๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Dört Mezheb Fıkhı => Konuyu başlatan: Eflaki üzerinde 27 Şubat 2010, 22:03:29



Konu Başlığı: Muvakkat Nikâh Veya Mut´a Nikâhı
Gönderen: Eflaki üzerinde 27 Şubat 2010, 22:03:29
Muvakkat nikâh veya mut´a nikahıyla ilgili bazı durumlar vardır:

1- Muvakkat nikâhla mut´a nikâhı arasında fark var mıdır?

2- Mut´a nikâhı nedir, muvakkat nikâh nedir?

3- Bu iki nikâhın hükmü nedir?

4- Mut´a nikâhının şer´î dayanağı nedir?

 Şimdi de bu maddeleri sırasıyla açıklayalım:

1-  Mâlikî, Şafiî ve Hanbeiîier, ikisi arasında fark olmadığı husu­sunda görüş birliği etmişlerdir. Muvakkat nikâh, mut´a nikâhıdır. Ha-nefîlerin meşhur görüşüne göre mut´a nikâhında, "mut´a" kelimesinin telâffuz edilmesi şarttır. Örneğin erkeğin, kadına "beni kendi bede­ninle yararlandır" veya "senden yararlanıyorum" veya "seni, kendi bedenimden yararlandırdım" demesi gibi. Tabiî bu cümlelerde geçen "yararlanma" kelimesinin arapça karşılığı mut´a ve temettû´dur. Ne var ki bazı Hanefîler, mut´a nikâhını yaparken "mut´a" kelimesini te­lâffuz etmenin bir şart olarak sabit olmadığını söylemişlerdir. Böyle olunca da mut´a nikâhı ile muvakkat nikâh aynîleşmiş olacaktır. Bu açıdan mezhebler arasında hiçbir fark yoktur.

2- Mut´a nikâhının ne olduğu sorusuna gelince; bu, evlenme ak­di sîgasmı belli birvakitle kayıtlandırmaktır. Meselâ erkeğin, kadına "kendini bir aylığına benimle evlendir" veya "bir yıllığına seninle evlendim" demesi gibi. Bu akid yapılırken şahit bulundurulsa da, bu-lundurulmasa da; akdi velînin kendisi yapsa da yapmasa da hüküm değişmez.

3- Mut´a nikâhı, muvakkat nikâhın aynı olsa da olmasa da, itti­fakla bâtıldır. Bir kimsenin mut´a nikâhı yaptığı görülürse, had ceza­sına değil de ta´zire tâbi tutulması gerekir. Bu da, mut´a nikâhının caiz olduğu yolunda İbn Abbas (r.a.)´tan yapılan bir nakilden dolayı­dır. Bu nakil, haddi düşürecek olan bir şüphedir. Bu, her ne kadar za­yıf bir şüpheyse de, haddi düşürmektedir.

4-  Mut´a nikâhının şer´î dayanağına gelince, İslâmiyetin ilk de­virlerinde müslümanlar azınlıktaydılar. Üstelik sürekli olarak düşman­larıyla savaş halinde bulunuyorlardı. Bu durumda ve özellikle de mâlî açıdan içinde bulundukları son derece güç şartlar içinde kocalık ve karılıkla ilgili yükümlülüklerini ve aile efradını terbiye etme görevle­rini yerine gevremiyorlardı, işin başından İtibaren kendilerini çocuk terbiyesiyle meşgul etmeleri akla da uygun olmazdı. Bütün bunların yanısıra onlar, islâm öncesi âdetlerinden henüz kopmuşlardı. İslâm´­dan önce bir şehvet anarşisi içinde yaşıyorlardı. Öyle ki, o zamanlar­da adamın biri, dilediği miktar ve sayıda kadınlarla evlenebilir, bunlardan beğendjğiyle temasta bulunur, beğenmediğinden uzak du­rurdu. Hele bu insanlar müslüman olduktan sonra, savaş içinde olduklarına göre durumları ne olacaktı? Şuna dikkat etmeliyiz ki: İnsan tabiatının bir hükmü vardır. Bu durum için geçici bir yasanın bulun­ması gerekir ki, bu yasa o insanların üzerinden zinayı kaldırsın ve ev­liliğin getirdiği yükümlülükleri bir tarafa bıraksın.

