๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Dört Mezheb Fıkhı => Konuyu başlatan: Eflaki üzerinde 05 Mart 2010, 19:17:31



Konu Başlığı: Kıtabu´l-Hudud
Gönderen: Eflaki üzerinde 05 Mart 2010, 19:17:31
Giriş

Şer´î Hadlerin Tanımına Dairdir

Hz. Âişe (r.a.)´den rivayet olunur ki; Mahzûmoğulları kabilesine men­sup olup hırsızlık yapan bir kadının durumu, Kureyş´i meraklandırmış ve demişlerdi ki: Bu kadın için cesaret edip de Resûlullah (s.a.s.) ile kim ko­nuşacaktır? Sonra demişlerdi ki: Resûlullah´a, O´nun sevgilisi Zeyd´in oğlu Üsâme´den başka gidip de konuşma cesaretini gösterecek bir kimse yok­tur. Bunun üzerine Üsâme, Peygamber Efendimizle konuşmuştu. Resû­lullah, ona şöyle demişti: "Ey Üsâme! Allah´ın hadlerinden bir had için mi şefaatçi oluyorsun?" Böyle dedikten sonra kalkıp şöyle bir hitapta bu­lundu: "Sizden öncekilerini yalnızca şu davranışları helak etmişti: Onlar­dan şerefli birisi hırsızlık yaptığında onu cezalandırmayıp serbest bırakır­lardı. Zayıf birisi hırsızlık yaptığında da ona had tatbik ederlerdi. Allah´a yemin ederim ki, Muhammed´in kızı Fâtıma bile hırsızlık yapsa, onun da elini keserim." Bu hadîsi Buharî, Müslim ve diğerleri rivayet etmişlerdir.

Bu hadîsin şerhiyle ilgili olarak şu hususlara değinmemiz gerekir:

1- Hadîs´in mânasının açıklanması.

2- Şer´î hadlerin, bu mânadaki şeylerin ve hadlerin hikmet sebepleri­nin açıklanması.

3- Şerİatte bir hükme ilişkin nass bulunmadığında neyle amel oluna­caktır?

(83) Bu rivayet Müslim´e aittir. Onda "Ey Üsâme!" şeklinde bir fazlalık var­dır. Buharî´ye ait bir rivâyetteyse, ["Peygamber Efendimizin öfkeden dolayı yüzünün rengi değişti ve dedi ki: "Ey Üsâme! Allah´ın hadlerinden bjr had için mi şefaatçi oluyorsun?" Üsâme, Peygamber (s.a.s.)´in öfkelendiğini ve olayı şiddetle reddettiğini görünce "Bağışla beni ey Allah´ın Resulü" (Yani bu günah ve hatam şilinsin de Rabbim beni bağışlasın) demişti. Sonra Pey­gamber Efendimiz emir vererek anılan kadının eli kesildi.]

Buharî´nin Hz. Âişe´den yaptığı bir rivâyetteyse şöyle denilmektedir: "Sonra o kadın tevbe edip evlendi." Kadın Hz. Âişe´nin yanma gelerek onun aracılığıyla ihtiyaçlarını Resûlullah´a arzederdi. Hırsızlık yapan kadmm adı Fâtıma bint-i Esved bin Abd´il-Esed idi. Bu olay Mekke´nin fethi gününde vukûbulmuştu.

"Sizden önce helak olanlar´´farı kasıt, Isrâiloğullandır. Çünkü İmam Buharı, bunu bir rivayetinde açıkça belirtmektedir: O demiş ki: "İsrâiloğul-ları içinde şerefli birisi hırsızlık yaptığında onun şerefini gözönünde bulun­durarak, iltimas yaparak onu cezalandirmayıp serbest bırakırlardı. İşte mü­nafıklık ve yağcılık yaptıkları, şer´î hadleri uygulamadıkları için Cenab-ı Al­lah onları helak etmiştir. Onlardan zayıf olan birisi; yani mal, şeref ve kendi­sini koruyacak soyu olmayan yoksul birisi hırsızlık yaptığında, ona gerekli hükmü tatbik ederlerdi.

