๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Dört Mezheb Fıkhı => Konuyu başlatan: Eflaki üzerinde 04 Mart 2010, 18:20:08



Konu Başlığı: Ricatı İptal Eden İddetin Sona Erip Ermediği Hususunda Konular
Gönderen: Eflaki üzerinde 04 Mart 2010, 18:20:08
Ricatı İptal Eden İddetin Sona Erip Ermediği Hususunda Karı - Kocanın İhtilaf Etmeleri Ve Bununla İlgili Konular

Kadın eğer hayız görebiliyorsa üç kez hayız görerek, hamileyse tam olsun düşük olsun doğum yaparak, yaşlılık veya küçük yaşta bulunmak nedeniyle hayız görmemekteyse, boşandıktan sonra üç aylık bir süre ge­çerek iddetini tamamladıktan sonra, kocasının ric´at hakkı düşer. İddet, bazı belirtilerle sona erer ki; bunlara dair geniş açıklamalar aşağıya alınmışt.

Karı - koca iddetin tamamlanması hususunda ihtilâf ederlerse; koca iddetin henüz devam etmekte olduğunu, karısı da sona ermiş olduğunu ve kocasının ric´at hakkına sahib olmadığını iddia ederse veya koca, he­nüz iddetteyken ric´at etmiş olduğunu fakat bunu karısına haber vermedi­ğini iddia eder, karısı da bunu inkâr ederse; buna dair tafsilât aşağıda su­nulmuştur.

(43) Hanefîler dediler ki:  Anılan üç şeyden biriyle iddetin tamamlanması durumunda kocanın (ric´at) hakkı bâtıl olur. Hayza gelince; kadının boşan­ma tarihinden iki ay sonra hayanın kesildiğini iddia etmesi durumunda ric´­at hakkı bâtıl olur. Zîra îmam-ı A´zam´a göre iddetin sona ereceği en kısa süre iki aydır. Kadın iki aydan önce üç kez hayız gördüğünü iddia ederse, id­diası şundan dolayı tasdîk edilmez: Kocası onu, kendisiyle cinsel temasta bu­lunmadığı bir temizlik döneminin başında boşarsa, kadının üç hayız ve üç temizlik görmesi gerekir. Bu temizliklerin biri; karısını içindeyken boşadığı temizlik, diğerleriyse bundan sonra gelen iki temizliktir. İddeti, ikinci temiz­liğin sonunda üçüncü hayzı görmesiyle sona erer. Temizlik süresinin en azı onbeş gündür. Böylece üç temizlik süresinin toplamı kırkbeş gün eder. Tabii buna ek olarak kadının üç hayız görmesi de gerekmektedir. Her hayız ortala­ma beş gün olarak kabul edilirse; üç hayzın toplamı onbeş gün eder ki; bu da önceki kırkbeş güne eklenirse altmış gün eder. Burada hayzı, en az süresi olan üç gün olarak kabul etmedik. Zîra aynı müddet içinde temizliğin ve hayzın en az sürelerinin bir araya gelmesi, ender karşılaşılan bir durumdur ve buna pek de itimad edilmez. Bazıları bunu başka şekilde açıklarlar. Derler ki: As­lında farzedilen şudur: Koca, iddeti uzamasın diye karısını, kendisiyle cinsel temas yapmadığı temizlik döneminin sonunda boşamahdır. Boşandıktan sonra kadın bir hayız ve ardından bir temizlik, sonra bir hayız ve ardından bir te­mizlik, sonra da bir hayız daha görür. Böylece kadın için iki temizlik ve üç hayız tamam olur. Çünkü içindeyken boşanmış olduğu temizlik dönemi sa­yılmaz. Zîra bu dönemin sonunda boşamıştır. Temizlik döneminin en azı on­beş gündür. îki temizlik otuz gün eder. Hayza gelince; en çok süreli olanı hesaplanır ki, o da on gündür. Üç hayız da otuz gün eder. Böylece temizlik ve hayız dönemlerinin toplamı iki ay eder. Burada temizlik döneminin en azıyla dengelensin diye hayız süresinin en çoğu nazar-ı itibara alınmıştır. Her iki açıklamanın da aynı sonuca vardığı açıkça görülmektedir. İki ayın hesap­lanması açısından kadmış, temizlik döneminin başında veya sonunda boşan­ması arasında bir fark yoktur. Boşandığı tarihten itibaren iki ayın geçmesi zorunludur. Aksi takdirde, iddetinin hayız görerek iki aydan önce tamam­landığına dair iddiası doğrulanmaz. îki aydan sonra üç hayız gördüğünü id­dia ederse, kocasının ric´at hakkı, iddeti sona erdirecek olan son hayız kanı­nın kesilmesiyle yürürlükten kalkar. Kadın eğer hür ise, ric´ati üçüncü hayız kanının kesilmesiyle bâtıl olur. Eğer cariye ise ric´ati, ikinci hayız kanaması­nın kesilmesiyle bâtıl olur. Zîra cariyenin iddeti iki hayızdır. Sonra kanama hayzın en çok müddeti sonunda -ki bu da on gündür- kesilirse, gusletmese bile iddeti tamamlanmış olur. On gün süreyle hayzı devam edip kanaması ke-silmezse duruma bakılır: Eğer kadının o anda kesilecek bir adeti varsa, adeti anında kanı kesİlinceye dek kocası kendisine ric´at etme hakkına sahib olur. Ama kadının böyle bir adeti yoksa, kocasının bu durumda ric´at hakkı kana-ipa kesilmese bile bâtıl olur. Zîra hayız müddetinin en çoğu on gündür. Ka­dının adeti yoksa, bu müddetin tamamlanması anında kocasının ric´at hakkı bâtıl olur. Ama son hayız kanaması on günden önce kesilmişse, kocasının ric´at hakkı ancak şu iki şeyden biriyle bâtıl olur:

1- Kadın, temizleyici bir suyla gusletmiş olmalıdır. Bu suyun sözüm ona eşek artığı olması gibi temizleyiciliği şüpheli olsa bile... Ama mutlak suyun bulunmasına rağmen bu suyla gusletmesi durumunda bu gusülle namaz kıl­ması veya evlenmesi sahih olmaz. Bu sadece ric´at hakkını keser.

2-  Kanama kesildikten sonra kadının üzerinden tam bir namaz vakti geç­miş olmalıdır. Öyle ki bu namaz, onun üzerine farz olmalıdır. Meselâ; öğlen vakti girdikten sonra kadının kanaması kesilir de gusletmezse, ikindi vakti girinceye dek kocası ona ric´at etme hakkını muhafaza eder. Çünkü güneşin doğuşu anında kanamanın kesilmesi de aynı hükme tabidir. Çünkü güneşin doğuşundan öğlene kadar geçen vakit mühmel vakittir ki; bu vakitte kadına herhangi bir namaz vâcib değildir. Şu halde gün doğuşundan ikindiye kadar geçen vakit içinde kadına sadece bir namaz farz olur ki, o da öğlen namazıdır. Öğlenin son vaktinde, yani sözgelimi ikindiden yarım saat önce kanama kesilirse, bu yarım saatlik zaman sona ermeden gusledip iftİtah tekbirini ala-bilecekse, bu tam bir namaz vakti olarak kabul edilir. Çünkü bununla na­maz, onun üzerirfe bir borç olarak farz olmaktadır. Ama bu yanm saatlik süre zarfında gusledip iftitah tekbiri alamayacaksa; öğlenin kalan vaktiyle ikindinin bütün vakti sona erip akşam namazı vakti girmedikçe, kocanın ric´at hakkı bâtıl olmaz. Diğer vakitler de buna kıyaslanır. Gusletmek için su bula­mazsa, teyemmüm de gusül yerine geçer. Bazıları nafile de olsa onunla tam bir namaz kılmadıkça teyemmümün yeterli olmayacağını söylemişlerdir. Ama tercihe şayan olan birinci görüştür. Zîra teyemmüm, suyun bulunmadığı zamanlarda tam bir taharettir. Kadın müslüman ise bu hüküm sözkonusu-dur. Ama ehl-i kitaptansa, onun ric´ati guslüne veya üzerinden bir namaz vakti geçmesine gerek kalmadan sırf kanamanın kesilmesiyle bâtıl olur.