Mut´a nikâhı veya muvakkat nikâh işte budur. Bu, savaş zorun­lulukları dolayısıyla konulan örfî idareye benzer. Şundan ki; ordu be­kâr olan ve devamlı olarak evlenmeye muktedir olamayan, aynı zamanda beşer tabiatına karşı direnmeye de güç yetiremeyen bazı gençleri bünyesinde bulundurur. Başka bir hadiste de belirtildiği gi­bi, oruç tutarak bunların şehvetlerini zayıflatmalarını istemek, akılla bağdaşamaz. Zîra hangi durum ve hangi bakımdan olursa olsun sa­vaşçıyı zayıflatmak doğru olmaz. Mut´a nikâhının, meşru kılınış da­yanağı işte bu durumdur. Müslim´in Sebûre´den naklettiği rivayet de buna delâlet etmektedir. Sebûre der ki: "Fetih yılında Mekke´ye girdiğimizde Rasûlullah (s.a.s.), mut´a yapmamızı emretti. Sonra bizi mut´a yapmaktan yasaklayıncaya ka­dar Mekke´den çıkmadık.[13]

Bu rivayet açıkça, mut´a nikâhının savaş zorunluluğunun getir­miş olduğu geçici bir hüküm olduğuna işaret ediyor. Ibn Mâce, Ra­sûlullah (s.a.s.) in bu nikâhla ilgili olarak şöyle buyurduğunu rivayet eder:

"Ey insanlar! Ben size mut´a nikâhı için izin vermiştim. Haberi­niz olsun ki Allah, onu kıyamet gününe dek haram kılmıştır.[14]
Zinayı cürümlerin en büyüğü sayan, şüpheli her şeyi yasakla­yan ve suç işlemeyi kolaylaştıran tüm yolları kapatan Islâmî kuralla­rın gereği de budur. Bunun için şu âyet-İ kerîmeyi nakletmek yeterli olur:

"Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o rezilliktir, kötü bir yoldur." (ta 32). Zina ile ilgili olarak Hz.Peygamber (s.a.s) de şöyle buyurmuştur:

Zinâ yapan, zina yaptığı sırada mü´min değildir.[15] Zinanın günah olması için, onun namusları ayaklar altına düşüren nesepleri karıştıran, ar ve haya duygularını gideren bir şey olma­sı yeter de artar bile. İslâmiyet, câhiliyet dönemi araplarını eğiterek başarılar kaydetmiş, müslümanları faziletli bir ahlâkın zirvesine yük­seltmiştir. Öyle ki müslümanlar, insanlığın amacı olan ahlâkın do­ruk noktasına kadar yükselebilmişlerdir. Ahlâk ve fazîlet yönünden her zaman ve her yerde insanlık âlemine önder olmuşlardır. Şu hal­de mut´a nikâhının, bu niteliklere sahip bulunan islâmi kurallardan biri olması akla hiç de uygun olmaz.

Ibn Abbas´ın "Mut´a nikâhı caizdir" demesine gelince; doğrusu onun bu sözü, kendisine mut´a nikâhının neshedildiği haberinin ulaş­masından önce söylenmiştir. Hatta bu konuda, İbn Abbas´la Zübeyr arasında şiddetli bir tartışma vukûbulmuştur. Rivayete göre İbn Zübeyr demiş ki: "Mut´a nikâhının helâl olduğunu söyleyen ve Allah tarafından gözleri kör edildiği gibi basiretleri de yok edilen bazı kim­selere ne oluyor ki böylfe söylüyorlar?" İbn Zübeyr, böyle demekle, âmâ olan İbn Abbas´a taş atmış oluyordu. İbn Abbas ise ona şu kar­şılığı vermişti: "Sen içi boş ve kupkuru bir küpsün. Allah´a karşı gel­mekten sakınanların lideri Rasûlullah (s.a.s.) in bu nikâhı caiz kıldığını gördüm." İbn Zübeyr ise ona şu cevabı vermişti: "Eğer böyle yapar­san vallahi seni recmederim". Bundan da anlaşılıyor ki İbn Abbas, bu sözü söylerken, mut´a nikâhının neshedilmiş olduğu haberini he­nüz almamıştı. Bu haber kendisine ulaştığında görüşünden vazgeç­mişti. Ebûbekir, Said bin Cübeyr senediyle rivayet etmiştir ki, Ibn Abbas hazretleri, halka hitab ederken şöyle demiştir: "Mut´a nikâhı leş, kan ve domuz eti gibi (haram) dır." Bu da mut´anın şiddetle ya­saklanmış olduğunu göstermektedir. Bundan da açıkça öğreniyoruz ki, mut´a nikâhı veya muvakkat nikâh, müslümanların ittifakıyla bâ­tıldır. Müslümanlığın ilk dönemlerinde mubah kılındığına dâir bazı nakiller varsa da, bu mübahhk savaş durumunun zaruretlerinden ötü­rüdür. Şimdi de çizginin alt tarafında, mezheblerin mut´a nikahıyla ilgili olarak vermiş oldukları geniş açıklamalara geçelim.

