๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Dört Mezheb Fıkhı => Konuyu başlatan: Eflaki üzerinde 24 Ocak 2010, 22:35:34



Konu Başlığı: Kendisinden Afvolunan Necaset Bahsi
Gönderen: Eflaki üzerinde 24 Ocak 2010, 22:35:34



Namaz kılanın bedeninde, elbisesinde ve namaz kılacağı yerdeki necâseti gidermek vâcibtir.


Malikiler dediler ki: Necasetin giderilmesine ilişkin iki meşhur ka­vil (söz) vardır:

a-  Necaseti gidermek, namazın sahîh olabilmesi için şart olduğundan vâcibtir.

b-  Necaseti gidermek sünnettir. Sünnet veya vâcib olmasının şartı; na­maz kılanın kendisinde necaset olduğunu hatırlaması ve onu gidermeye muk­tedir olmasıdır. Adamın biri, üzerinde veya kıldığı yerde necaset bulunması­na rağmen namaz kılmış, bu necaseti önceden gidermeyi unutmuş veya gi­dermekten âciz kalmışsa namazı her iki kavle göre de sahîh olur. Ancak kıl­dığı namaz öğle veya ikindi ise güneş guruba gelip sararıncaya kadar yeni­den kılması; akşam veya yatsı ise şafak vaktine kadar yeniden kılması, sa­bah namazı ise gün doğuşuna kadar yeniden kılması mendup olur. Ama üze­rinde veya kıldığı yerde necaset olduğunu bilip de kasıtlı olarak kılarsa veya haberi yoksa birinci kavle göre namazı bâtıl, ikinci kavle göre ise sahihtir. Birinci kavle göre namazı bâtıl olduğu için aynı vakitte veya başka bir za­manda mutlaka yeniden kılması gerekir. İkinci kavle göre de yeniden kılma­sı menduptur.


Ancak zorluklar ve imkânsızlıklar göz önüne alınarak kendisinden afvolunan necasetler bu hükümden müstesnadır. Bu hususta yüce Allah şöyle buyurur:

“(Allah) din işinde üzerinize bir zorluk da yüklemedi.”[27]Kendisinden afvolunan necasetler hakkında mezheblerin tafsilâtlı gö­rüşleri aşağıya çıkarılmıştır.

Mâlikîler:  Kendisinden afvolunan necasetleri şu şekilde sıralamışlardır:

a-  Emzikli kadının bedenine veya elbisesine, emzirmekte olduğu ço­cuğun (bu çocuk kendisine ait olmasa bile) bulaşan idrar ve dışkısı. Tabiî emziren kadın, çocuğun pislemesi hâlinde mümkün mertebe kendisine bu­laşmamasına gayret edip kaçınacaktır. Böyle kadınların, kendileri için bir namaz elbisesi hazırlamaları da menduptur.

b-  Mayasılın (hemorroid) ıslaklığının kişinin bedenine veya elbisesine günde bir kez dahi olsa her gün bulaşması. Bu ıslaklık ele bulaşırsa eli yıka­mak gerekir. Fakat bu hastalığa müptelâ olan kişi elini her gün iki defadan fazla mak´adına değdirip mayasılı geri döndürüyorsa elini yıkamaktan afvolunur. Elbise ve bedene günde bir defadan fazla isabet ederse..., dendi. El için ise günde iki defadan fazla isabet ederse..., dendi. Bunun sebebi şudur:

Birçok defa olmadıkça eli yıkamak zor değildir. Ama beden ve elbiseyi yı­kamak zordur.

c-  İdrar, dışkı, mezî ve vedî gibi sıvılar her gün bir kere de olsa kendi­liklerinden sızıntı yapsa ve bu sızıntılar elbise ve bedene bulaşsa yıkanması gerekmez. Bir yere bulaşır da bu yerden başka tarafa geçmek mümkün ol­mazsa, orasının yıkanması da gerekmez. Ancak bu haldeki kimsenin kendi­si için bir namaz elbisesi bulundurması menduptur.

d-  Kasabın, banyo sularını çeken kimsenin, yaralan tedavi eden dok­torun elbisesine isabet eden şeyler. Ancak bu gibi kimselerin kendileri için namaz elbisesi bulundurmaları menduptur.

e-  Namaz kılanın elbisesine, bedenine veya namaz kıldığı yere gerek kendisinin, gerek insan olsun hayvan olsun (bu hayvan domuz olsa da) baş­kalarının bulaşan kanı. Ancak bu kan lekesinin genişliğinin, katırın ön aya­ğındaki siyah benden daha büyük olmaması gerekir. Gram olarak ağırlık önemli değildir. Bu hususta irin ve cerahat da kan hükmündedir.

f-  Kişinin ahıra bağlamakta olduğu, yemini verdiği veya otlatmakta olduğu at ve katırın kendi bedenine, elbisesine veya namaz kılmakta olduğu yere bulaşan idrar veya dışkısı. Bunlardan korunmak zor olduğu için afvolunan necasetler grubundandırlar.

g-  Pisliğe düşüp ondan bir şey kaldırıp da ayağına veya ağzına pislik bulaşan kara sinek, sivrisinek veya küçük karıncadan insana, ya da elbisesi­ne bulaşan izler. Bunlardan sakınmak da zordur. Bu nitelikteki büyük karıncaların bıraktıkları izlerse afvolunan necasetten sayılmaz. Çünkü bu, en­der görülür.

h- Hacamat vurulan yerde, bezle silindikten sonra kalan kan kalıntı­sı. İyileşip yıkanmasına kadar bu kan kalıntısı afvolunan necasetlerden sa­yılır.

i-  Kişinin elbisesine veya ayağına bulaşan yağmurun çamuru veya ne­casetle karışık yağmur suyu. Bunlar yollarda bulundukları sürece, yağmur kesildikten sonra bile olsa bu hükme tabidirler. Ancak bunlar için üç şartın bulunması gereklidir:

1.  Muhakkak surette veya zannî surette olsa bile çamura veya suya karışan necaset yandan fazla olmamalıdır.

2. Çamura veya suya karışmaksızın necasetin direkt olarak insana bu­laşmaması gereklidir.