Hayız kanaması en kısa sürede kesilir de temizleyiciliği şüpheli olmayan bir suyla gusleder, sonra başka bir erkekle evlenir ve kanaması tekrar başlar­sa, evliliği geçersiz olup ric´at yeniden sözkonusu olur mu, veya ric´at geçer­siz olup evliliği devam eder mi? Bu meselede ihtilâf vardır. Bazıları derler ki: Ric´atin bâtıl olması, kanamanın kesilmesine bağlıdır. Kanama hayzin en az süresi içinde kesilir de yeniden başlarsa, hakikaten kesilmiş sayılmaz. Bu durumda ric´at hakkı geri döner ve evlilik iptal edilir.

Gusletmeye gelince;  bu hayzin en az sürede kesilmesini takviye etmek için şart koşulmuştur. Yani kanaması kesilip de guslederse: şeriat okuyucu o kadının temiz olduğuna hükmetmiştir. Kanama tekrar başlarsa, temiz ol­madığına hükmetmiştir.

Bazıları derler ki:  Ric´atin bâtıl olması, kanamanın kesilmesinden sonra gusletmeye bağlıdır. Kadın gusledince kocaya varması helâl olur ve ric´at de bâtıİ olur. Evlendiğinde kanama tekrar başlarsa, evliliği sahih olarak devam eder. Kadının kanamasının en kısa sürede kesilip gusletmemesi fakat kana­ma görmeksizin üzerinden tam bir namaz vaktinin geçmesi de böyledir. Bu durumda kocaya varması helâl olur. Kocanın ric´at hakkı ise bâtıl olur. Ka­naması tekrar başlarsa, anılan ihtilaf da yeniden gündeme gelir.

Bazıları derler ki:  Ric´at hakkı geri gelir ve evlilik bâtıl olur. Zîra ric´atin bâtıl oluşu, kanamanın kesilmesine bağlıdır. Kanamanın yeniden başlaması, kesilmediğini açıkça göstermektedir.

Diğer bazıları da derler ki;  evlilik bâtıl olmaz. Ve ric´at hakkı da yeni­den doğmaz. Çünkü ric´atin bâtıl oluşu, kanama kesildikten sonra bir na­maz vaktinin geçmesine bağlıdır. Burada hükümlerin formüle edilebileceği akla en yatkın olan görüş şudur: Bu durumda kanama yeniden başlasa bile ric´at hakkı bâtıl olur ve evlilik de sahih olarak devam eder. Kanamanın tek­rar başlaması ister gusülden sonra olsun, ister (gusledilmeksizin, kesintiden itibaren aradan) bir namaz vakti geçtikten sonra olsun, hüküm aynıdır. Zîra bu emarelerin görülmesi anında kadının evlenmesinin sahih olduğuna hük­metmenin anlamı yoktur. Evlenir de yeni kocası kendisiyle meselâ cinsel te­masta bulunur ve sonra da kanaması yeniden başlarsa, kocasına "Bu senin karın değildir. Çünkü eski "kocası ona ric´at etmiştir" demek doğru olur mu? Bu, öyle herkesin kolayca uygun bulacağı şeylerden değildir. Şeriat koyucu bu emareleri kadının temizliğine delil kılmış ve başkasıyla evlenmesini mu­bah kılmış olduktan sonra: "Şeriat koyucu bu emareleri iptal etti ve bu kadı­nı da yeni kocasından alıp eski kocasına verdi" demek doğru olmaz. Kaldı ki bu, kadınların yalan söyleme ve dürüst davranmamayı öğrenmelerine yol açar. Zîra yeni bir kocayla evlenen kadın, kanamanın yeniden görülmesi ne­deniyle bu yeni kocasından ayırtılacağım bilirse, tekrar başlayan kanamayı gizlemesi gerekir ki, bu da anlamsızdır. Bu nedenle Hanefî mezhebinin ki­tapları ikinci evliliğin sahih olduğunu, kanamanın tekrar başlamasıyla ric´at hakkının yeniden doğmayacağını bildirmektedirler. Fakat *bu durumdaki ka­dının, hayzin en fazla süresinde kanaması kesilmeden -tabii hayzin en fazla süresi geçtikten sonra bir adeti varsa, bu adetini de düşünerek- başka kocay­la evlenmesi, ihtiyat bakımından helâl olmaz.´ deselerdi güzel olurdu. Ama demediler.