"Allah´ayemin ederim kavliyle, Peygamber Efendimiz, sözünü kuv­vetlendirmek için yemin etmiştir. Çünkü sözün makamı, yemîn etmesini ge­rektiriyordu. Bu mutlak olarak değil de niyetle yapılan bir kasemdir. Bunu ancak kültürlü tabaka anlardı.

"Muhammed´in kızı Fâtıma bile hırsızlık yapsa, onun da elini keserim´ Peygamber Efendimizin kızı Fâtıma´yı, böyle bir fiili işlemekten Cenab-ı Al­lah korumuştur.

Delilü´l Fâlihîn adlı eserin müellifi demiş ki: Anılan hadîste, kadın ol­sun erkek olsun hırsızın elinin kesileceği hükmü sabittir. Yine bu hadîsten anlaşıldığına göre kişiye yemin etmesi istenmese bile eğer yemin etmekle iste­nilen hususu tazim edip ağırlama durumu söz konusu ise, yemin etmesi caiz ve müstehaptır. Nitekim bahis konusu hadîsde de böyle bir durum vardır. Bu hadîste hadler konusunda şefaatçi olmaktan insanlar menedilmektedirler. Had­di gerektiren meselenin imâma (Devlet başkanına) intikal etmesinden sonra ceza verilmemesi için şefaatte bulunmanın yasak olduğu hususunda icmâ var­dır. Ama meselenin imâma intikalinden önce şefaatte bulunmak, eğer hak­kında şefaat edilen kişi şerli değilse ve insanlara da eziyeti dokunmuyorsa âlimlerin çoğuna göre caizdir. Aksi takdirde hakkında şefaatçi olmak caiz değildir. Ama haddi gerektirmeyen günah ve isyanlar için anılan şartla şefaatte bulunmak mesele imâma intikal etmiş olsa bile caizdir. Çünkü bu gibi meseleler, ehemmiyet arzetmezler. Ayrıca anılan hadîste ilâhî hüküm ve had-lerde itibarlı kimselerle itibarsız kimseler eşit tutulmakta; kişinin aile ve aşi­reti nazar-ı itibâra alınmamaktadır. Dine muhalefette aşiret ve akrabaya önem verilmez. Nitekim bu hususu titizlikle uygulamamızı, mukaddes kitabında Cenab-ı Allah bizlere emretmiştir:

"Ey mü´minler! Hak üzere durup adaleti yerine getirmeye çalışan hâ­kimler ve Allah için doğru söyleyen şahitler olun. Velev ki şahitliğiniz, nefsi­nizin yahut ana ve babanızla yakın akrabalarınızın aleyhinde olsun. İster üze­rine şahitlik yapılan kimseler zengin veya fakir bulunsun. Çünkü Allah, iki­sine de (zengin ile fakire) sizden daha yakındır. Onun İçin siz, haktan yüz çevirip nefsin arzusuna uymayın. Eğer adalet üzere hüküm vermekten, şa­hitliğinizde doğru söylemekten dilinizi bükerseniz veya (büsbütün ondan) yüz çevirirseniz; şüphe yok ki Allah, yaptıklarınızdan haberdârdır.[17]

Hükümlerimizde âdil olmak, hadler ve diğer bütün hususlarda adaleti tatbik etmek, ayrıca bu gibi meselelerde hakkıyla ictihadda bulunup gereken gayreti sarfetmek hususunda fazlasıyla dikkat ve itinâ göstermemizi Cenâb-ı Allah bizlere emir buyurmuştur. Bu hadler zengin yahut yoksul veya yakın veyahut yabancı bir kimseye uygulanacak olsa bile bu hususlara riâyet etme­miz gerekir. Çünkü Cenâb-ı Allah, zengine de yoksula da bizden çok daha yakındır. Cenâb-ı Allah hevâ ve hevasâtımıza tabi olmaktan, hüküm verir­ken zulmetmekten, zengine hoş görünmek için nefsî bir amaçla adaletten sap­maktan veya yakınlarımıza iltimas etmek amacıyla adaleti yerine getirmemek­ten bizleri menetmiştir. Sonra Cenab-ı Allah dünyada helak ile, ahirette de elemli azap ile bizleri korkutmuştur. Yüce Allah buyurmuş ki: "Şüphe yok ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır. Hadleri yerine getirme ve diğer işleri yapma hususunda adaleti yerine getirmemek ve zulmetmekten dolayı Cenab-ı Allah mutlak surette sizleri cezalandıracaktır. Başkalarının hukukuna teca­vüz eden zâlim kimselere karşı bu, Cenab-ı Allah´ın apaçık bir tehdidir.