3. Kişinin bu çamura veya suya bulaşmada bir kastı ve katkısı olma­malıdır. Örneğin temiz yol varken kişinin bu çamurlu yollardan geçmemesi gerekir. Yollara serpilen su ve su birikintisi bulunan yerlerdeki arta kalan sular da yağmur çamuru hükmündedir.

j-  Birden fazla olan çıbanlardan akan irin. Bu irin ister kendiliğinden, isterse gereksiz yere sıkılmakla aksın. Ama çıbanların çokluğu, sıkılmalarına ihtiyaç olduğu sanısını doğurmaktadır. Akan irinler katır beninden fazla olsa bile afvolunan necasetlerden sayılırlar. Fakat çıban bir tane olur da bun­daki irin kendiliğinden akarsa veya ihtiyaç duyulduğu için sıkılarak akıtılırsa yine sorun yoktur. Ama ihtiyaç duyulmaksızın sıkılmakla akarsa katır beni kadar olanı afvolunur, geri kalan fazlalık ise afvolunmaz.

k-  Çok olsa bile pirelerin pisliği. Eğer pire akan kanla besleniyorsa, pisliği necis, ama afvolunan bir necistir. Kanına gelince, diğerlerinin kanı gibi olup katır beninden fazlası muaf değildir.

ı- Uyumakta olan bir kimsenin midesinden çıkıp gelen su. Bu su sarı ve pis kokuyorsa necistir. Eğer devamlı olarak akıyorsa muaftır.

m-  Üç tane veya daha az sayıdaki bit ölüsü insan üzerinde veya elbi­sesinde bulunursa muaftır.

n-  Kişinin ön veya arkasından gelen necaseti taş veya benzeri şeylerle temizleyip gidermesinin sonra geriye kalan pislik izi. Bu iz fazla yayılmadıkça suyla yıkanması gerekmez. Eğer fazla yayılırsa suyla yıkanması vâcib olur. Kadının önündeki necaseti temizlemede su kullanmasının gerekli olu­şu gibi... Bunun geniş açıklaması istinca bahsinde gelecektir.

Hanefiler dediler ki:  Necaset, muğallaza ve muhaffefe olmak üze­re iki kısma ayrılır. İmam Âzam´a göre necâset-i muğallaza, hakkında baş­ka bir nassla muâraza olmaksızın nass bulunan bir necasettir. Muhaffefe ise, hakkında başka bir nassla muâraza olmakla birlikte ayrı bir nass bulunan necasettir. Eti yenen hayvanların idrarı gibi! Bu husustaki muârazalı nasslar şu hadîs-i şeriflerdir:

“Sidikten uzak kaçın.”[28]

Urenîlerin hadîsine gelince bu da eti yenen hayvanların sidiğinin temiz­liğini ispatlar. Bu hususta iki delil çatışınca, eti yenen hayvanların sidiği necâset-i muhaffefe olmuştur. Gelelim Urenîlerin hadîsine:

“Ureyne oymağından bir kısım insanlar Medîne-i Münevvere´ye geldi­ler. Oranın havası kendilerine yaramadı. Renkleri sarardı. Karınları şiş­ti.

Rasülullah (s.a.s.) onlara, sadaka için toplanmış olan develere gidip süt­lerini ve idrarlarını içmelerini emretti. Onlar da gidip içtiler. Ve bu, onlar için bir şifâ sebebi oldu.” [29]

Necâset-i muğallazada şu hususlar afva uğrar:

a-  Dirhem miktarı kadar olan necâset-i muğallaza.

b-  Tartılabilen yoğun necasetlerden yirmi kırat kadar olanı.

c-  İnce necasetlerden de el ayası kadar olanı.

Bunu üzerinde taşıyanın namazı sahîh fakat tenzihen mekruh olur. Tahrimen mekruh olması söz konusu değildir. Zîrâ bu miktar necasetin muaf sayılması, günâh durumunun ortadan kalkmasını gerekli kılar. Evet, dirhem miktarı necaseti gidermek, daha az miktarda olanı gidermekten daha kuv­vetlidir. Hanefîlerin meşhur kavline göre tahrimen mekruhtur.

d-  Zaruret hâli bulunan yerlerde kediyle farenin sidik ve pislikleri. Farenin pisliği fazla olup da eseri görülecek kadar olmamak şartıyla buğday içine düşerse muaf sayılır. Farenin sidiği kuyuya damlarsa zaruret dolayısıy­la muaf sayılır. Ama gerek pisliği, gerekse sidiği elbiseye veya kaba bulaşır­sa muaf sayılmaz. Çünkü bundan sakınmak mümkündür. Kedinin sidiği el­biseye bulaşırsa zaruret çıkması dolayısıyla muaf sayılır. Elbiseden başka şeye kedinin sidiği veya dışkısı bulaşırsa sakınılması mümkün olduğu gerekçesiy­le muaf sayılmaz.

e- Necis olan bir şeyin buhar ve tozu. Yerdeki dışkılara rüzgâr vurup elbiseye izini bulaştırırsa dışkının kokusu gelse bile yine zararı yoktur. Yine böylece rüzgâr esmesiyle zıbil tozu savurulup insanın elbisesine bulaşırsa za­rar vermez.

f- İğne ucu kadar görülmeyecek derecede ince olan sidik serpintisi. Bunlar elbiseyi ve bedeni kaplayacak kadar çok olsalar bile zaruret nedeniy­le yok gibi sayılırlar. Kasabın elbisesine bulaşan kan damlacıkları da zaruret dolayısıyla sırf kasap için muaf sayılır. Eğer bu sidik serpintileri bir elbiseye bulaşır da sonra bu elbise az bir suyun içine atılırsa o su necis olur. Çünkü burada bir zaruret söz konusu değildir.

g- Bir pisliğe konup da pislikten kendisine bir şeyler bulaşan bir kara sinek, namaz kılan bir şahsın elbisesine konar ve onda pislikten bir iz bıra­kırsa yine muaf sayılır.

h- Caddelerdeki çamurlar, karışımlarındaki necaset aynen görülme­dikçe yandan çok olsa bile muaf sayılır. Necâset-i muhaffefe, elbisenin veya bedenin tümünün dörtte birini geçmedikçe muaf sayılır. Necasetin hafifliği ancak sıvı olmayanlarda açığa çıkar. Çünkü bir sıvıya herhangi bir necaset bulaştığında o sıvı da necis olur. Bu hususta muğallaza olanla muhaffefe olan arasındaki herhangi bir fark yoktur. Bunda ağırlığa ve alana da itibar edil­mez.

Deve ve koyun pisliği fahiş miktarda çok olmadıkça bir kaba veya ku­yuya düşer de dağılıp rengini yaymazsa muaf sayılır. Buradaki azlık veya çokluğun takdir edilmesi, bunu gören kimsenin görüşüne bırakılmıştır. Eşe­ğin tersi ile sığırın ve filin pisliklerine gelince, zaruret veya iptilâ halinde bunlar muaf sayılırlar. Bunların kurusu da yaşı da aynı hükme tâbidir.