Doğuma gelince; bu, ric´at hakkını iptal eder. Sonra doğmakta olan ço­cuğun bünyesi tam teşekküllü ise,çocuğun çoğunun dışarı çıkmasıyla iddet tamamlanmış olur. Çünkü çocuğun tamamının dışarıya çıkması şart değil­dir. Şu da var ki; çocuğun tamamı dışarıya çıkmadan kadının evlenmesi, ih­tiyat bakımından helâl olmaz. İddetin tamamlanması ve ric´atin bâtıl olma­sında kadının, kendisini boşayan kocadan veya başkasından gebe kalmış ol­ması farketmeyip aynı kapıya varır. Zina ederek gebe kalan bir kadın evlenir, kocası da onun bu durumunu bilir, sonra boşar, kadın da boşandıktan sonra doğum yaparsa; boşayan kocasından dolayı beklemesi gereken iddet tamam­lanmış olur. Kadın, rahmindeki çocuğu doğurduğunu iddia eder, kocasıysa doğumu inkâr ederse; kadının gebeliği ya belirgin olur; meselâ karnı büyük iken küçülürse, iddiası ebenin şahitliğiyle sabit olur. Çünkü gebeliğin belir­ginliği, ebenin şahitliğini teyid etmektedir veya gebeliği belirgin olmaz. Bu durumda doğum, ancak iki erkeğin veya bir erkekle iki kadının şahitliğiyle sabit olur. Nitekim bu, şu nakledeceğimiz meselede de gelecektir. Buna iliş­kin bir kaç mesele vardır:

A- Birinci Mesele:  Adamın biri hâmile olan karısını boşar, ama onunla asla cinsel temasta bulunmadığım ve gebe bıraknıadiğını iddia ederse; do­ğumdan önce ona ric´at etmesi sahih olur mu, olmaz mı? Bunun cevabı: Do­ğumdan önce ona ric´at etmesi sahih. olur. Ama bu kadın doğumdan sonra ancak boşanma tarihini takibeden altı aydan kısa bir müddet zarfında onun karısı olabilir. Veya evlenme tarihini takibeden altı aydan fazla bir müddet zarfında onun karısı olabilir. Çünkü kocası, bu kadınla cinsel temasta bu­lunmadığını iddia etmiştir. Bu iddiası; gerdekten önce onu boşamış olduğu­nu, dolayısıyla kadının îddet beklemekle yükümlü olmayacağını, kocasının da ona ric´at etme hakkına sahib olmayacağını ifade etmektedir. İddetini so­na erdirecek olan doğumdan önce karısına ric´at ederse, bu durumda kendini yalanlamış olur. Bu yalanlamayı şeriat koyucu tanımaz. Ancak sabit olduğu takdirde tanır. Sabit olması da ancak boşanma tarihinden itibaren altı ay geç­meden kadının doğum yapmasıyla olur. Çünkü boşanma tarihinden altı ay­dan çok bir sürenin geçmesi durumunda çocuğun, boşanmadan sonraki bir cinsel temastan doğmuş olması muhtemeldir. Hamileliğin en az süresi altı aydır. Şu halde bu çocuk, yeni temastan doğmuş olamaz. Aynı şekilde doğumun evlenme akdi yapıldığı tarihden itibaren altı ay veya daha fazla bir sürenin geçmesinden sonra olması gerekmektedir. Çünkü altı aydan önce doğan yav­ru, o erkeğin çocuğu olamaz. Evlenme tarihinden itibaren altı aylık bir za­man geçmeden doğan çocuk, başkasının çocuğudur. Ama anılan süre dol­duktan sonra doğan onun çocuğu olur ve bu durumda söylediği "Bu karım­la cinsel temasta bulunmamıştım" sözü, gerçekten de yalandır. Ama kadın, boşanma tarihinden itibaren altı ay geçtikten sonra doğurursa, kocasının söy­lediği ((Bu karımla cinsel temasta bulunmamıştım" sözü doğru olur ve ka­dın da gerdekten önce hakikaten boşanmış olur. Böylece kocasının ric´ati bâ­tıl olur.

Özetleyecek olursak; koca, karısıyla cinsel temasta bulunmuş olmayı in­kâr eder, kadının da hâmile olduğu anlaşılırsa; koca, ona ric´at ederek kendi­ni yalanlamak isterse, doğumdan önce ona ric´at edebilir. Çünkü doğurduk­tan sonra kocası hiç bir halde ona ric´at etme hakkına sahib olamaz. Bilindi­ği gibi iddet, başkasına ait olsa bile çocuğun doğumuyla sona ermiş olur. Ric´at edildikten sonra duruma bakılır: Çocuğun nesebinin ric´at yapan babaya ait olduğunun sabit olacağı bir süre içinde kadın doğum yaparsa, ric´at sahih olur. Aksi takdirde ric´at sahih olmaz.

Şu da var ki;  Hanefî âlimleri, anılan sürede doğumdan önce yapılan ric´-atin sahih olup olmayacağı hususunda ihtilâf etmişlerdir. Ama bununla bir­likte bu kadının, doğum dolayısıyla ric´atinin sahih olduğu anlaşıldıktan sonra ric´at ile zevce olacağı hususunda ittifak etmişlerdir. Bazıları, anılan sürede doğumdan önce yapılan ric´atin sahih olacağını söylemiş; diğer bazıları da sahih olmayacağım söylemişlerdir. Sahih olduğunu söyleyenler, iki şeyi delil olarak ileri sürerler:

a-  Bir kimsenin bir cariyesi olur da onu satar ve müşteri de cariyenin hâmile olduğunu iddia ederse, hamilelik bir ayıp olur. Bu ayıp nedeniyle ca­riyenin sahibine geri verilmesi sahih olur. Hamilelik, bu işten anlayan uzman kadınların keşfiyle sabit olur. Hamilelikten anlayan deneyimli bir kadın, onun olduğunu söylerse, hamilelik sabit olur ve bu ayıp nedeniyle cariye, sahibine geri verilir.

b-  Nesebin sübûtu babında Hanefî âlimleri açıkça söylemişlerdir ki: Ne­sep; belirgin olan hamilelikle hükmetmek sahih olduğuna göre, gebeliğin an­laşılmasıyla doğumdan Önce de nesebin sübûtuna hükmetmek sahih olur. Şu halde doğumdan önce ric´atin sahih olduğuna hükmetmek de sahih olur. Ço­cuk doğunca ric´atin sahih olduğu kesinlikle ortaya çıkar.

