmaz. Ancak dört durumda evin bütün gelirine el koyabilir:

a- Her iki ortağından onarım izni istediği halde onlar buna yanaş­mazlarsa.

b-  Her ikisinden izin ister de onlar ses çıkarmazlar, ama onarım başla­dığından buna yanaşmazlarsa.

c- Her ikisinden izin ister de önce buna yanaşmazlar, sonra da onarım başladığında ses çıkarmazlarsa.

d- Onarım için İki ortak ona izin verirler. Sonra onarım malzemelerini satın almadan önce, onarım yapmasına mâni olurlar da bu menedişlerinden sonra onarırsa; onarım giderlerini çıkarıncaya kadar evin bütün gelirine el koyabilir. Bu dört durum dışında, bütün gelire el koyamaz. Onarım için yap­mış olduğu masraflar, o ikisinin zimmetinde borç olur.

5-  Bir kişinin, komşusunun evine bitişik bir duvarı olur da o duvarın ıslah ve onarımı için komşunun evine girmesi gerekirse, bu amaçla komşusu onu kendi evine girmekten men edemez. Mâni olacak olursa, kadı, engel çı­karmamasına, komşusunun duvarı onarmak amacıyla evine girmesine hük­meder. Onarım için ağaç ve tahta koymasına, evinden komşusunun evine bir çamaşır düşer veya bir hayvanı girerse onu oradan çıkarmasına izin ver­mesi gerekir. Aksi takdirde kadı bunu hükme bağlar.

Bir kişinin tuvaletinin haznesi komşusunun evindeyse orayı temizlemek için komşunun evine işçi sokmaya hakkı vardır. Komşu, evine kireç ve ça­mur sokulmasını engelleme hakkına sahiptir. Bu durumda öbürünün bu gi­bi şeyleri hazneye sokmak amacıyla, komşusunun evini kirletmemek için, kendi evinin duvarından bir delik açması gerekir.

6- iki komşu arasında birini örten bir duvar bulunur da, diğeri duvarı yıkar ve bu nedenle öbür komşunun evinin içi açığa çıkarsa, duvarı yıkanın yeniden yapmasına hükmolunur. Ancak zarara yol açacağından korktuğu bir sakatlığı dolayısıyla yıkmişsa veya kendiliğinden yakılmışsa, bu durum­da diğerinin duvarı yeniden yapmasına hükmedilemez. Öbürüne, "istiyor­san evini örtecek kadarını yeniden inşa et" denir.

7-  Adamın biri, halkın müştereken kullanmakta olduğu bir yol üzerin­de bina yaparsa, bu bina gelip geçenlere zarar vermese de, bu yol geçiş de verse, çıkmaz da olsa binasının yıktırılmasına karar verilir. Bir kişinin kendi mülkü olan bir ev yıkılır, yeri yol haline gelirse, bu durumda o kişinin ora­daki mülkiyeti kalkmış olmaz. Orada yeniden-bina yapmak isterse, bu iste­ğine engel olunamaz. Fakat aradan uzun bir zaman geçerse -ki bazıları bunu on yıl olarak takdir etmişlerdir- oradaki mülkiyet hakkı ortadan kalkar.

8-  Evlerin finâsıncfa, satıcıları oturmaktan menetmemek gerekir. Me­netme durumunda kadı, oturmalarına hükmeder. Finâ, geniş ve geçit veren bir yolda, insanların geçişlerinden fazla olan kısım demektir. Tabii bu kı­sımlarda oturuş, günün bir kısmındaysa engellenemez. Ama günün tama­mında oturuluyorsa menedilir ve kadı bu engellemeye karşı oturmaları için hüküm de veremez. Kuvvetli olan görüş budur. Dükkânların finâsı da böy­ledir. Konuşup sohbet etmek İçin evlerin finâsında oturmaktan menedilir. Çünkü böyle yapmakla zaman boşa harcanmış, gelip geçenler rahatsız edil­miş olur.

îki satıcı bir yerde oturma konusunda çekişirlerse, Önce gelenin otur­masına karar verilir. Mescidte oturmak da böyledir. Ancak sonra gelen, ilim öğretmek veya fetva vermek için gelmişse, istihsânen o, önce gelmiş olanla­ra tercih edilir. Yani önce gelmiş olan kişinin, yerini o müderrise vermesi kendisi için daha faziletli olur.

