๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Dört Mezheb Fıkhı => Konuyu başlatan: Eflaki üzerinde 31 Ocak 2010, 18:47:56



Konu Başlığı: Oruç Tutmamayı Mubah Kılan Mazeretler
Gönderen: Eflaki üzerinde 31 Ocak 2010, 18:47:56

Oruç bozmayı, ya da tutmamayı mubah kılan mazeretler çok olup bunları şöylece sıralayabiliriz:

Hastalık: Oruçlu kişi hastalanır, oruç nedeniyle hastalığının artaca­ğından, ya da şifâsının gecikeceğinden korkarsa veyahut da oruç ne­deniyle şiddetli bir meşakkatle karşılaşırsa, üç mezheb imamına göre orucunu açması caiz olur. Hanbelîler, bu durumdaki kimsenin orucunu açmasının sünnet olacağını; oruç tutmasınınsa mekruh olacağını söyle­mişlerdir. Bir kimse oruç nedeniyle helak olacağını veya duyularından birinin işlemez hâle geleceğini zanneder ve bundan korkarsa, orucunu açması vâcib olur. Bu durumdaki kişinin orucu devam ettirmesi ittifak­la haramdır.

Bu anlatılanlar, hasta haldeki kimselerle ilgilidir. Sağlıklı kimselere gelince bunlar, oruç nedeniyle kendilerinde şiddetli bir zararın meyda­na geleceğini zannederlerse, bu durumdaki hükmün ne olacağı husu­sunda mezheblerin görüşleri aşağıda anlatılmıştır.

Hanbeliler dediler ki:  Sağlıklı kimsenin de bu durumda, hasta gibi orucunu açması sünnet olur. Devam ettirmesi mekruh olur.

Hanefiler dediler ki:  Bir kişi hastalıktan salim olur ve fakat oruç tuttuğu takdirde hasta olacağına kuvvetli bir zanla inanırsa, orucunu aç­ması mubah olur. Ama bunun yanında bilfiil hasta olsa bile, oruca de­vam etmesi de mubah olur.

Malikiler dediler ki:  Sağlıklı kişi, oruç nedeniyle helak olacağını veya şiddetli bir eziyet göreceğini zannederse, tıpkı hasta kimse gibi oru­cunu açması vâcib olur.

Şafiiler dediler ki:  Kişi sağlıklı olur, ancak oruç tuttuğu takdirde hastalanacağını zannederse; orucu tutup zarar tahakkuk etmedikçe oru­cunu açması caiz olmaz.

Hasta kimsenin orucunu açmak istediğinde, şâriin mazeret sâhiblerine bahşetmiş olduğu ruhsatı kullanmaya niyet etmesi, üç mezheb imamına göre vâcib değildir. Şâfiîler, oruç açılırken bu ruhsatın kulla­nılmasına niyet edilmesi vâcibtir; terki hâlinde günahkâr olunur derler.

Gebe ve emzikti kadınların oruç tutmaktan korkmaları:  Gebe ve emzikli kadınlar, oruç tuttukları takdirde kendileriyle birlikte çocukları­na veya sadece kendilerine veyahut da sadece çocuklarına zarar isa­bet edeceğinden korkarlarsa, mezheblerin ileri sürdükleri tafsilâta göre oruçlarını açmaları caiz olur.

Malikiler dediler ki:  Gebe ve emzikli kadınlar -emzikli kadın, çocuğun öz anası olsun olmasın- oruç tuttukları takdirde gerek kendileri­nin, gerek çocuklarının ve gerekse her ikisinin hastalanmalarından veya -hasta iseler- hastalıklarının artmasından korkarlarsa, orucu açıp sonra kaza etmeleri gerekir. Ayrıca gebe olan değil de emzikli olan kadın fidye de vermelidir. Bu kadınlar, oruç tuttukları takdirde gerek kendilerinin, gerek çocuklarının helak olmasından veya şiddetli bir zarara maruz kal­masından korkarlarsa oruçlarını açmaları vâcib olur. Emzikli kadın, ken­disinden başka emziren bir kadının bulunamaması veya bulunup da çocu­ğun kabul etmemesi gibi nedenlerden ötürü çocuğu bizzat kendisi emzir­me durumunda kalırsa, orucunu açması mubah olur. Emzirecek başka bir kadın bulunur, çocuk da onu kabul ederse, bu durumda asıl emzikli kadının oruç tutması gerekli olur, orucu açması hiçbir şekilde caiz olmaz. Çocuğun kabul ettiği yeni emzikçi kadın ücrete ihtiyaç duyarsa, bu ücret, varsa çocuğun malından karşılanır. Malı yoksa babasının malından karşı­lanır. Çünkü bu ücret, çocuğun nafakasının kapsamına girmektedir. Ço­cuğun malı olmadığı takdirde nafakasını temin etmek babasına vâcibtir.