(38) Mâlikîler dediler ki: Mut´a nikâhı, akid lâfzının bir zamanla sınır-Iandırılmasıdır. Evlenecek olan kişinin, kadının velîsine "falan kadını bir ay­lığına benimle evlendir" veya "o kadınla evlenmeyi bir aylığına kabul ettim" demesi gibi. Böyle derse nikâh akdi bâtıl olarak yapılmış olur. Gerdeğe gi­rilmiş olsa da olmasa da, akid feshedilir. Ama gerdeğe girilmişse, erkeğin kadına mehr-i misil vermesi gerekir. Bir kavle göre bu durumda, sadece ara­larında kararlaştırmış oldukları mehri (mehr-i müsemmâyı) vermesi gerekir. Bu gerdeğe giriş dolayısıyla doğan çocuk, bu erkeğin nesebindendir. Vâde, velî veya kadına, ya da her ikisine açıkça söylenmediği takdirde, mut´a ni­kâhı akdedilmiş olmaz. Akidten önce-vâdeden sözedilmez veya akid yapılır­ken vâde koca tarafından şart koşulur, ama koca bunu kimse duymayacak şekilde içinden telâffuz ederse, kadın veya velîsi anlasa bile bunun nikâh ak­dine pek zararı olmaz. Bir kavle göre eğer bunu anlarlarsa, akid için zararlı olur. Sonra (açıkça olsa bile) ileri sürülen vâde, eşlerin normal olarak yaşa­yamayacakları kadar uzun olursa (meselâ yüzelli seneliğine denilirse), bu vâde şartıyla akdedilen nikâhın sahih olup olmayacağı hususunda ihtilâfa düşül­müştür: Bazıları, bu nikâhın sahih olacağım, diğer bazılarıysa sahih olma­yacağını söylemişlerdir.

Mut´a nikâhını yapan kimse cezalandırılır, ama hadde tâbi tutulmaz. Çünkü İbn Abbas´tan da nakledildiği gibi -her ne kadar onun bu görüşün­den vazgeçtiği nakledilmişse de- bu nikâhın câizliği hususunda bir şüphe var­dır. Bazı Mâlikî âlimleri İbn Abbas´ın bu görüşünden dönmüş olduğunun meşhur bir şey olduğunu rivayet etmişlerdir. Bununla beraber, cevazında şüphe bulunduğu için, mut´a nikâhı yapan kimse, hadde tâbi tutulmaz.

Zamanla sınırlandırma dolayısıyla nikâh bâtıl olduğu gibi, nikâhın giz­li yapılması hususunda taraflar arasında yapılan anlaşma dolayısıyla da bâ­tıl olur. Yalnız bu anlaşmada nikâhın gizli tutulmasını tavsiye edenin, kocanın kendisi olması, kendilerine tavsiyede bulunulanların da nikâh şahitleri ol­maları şarttır. Koca, şahitlere bu nikâhı eski karısından gizlemelerini tavsiye etmez de meselâ yeni kadının velîsi veya yeni karısı, ya da karısıyla velîsi birlikte bu nikâhı gizli tutmalarım şahitlere tavsiye ederlerse, bu tavsiyenin akde zararı olmaz. Gizlilikte esas, tavsiye edenin koca, kendilerine tavsiye edilenlerinse şahitler olmasıdır. Bazıları, kendilerine tavsiye edilenlerin şa­hitler olmasının, akdin bâtıl olması açısından gerekli olmadığını söylemiş­lerdir. Öyle ki koca, velîye veya kadına nikâhın ve evliliğin gizli tutulmasını tavsiye ederse veya ikisine birlikte tavsiye ederse, akid bâtıl olur. Bu hüküm Mâlikîlere mahsustur. Hanefî ve Şâfiîlere göre nikâh akdi, herhangi bir du­rumda akdin gizlenmesini tavsiye etme nedeniyle bâtıl olmaz.