Şafiiler dediler ki: Necasetten bazıları afvolunur. Ki bunları şöylece sıralamak mümkündür:

Normal gözün göremediği necaset, muğallaza da olsa muaftır. Ateşte yakılan bir necasetin kendisinden ayrılan az miktardaki dumanı muaf sayı­lır. Ateşsiz olarak bir necasetin kendiliğinden yükselen buharı böyle olma­yıp tamamen temizdir. Taşla temizlenen bir kişinin mak´adında kalan pislik izi. Bu kalıntı ve iz, sahibine nisbetle muaf sayılır. Başkaları için değil... Söz­gelimi böyle birisi, az bir suyun içine oturursa ve temizlenme mahalli de su­ya değerse o su necis olur.

Necis olduğu muhakkak bir şeylerle karışan sokak çamurları. Eğer bu çamurun necis olduğu sanılır veya bu hususta şüpheye düşülürse temiz sayı­lır. Bu çamurların muaf sayılmaları için aşağıdaki şu dört şartın tahakkuk etmesi gerekir:

1- Necasetin bizatihi kendisi zahir olmamalıdır.

2-  Yolda yürümekte olanın bu pisliklerden sakınması, yani elbisesi­nin eteğini sarkıtmaması; su taşıyanların kaplarından sıçrayan serpintilere kendisini yaklaştırmaması gerekir.

3- Yoldaki pisliklerin kendisine, yürürken veya bir şeye binmişken bu­laşmış olması gerekir. Eğer kendisi bu pisliğin içine düşer de elbisesi kirle­nirse muaf sayılmaz. Ve bu durumlar ender vukû bulduğu için sakınmak da mümkündür.

4-  Bu necaset sadece elbiseye veya bedene bulaşırsa muaf sayılır. Necis bir küle gömülen ve bu vasıftaki kızgın bir külün üzerinde ısıtılan ekmeğe bu pislikten bir şey bulaşırsa, her ne kadar ayıklanması kolay olsa da muaf sayılır. Bu çeşit pislikten bir şey sütün içine düşer de eseri belli olur­sa veya bu bir elbiseye bulaşırsa muaf sayılır. Peynir ve meyvelerdeki kurt ölüsü her ne kadar necis ise de bu nesnelerin içinde ölü olarak bulunursa muaf sayılır. İnfehalar da muaf necasetten sayılırlar. (Bunlar, süt oğlakları­nın veya danalarının midelerinden çıkan sıvılardır. Ki bunlar peynirin maya tutmasına elverişlidirler.) İlâçları ve esansları kullanılır hâle getirmeyen ne­cis sıvılar da muaf sayılır. Tabîî fazla olmamak ve yeteri kadar kullanmak şartıyla... Bu da infeha denen sıvıya kıyâsla muaf sayılmıştır. Harcı necis kül ile yoğurulup yapılan duvarların üzerine serilen elbiseler, ıslak olmaları dolayısıyla bu pis küle bulaşırlarsa muaf sayılır. Zira bundan sakınmak da zordur. Ölü bit yumurtaları, çok da olsa karasineğin pisliği muaf necasetler­den sayılmıştır. Evde, sergilerin üzerine ve yere düşen kuş pisliklerinin de muaflığı için üç şartın tahakkuku gerekir:

1- Kasıtlı olarak bunlara basıp geçmemek gerekir.

2-  Zaruret olmadığı takdirde iki yanından birinin yaş olmaması gere­kir. Meselâ zorunlu olarak geçilmesi gereken yoldaki bu tür pislikler rutûbetli de olsa ve buradan geçmek kasıtlı da olsa yine afvolunur.

3-  Bu çeşit necasetten sakınmanın meşakkatli olması gereklidir.

Üstü açılan bir mezarlığın az miktardaki toprağı da afvolunan necaset­lerdendir. Köpek, domuz, bunların kendi aralarında veya başka cinsten hay­vanlarla çiftleşmelerinden doğan yavruları müstesna, diğer hayvanların az miktardaki necis tüyleri de muaf sayılır. Köpekle domuzun necis tüyü az mik­tarda olsa bile muaf değildir. Çok da olsa yine muaf sayılmaz. Ancak binici ve kırkıcı olanların sakınmaları zor olduğu gerekçesiyle onlar muaf sayılmış­lardır. Sudaki balığın pisliği; eğer balık suya sırf iş olsun diye konulmamışsa ve pisliği de o suyu değiştirmemişse muaftır.

Etin ve kemiğin üzerinde kalan kan. Eğer bunlar yıkanmaksızın tence­reye konulmuş olurlar ve çorba (veya diğer yemekler) de değişik olup nor­malden ayrı olsa bile yine afvolunur. Ama et veya kemik tencereye konul­madan yıkanacak olursa üzerine dökülen su yere damlarken sâf ve temiz olun­caya kadar yıkanmasına devam edilir. Su berrak olursa et veya kemik te­mizlenmiş demektir. Aksi halde necistir ve muaf sayılmaz. Temizlendikten sonra üzerinde az miktarda kan kırmızılığı kalırsa, bunu kökten silmek müm­kün olmadığından muaf sayılır. Normal bir yıkamadan sonra geriye kalan kırmızılık muaf sayılır. Uyumakta olan bir şahsın ağzından gelen ve midesinden kaynaklandığı muhakkak olan san renkli ve pis kokulu salya. Eğer bu şahıstaki söz konusu salya, her zaman görülen bir şeyse fazla miktarda aksa bile muaf sayılır. Ama midesinden kaynaklandığı şüpheli ise temiz sa­yılır. Deve ve benzeri hayvanların geviş getirme esnasında çıkardıkları sal­yaları, kendilerine yem veren, ahıra bağlayan veya otlatan kimselere bula­şırsa muaf sayılır. Harman üzerindeki tahıla bulaşan hayvan sidiği ve dışkısı da muaf sayılmaktadır. İstinca için su alınan banyo havuzlarına düşen fare pisliği de bunlardandır. Ancak bu pislik az olup içine düştüğü suyun vasıfla­rından birini değiştirmemelidir. Tedavi maksadıyla vücutta ateşle yakılıp açı­lan yere konulan nohut tanesi de, necasete bulaşmış olan organın üzerine konulursa muaf sayılır. Süt sağılırken hayvanın pisliği veya memesinin üze­rindeki bir necaset sütün içine düşerse muaf sayılır. Hayvan pisliğiyle karı­şık bir çamurdan yapılma arı kovanlarındaki pisliklerden bala bulaşma olursa yine afvolunur. Süt emmekte olan çocuğun ağzındaki pisliğin memeye bu­laşması veya onu ağzından öpen birinin ağzına ıslaklıkla beraber bulaşması da muaf sayılır.