Hanefiler dediler ki: Gebe veya emzikli kadınlar oruç tuttukları takdirde ister hem kendilerine, hem de çocuklarına; ister yalnız kendileri­ne ve isterse yalnız çocuklarına zarar isabet etmesinden korksunlar, oruçlarını açmaları veya hiç tutmamaları caiz olur. Oruç tutmaya muktedir olduklarında, tutamadıkları günlerin oruçlarını kaza etmeleri gerekir. Fidye vermeleri gerekmez. Emzikli kadın, çocuğun Öz anası da olsa, bu iş için kiralanmış bir sütana da olsa, aynı hükme tâbidir. Çocuğu emzirme işi­nin bu kadının üzerinde kalmış olmasıyla olmaması da hükmü değiştir­mez. Çünkü emzikli kadın eğer çocuğun öz anası ise zaten çocuğu emzir­mesi dînen kendisi için bir vazifedir. Yok, eğer ücretle tutulmuş bir süt anası ise, emzirmesi akit ile kendisi için bir vazifedir. Her iki durumda da emzikli kadın, çocuğu emzirme mecburiyetinde kalmış olmaktadır.

Hanbeliler dediler ki: Gebe ve emzikli kadınlar; hem kendileri, hem çocukları için veya yalnız kendileri için oruç tutma nedeniyle bir zarar vukuundan korkarlarsa oruçlarını açmaları veya hiç tutmamaları mubah olur. Bu takdirjde güne gün kaza etmeleri gerekir. Ama oruç tut­tukları takdirde yalnız çocuklarına zarar geleceğinden korkarlarsa oruçla­rını açmaları veya hiç tutmamaları mubah olur. Bu takdirde güne gün kaza etmeleri ve her gün için bir fidye vermeleri gerekir. Emzikli kadın; çocuğunun başka bir kadının memesini emmeyi kabul etmesi ve ikinci kadını sütanası olarak kiralamaya muktedir olması ya da çocuğun bu ücreti karşılayacak malı olursa süt anası kiralaması vâcib olur. Kendisi­nin orucu açması caiz olmaz. Kiralanan sütana da, yukarıdaki hükümler açısından öz ana gibi telâkki edilir.

Şafiiler dediler ki:  Gebe ve emzikli kadınlar, oruç tuttukları tak­dirde kendileriyle beraber çocuklarına veya yalnız kendilerine veyahut da yalnız çocuklarına tahammül edilemeyecek bir zararın isabetinden kor­karlarsa oruçlarını açarlar. Her üç halden ötürü tutamadıkları orucu ka­za etmeleri gerekir. Sonuncu durumdan, yani çocuklarına zarar gelmesin­den korkmaları halinden dolayı ayrıca fidye vermeleri de gerekir. Emzikli kadının çocuğun öz anası veya kiralanmış emzikli bir kadın veyahut da hasbî sütanası olması hüküm bakımından bir farklılığa neden olmaz. Çocuğu emzirecek oruçsuz başka bir kadın veya oruçlu olmasına rağmen açlıktan etkilenmeyecek bir kadın bulunamaması nedeniyle emzirme işi emzikli kadının üzerinde kalırsa; yukarıdaki hallerin hepsinde orucunu açması vâcib olur. Eğer başka emziren bir kadının bulunması gibi bir sebepten ötürü emzirme işi ilk emzikli kadının üzerinde kalmazsa, çocuğu emzirip orucu açması veya hiç tutmaması da caiz olur. Her halükârda oruç tutmaması veya orucunu açması vâcib olmaz. Bu tafsilât, kirayla tutulan emzikli kadının kiralanmadan önce, orucun zararından korkması hâlinde sözkonusu olur. Kiralanmadan sonra ise oruç tutması gerektiğine kuvvetli bir zanla kanaat getirirse, kendisinden başka bir emziren bulunsa bile, oruç tuttuğu takdirde zarar göreceğinden korkarsa orucunu açması veya hiç tutmaması vâcib olur.

Fidye, orucun her bir günlük kazası için altmış fakiri doyurmaktır. Yani bu fakirlerden her birine, kefaretlerde fakirlere verilen yiyecek mik­tarına denk bir yiyecek verilmelidir.

