Konu Başlığı: Nesîe Ribâsının Hükmü Ve Bu Hükmün Delili Gönderen: Eflaki üzerinde 05 Şubat 2010, 20:13:57 Nesîe ribâsınm haram oluşu konusunda, imamlar arasında görüş ayrılığı yoktur. Bu tartışmasız olarak, büyük günahlardan biridir. Bu haram-lık Allah´ın Kitâb´ı, Rasûlullah´m Sünnet´i ve müsiümanların İcmâ´ı ile sabittir. Konuyla ilgili olarak Kur´ân-ı Kerîm´de şöyle buyurulmaktadır: "Allah, alış-verişi helâl, ribâyı (faizi) haram kılmıştır. Kime Rabbi´nden bir öğüt gelir de (faizden) vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve işi de Allah´a kalmıştır. Kim de tekrar (faize) dönerse, onlar ateş yaranıdırlar, orada (bir daha çıkmamak üzere) ebedî kalacaklardır. Allah, ribânın bereketini tamamen giderir. Sadakafsı verilen mal)ları ise arttırır. Allah (haramı helâl tanımakta ısrar eden) günahkâr kâfiri sevmez. İmân eden, iyi amellerde bulunan, namazı(nı) dosdoğru kılan, bir de zekâtını veren kimselerin, evet) onların Rableri nezdinde mükâfatlan vardır. Onlara hiç bir korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır. Ey imân edenler, (gerçek) mü´minler iseniz Allah´tan korkun. Faizden (henüz alınmamış olup da) kalanı bırakın. Eğer böyle yapmazsanız, Allah´a ve peygamberine karşı harb(e girmiş olduğunuzu) bilin. Tevbe ederseniz sermayeleriniz sizindir. Böylece ne haksızlık edersiniz, ne de haksızlığa uğratılırsınız.[8] İşte Allah´ın kitabı!... O, ribâyı şiddetle haram kılmakta ve Rablerine imân edip o´nun azabından korkan kimselerin bedenlerini ürpertecek derecede yasaklamaktadır. Allah´ın, Ribâcıları (faizcileri) kendisine âsi kullar olarak; kendisine ve Rasûlüne karşı savaş açan düşmanlar olarak ilân etmesinden daha şiddetli bir kınama düşünülebilir mi? Yerlerde ve göklerde kendisini âciz bırakacak bir varlığın mevcûd olmadığı, kuvvet, kudret ve kahredici güç sahibi yüce Allah´a karşı savaş açan bu zayıf ve cılız insanın hâli ne olacaktır? Bu duruma gelen insan, şüphe yok ki, kendi canını helak ve hüsranş mâruz bırakmıştır. Bu âyet-i kerîmedeki ribânın anlamına gelince, açıkça anlaşıldığı gibi bu, câhiliyet döneminde araplar nezdinde geçerli olan ribâdir. Birçok tefsirciler. bu ribâyı açıklama sadedinde demişlerdir ki: Arabın biri, diğerine belli bir vâdeye kadar ödünç para verir ve ödeme tarihi geldiğinde borç ödenmediği takdirde alacaklı, borçlusuna şöyle derdi: "Ya borcunu öde veya fazlalaştır." Bu demektir ki, ya borcunu ödersin veya aramızda bilinen nisbette arttırarak ertelersin. Bu arttırma, malın sayısında olabilirdi. Sözgelimi bir deve ödemesi gereken kişi, borcunu ödemediği takdirde iki deve vererek erteletebilirdi. Bu arttırma bazan devenin yaşı üzerinde de yapılırdı. Örneğin bir yaşını doldurmuş bir deve vermesi gereken kişi, iki veya üç yaşını doldurmuş bir deve ödemek şartıyla erteletebilirdi. Yine bunun gibi câhiliyet dönemi araplarınca bilinen şöyle bir uygulama da vardı: Adamın biri bir başkasına, belli bir vâde sonunda ödemek şartıyla her ay bir miktar faiz alarak borç para verirdi. Ödeme vâdesi geldiğinde ödeyemediği takdirde, almakta olduğu aylık faizleri almaya devam ederek bir süre daha ertelerlerdi. Mısır´da ve diğer ülkelerdeki bankalarda çoğunlukla bu tür faiz muameleleri yapılmaktadır ki, Cenâb-ı Allah, bunu müs-İümanlara ve diğer ümmetlere haram kılmıştır. Yahûdî ve hıristiyanları da bundan menetmiştir. Çünkü bununla, sıkışık durumdaki insanlar düşkün bırakılmakta, İnsandaki şefkat ve merhamet duyguları dumura uğratılmakta, hayattaki yardımlaşma ve dayanışma alışkanlıkları insanların kalplerinden çekilip çıkarılmaktadır. Çünkü, bir insan olması bakımından insanın; bir kardeşine karşı şefkat duygusu taşımayan, muhtaçlık durumunu fırsat bilip sömüren, onu faiz ağına düşüren, ondaki yaşam kalıntılarını silip süpüren, her yönüyle maddi bir varlık hâline gelmesini akıl