(a) sıkkındaki delil reddedilmiştir:  Bir kadının "o hamiledir" demesiyle cariyenin geri verilebileceğini söyleyen İmam Muhammed´in bu kavli zayıf­tır. İmam Ebû Yûsuf´un buna ilişkin iki rivayeti vardır. En kuvvetli olanı şu­dur ki: Bir kadın cariyenin hâmile olduğunu haber verirse, müşterinin satı­cıyla davalaşması sahih olur.. Satıcıya; sattığı anda cariyenin hâmile olmadı­ğına dair yemin ettirilir. Yemin ederse, cariye kendisine geri verilmez. Ama yemin etmeye yanaşmazsa, cariye kendisine geri verilir.

Cariyenin hamileliği belirmez ve bir kadın da onun hâmile olduğunu söy-lemezse; müşteri, satıcıyla davalaşma hakkına sahib olmaz. Özetle hamilelik hakkında bilgi sahibi olan kadının tanıklığı, müşterinin satıcıyla sâdece dâ-vâlaşma hakkım doğurur. Geri verme hakkını doğurmaz. Hamileliğin belir­mesi, geri verme hükmünü ortaya çıkarmaz ki, ric´atin sahihliği hükmü bu­na kıyaslansın.

(b) sıkkındaki delile gelince;  buna itiraz mahiyetinde şöyle bir soru yö­neltilmiştir: "Nesep, hamileliğin belirmesiyle sabit olur" dememişler de sa­dece şöyle demişlerdir: Kadın boşanmış değilse, nesep yatakla sabit olur. Bo-şanmışsa, doğum ile sabit olur. Doğum da ebenin sözüyle sabit olur. Meselâ bir kimse hâmile olan karısını hâmileyken ric´î talâkla boşar, sonra ona ric´at eder de karısı, doğumdan sonra kendisine ric´at etmiş olduğunu iddia eder, kocası ise doğumu inkâr ederse; kadının doğum yapması ancak iki erkeğin veya bir erkekle iki kadının şahitliğiyle sabit olun Meğer ki yukarıda da be­lirtildiği gibi hamileliği belirgin olsun. Bu durumda doğumun ispatlanması için ebenin şahitliği yeterli olur. Zîra hamileliğin belirgin olması, ebenin şa­hitliğini teyîd etmektedir. Hamileliğin belirginliğiyle doğum ve nesep sabit ol­maz. Bu ancak hamileliğin belirginliğini teyid eden ebenin tanıklığıyla sabit olur. Ebenin tanıklığı da ancak doğuma ilişkindir. Nesebin sabit olması için mutlaka doğum gereklidir. Çünkü doğum, yakînliği ifade eder. İmam Serah-sî´nin, Mebsut´ta anlattıkları da buna delâlet etmektedir. Serahsî demiş ki: Adamın biri karısına "Hâmile olduğunda sen boşsun." derse karısı, en azın­dan iki seneyi aşan bir sürede doğum yapmadıkça boşanmaz. Karısıyla bir kez cinsel temasta bulunduğunda, kansmm hâmile olması muhtemel olur. Şu halde ihtiyat gereği olarak karısına artık yaklaşmaması faziletli olur. Ama bundan sonra da cinsel temasta bulunursa, bu caiz olur. Kadının hâmile olduğu belirirse, hamileliğin belirmesi nedeniyle kadın boşanmaz. Çünkü kar­nındaki şeyin yavru olmaması da muhtemeldir. Kadın kesin doğum yaptığın­da boşanır. Doğurunca da bâin olarak boşanır. Çünkü hâmileyken boşan­mış, doğum yapmakla da iddeti sona ermiştir. Doğumun, boşanma vaktin­den itibaren hamileliğin en fazla süresinde olması şarttır. Az önce de belirtti­ğimiz gibi, bu süre iki senedir. Doğumun iki seneden Önce olması durumun­da, şartlı boşamadan önce kadının hâmile kaldığı muhtemel olur. Boşama­nın kendisine bağlanmış olduğu şart da gerçekleşmiş olmaz. Çünkü bu şart, hamileliktir. Hâmilelikse, boşama sözünün telâffuzundan önce