9- Bir kişi, kendi eviyle komşusunun evi arasındaki duvarda bir pencere açar da bu pencereden, komşu evde oturanların yüzleri görünecek şekilde evin iç kısmı açığa çıkarsa, kadı pencereyi kapatmasına ve duvardaki izleri­ni yok etmesine hükmeder. İzlerini yok etmesine hükmetmesi, bilâhare o iz­leri dayanak yaparak aynı yerde yeniden pencere açılmasına imkân kalmaması içindir. Ama pencereden komşu evde oturanların yüzleri görünmüyor ve pen­cere, hayvanların barındığı bir yerde, ya da mezra tarafına açılmışsa, kapa­tılmasına hükmolunamaz. Çünkü bu pencerenin, karşı tarafa bir zararı yoktur. Komşu, on sene önce açılmış olan ve on seneye kadar ses çıkarmadı­ğı bir pencere için, kapatma isteminde bulunamaz.

10-  Komşular kendilerine zarar verecek, evlerini fena hâle sokacak olan hamam, fırın ve aş ocağı gibi etrafa duman yayacak olan tesislerin yapılma­sına engel olabilirler. Yine tabakhane ve mezbaha gibi etrafa pis koku saçan tesislerin yapımına da engel olabilirler. Ama daha önce mevcut olan bu gibi tesislerin yanında ev yapıp komşu olurlarsa, engel olamazlar. Yıktırılmasını isteyemezler.

11-  Kişi, kendi evinin yanında harman yeri kurulmasına engel olabilir. Çünkü etrafa savrulan samandan zarar görür. Dükkân da bu bakımdan ev gibidir. Rahip evi, değirmen, kuyu, banyo, tavla ve ahır gibi bitişikteki evle­rin duvarlarına zarar veren tesislerin yapılmasına komşular engel olabilirler. Demirci, bakırcı ve marangozların kendi mesleklerini yürütmeleri engelle­nemez. Meğer ki meslekî faaliyetleri komşuların duvarlarına zarar versin. Ama bu mesleği yürütenlerin sadece kendilerinden rahatsız olmak, çalışmaktan men edilmelerine sebep teşkil etmez. Kumaş döven boyacılar da bu hükme tabidirler.

Evin kapısı karşısına kahvehane veya alışveriş için dükkân açmak da -evdeki insanlara zarar verip onları görünür hale getiriyorsa men edilir. Bir mülk sahibi, komşusunun kapısına karşı da olsa, boşluğa açılan bir yola ka­pı açabilir.

Kişi kendi evine güneşin ve ışığın girmesini engelleyen bir yapının inşâ edilmesine engel olamaz. Ama harmanına güneş ve ışık vurmasını engelle­yen bir yapının inşâ edilmesine engel olabilir.

Kişinin, içinden geçmesi için komşusuna bir kapı açması, kendisine za­rar vermeyecekse mendubtur. Muhtaç durumdaki komşusuna, üzerine tah­ta koyması için, duvarından yararlanma imkânını vermesi de mendubtur. Çünkü bunlar, ahlâkî güzelliklerdendir.

Buraya kadar anlatılanlardan başka şirketlerin meşhur ve yaygın olan kısımları altı tanedir:

a-  Mufâvada,

b- İnan,

c-  Cebr,

d- Zimem,

e-  Amel,

f-  Mudârebe.

Bunlardan her birinin özel tanımı vardır. Bazıları tam bir tanım yapa­rak demişlerdir ki: Şirket: Mâlî bir mülkün, iki veya daha fazla mal sahibi arasındaki sübûtudur. Tanıma, ´mâlî bir mülkün sübütu" kaydını koymak­la, neseb ve velayet gibi mâlî olmayan şeylerin sübûtu, kapsam dışına çıka­rılmış oldu. îki kişi arasında sabit olan neseb, mâlî bir şey değildir. Bu iki kişi, şirketlerdeki gibi neseb üzerinde tasarrufta bulunamazlar. Bir köle üze­rindeki velayet hakkının iki kişi arasındaki sübûtu da şirket değildir. "İki mal sahibi arasında" kaydını koymakla, iki vasî veya iki vekil arasında yer-leşen şeyler kapsam dışına çıkmış olmaktadır. Kısıtlı bir kişinin malının iki yasinin elinde bulunması, onları kısıtlının malına ortak kılmaz. Bir kişinin iki vekili de böyledir. Bu iki vasî veya iki vekil, vesayetleri altındaki kişinin veya müvekkillerinin malında, ortakların kendi müşterek mallarında tasar­rufta bulunması gibi tasarrufta bulunamazlar. Çünkü ellerindeki mal, ken­di mülkleri değildir. Miras şirketi olsun, ganimet şirketi olsun, "mufâvada" veya "inan" şeklindeki ticâret şirketi olsun, bütün şirket türleri bu tanımın kapsamına girmektedirler. Elde edilecek mâlî kazanç bakımından bedenî ça­lışma ortaklıkları da tanımın kapsamına girmektedir. Çünkü ortaklar, elde edecekleri kazanca müştereken sahip olurlar. Kredi İle sermayesiz olarak ku­rulan şirket-i zimem (veya vücûh), bu mezhebe göre caiz değildir.