Şâfiîler dediler ki:  Mut´a nikâhı, belli bir süre için akdedilen nikâh­tır. Adamın biri, kadının velîsine: "Falan kadım bir aylığına benimle evlendir" derse, bu mut´a nikâhı olur ki, bâtıldır. Nikâhı kadının veya kendisinin "ömrü boyunca" diye sınırlandırmak da aynı hükme tâbidir. Meselâ velî, talibliye, "o kadını, ömrü boyunca "olmak kaydıyla seninle evlendirdim" derse, ni­kâh akdi bâtıl olur. Zîra nikâh izlerinin Ölüm sonrasında da devam etmesi, nikâh akdinin gereğidir. îşte bu nedenle kocanın, vefat eden eşini yıkaması sahihtir. Ömür boyu sınırlandırmak, nikâh akdinin ölümle son bulması ve izlerinin ölümden sonra devam etmemesi demektir. Bundan ötürü, akdi za­manla sınırlandırmak, bâtıl kılıcı faktörlerdendir.

Bazı Şafiî kitaplarında, İbn Abbas´a göre mut´a nikâhının, velîsiz ve şahitsiz olarak yapılan nikâh olduğu kaydedilmektedir. Cumhur-u ulemâya göre mut´a nikâhı »zamanla sınırlandırılan nikâhtır.Bunu, Cumhurun yoru­muna göre mut´a nikâhı olarak adlandırmak zahirdir. Zîra bunu bir zaman­la sınırlandırmak, bundan nikâhın aslî amacı olan kan kocanın çocuk sahibi ve biribirlerine mirasçı olmaları değil de sırf şehevî yararlanma amacı gü­dülmektedir, îbn Abbas´ın "velîsiz ve şahitsiz olarak yapılan nikâhtır" di­yerek yaptığı yoruma göre de bu nikâh, mut´a nikâhı olarak adlandırılır. Zîra velîsiz ve şahitsiz yapılan nikâhtan maksat, sırf şehevî lezzet elde etmektir. Bu nikâhtan eşlerin çocuk sahibi ve birbirlerine mirasçı olmaları kasdedil-seydi, nikâh akdi şahitlerle velînin huzurunda yapılırdı. îbn Zübeyr´in, İbn Abbas´a söylediği rivayet edilen: "Eğer mut´a nikâhı yaparsan, seni recmederim" sözü de bunu teyid etmektedir. Anlaşılıyor ki, İbn Abbas´ın şüphesi, İbn Zübeyr nazarında zayıf kalmaktadır ve bu şüphe, mut´a nikâhı yapan kimseye hadd uygulanması gereğini ortadan kaldırmamaktadır.

Hanbelîler dediler ki: Mut´a nikâhı, bir erkeğin bir kadım belli ve­ya belirsiz bir süre için nikâhlamasıdır. Belli bir süre için yapılan evliliğe ve­lînin, "falan kadını bir aylığına..." veya bir yıllığına sana nikahladım" deyişini, belirsiz bir süre için yapılan evliliğe ise velînin, "sezon sonuna ka­dar veya "hacıların dönüşüne kadar falan kadını sana nikahladım" de­yişini örnek olarak gösterebiliriz. Akdin tezvic lafzıyla veya mut´a lafzıyla yapılması arasında bir fark yoktur. Evlenecek olan erkeğin velî veya şahit huzurunda olmaksızın kadına, "beni kendi vücudundan,yararlandırdın mı?" diye sorması, kadının da ona "seni vücudumdan yararlandırdım (mut´alandırdım) demesi gibi. Şu halde mut´a nikâhı iki durumu İçermektedir.

a-  Velî ve şahit huzurunda yapılan ve zamanla sınırlandırılan nikâh akdi.