Karınca, arı, balarısı ve benzeri akacak kanı bulunmayan hayvanların içine düşüp ölmekle necis kıldıkları sıvı şeyler de bunlardandır. Eğer bu say­dıklarımız başka bir hayvan tarafından değil de sadece rüzgârın etkisiyle bu sıvının içine düşmüş ve evsâfını değiştirmemişlerse, bu sıvılar içilebilirler.

Dövme yaptırırken çıkan kan üzerine çivit döküldükten sonra bu kan mavi veya yeşil renge bürünür. Evet, vücûda iğne batırarak kan çıkarıp sonra da bu kanın üzerine çivit dökmekle elde edilen mavi veya yeşil renkteki nakışlı izler de şu şartlarla afvolunurlar:

1- Bu iş, başkasının vararına olmayan şahsî bir ihtiyaç için yapılmış­sa,

2-  Bu işi yapan kişi mükellef değil ise,

3- Mükelleflik çağında yapmış fakat bu izleri gidermesi, teyemmümü mübâh kılacak derecede bir zararın (el veya yüzde yaralanmaların) meyda­na gelmesine sebep olacaksa muaf necasetlerden sayılır.

Aşağıdaki şu şartları hâiz olan kan da afvolunan necasetlerden sayıl­mıştır. Şöyle ki:

a-  Normal gözün göremeyeceği kadar az olan kan. Bu, köpek ve do­muz gibi muğallez necasetten olan hayvanların kanı olsa bile...

b-  Normal gözün, görebileceği miktardaki kan: Bu kan eğer köpek, domuz ve benzeri hayranların kanı ise mutlak surette afvolunmaz.

Kişinin kendi vücûdunun değil de başkalarının kanına gelince, bu kan az miktarda olur da kişi bizzat kendi kendini buna bulaştırmamışsa muaf sayılır. Zaruret olmaksızın üzerinde kan bulunan kişiye de yanaşmaması gerekir.

Akıcı kanı olmayan pire ve benzeri hayvanların kanma gelince bunların çok miktardaki kanlan da şu üç şartla muaf tutulur:

1-  Çok miktardaki pire kanı, kişinin kendi fiiliyle veya başkası tara­fından üzerine bulaşmamış olması gerekir. Mükellef olmayan kişi de, kendi isteğiyle bunu bulaştırmamış olmalıdır. Bu durumda kanın çoğu değil de sa­dece az miktarı muaf sayılır.

2-  Sakınılması güç olmayan ve üzerinde pire kanı bulunan bir şahsa yaklaşmamalıdır. Bunun tersini yapacak olursa pire kanının çoğundan değil de sadece azından muaf tutulur.

3-  Bu kan güzelleşmek için bile olsa, üzerindeki giymeye ihtiyaç duy­duğu bir elbiseye isabet etmiş olmalıdır.

Kişinin kendi vücûdunun burun, kulak ve göz gibi tabiî geçit yerlerin­den akan kanına gelince mûtemed olan görüş şudur: Tabiî geçit yerlerinden akmasa bile az miktardaki kan muaf sayılmaktadır. Meselâ çıbanlardan, si­vilcelerden ve neşter vurulan yerlerden akan kanlar gibi. Kişinin fazla mik­tarda akan kanının muaf sayılabilmesi için de üç şart gereklidir:

1-  Bu kan, kişinin vücudundaki çıbanı sıkması gibi kendi fiiliyle çık­mamış olacak. Bunun aksini yaparsa sadece az miktardaki kanından muaf tutulur. Ama neşter vurup kan aldırma ve hacamat (kupa) vurdurma gibi hallerde kendi fiiliyle de aksa çok miktardaki kanından da muaf tutulur.

2- Kan, çıktığı mahalli aşmayacak. Mahallinden maksat, sadece ya­ranın veya çıbanın bulunduğu mahal değildir. Meselâ eldeki bir yaranın ma­halli, dirseğe kadardır.

3-  Zaruret olmadıkça kişinin, üzerinde kan bulunan şahsa veya şeye yanaşmaması gerekir. Muaflığın geçerliliği, kişinin sadece kendi şahsı için­dir. Sözgelimi, üzerinde kan bulunan bir şeyi tutması veya başkası tarafın­dan böyle bir şeyin üzerine yüklenmesi afvolunmaz.

Kanın azlık veya çokluğunun ölçüsü, örfün takdirine göredir. Az veya çok olduğu hususunda şüpheye düşülürse aslolan muaflıktır.

Hanbeliler dediler ki: Muaf sayılan necasetler şunlardır:

Az miktardaki kan, irin ve cerahat. Azlığı, insan baktığında kendi ken­dine: “Bu azdır” dediği bir miktar olarak tanımlanmıştır. Az miktardaki necaset, yiyecek ve sıvılardan başkasına bulaşacak olursa muaf sayılır. Bun­lara bulaşırsa muaf sayılmaz. Şayet yiyecek ve sıvıya bulaşan bu pislik, canlı iken temiz olan bir hayvanın ön ve arkasından başka bir yerinden çıkmışsa yine muaftır. Kan, irin ve cerahatten biri, elbisesinin birkaç yerine bulaşmış ise bakılır: Eğer pislik bulaşan bu yerler bir araya getirilip üst üste konuldu­ğunda, tamamı az ise muaf olur. Aksi halde, hayır! Kişinin üzerindeki iki veya daha fazla elbise bir araya getirilerek bunlardaki pislikler üst üste he­saplanmaz. Her giyecek tek başına değerlendirilir.

Yeteri kadar istinca yapılıp mak´ad temizlendikten sonra geride kalan az miktardaki kalıntı da muaf sayılır. Küçük abdest yapılıp iyice temizlen­dikten sonra gelen idrar sızıntısı da muaftır. Çünkü bundan sakınmak zor­dur.

Vasfı açıkça belli olmayan pisliğin dumanı ve tozu da bu gurupta mütâ­lâa edilir. Afvolunan bir necasetle kirlenen az miktardaki su da böyledir. İnsanın gözüne bulaşıp da yıkanması zarar veren necaset muaftır. İçine necaset bulaşmakla necisliği kesinleşen az miktardaki sokak çamuru da muaf sayılır.[30]


Necasetin Kendisiyle Giderildiği Şey Ve Ne Şekilde Giderileceği


Necaset bazı şeylerle giderilir. Ki bunları şu şekilde sıralayabiliriz: Temizleyici su: Temiz su, bu iş için yeterli değildir.


Hanefiler dediler ki: Temizleyici olmayan temiz su, necaseti gider­me hususunda temizleyici su gibidir. Sirke ve gül suyu gibi sıkıldığında temiz sular da temizleyici su gibidirler. Bunların üçü, galiz de olsa, görünse de, görünmese de bütün necasetleri (bu necasetler kişinin bedeninde, elbisesin­de veya namaz kılacağı yerde olsa bile) temizlerler.