Bazı kimseler ticâret için kurulan her tür mâlî şirketi; ortaklardan -ki bunların sayısı iki tane olabileceği gibi daha fazla da olabilir- her birinin müş­tereken sahip oldukları maltta, diğerine tasarrufta bulunma izni vermesin­den ibaret olarak tanımlamışlardır. Ortaklardan her biri, kendi adına tasarrufta bulunabileceği gibi, ortağının adına da tasarrufta bulunabilir. Ve­kilin aksine ortaklardan her biri, diğerinin malında hem kendi şahsı için, hem ortağı için çalışabilir. Vekil ise, müvekkilinin malında sadece onun için çalışır.

Şimdi şirket kısımlarından her birini ayrı ayrı tanımlamaya çalışalım: Mufâvada Şirketi: Bu, iki veya daha fazla kişinin iki mal ile ticâret yap­mak için bir araya gelerek ortaklık kurmalarıdır. Ortaklardan her biri, kâr­dan eşit miktarda koydukları sermâye nisbetinde pay alır. Ortaklar biribirlerini; satma, satın alma, kiraya verme, kira ile tutma, bir diğeri yok­ken alışveriş yapmak için mutlak tasarrufta bulunma yetkisine sahip .kılma­lıdırlar. Buğday veya arpa gibi sadece bir türde ticâret yapmak veya bütün alanlarda ticâret yapmak üzerine anlaşabilirler. Bazıları derler ki: Bu şirket, tek çeşit ticârete bakarsa, mufâvada değil de inan olur. Zîra mufâvada şir­ketinin, ticâretin bütün türlerini içermesi gerekir. Bu mezhebe göre ortak­lardan birinin, ortaklık dışında mal edinmesi halinde, inan şirketi fâsid olmaz. Meselâ bin lira sermâye ile kurulan bir şirkete ortaklardan her biri beşeryüz lira sermâye koyar da, ortaklardan birinin beşyüz liradan fazla malı olursa, şirket yine sahih olur.

inan Şirketi: Bu, ortaklardan birinin, diğerinin izni olmaksızın ortaklık malda tasarrufta bulunmaması üzerine iki kişinin ortaklık kurmasıdır. Bu şirkette ortaklardan her biri, diğerinin yularını tutmuş gibidir. Öyle ki, or­taklardan biri, diğerinin iznini almaksızın tasarrufta bulunacak olursa, di­ğeri onun bu tasarrufunu reddedebilir. Şirketi kurarken ortaklardan sadece birinin mutlak tasarrufta bulunabileceğini şart koşarlarsa, bir görüşe göre bu, mukayyette inan, mutlakta mufâvada olur. Bir kavle göre de bu şirket fâsid olur ki, zahir olan görüş de budur.