Üsâme´nin tavassutta bulunmak istediği zamanda müslümanlar islâmi-yetle henüz yeni müşerref olduklarından ötürü hâkimin yanında şefaatçi ol­manın yararlı olabileceğini; bu kadının ve ailesiyle kendisine mensup kimse­lerin el kesme cezası lekesinden kurtulabileceklerini zannetmişlerdi. Ama bu mesele Allah´ın Resûlü´nü fazlasıyla ilgilendirmiş ve hem onlar hem de bü­tün insanlık için islâmm hadleri uygulama hususunda şerefli kimselerle itibarsız kimseler arasında, zengin kimselerle yoksul kimseler arasında ayırım yapmadığını ispatlamak istemişti. Herkesin kanun önünde eşit olduğunu ispat­lamayı dilemişti.

Hepiniz Adem´densiniz. Adem ise topraktandır.[18]

"Biliniz ki, Allah katında en iyiniz, takvası en ziyade olanmızdır.[19]

Bu nedenle Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, Üsâme´nin tavassutta bulun­masından sonra ayağa kalkarak Allah´a hamd-ü senada bulunduktan sonra şu anlamlı dizelerden oluşan hutbeyi irâd etmişti. Bu hutbe ki adalet kuralla­rını koymuş, insaf sütunlarını dikmişti. Resûlullah (s.a.s.) gönüllerde şek ve şüphe bırakmayan bu yeminiyle kasemde bulunduktan sonra Allah´ın hudu­dunu uygulmaktan menedecek hiç bir engelin olmayacağını ortaya koymuş­tu. Hadde tabi tutulacak kimse insanların en üstünü, en şereflisi de olsa; Al­lah´a en yakın bir insan da olsa aynı hükme tabi tutulacaktır. Onlara, insan­ların içinde kendisine en çok sevimli olan kızını örnek vermişti. Muhammed ümmeti içinde en şerefli yaratık olan kadını örnek vermişti. Bu kadın, Hz. Fâtımetû´z-Zehrâ idi. Üsâme´nin, kendi huzurunda tavassutta bulunması anın­da yüzünün rengi değişmiş, Üsâme´nin kendisine bu mesele için hitapta bu­lunduğunu duyunca yüzünde çok şiddetli bir öfke eseri belirmişti. Üsâme, Allah´ın hadlerinden birinin tatbik edilmemesi için ona ricada bulunmuştu. Peygamber Efendimiz onu azarlayarak şöyle demişti:

"Ey Üsâme! Allah´ın hadlerinden bir had için mi şefaatte bulunuyor­sun?![20]

Üsâme, kendi kızı Fâtima´dan sonra Peygamber Efendimizin en çok sev­diği bir insandı. Abdullah bin Ömer (r.a.)´den rivayet edilmiştir ki; Resûlul­lah (s.a.y.) şöyle buyurdu: "Fatıma´dan, sonra insanlar arasında en çok sevdiğim kişi üsâme´dir. Başkası değil." Urve oğlu Hişam, babasından rivayetle Peygamber (s.a.s.)´in şöyle buyurduğunu rivayet eder:

"İnsanlar arasında en çok sevdiğim kişi, şüphesiz ki Üsâme´dir onun, insanların en sâlih kişisi olmasını ümid ederim. Ona hayır tavsiye edin.[21]