kabul etmez. Oysa Cenâb-ı Allah, yoksullara yardım elini uzatmaları için zenginlere tavsiyede bulunmuş, zenginlerin malları içindeki belli bir kısmı yoksullara hak olarak belirlemiş, sıkışık durumda kalanların imdadına kavuşmak ve muhtaç duruma düşenlerin yardımına koşmak için "karz-ı hasen"i meşru kılmıştır. Bütün bunlar bir yana, ribâ (faiz) nedeniyle servetler, sâdece tefecı-Jerin elinde toplanmaktadır. Zayıf iradeliler için şehvet ve ihtiras kapılan açılmakta, ellerindeki servet yok olup gitmekte ve bir çok zararlara yol açılmaktadır ki, bu zararları saymaya kitabımız müsait değildir. Bütün bunları Ahlâk-ı Diniye adlı kitabımızın ikinci cildinde bey´tn hikmeti- teşriîyesi bölümünde genişçe ve tam olarak açıklamış bulunmaktayız. Âyet-i kerîmeler, nesîe libâsının haram olduğuna kesin bir şekilde delâlet etmektedirler. Zamanımızda bilinen şekliyle bir malı (parayı), aylık ve yıllık olarak belli bir yüzde üzerinden faizle vermek de ribâdan sayılmaktadır. Bu tür faizin caiz olması hususunda bazı kimselerin dinle avunmalarına gelince, bu oldukça dinden uzak bir şeydir. Şekil ve anlam bakımından dinin teşriî hikmetine de aykırıdır. Bazı kimseler, ribânın haram olanının, Kur´ân-ı Kerîm´de de belirtilen şekliyle kat kat arttırılarak alınan ribâ olduğu sanısına kapılmışlardır. Kur´an-ı Kerîm´de bu hususa değinilerek şöyle buyurulmaktadır: in altın ve gümüşle ilgili olarak irâd etmiş olduğu şu hadîs-i şeriftir: "Ey imân edenler, ribâyı (faizi) öyle kat kat arttırılmış olarak yemeyin. Allah´tan korkun ki, muradınıza eresiniz.[9] Ribâyı bu şekilde anlamak açık bir yanılgıdır. Çünkü âyet-i kerîmede işlenmek istenen ana tema; faiz (ribâ) yemekten nefret ettirip sakındırmak, tefecilik yapanların dikkatlerini, faizin kat kat arttırılması nedeniyle fakirin bütün malını yutması ve bu fâsid muamele nedeniyle dünya hayatında işsiz güçsüz kalarak zamanla faiz borçlarının yığılması sonucu per-perişan hâle gelmesi gibi bir manzaraya çekmektedir. Faiz nedeniyle şen ve mâmur durumdaki yerlerin düzeninin zarar göreceği açıkça bilinmektedir. Aklı başındaki bir kimsenin, faizin üç katının yasaklanıp da iki veya bir katının yasaklanmadığını düşünmesi mümkün değildir. "Eğer (tefecilik yapmamaya tövbe ederseniz) sizin için sermayeleriniz vardır" âyet-İ kerîmesini okuduktan sonra artık akıllı bir insanın yukarıdaki âyeti bu şekilde anlaması tasavvur edilemez. Bundan daha da garibi, bazı kimseler, kâr karşılığı borç para vermenin faiz (ribâ) olmadığı sanısına kapılmışlardır. Bunlar derler ki: "Ribâ, bir satış akdidir. İcâb-kabul sığalarının ve bu sîganın yerine geçecek başka bir unsurun mevcud olması gerekir. Günümüzde insanların kâr karşılığı borç para vermeleri satış akdi değildir. Dolayısıyla bu, ribâ olmaz". Şâfiî-ler bunu açıkça belirtmişlerdir. Fıkıhçılar bu gibi muamelelerin akid olmadığını söylemişler ama, bunun, insanların mallarını haksız nedenlerle yemek olduğunu da söylemişlerdir. Ki bunu demekle yukarıdaki iddia, tutarlılığını yitirmektedir. Ribânın haram kılınmasına neden olan zararlar, bu muamelede de tahakkuk etmiştir. Böyle olunca da bunun haramlığı, ribânın haramlığı, günahı da onun günahı gibi olmaktadır. Mesele, sâdece bir şekil meselesinden başka bir şey değildir. Ribây-ı nesîenin haramlığıyla ilgili hadîslere gelince, bu konuda bir çok sahîh hadîsler vârid olmuştur. Bunlardan biri de Peygamber (s.a.v.) Altınla altının değiştirilmesi, el be el olmadıkça ribâdır.[10] Hadîs-i şerifte geçen "ha"´ kelimesi, isim-fiillerden olup "al" ve "el ele getir" anlamına gelir. Bu alış-verişte bedeli bilâhare vermek sahîh olmaz. Şu nedenle ki, "altın altınla, gümüş gümüşle..." hadîsi; altın, gümüş ve yiyeceklerde ribây-ı fazi ile ribây-ı nesîenin haram olduğuna delâlet etmektedir. Ribây-ı fazi bahsinde bunun açıklaması yapılacaktır. |