Yolculuk nedeniyle oruç tutmama:  Seferi kişinin yolculuk mesafe­si, namazı kısaltmayı mubah kılan bir mesafe kadar olursa; sefere fecrden önce başlayıp fecrin doğuşundan önce seferîlik hükümlerinin baş­ladığı noktaya ulaşırsa, oruç tutmaması mubah olur. Eğer yolculuk me­safesi, namazı kısaltmayı mubah kılacak bir uzunlukta değilse oruç tutmamak caiz olmaz. Bu iki şart üzerinde üç mezheb imamı ittifak etmişlerdir. Yalnız Hanbelîler ikinci şartta diğer mezheblere muhalefet etmişlerdir.

Hanbeliler dediler ki: Oruçlu kişi gündüzleyin zevalden sonra da olsa, kendi beldesinden çıkıp yolculuğa giderse, namaz kısaltmayı mu­bah kılacak kadar bir mesafeye gitmesi şartıyla orucunu açması caiz olur. Ama bu durumda, içinde bulunduğu günün orucunu tamamlaması daha faziletli olur.

Şâfiîler buna üçüncü bir şart daha eklemişlerdir.

Şafiiler: Yolculuk hâlinde oruç tutmanın caiz olması için üçüncü bir şart daha öne sürmüşlerdir. Bu şart, kişinin sürekli yolculuğa çıkan biri olmamasıdır. Seferîliği sürekli olan kimsenin oruç tutmaması haram olur. Ancak seferdeyken oruç tuttuğu takdirde, teyemmümü mubah kılan meşakkat gibi bir sebeple karşılaşacak olursa oruç tutmaması vâcib olur.

Ramazanda fecrin doğuşundan sonra yolculuğa çıkan kişinin oru­cunu açması haramdır. Açtığı takdirde üç mezheb imamına göre kefâretsiz olarak kaza etmesi gerekir.

Şafiiler dediler ki:  Fecrin doğuşundan sonra yolculuğa başlayan kişi, (Ramazan orucunun edası gibi) hem kaza, hem de kefareti gerekli kılan orucunu açarsa, hem kaza hem kefaret gerekir. Bu kişi, (Ramazan orucunun edası dışındaki bir oruç gibi) sadece kazayı gerekli kılan orucu­nu açarsa, kendisine sadece kaza vâcib olur. Ama böyle bir kişinin, her halükârda orucunu açması haram olur.

Oruç tutmaya geceleyin niyet et­miş olan seferinin (tuttuğu orucu) açması caiz olur; günahkâr olmaz; kaza etmesi gerekir. Mâlikîlerle Hanefîler bu görüşe muhaliftirler.

Malikiler dediler ki: Seferî bir kişi, geceleyin oruca niyet eder de oruçlu olarak sabahlar; her hangi bir te’vil ile olsun olmasın, sonra bu orucunu açacak olursa kendisine hem kaza hem de kefaret vâcib olur.

Hanefiler dediler ki:  Geceleyin oruca niyet eden seferî kişinin gündüzleyin orucunu açması haram olur. Açtığı takdirde sadece kaza ge­rekir.

Seferi kişinin, kendisine zor gelmemesi hâlinde orucunu tutması mendub olur. Çünkü bunun daha erdemli bir davranış olacağını Yüce Allah haber vermektedir:

“Bilirseniz (seferde) oruç tutmanız, sizin için daha hayırlıdır” [185]

Ama böyle bir kişiye oruç tutmak zor gelirse tutmaması, Hanefîlerle Şâfiîlere göre daha faziletlidir. Mâlikîlerle Hanbelîlerin buna ilişkin görüşleri aşağıya alınmıştır.

Mâlîkîler: Kendisine zor gelmediği takdirde seferî kişinin oruç tutmasının daha erdemli bir davranış olacağını söylemişlerdir.

Hanbeliler dediler ki:  Seferi kimselerin kendilerine zor gelmese bile oruç tutmamaları sünnet, tutmaları mekruhtur. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz şu kutlu sözleriyle bu konuya ışık tutmuşlardır:

“Seferde oruç tutmak, iyilikten değildir. [186]

Seferî kişi; oruç tuttuğu takdirde ölmekten, organlarından birini yi­tirmekten veya bir menfaatin gitmesinden korkarsa oracunu açması veya hiç tutmaması vâcib olur. Bu durumda oruç tutması ittifakla na­ram olur. Hayızlı ve nifaslı kadınların oruçları: Oruçlu kadında hayız veya nifas kanaması görülürse, orucunu açması vâcib olur ve oruç tutması haram olur. Oruç tuttuğu takdirde de orucu geçersiz olur. Kanama gün­leri boyunca güne gün kaza etmesi gerekir.