Bundan son­ra gelecek olan “Suların kısımları” mevzuunda temiz su ile temizleyici su­yun açıklaması yapılacaktır. Necasetin bulunduğu yerin nasıl temizleneceği hususunda mezheblerin muhtelif görüşleri vardır.


Hanefiler dediler ki: Necâsetli elbise, bir defa bile yıkanmakla üze­rinde görünen necaset giderilirse temiz olur. Tabiî, bu yıkama eğer akar bir suda veya üzerine su dökmekle oluyorsa. Fakat bu elbiseler kapta yıkanı­yorsa üç defa yıkanması ve her yıkanışta da sıkılması gerekir. Eğer bu elbise necis bir boya ile boyanarak necis olmuş ise onu temizlemek için üzerine su dökmek ve su berrak bir şekilde ondan akıncaya kadar yıkamaya devam et­mek gerekir. Üzerine dökülen su, saf olarak ondan damladığında boyanın rengi üzerinde kalmış olsa bile elbise temizlenmiş olur. Renk ve koku gibi eserler necasetin yerinde kalmış olsa, bunları gidermek zor olduğundan muaf sayılırlar. Buradaki zorluğun ölçüsü, giderilmesi için sudan başka sabun ve benzeri maddelere ihtiyaç duyulmasıdır.

Necis bir kına ile boyanmak da böyledir. Adamın biri necis bir kınayı vücûduna yakarsa, bunu temizlemek için üzerine su döker ve döktüğü su ber­rak bir şekilde akıncaya kadar bu işleme devam ederse temizlenmiş olur. Dövme yapmanın hükmü de böyledir. Dövme için, sözgelimi ele ya da dudağa iğne batırılıp kan çıkarılır. Sonra da bu kanın üzerine çivit dökülür, bundan sonra yara iyileşince meydana gelen nakışlı ve renkli iz necis olur. Ki bunun izini su ile gidermek mümkün değildir.

Bunu temizlemek, üzerine su döküp, dökülen suyun ondan sâf ve temiz olarak ayrılmasıyla tamamlanmış kabul edilir. Necis yağların eseri de zarar vermez. Ölü hayvanın iç yağı böyle değildir. O bizzat necistir. Görülmeyen necasete gelince onu yıkayan, yıkandığı yerin temiz olmasını zannetmesi ha­linde sayısı şart olmaksızın temiz olur. Vesveseli kimselerin üç defa yıkama­sı ve eğer yıkadığı şey elbise ise her yıkadığında da sıkması; yıkadığı bir yer ise her yıkadığında temiz bir bez ile kurulaması takdir olunmuştur. Bol su dökerek üzerindeki necasetten iz kalmazsa yine temiz olur. Necis yer, kuru­makla da temiz olur. Ayrıca temizlemek için su ile yıkamaya gerek yoktur.

Vücûdun üzerinde bulunan görünür necaset, salt gidermekle temizlen­miş olur. Görünür olmayanlarda ise galip zanna göre hareket edilir.

Necaset bulaşmış kaplara gelince bunlar pişirilmiş topraktan, tahtadan, demir ve benzeri madenlerden yapılmış olurlar. Ki bunları temizlemek de dört şekilde olur:

a- Yakmak,

b- Yontmak,

c- Silmek,

d- Yıkamak.

Kap, eğer pişirilmiş topraktan veya taştan yapılmış ve aynı zamanda yeni ise ye necaset de bütün kısımlarına sirayet etmiş ise, ateşte yakılarak temiz­lenir. Eğer eski ise yukarıda geçtiği şekilde yıkayarak temizlenir. Eğer tahta­dan yapılmış ve yeni ise, yontarak temizlenir. Eski ise yıkayarak temizlenir.

Eğer demir, bakır, kurşun veya camdan yapılmışsa ve ayrıca cilâlı ise silerek temizlenir. Cilâlı değilse yıkayarak temizlenir.

Yağ, zeytinyağı gibi necislenmiş sıvılara gelince, bunları temizlemek için şu yol takib edilir: Bu sıvının üzerine üç defa su dökülüp tekrar üzerinden alınır. “Ya da bu sıvı dibi delik bir kaba konularak üzerine su dökülür. Yağ üste çıkar. Sonra da karıştırılır. Bilâhare deliğin tıpası açılır. Su akıp gider. Ve geriye kalan yağ da temizlenmiş olur. Bu, sıvılar için böyledir.

Necis olan nesne eğer katı ise, necis olan kısmı kesilip atılır. Eğer bu nesne bal ise üzerine su dökülüp kaynatılır. Eski hâline dönünce de temiz­lenmiş olur. Necis su, akıtmakla temizlenir. Şöyleki: Bu su bir taraftan ko­nulup öbür taraftan çıkmakla akıtılmış olur. Eğer bu su, necis bir kanal için­deyse, bir taraftan doluncaya kadar üzerine su dökülür. Öbür taraftan akı­tılınca da akarsu hükmüne girer ve temizlenmiş olur.

Kanalın içinde önceden bulunan su miktarınca su akması da şart değil­dir. Yine aynen bunun gibi necis su, bir leğenin veya çanağın içindeyse, üze­rine su dökülüp kenarlarından taşarsa ve taşan bu su, önceden kap içinde bulunan su kadar olmasa bile kuvvetli görüşe göre temizlenmiş olur. Kuyu ve hamam havuzlarıyla kurnaları da üzerlerine su dökülüp taşırmakla temiz olur. Hanefîler, diğer bazı temizleyicileri de bu saydıklarımıza ilâve etmiş­lerdir:

Ovmak: Necis olan şeyi kuvvetlice yere sürmek. Elle yahut ağaç parça­sıyla kazımak da ovmak gibidir. Mest ve pabuçlar da -üzerlerindeki necase­tin bir cirmi olması kaydıyla- bu şekilde temizlenir. Bu nesnelerin üzerinde­ki necaset, rutubetli de olsa, yani kuruduktan sonra izi görülse de fark et­mez. Kan ve dışkı gibi. Bu hususta Rasûlüllah (s.a.s.) Efendimiz şöyle bu­yurmuşlardır:

“Sizden biriniz mescide geldiğinde, pabuçlarını ters çevirsin. Eğer on­larda bir pislik varsa yere sürüp silsin. Çünkü yer onları temizleyicidir.” [31]

Ama bu necasetlerin bir cirmi yoksa kurumuş olsalar bile suyla yıka­mak vâcib olur.