Üsâme´nin sevgisi Peygamber Efendimizin gönlünde o kadar yer yapmıştı ki, Üsâme´nin mertebesi O´nun nazarında o kadar yücelmişti ki, hacda are-feden (minâya) dönüşü sırf onun hatırı için ertelemişti. Urve oğlu Hişâm, babasından rivayetle der ki Peygamber (s.a.s.), sırf Üsâme bin Zeyd´in hatırı için arefeden dönüşü geciktirmiş ve Üsâme´yi beklemişti. Nihayet siyahî ve Şahin burunlu bir genç geldi. Yemenliler dediler ki: "İşte biz, sırf bu genç için bekletildik." Hişam der ki, işte bu nedenle Yemenliler irtidad ettiler. Ye-zîd bin Harun da der ki: "Yemenlilerin irtidad etmeleri, Hz. Ebûbekir zama­nında olmuştur." Hz. Ömer ve diğer sahabiler, Üsâme´nin Peygamber Efen­dimiz nezdindeki makamını ve mertebesini bilirlerdi. Hz. Ömer, sahabîlere maaş bağlarken Üsâme için beşbin dirhem, kendi oğlu için ikibin dirhem takdir etmişti. Oğlu bunun üzerine "Üsâme benden üstün oldu. Oysa ki onun şa-hid olmadığı olaylara ben şahid oldum; katılmadığı savaşlara ben katıldım" demişti. Hz. Ömer de ona şu karşılığı verdi: "Üsâme, Resulûllah´a kendi ai­lesinden, hatta senin babandan bile çok daha sevimli ve mahbûb idi." Üsâ­me, Peygamber Efendimizin gönlünde böyle yüksek bir makama sahip oldu­ğu, onun kalbinde taht kurmuş olduğu halde Peygamber Efendimiz onun şe­faat ve tavassutunu kabul etmeyip reddetmiş, hatta kendisine öfkelenmiş; öf­kesinin eseri de yüzünde belirmişti. Öyle ki ancak Allah´ın haramları çiğnen­diği zamanlarda o kadar öfkelenirdi. Hatta Üsâme, bu şefaat nedeniyle bü­yük bir günah işlediğini ve dolayısıyla Cenab-ı Allah´ın, kendisini cezalandı­racağını zannetmişti. Cenab-ı Allah´ın merhamet edip kendisini bağışlayaca­ğını umarak, işlediği günahtan ötürü kendisi lehinde istiğfarda bulunması için Resüluîlah´a yalvarıp yakarmıştı. Nitekim ikinci rivayette bundan söz edil­mektedir.

Hadîs-i Şerifte vârid olan bütün bu delil ve burhanlar, Peygamber (s.a.s.) Efendimizin, Yüce Allah´ın hükümlerini uygulama hususunda ne kadar titiz olduğunu; halk arasındaki makam ve mevkîi ne olursa olsun, hakeden kim­selere hadleri tatbik etmede ne derece hırslı olduğunu açıkça ispatlamakta­dırlar. Eşraftan olana da olmayana da, itibarlıya da zayıfa da hiç bir ayırım yapmaksızın Allah´ın hadlerini uygulamaktan Peygamberi menedecek hiç bir güç bulunamazdı. Zîra hadleri tatbik etmekte; toplumu bozulmaktan, üm­meti yıkılıp helak olmaktan himaye edici hususlar vardır. Bu sayede toplu­mun varlığı, izzeti ve saadeti devam eder. Cemiyetin en görülmez yerlerinde huzur, nizam ve güvenliğin; bireyler arasında adaletin yerleşmesi için yegâne sebep de budur.