mevcuttu. Bü­tün bunlar; hamilelik belirginliğinin ne nesebin, ne cariyeyi geri vermenin, ne de kadının boşanmasının sabit oluşunda geçerli bir sebep olmayacağını sarih olarak göstermektedirler. Ric´at meselesinde de nazar-ı itibara alınmaz. Doğumdan önce bir kimse karısına ric´at ederse, ric´ati askıda olarak vaki oîur. Ric´atinin sahihliğine ancak belirli sürede doğum yapmasından sonra hükmolunur. Aksi takdirde bu ric´atin fasid olduğu açığa çıkar. Bu ihtilâfı şöylece özetleyebiliriz: Bazıları demişler ki; karısıyla cinsel temasta bulunmuş olmayı inkâr eden kişi, doğumdan önce karısına ric´at etme hakkına sahib olmaz. Zîra cinsel temasın inkârı, kadının gerdekten önce boşanmış olması­nı gerektirir. Ric´at ise kocanın karısıyla cinsel temasta bulunmuş olmasını gerektirir. Teması inkâr etmekle de kendi kendisiyle çelişkiye düşmüş olmak­tadır. Birinci iddiada onu kesin şer´î emarelerin yalanlaması gerekmektedir. O da, çocuğun nesebinin sabit olacağı süredeki doğumdur. Öyle ki doğum­dan sonra ric´at etmesi mümkün olmaz. Doğumdan önce ric´ati askıda ola­rak yapabilir. Ama bu ric´at dolayısıyla doğumdan önce karısından şehevî bakımdan yararlanması helâl olmaz. Çünkü mezkûr doğumdan önce yapı­lan ric´atin sahih olduğuna hükmetmek mümkün olmaz. Kadının hamileliği­nin belirmesi yeterli değildir. Zîra hamileliğin belirmesi, zannî bir emaredir. Bazıları da derler ki: Hamileliğin belirgin olmasıyla ric´at sahih olur. Amî anılan belli sürede doğum vukûbulmadan ric´atin sahihliği anlaşılamaz. Ya ni belli sürede doğum yapmadıkça, bu kadın ric´at yapan kocanın karısı ola maz. Şu halde ihtilâfın bir faydası yoktur. Çünkü anılan grupların her ikis de ric´atin şahinliğinin doğuma bağlı olduğunu söylemişlerdir. Ancak birine grup, doğumdan önce yapılan ric´atin sahih olduğuna hükmedilemeyeceğin söylemekte; ikinci grupsa bu ric´atin sahihliğinin doğuma bağlı olduğunu söy lemektedir. Sahihliğin doğuma bağlı olması, doğum öncesi ric´atin sahih ol duğuna hükmetmeye engel teşkil etmez.

Eğer:  "Bu sözün ne faydası var? Karı-koca yeni bir nikâh akdi yaparak bu çetrefilli yollara başvurmaksızın ferahlığa kavuşamazlar mı?" diyecek olur san, derim ki; bunun faydası anlaşmazlık anında görülür. Koca doğumdan Önce ric´at eder ve ric´at ettiğine başkalarını şahit tutar da sonra da boşanma tarihinden itibaren altı ay geçmeden ve evlenme tarihinden itibaren altı ve daha fazla bir zaman geçince kadın doğurursa, bu çocuk ric´at yapan er­keğe ait olur. Böylece de kocanın, karısıyla cinsel temasta bulunmadığına dair iddiasının yalan olduğu sabit olur ve ric´at sahih olur. Kadın razı olmasa bi­le, ric´at eden erkeğin karısı olup, başka erkekle evlenmesi helâl olmaz. Kadı­nın da koca üzerinde bir takım evlilik hakları olur. Ama bu sonuç, ric´ati sa-hihlikle niteleyip nitelememe hususunda birbirleriyle ihtilâf halinde bulunan iki grubun, üzerinde ittifak ettikleri bir sonuçtur. Biz bu grupların görüşleri­ni, ilmî bahsi tamamlamak amacıyla burada naklettik. Çünkü bunların her birinin ileri sürdükleri delillerde apaçık faydalar vardır.