Silmek:  Necaseti giderecek şekilde silmekle kaygan ve pürüzsüz olan şeyler temizlenirler. Kılıç, ayna, cam, kemik, tırnak ve sırçalı kaplar gibi. Haca­mat vurulan yeri üç defa ayrı ayrı temiz ve ıslak bezle silmek de böyledir.

Hava ve güneşle kurutmakla da yer ve yerde bulunan ağaçlarla çimen­likler ve benzen şeyler temizlenirler. Taşınır olan kilim ve hasır gibi sergiler ancak yıkamakla temizlenirler.

Yerin temizlenmesi ise kurumasıyla olur. Bu hususta Rasûlüllah (s.a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Yerin temizlenmesi, kurumasıdır.”

Bu gibi bir yerde namaz kılmak sahihtir. Ancak bu yerin toprağıyla te­yemmüm etmek caiz olmaz. Çünkü bir yerin temiz olması ile temizleyici ol­ması ayrı ayrı şeylerdir. Teyemmümde toprağın temizleyici olması şarttır. Tıpkı abdestte suyun temizleyici olmasının şart oluşu gibi!

Ovalamak: İnsanın kurumuş menisi ovalamakla temizlenir. Rutubetli olanını ise suyla yıkamak vâcibtir. Bu mevzûyla ilgili olarak Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, Hz. Aişe (r.a.) ye şöyle demiştir:

“Eğer (menî) yaş ise onu yıka. Kuru ise ovala.” [32]

Ovaladıktan sonra izi kalsa da bunun bir zararı olmaz. Taharetini (istincasını) suyla yapanın menîsi ovalamakla temizlenir. Taşla yapanınki de­ğil... Zira taş, sünnet kertiği (haşefe)nin başına yayılan sidiği temizlemez. Eğer sidik, haşefenin başına yayılmaz da bilâhare gelen menî bu sidiğin üze­rinden geçmezse yine ovalamakla temizlenir. Her ne kadar menî, penisin içinde sidiğin üzerinden geçiyorsa da bu zarar vermez. Erkeğin menîsiyle kadının içten dışarı çıkan menîsi arasında fark yoktur. Çünkü o da erkeğin menisiyle karışmaktadır. Hadîste anlatıldığına göre menî, ovalamakla temizlenmek­tedir. İnsandan başkasının menîsi ovalamakla temizlenmez. Çünkü söz konusu ruhsat, insanoğlunun menîsi için geçerlidir. Başka menîler buna kıyaslanamaz.

Ditmek:  Pamuk da necis olup didildiğinde ditmekle temizlenmiş olur. Hanefîler, kolaylık olsun diye, bu temizleyici hususlara diğer bazı şeyler da­ha eklemişlerdir:

Necis olan katı yağı kesip atmak. Bu husus daha önce de anlatılmıştır. Ki buna bölme derler. Zîrâ hakikatte bu, necis olan parçayı azletmektir. Te­mizlemek değildir.

Necis olan şeyi, temiz olanın parçalarından bölüp ayırmak. Aslında ne­cis olan bir şeyi, necisliğini görmeyene hibe etmek de böyledir. Hibe, ger­çekte temizleyici bir unsur değildir. Ama onu hîbe alan için bu necis şey te­miz sayılır.

Malikiler dediler ki: Necasetin yeri, temizleyici su ile yıkamakla te­miz olur. Su, yıkanan şeyden temiz ve sâf olarak ayrılırsa bu yıkama, bir kez dahi olsa yeterli olur. Bu suyun vasfı, necis olmayan kirlerle değişse de bunun bir zararı olmaz. Bu temizliğin gerçekleşmesi için zor da olsa necase­tin mahallindeki tadı da giderilmiş olmalıdır. Tadının kalması, necasetin orada yerleşmiş olduğuna delâlet eder. Giderilmesi zor olmadıkça necasetin rengi ile kokusunun giderilmesi de şart koşulmuştur. Eğer giderilmeleri zor olursa -söz gelimi bir necis ile boyanmışsa- temizliğine hükmolunur. Temizliği ya­parken suyu ısıtmak da gerekmez. Ama soğuk suyu kullanmaktan âciz olanlar, ısıtırlar. Sabun, çöven otu ve benzer şeyleri kullanmak da gerekli değildir. Necasetin vasıflarından biriyle değişikliğe uğrayan yıkama suyu da necistir. Ama bu su, boya veya kir ile vasfını değiştirirse necis olmaz.

Elbise, hasır, mest ve ayakkabının necasete bulaşıp bulaşmadığı husu­sunda şüpheye düşülürse, bunların tümünü kaplamasa bile bir defa, üzerle­rine temizleyici su serpmek yeterli olur. Eğer necasetin vücûda veya yere bu­laştığı hususunda şüpheye düşülmüşse bu durumda vücûd veya yer ancak yıkamakla temizlenir. Zîrâ su serpmek kıyasa muhaliftir. Bununla ilgili ola­rak gelen nâssta sayılan şeyler sınırlıdır. Ki onlar da şu dört maddeden iba­rettirler:

1. Elbise,

2. Hasır,

3. Mest,

4. Pabuç.

Bunları su ile yıkamak daha ihtiyatlı olur. Zâten aslolan da budur. Su­yu serpmekse, hükümde bir hafifletmedir. Necis olduğu yakînen veya zannen bilinen yer üzerine bol miktarda temiz su döküp necasetin aslı ve niteliği kaybolunca temizlenmiş olur. Mescid-i Nebevî´ye idrarını boşaltan arabîye ilişkin hadîs, bizim bu husustaki mesnedimizdir:

“Arabî, gelip mescidde işedi. Sahâbilerin bir kısmı ona bağırıp çağırdılar. Pey­gamber (s.a.s.), onu kendi haline bırakmalarını ve sonra da o yere bir kova su dökmelerini emretti”.[33]

Necis olan su, üzerine temizleyici su dökmekle kendisindeki necasetin vasfı giderse temizlenmiş olur. Yağ, bal, zeytinyağı gibi sudan başka sıvılar, az bir necasetle necis olurlar. Ve hiçbir şekilde temizlenme kabul etmezler.