Çalışma Şirketi: (Bazı mezheplerde bu, "şirket-i ebdân" olarak bilinir). Bu, iki veya daha fazla sayıda sanatkârın beraberce çalışmak ve sağlayacak­ları kazancı da çalışmaları oranında paylaşmak üzere ortaklık kurmalarıdır. Yalnız yapılacak işin tek cins olması şarttır. Meselâ iki demirci, iki maran­goz, iki dokumacı ortak olabilir. Ama bir demirciyle bir marangozun ortak-Jık kurması, ya da bir dokumacıyla başka bir sanatkârın ortaklık kurması sahih olmaz. Şu da var ki, birinin sanatı diğerinin sanatına bağlı olan iki kişinin, meselâ denizden inci çıkarmak için dalgıçlık yapan bir kişiyle, ken­disini denizde taşıyıp tutacak olan bir tekne sahibinin ortaklık kurmaları sa­hih olur. Bu şirketteki ortakların eşit çalışma yapmaları da şarttır. Herkes çalışması oranında kâr alır. Yalnız ortaklardan birinin, örfçe normal karşı­lanacak kadar azıcık fazla çalışması halinde şirket sahih olur. Aralarında yar­dımlaşma olmalıdır. Her biri ayrı dükkânda çalışsa bile bunun bir sakıncası olmaz. Ortaklardan her birinin tesviyecilik veya demircilik veya marangoz­luk âleti olursa, bu durumda her birinin, diğerinin âletlerinin yarısını satın almadan ve buna karşılık kendi âletlerinin de yarısını ona satmadan çalış­maya başlaması caiz olmaz. Bu âletlerin karşılıklı olarak yarı yarıya alınıp satılmasıyla ortaklardan her biri, ikisinin elinde mevcut bulunan âletlerin ya­rısına aslî sahip olur. Bir başka kavle göre, âletlerin bu şekilde karşılıklı ola­rak yan yarıya alınıp satılmaması durumunda da ortaklar çalışabilirler. Ama mûtemed olan, birinci görüştür.

Zimem Şirketi: Bu, iki kişinin biribirleriyle dayanışma içine girerek her­hangi bir şeyi peşin para vermeksizin borca satın almak üzere ortaklık an­laşması yapmaları dernektir. Ortaklardan her biri, diğerinin kefilidir. Satın aldıkları malı satarlar. Elde edilen kân aralarında paylaşırlar. Ama muay­yen bir şeyi, meselâ ortaklık anlaşmasını yaparlarken açıkladıkları belirli bir şeyi satm almak üzere anlaşırlar ve yükümlülüklere eşit olarak katlanırlar­sa, ortaklık akdi yine sahih olur. Bazı mezheblerde bu, "şirket-i vücûh" olarak bilinir.

Mâlikîlere göre şirket-i vücûh, kredili ve mütemed bir kişinin, bu nite­likte olmayan halkça tanınmaz bir kişiyle bir araya gelerek, şöhretli olanın, tanınmayanın ticâret malını satması ve onun nâmına satın alması ve bu işe karşılık olarak kârın bir bölümünü almak üzere ortaklık anlaşması yapma­larıdır. Halk nazarında tanınan kişinin şöhretinin, Öbürünün malının satıl­ması için büyük etkisi olur. Mâlikîlere göre bu şirket şekli de yasaktır. Çünkü bunda halk, itibarlı ortağın şerefiyle aldatılmış olmaktadır. Yasaklanmış ol­masına rağmen böyle bir ortaklık kurulursa, itibarlı ortak ecr-i misil alır. İtibarlı ortaktan mal satın almış olanlar, dilerlerse malı geri verebilirler. Di­lerlerse, satm aldıkları fiyata kabul ederler. Eğer satış geçerli olmuşsa, satın alınan malın alış fiyatıyla kıymetinden hangisi daha az ise, müşterinin o ka­darını vermesi gerekir. Şirket-i zimem (zimmet ortaklığı) akdi yapılır da bu akid geçerli olursa, iki ortak, anlaştıkları kâr oranına göre çalışırlar.

Cebr Şirketi: Bu şirket şöyle tanımlanabilir: Bîr kişi bir malı, o malla ticâret yapmayı âdet haline getirmiş bir tacirin huzurunda satm alır ve bu malı kendi şahsı için satın almakta olduğunu o tacire hatırlatmaz, o tacir de bu meseleden bahsetmez, ses çıkarmazsa; bu durumda tacir, malı satın alana ortak olma hakkına sahip olur. (Öbürü buna yanaşmazsa) tacir, onu kendisiyle ortak olmaya zorlama hakkına sahiptir. Mâlikîler derler ki; Örfe dayanarak Hz.Ömer (R.A.) bu şekilde hüküm vermiştir. Bu ortaklık için, üçü malda, üçü de ortak olmak isteyen şahısta olmak üzere altı şartın bu­lunması gereklidir. Malla ilgili şartlar şunlardır:

a- Bu mal, âdet üzere satıldığı çarşıdan satın alınmalıdır.

b-  Ticâret için satın alınmalıdır. Alıp bir tarafta saklamak veya ev eşya­sı olarak kullanılmak için satın alınmışsa, başkaları bu malı satın alana or­tak olamazlar.

c-  Ticâret için alınmışsa, satm alındığı beldede ticâreti yapılacak olma­lıdır. Ama ticâret içinde olsa başka beldeye götürülecekse, başkaları, onu satm alanı kendileriyle ortak olmaya zorlayamazlar.