B- İkinci meseleye gelince:  Adamın biri bir kadınla evlenir de bu kadın­la cinsel temasta bulunmadığını iddia eder; sonra bu kadın, evlenme tarihin­den itibaren altı ay ve daim fazla bir zaman geçtikten sonra bu erkeğin karısı olarak bîr çocuk doğurur ve kocası da doğumdan sonra onu boşarsa; iddeti-nin tamamlanmasından Önce ona ric´at etmesi sahih olur mu, olmaz mı? Çün­kü kadınla cinsel temasta bulunmayı inkâr etmiştir. Kadın da gerdekten önce boşandığı için, kendisine ric´atte bulunulamaz, öyle mi?

Cevap:  Bu adam, karısına ric´at edebilir: Çünkü kadın kendi karışıy­ken ve kendi yatağındayken doğum yapmış,doğumu da şer´î sürede, yâni ev­lenme tarihinden itibaren altı ay geçtikten sonra vukûbulmuştur. Bu nedenle karısıyla cinsel temasta bulunmadığı yolundaki iddiası yalan bir iddia olmak­tadır. Şu halde bu kadm, onun karısı olmaktadır.

C- Üçüncü meseleye gelince: Adamın biri kendi karısıyla halvete girer, sonra da bu karısıyla cinsel temasta bulunduğunu inkâr eder ve daha sonra da onu ric´î talâkla boşarsa, karısına ric´at etmesi sahih olur mu, olmaz mı? Cevap: Ric´at etmeye hakkı yoktur: Çünkü bu kadın, gerdekten önce boşanmıştır. Bilindiği gibi halvet, iddeti gerekli kılar. Ancak onunla ric´at sahih olmaz. Faraza; ric´at eder de, karısı iddetin tamamlandığını onaylamaz, son­ra da hâmile olduğu anlaşılır ve iki seneden sonra bir çocuk doğurursa, bu çocuğun nesebi, kadını boşayan erkeğin üzerine sabit olur. Kadının doğur-masıyla da kocasının kendisine yaptığı ric´atin sahih olduğu anlaşılır. Ama iki seneden önce doğurursa; doğurması, boşanmazdan önce hâmile kaldığı ihtimalinden ötürü ric´at olmaz. Evlenme tarihinden itibaren altı ay veya da­ha fazla bir süre geçtikten sonra doğan çocuğun nesebi, doğuran kadını bo­şayan koca üzerine sabit olur. Bu, birinci meselenin hilafınadır. O meselede koca karısıyla cinsel temasta bulunduğunu inkâr etmiş ve karısıyla halvette bulunmayı reddetmiş sonra da onu boşamış ve böylece karısı, gerdek ve hal­vetten önce boşanmış idi. Bu durumdaki kadının iddet beklemesi gerekmez. Boşanma tarihinden itibaren altı ay geçmeden ve evlenme tarihinden itiba­ren altı ay ve daha fazla bir zaman sonra doğurmadıkça kadınla kocası ara­sında evlilik sabit olmaz.

Ama bu meselede farzedelim ki koca, karısıyla halvette bulunduğunu itiraf etse, karısının ondan iddet beklemesi vâcib olur. Ric´i talâkla boşanan kadın, iddetînin tamamlandığını itiraf etmediği müddetçe doğurursa; çocu­ğun nesebi, kendisini boşayan erkeğin üzerine sabit olur. Sonra doğumdan Önce kocası kendisine ric´at ederse ve bu doğum iki seneden fazla bir süre sonunda vukûbulmuşsa, ric´at olur. Aksi takdirde olmaz.