Hanbeliler dediler ki: Yer dışındaki necis şeyleri temizleyici suyla temizlemek şu şekilde olur: Necis olan şey yedi defa yıkanmalıdır, öyle ki, yedinci yıkayıştan sonra necasetin ne rengi ne tadı ve ne de kokusu kalma­malıdır. Sözkonusu necaset, yedinci yıkayışta giderilmiş olsa bile yedi defa yıkamakla temizlenmiş olur. Eğer bu necaset köpek ile domuzdan, bunların kendi cinsleriyle veya başkalarıyla çiftleşmelerinden doğan yavrularından olur­sa, bu yedi yıkamadan birinin suyuna temizleyici toprak, sabun veya benze­ri bir şey katmak gerekir. En doğrusu, bu katkı maddesini birinci suya ilâve etmelidir. Eğer yedinci yıkayıştan sonra necasetin eseri kalırsa, giderilinceye kadar yıkamaların sayısı arttırılır. Necasetin tadını gidermek çok zor olursa temizlenmiş olmaz. Ama muaf sayılır. Necasetin rengi ve kokusunu birlikte gidermek zor olursa bu durumda necis olan yer temizlenmiş sayılır.

Necaseti içine emip çekmiş olan pislenmiş elbisenin temizlenmesi için her yıkayışta, içinde yıkanmakta olduğu suyun dışına çıkarılıp sıkılması şarttır. Sıkarken de elbiseyi yaramaz hâle sokacak kadar sıkmamalıdır.

Necaseti emip çekmeyen şeyler meselâ kapları temizlemek için, üzerle­rine yedi kez su döküp akıtmakla olur. Sıkılması mümkün olmayan nesnele­ri temizlemek için bu gibi şeyleri dövüp üzerlerine ağır bir şey indirmek yeterli olur. Veyahut da yedi yıkayıştan her birinden sonra bu nesneyi ters çe­virip suyu dökmek de yeterli olur. Necis olan şey eğer yer parçası veya evin içindeki büyük-küçük havuzlar ile kaya parçalarından biri ise, bunlardaki necasetin aynı gidinceye kadar üzerlerine bol miktarda su dökmek yeterli olur.

Kendi arzusuyla ygmek yemeye başlamış olan küçük çocuğun sidiğiyle necis olan bir şeyi temfcmek için o şeyi suya daldırmak yeterli olur. Üzeri­ne gelen su, kendisinden ayrılmasa da zararlı olmaz. Bu durumdaki çocu­ğun kusuntusu da sidiği hükmündedir.

Şafiiler dediler ki: Temizleyici suyla “necaset-i muğallaza”yı (necâset-i muğallaza, köpekten, domuzdan, bunların kendi cinslerinden veya başka cinsten eşleriyle birleşmelerinden doğan yavrularından sâdır olan necasettir) temizlemek, yedi defa yıkamakla ve bu yedi yıkayıştan birinin suyuna top­rak katmakla mümkün olur. Bu toprağın temizleyici bir toprak olması ve teyemmümde kullanılmış bir toprak olmaması gerekir. Teyemmüm topra­ğından daha genel olması kasdedilen bu toprak, kırmızı kumu, sarı, kırmızı ve beyaz renkteki toprağı, çamuru, un gibi başka bir unsurla karışık toprağı kapsamına alır. Yıkama suyuna toprak katmak şu üç şekilde olur:

1.  Necâsetli yere dökmeden önce su ile toprak birbirine karıştırıla­cak.

2.  Necâsetli yere önce su dökülecek, sonra da buranın üstüne toprak konulacaktır.

3.  Necâsetli yere önce toprak konulacak, sonra da üzerine su döküle­cektir.

Toprakla yıkamanın bu üç şeklinin uygulaması ancak, necasetin cismi­nin giderilmesinden sonra yeterli olur. Eğer necasetin cirmi yoksa ve yeri de kuru ise bu üç şekilden birinin uygulanması yeterli olur. Yok, eğer necasetin yeri rutubetli ise buraya önce toprağı koymak temizleme işi için yeterli ol­maz. Çünkü toprak, sudan daha zayıf olması dulayısıyla necâsetlenmiş olur. Diğer iki uygulama şekli yeterli olur. Eğer necâset-i muğallaza, toprağın bizzat necis olmayan bir yerinde ise bu yerin toprağı yedi yıkayıştaki sulardan biri­ne katılabilir. Bu yedi yıkayıştan birincisi, necasetin, aynının giderildiği yı­kayıştır. Birden fazla yıkama olmuşsa bile bu yıkayışların sayısı bir olarak kabul edilir ve altı yıkayış daha ilâve edilir. Meselâ necaset, ancak altıncı yıkayışta giderilmişse bu altı yıkayış sadece bir yıkayış kabul edilir. Ve bun­dan sonra altı kez daha yıkanır. Diyelim ki yedi veya daha fazla sayıdaki yıkama ile necaset giderilebilmişse bu yıkayışlara altı yıkayış daha eklenir. Necasetin rengi, tadı, kokusu gibi niteliklerinin giderilmesine gelince bu, ye­di yıkayışa bağlı değildir. Meselâ bu nitelikler yedinci yıkayışta giderilmiş olsalar bile bunlar yedi yıkayış olarak kabul edilir ve ayrıca altı yıkayış ek­lenmesine gerek kalmaz.

“Muhaffef necâset´e gelince bunu temizlemenin keyfîyyeti şöyledir: Ne­casetin bulunduğu yerin üzerine, akıp gitmesi şartı aranmaksızın üstünü kap­layacak şekilde su serpilecektir. Bu necaset, iki yaşım doldurmamış ve çeşitli nevileriyle sütten başka bir şeyle beslenmeyen çocuğun, özellikle sidiğidir. Peynir, yağ tortusu ve kaymak da sütün türlerinden sayılır. Bu süt ister in­san, ister hayvan sütü olsun, aynı hükme tâbidir.

Ama kadın ve erselik (hünsa, çift cinsiyetli)lerin idrarı böyle değildir. Bu hususta Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Kadının idrarı yıkanır. Çocuğunkine ise su serpilir.” [34]
Erselikler de kadınlardan sayılmaktadırlar. Çocuk, sütten veya çeşitle­rinden başka bir şeyle beslenmese bile iki yaşını doldurduktan sonra idrarı yıkamak gerekir. Yine bunun gibi, iki yaşını doldurmamış olsa bile bir defa-cık olsun sütten başka bir şey yerse yine idrarını yıkamak gerekir. Ama gıda maksadıyla değil de ilâç olarak böyle bir şey yemişse bu, idrarına su serpme­ye engel olmaz. Tabiî, su serpmeden önce bu necasetin aynını gidermek, me­selâ, idrar bulaşan yeri sıkmak veya kurutmak gerekir. Yine aynen bunun gibi, su serperken necasetin evsâfını gidermek de gerekir. Yukarıda “...ço­cuğun özellikle sidiğidir” şeklinde bir kayıt konmasının sebebi, sidikten başka pislikleri bu hükmün dışında tutmak içindir. Çünkü o tür pislikleri yıkamak vâcibdîr.