Bu hadîsten alınan mâna şudur ki kişilerin hadler konusunda şefaat ve tavasutta bulunmaları yasaklanmıştır. İmam Buhafî, suçun devlet başkanına veya yetkiliye intikal etmesi durumunda had için şefaatte bulunmanın mek­ruh olduğunu bir bab halinde düzenlemiştir. Bu hadîsin diğer rivayetleri de bu hususu teyid etmektedir. Peygamber Efendimiz, Üsâme´ye, kendisinin yanına gelip şefaatte bulunduğu esnada şöyle demişti:

"Hadlerde şefaatçi olma! Çünkü hadlerle ilgili suçlar bana intikal etti­ğinde artık sahibi cezasız bırakılamaz.[22]

Ebu Dâvud, Amr bin Şuayb´ın kendi babasından, babasının da dede­sinden merfu´ olarak rivayet ettiği bir hadîste Peygamber efendimiz şöyle bu­yurmuştur: Ebû Dâvud, Amr bin Şuayb´in kendi babasından, babasının da dedesinden merfu´ olarak rivayet ettiği bir hadîste Peygamber Efendimiz.

"Kendi aranızda, hadler hususunda birbirinizi affedin. Bana intikal eden haddi tatbik etmek vacib olur."

[23]Hâkim ve Ebu Dâvud bu hadîsin sahih olduğunu söyledikleri bir rivayette lbn Ömer (r.a.) şöyle der: İşittim ki Peygamber (s.a.s.) şöyle buyuruyor:

"Allah´ın hadlerinden bir haddi engellemek için şefaatte bulunan kimse, Allah´a, verdiği emir hususunda karşı çıkmış olur.[24]

Tâberânî, Urve bin Zübeyr´den rivayetle der ki: "Zübeyr, bir hırsıza rast­ladı. Onun için şefaatte bulundu." Denilmiştir ki, haddi gerektiren suç imâ­ma (devlet başkanına) intikal etmezden önce şefaatte bulunulabilir. Tâberâ­nî demiş ki: "Mesele imama intikal ettikten sonra artık Cenab-ı Allah, şefa­at edene de, şefaati kabul edene de lanet eder." İmamın haddi affetmesi caiz olmaz. Mesele hâkime intikal ettiğinde, artık şefaatte bulunmak da caiz ol­maz. Bunu lbn Cârûd ile Hâkim´in sahih olarak kabul ettikleri, İmam Ah-med ve diğer dört ravînin Safvan bin Ümeyye´den naklettikleri rivayet de te-yid etmektedir. Bu rivayete göre Peygamber (s.a.s.) bir aba çalan kimsenin elinin kesilmesini emrettiğinde kendisinin huzuruna gelerek şefaatte bulunan kimseye söyle demişti:

"Mesele bana aktarılmadan önce bu şefaatte bulunulsaydı ya!"[25]

Hadle veya terkedümesi caiz olmayan bir hususla ilgili olmadıkça yöne­ticilere gidip güzel şefaatte bulunmak sünnettir. Ama yetim bakıcısına veya vakıf nâzın olan kimseye, kendi yönetimi altındaki bazı haklan gözardı edip

terketmeleri için şefaatte bulunmaya gelince; bu, şer´an haram kılınmış bir şefaattir.

Şâfiîler dediler ki:  Meselenin hâkime intikal etmesinden önce güzel şefâtte bulunmak caizdir. Zîra Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur:

"Kim güzel bir yardımda (şefaatte) bulunursa, ona o yardımdan bir his­se (sevap) vardır.[26]

Buharı ve Müslim´in sahihlerinde Ebû Musa´dan nakledilen rivayete göre Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, kendisine ihtiyaç sahibi bir kimse geldiğinde meclisinde oturanlara yönelerek şöyle buyururdu:

"Şefaatte (yardımda) bulunun ki sevap kazanasınız. Cenab-ı Allah, kendi peygamberinin lisanı üzerine dilediği şekilde hükmeder.[27]


Konu Başlığı: Ynt: Kıtabu´l-Hudud
Gönderen: Damla üzerinde 20 Ekim 2014, 19:25:37
Hazreti Aişe'nin sözü çok garip.Ama tabi ki bir sebebi var.Ben ne olursa olsun Hazreti Aişe'nin yerinde olsam böyle bir şey söylemem.Değişik bir konu ve sözler.Ama güzelmiş.
Sağ olun paylaşım için teşekkürler.