Ortak olmak isteyen şahısla ilgili şartlar şunlardır:

a- Bu malın satın alınışı esnasında pazarda hazır bulunmalıdır.

b- Huzurunda satılan bu malın tüccarlarından biri olmalıdır.

c- Satın alınması sırasında konuşmuş olmamalıdır.

Bu arada o malı satm almış olan müşteriyi de ilgilendiren bir şart vardır ki, o da müşterinin, malî satın alırken, ortak olmak isteyen o tacirlere: "Ben bu malı kendi şahsıma satın alıyorum. Başkalarıyla ortak olmak istemiyo­rum. Fiyat arttırmak isteyen varsa arttırsın" dememiş olmalıdır. Eğer böyle demişse orada hazır bulunan tacir, müşteriyi satın aldığı malda kendisiyle ortak olmaya zorlayamaz. Ama kendisiyle ortak olmasını ister de müşteri kabul ederse, mesele kalmaz.

Mudârebe Şirketi: Bu daha önce geniş olarak anlatıldığı için, dileyenler oraya müracaat edebilirler.

Hanbelîler, şirketlerin "şirket-i mal  "´ ve "şirket-i ukûd" olmak üze­re iki kısma ayrıldığını söylemişlerdir. Şirket-i mal; iki veya daha fazla sayı­daki kişinin, miras, satın alma, hîbe veya bunlara benzer başka bir yolla bir ayn üzerinde hak sahibi olmada bir araya gelmeleri demektir. Ortakların aynı, faydasıyla birlikte mülk edinmeleri veya intifa hakkı olmaksızın sadece mül­kiyetini elde etmeleri veyahut mülkiyet hakkı olmaksızın sadece intifa hak­kını elde etmeleri arasında bir fark yoktur. Burada asıl kastedilmek istenen Şirket-i Ukûd´a gelince bu, tasarrufta bulunma hususunda iki veya daha fazla sayıdaki kişinin bir araya gelmesi demektir. Şirket-i Ukûd; inan, vücûh, eb-dân, mufâvada ve mudârebe şirketleri olmak üzere beş kısma ayrılır:

Şirket-i Inân:  Bu, iki veya daha fazla sayıdaki kişinin ortaya koydukla­rı sermâyeyi arttırmak amacıyla beraberce çalışmak, kazancı da anlaşacak­ları oran dâhilinde paylaşmak üzere bir araya gelmeleri demektir. Ya da iki veya daha fazla sayıdaki kişinin ortaya koydukları sermâyeyi sadece birinin çalıştırması ve çalışan ortağın diğerine (ya da diğerlerine) nisbetle kârdan daha fazla pay alması üzerine anlaşarak, bir araya gelmeleri demektir. Çalışan or­tak, çalışmasına karşılık olarak kârdan daha fazla pay almaktadır. Çalıştığı halde, çalışmayan diğer ortaklar kadar kâr payı alması şart koşulursa, bu onun için bir angarya olur ki, böyle bir şart sahih değildir. Çünkü, ücretsiz olarak başkasının malında çalışmış olmaktadır.

Şirket-i Vücûh:  Bu, iki veya daha fazla sayıdaki kişinin, halkın kendilerine güvenini sağlayacak kredilerine dayanarak, peşin para vermeksizin borca mal satın almak için bir araya gelmeleri; sonra da satın aldıkları mallan sa­tarak sağladıkları kârı, yarı yarıya veya birine üçte iki, diğerine üçte bir ora­nında paylaşmaları şeklinde kurulan bir ortaklıktır ki, bu mutlak olarak caizdir. Satın alacakları malların cins, miktar veya kıymetini belirleseler de, belirlemeseler de farketmez. Ortaklardan biri diğerine; "her ne satın alırsan aramızda olsun" derse, ortaklık sahih olur.

Şirket-i Ebdân: Bu, iki veya daha fazla sayıdaki sanatkârın bedenen ça­lışmak ve elde edecekleri kazancı aralarında kararlaştırdıkları oran dahilin­de paylaşmak üzere biraraya gelerek ortaklık kurmalarıdır. Ortakların sanatları aynı cinsten de olsa ayrı cinsten de olsa, bu şirket mutlak surette caizdir. Bir demirciyle bir marangozun ortaklık kurmaları caizdir. Bu or-taklafdan her biri ücret alabilir. İşveren de, ikisinden dilediğine ücreti teslim edebilir. Avlanma ve odun toplama gibi herkese mübatı olan malları mülk edinmek için kurulan ortaklıklar da şirket-i ebdândan sayılır.