Şiddetli derecede susayan veya acıkan oruçlunun durumu: Oruçlu kişi, oruca devam edemiyecek derecede şiddetli bir açlık veya susuz­lukla karşılaşacak olursa, orucunu açması caiz olur. Bilâhare bu oru­cunu kaza etmesi gerekir.

Yaşlılık: Senenin hiçbir mevsiminde oruç tutamayacak kadar yaşlı olan pîr-i fânî kimseler, oruç tutmaz ve Ramazanın her bir günü için bir miskin kimseye yiyecek fidyesi (yani bir fitre) vermesi vâcib olur. Mâlikîlerse fidye vermesi sadece müstehab olur demişlerdir. İyileşme umudu olmayan hasta da bu hükme tâbidir. Bu ikisi, oruç tutma iktida­rında olmadıklarından ötürü kendilerine kaza gerekmez (sadece fidye verirler). Hanbelîler dışındaki üç mezheb imamı bu görüştedir.

Hanbeliler dediler ki:  Yaşlılıktan veya iyileşmesi umulmayan bir hastalıktan ötürü oruç tutamayan kimselerin, tutamadıkları her gün için fidye vermeleri gerekir. Bu fidyeyi veren kişi bilahare oruç tutacak güce erişirse, bunu kaza etmesi gerekmez. Ama fidyeyi vermeden önce oruç tutacak güce erişirse kaza etmesi gerekir.

Ramazanda oruç tutmaktan âciz olan ve fakat başka bir zamanda kaza etmeye muktedir olan kişinin, orucunu bilâhare kaza etmesi gerekir. Fidye vermesi gerekmez.

Oruçlunun aklını yitirmesi: Oruçlu kişi, bir an olsun delirecek olur­sa kendisine oruç vâcib olmaz. Tutsa da orucu sahîh olmaz. Kaza et­mesinin vâcibliği hususunda mezheblerin detaylı görüşleri aşağıya alınmıştır.

Şafiiler dediler ki: Kişi, kendi fiiliyle delirirse, meselâ gece bir şey yeyip de, bu şeyin etkisiyle gündüzleyin aklını yitirirse, deli olduğu süre içinde tutamadığı günlerin oruçlarını sonra kaza etmesi gerekir. Ama kendi fiiliyle olmaksızın delirirse, tutamadığı günlerin oruçlarını kaza et­mesi gerekmez.

Hanbeliler dediler ki: Kişi kendi fiiliyle veya başka bir nedenle delirir de deliliği gün boyunca devam ederse, o günün orucunu kaza et­mesi mutlak olarak gerekmez. Ama günün bir kısmında ayılacak olursa, tutamadığı orucu kaza etmesi vâcib olur.

Malikiler dediler ki:  Oruçlu kişi günün tamamında veya çoğun­da delirirse; günün evvelinde delilikten salim bulunmuş olsun olmasın, o günün orucunu kaza etmesi gerekir. Günün yansı veya daha azı süre­since deliren oruçlu kişi; günün evvelinde delilikten salim bulunmamış olursa o günün orucunu yine kaza etmesi gerekir. Aksi takdirde, yukarı­da da belirtildiği gibi kaza etmesi icâb etmez.

Oruç tutmamayı mubah kılan mazeretin gündüzleyin ortadan kalk­ması hâlinde, meselâ hayızlı kadın, Ramazanda gündüzleyin temizle­nirse veya misafir gündüzleyin mukîm olursa veyahut da çocuk gün­düzleyin bulûğa ererse; Ramazan ayına hürmeten günün geri kalan kısmında oruçlu gibi hareket etmesi vâcib olur. Hanefîlerle Hanbelîler bu görüştedirler. Mâlikîlerle Şâfiîlerin buna ilişkin görüşleri ise aşağıya alınmıştır.

Malikiler dediler ki: Oruç tutmamayı mubah kılan mazeret, baş­kasının zorlaması dışındaki bir mazeret olursa, bunun giderilmesi hâlin­de, günün geri kalan kısmında oruçlu gibi hareket etmek vâcib olmaz. Ama bu mazeret başkasının zorlamasına dayanıyorsa, zorlama ortadan kalkınca günün geri kalan kısmında oruçlu gibi hareket etmek vâcib olur. Unutarak bir şey yiyen kişi de bilâhare oruçlu olduğunu hatırlarsa, günün geri kalan kısmında oruçlu gibi hareket etmesi vâcib olur.

Şâfîîler:  Bu durumda günün geri kalan kısmında oruçlu gibi ha­reket etmenin vâcib değil de sünnet olduğunu söylemişlerdir.[187]