b-  Velî ve şahit huzurunda olmaksızın, mut´a lâfzı kullanılarak yapılan nikâh akdi. Bu nikâh her halükârda bâtıldır. Girişte belirttiğimiz zorunlu­luktan ötürü bu nikâh, müslümanlığın ilk döneminde mubahtı. Akid sîga-sında süreden söz etmeyip (evleneceği) bu kadınla bir süre beraber kalmayı gizlice niyetinde tutarsa, yine nikâh akdi bâtıl olur. Kadının, hayatta kaldığı sürece kendi zevcesi olmasına niyet etmedikçe nikâh akdi sahih olmaz. Be­lirsiz de olsa bir süre sonra bu kadını boşamayı şart koşarsa, nilfâh akdi yine sahih olmaz. Mut´a nikâhı kıyıldıktan sonra koca gerdeğe girmemişse, kadı, karıyla kocayı ayırır. Kadın da hiçbir şey alma hakkına sahip olmaz. Ama gerdeğe girilmişse kadın, kocadan mehr-i misil alır. Bazıları derler ki: Fâsid nikâh, gerdeğe girildikten sonra -bu mut´a nikâhı veya başkası da olsamehr-i müsemmâ verilmesini gerekli kılar. Mut´a nikâhı, zevcenin muhsan kılınması veya kendisini üç talâkla boşamış olan ilk kocasına helâl edilmesi sonucunu doğurmaz. Mut´a nikahıyla evlenen eşler, biribirlerine mirasçı ola­mazlar. Bu nikâhla alman kadına zevce denilmez. Ancak bu nikâh nedeniy­le doğan çocuk, babanın nesebine bağlı olur. Çocuk, bu nikâhla evlenmiş olan ebeveynine mirasçı olacağı gibi, onlar da kendisine mirasçı olurlar. Çünkü e§ler arasında vukûbulan cinsel temas, şüpheli bir temastır. Doğan çocuk, babasının nesebine bağlanır. Ama mut´a nikâhı yapan çiftler, had cezasına değil de tâzire tâbi tutulurlar.

Hanefîler dediler ki: Mut´a nikâhı şöyle olur: Bir erkek evlilik engeli taşımayan bir kadına "seninle temettü edeceğim (yararlanacağım) ve­ya "beni birkaç günlüğüne, ya da on günlüğüne, kendi bedeninle mut´alandır" der, kadın da "kabul ettim" diye cevap verirse veya erkek, müddetten söz etmeksizin -çünkü önemli olan müddetten değil de mut´adan söz etmektir-"beni kendi vücudundan yararlandır (mut´alandır)" derse, ya da kadın "şu kadar mal karşılığında seni şahsımla mut´alandırdım" der de erkek bunu kabul ederse, yapılan akid, mut´a nikâhı olur. denebilir ki: Bu nikâhın mut´a laf­zıyla yapılacağını isbatlamak, nakle dayanır. Mut´a nikâhının özellikle "mut´a" lafzıyla yapılabileceğini ifâde eden sahih bir delil yoktur. Bu ne­denle mut´a nikahıyla muvakkat nikâh arasında fark bulunmadığını söyle­yenler olmuştur. Hanbelîlerin de anlattıkları gibi, nikâh akdi bir zamanla kayıt&nır veya şahit huzurunda olmaksızın mut´a lafzıyla yapılırsa, mut´a nikâhı olur ki, bu akid, her halükârda bâtıldır. Erkek kadına "bir aylığı­na..." veya "bir yıllığına seninle evlendim", ya da müddetten söz etmeksi­zin "beni kendi nefsinle mut´alandır" der, kadın da "kabul ettim" cevabını verirse, nikâh bâtıl olur. Bu nikâhta şahit bulundurulsa da, bulundurulma-sa da; belirtilen süre uzun da olsa, kısa da olsa, hüküm aynıdır. Şu da var ki, eşlerin normal olarak yaşayamayacakları kadar uzun bir süreden sözedi-lirse, meselâ "kıyamet kopuncaya dek seninle evlendim" derse, bu durum­da akdedilen nikâh, muvakkat sayılmaz. Aksine, bundan maksat, nikâhın müebbed kılınmasıdır. îleri sürülen müddet şartı geçersiz, ama nikâh akdi sahih olur. Koca, evleneceği kadınla bir müddet beraber kalmayı (sonra da ayrılmayı) niyetinde tutar, ama bunu açıklamazsa akid sahih olur. Örneğin yarın veya bir ay sonra boşamak niyetiyle bir kadınla evlenirse, bu şartı ge­çerli olmaz, ama nikâh akdi sahih olur. Boşama şartı, hulleci meselesinde de geçtiği gibi, nikâh akdini zamanla kayıtlandırmak değildir. Mut´a nikâhı hiç bir sonuç vermez. Bu nikâhta talâk, îlâ ve zihar yoktur. Eşlerden biri diğerine mirasçı olamaz. Koca, gerdeğe girmeden ayrılacak olursa, kadının ondan hiçbir şey alma hakkı bulunmaz. Gerdeğe girdikten sonra ayrılacak olursa, kadın, nikâhın şartlan kısmında geçen mehr-i misli alır.