Mufâvada Şirketi:  Bu, ortaklardan her birinin satma, satın alma, mu-dârebe, vekâlet verme, borca satma, müşterek malla birlikte sefere çıkma, rehin verme, rehin alma, kefil olma, tazminat ödeme ve benzeri hususlarda, diğer ortağa kârdan pay vermesiyle birlikte, ortaklık malı işletmek üzere iki veya daha fazla sayıdaki şahıs arasında kurulan ortaklıktır. Yalnız yitik mal bulma, define bulma gibi ender olarak elde edilen kazançların, bu ortaklı­ğın kapsamına alınması sahih olmaz,

Mudârebe şirketine gelince; bununla ilgili açıklamalar, ilgili bölümde verilmiştir.

Şâfiîler, caiz olan şirket türünün sadece şirket-i inan olduğunu söy­lemişlerdir. Bu şirket, iki veya daha fazla sayıdaki kişinin, kendisiyle ticâret yapmak için bir malda ortak olmak üzere bir araya gelmeleri demektir. Bu şirketi kuran ortaklar, ileride açıklanacak şartlar çerçevesinde, sermâyeleri oranında kâr payı alırlar.

Diğer mezheblerde anlatılan şirket nevilerine gelince, onlar bâtıl olmakla birlikte üç kısma ayrılırlar:

1- Şirket-i Ebdân:  Bu, her biri bir meslek sahibi olan iki veya daha faz­la sayıdaki kişinin, bedenen çalışmak ve Allah´ın kendilerine nasip kılacağı ücreti paylaşmak üzere ortaklık kurmalarıdır. îki demirci veya iki marango­zun ortaklık kurması gibi ortakların sanatı aynı cins de olsa; bir demirciyle bir marangozun ortaklık kurması gibi ortakların sanatı ayrı cinsten de olsa, bu tür ortaklıkların kurulması caiz değildin. Böyle bir ortaklık kurulursa, hüküm şudur: Ortaklardan her birinin elde ettiği ücret, kendisinin olur. Al­dığı ücretten, ortağına pay vermez. Beraberce yaptıkları işin ücreti, her biri­nin bağımsızken yaptığı çalışma karşılığında, aldığı ücret oranında kendilerine dağıtılır. Meselâ; beraberce bir duvar örerlerse, her biri, sair zamanda hak ettiği günlük ücret oranında rayice uygun ücret alır. Sözgelimi biri günl´ik bin lira, diğeri de iki bin lira alıyorsa, duvar yapımı için alacakları ücret, bu oran dâhilinde kendilerine paylaştırılır.

2- Şirket-i Mufâvada:  İki veya daha fazla sayıdaki kişinin, ortaklık ak­dinden önce sermâyelerini birbirine katmaksızın, ortaya sermâye koyarak ortaklık akdi yapmaları demektir. Ortaklık akdini yapmazdan önce sermâ­yelerini birbirine katarlarsa bu, mufâvada değil de caiz olan inan şirketi olur. Hatta, inan şirketine niye´t ederek mufâvada şirketi kurduklarını açıklasalar da bu, ortaklık akdini yapmadan önce mallarım birbirine kattıktan sonra sahih olur. Mufâvada ortaklığı malla olabileceği gibi bedenle de veya hem mal hem bedenle de olabilir.

3- Şirket-i Vücuh: Bu, iki veya daha fazla sayıdaki mûtemed insanın, halkın kendilerine beslediği güvene dayanarak, vadeli olarak borca mal sa­tın alıp bu malları satmak ve böylece elde edecekleri kârı, aralarında paylaş­mak üzere ortaklık kurmalarıdır. Ya da şerefli ve tanınmış bir kişiyle silik şahsiyetli birinin biraraya gelerek, sermâyeyi silik şahsiyetli olanın vermesi, bu sermâyeyle mal satın alması, şöhretli olanın da kendi itibarından yarar­lanarak bu mallan satması veya şöhretli ortağın kendi itibarından yararla­narak mal satın alması, silik şahsiyetlinin de bu malları satması şeklinde ortaklık kurmalarıdır ki, bütün bu ortaklıklar bâtıldır.