Orta durumdaki necasete gelince, bu yukarıda geçtiği gibi kendi arasın­da hükmî ve aynî olmak üzere iki kısma ayrılır. Hükmî olanın cirmi, rengi, tadı ve kokusu olmaz. Çocuktan başkasının kurumuş olan idrarı gibi. Aynî olanın ise cirmi, rengi, tadı ve kokusu olur. Hükmî olanı temizlemenin yo­lu, bulunduğu yerin üzerine bilerek dahi olmasa bir kez su dökmek yeterli olur. Aynî olanı temizlemek de böyledir. Ancak bunda necasetin aynının gi­derilmesi de şarttır. Bu necasetin temizlenmesinden sonra vasıflarının geride kalmasına gelince, kalan bu vasıf eğer tadı ise ve giderilmesi de zor ise sa­kıncası olmaz. Buradaki zorluğun ölçüsü, söz konusu vasfın kesmekle giderilemeyişidir. Bu durumda necâsetli yer, afvolunan necasetlerden sayılır. Ama bundan sonra gidermek mümkün ise giderilmesi vâcib olur. Tabiî bu hâl ile daha önce kılınan namazları iade etmek vâcib olmaz. Necasetin bu vasfım gidermek zor olursa bu mâzuriyeti kabul edilinceye kadar sabun ve benzeri şeylerden yararlanmak da vâcib olur. Renk ve koku vasıfları birlikte kalırsa hüküm yine aynıdır. Eğer renk veya koku vasıflarından biri kalırsa ve gide­rilmesi de zor olursa necaset mahalli temiz olmuş savılır. Zorluğun ölçüsü, üç defa su ile yıkayıp ovalamakla rengin veya kokunun gitmemesidir. Eğer bundan sonra söz konusu vasıflardan birini giderme imkânı doğarsa, neca­set yerinin temizlenmiş olduğuna hükmedilmez. Her üç şekilde de necasetin giderilmesinde aranan şart, eğer su az ise, su necasetin üzerine akıp gelmeli­dir. Eğer su az ise necaset de su üzerine akıp geliyorsa bu durumda her ikisi karşılaşmakla su necis olur. Eğer su necis olup vasfını değiştirmemiş ise üze­rine kulleteyn[35] miktarını buluncaya kadar temizleyici su ilâve edilir. Böy­lece de temizlenmiş olur. Eğer su, vasfını değiştirerek necis olmuşsa, az ol­sun çok olsun temiz olmaz. Ancak kulleteyn miktarını buluncaya kadar üze­rine temizleyici su ilâve edilirse ve su da tekrar eski evsâfını elde ederse te­mizlenmiş olur. Sidik ve şarap gibi orta durumdaki sıvı bir necasetle pisle­nen yerin temizlenmesine gelince, bu yer necaseti eğer içine çekip emmişse her tarafını kaplayacak şekilde üzerine su dökmek gerekir. Eğer emip içine çekmemişse öncelikle bu sıvı kurutulmalı, sonra da bir kez dahi olsa üzerine su dökmelidir. Eğer bu yer katı yerde bulunan orta nitelikli bir necasetle pis­lenmiş ise bu yeri temizlemek için, eğer yerde eser bırakmamış ise yalnız ne­caseti kaldırıp atmalıdır. Yok, eğer nemli olup yerde eser bırakmışsa necaseti kaldırıp attıktan sonra yerin tamamını kaplayacak şekilde üzerine su dök­melidir.


Necasetin aynının (kendisinin) yarayışlı hâle dönmesi ele necaseti gideren unsurlardan sayılmaktadır. Şarabın sirkeye, ceylan kanının miske dönüşmesi gibi! Ne­casetin ateşle yakılması da bunlardandır. Yalnız mezheblerin bu hususta ihtilaflı görüşleri vardır.


Hanefiler dediler ki: Necaseti ateşle yakmak onu temizler.

Şafiî ve Hanbelîler: Ateşle yakmayı, necaseti temizleyici şeyler­den saymamışlardır. Bunlar derler ki: Ateşte yakılan necasetin hem külü, hem de dumanı necistir.

Malikiler dediler ki:  Ateş necaseti gidermez. Fakat meşhur olan ri­vayete göre, ateşte yakılan necasetin külünü bundan istisna etmişlerdir.


Ölü hayvanların derilerinin dibâğ edilmesi de bunlardandır. Yalnız dibâğın deriyi temizleyip temizlemediği hususunda mezhebler ayrı görüşlere sahiptirler.


Hanefîler: Selem ağacıyla, şapla ve benzeri maddelerle yapılan ha­kikî dibâğ ile topraklama, güneşte ve havada kurutma şeklinde yapılan hükmî dibâğ arasında bir ayrım yapmamışlardır. Dibâğ yapılmaya tahammülü ol­ması hâlinde dibâğ, ölü hayvan derilerini de temizler. Ama dibâğ yapılmaya tahammülü olmayan hayvan derileri temizlenmezler. Yılan derisi gibi! Do­muz derisi dibâğla temizlenmez, ama köpeğinki temizlenir. Zira sahih olan görüşe göre o, aynen necis değildir. Deri temizlendikten sonra, üzerinde na­maz kilmabilir. Ancak yenmesi caiz olmaz. Derinin üzerindeki tüy ve benze­ri şeyler temizdir. Nitekim bu husus, daha önce de anlatılmıştır.

Şâfiîler: Temizleyici dibâğ, ancak dili yakabilen ve acı veren bir dibâğdır, demişlerdir. Bu şekildeki bir dîbâğ ile derideki rutubet ve fazlalık gider ve daha sonra da pis kokmaması sağlanmış olur. Dibâğlama maddesi, kuş pisliği gibi necis bir şeyle olsa bile bu, necis olmuş bir elbiseye benzer. Daha sonra temizlemek için yıkanır. Köpek ile domuzun, bunların gerek kendi cinslerinden, gerek başka cinslerden temiz olan eşleriyle çiftleşmelerinden do­ğan yavrularının derileri dibâğ yapmakla temizlenmez. Dibâğ yapılan deri­lerin üzerindeki yün, kıl, tüy ve kanat tüyleri de temiz olmaz. Fakat İmam Nevevî, giderilmeleri meşakkatli olduğundan dolayı bunların azının muaf sa­yılacağını söylemiştir.

Mâlikîler: Bunlar dibâğı, temizleyici şeylerden saymamışlardır. Ha­dîste vârid olan tahareti, nezâfet dediğimiz normal temizlik mânâsında telakkî etmişlerdir. Dibâğ yapılan deriyi kuru ve temizleyici şeylerde kullan­maya ruhsat vermişlerdir.

Bunların üzerinde herhangi bir şey de öğütülmemelidir. Kuru şeylerde kullanılmasını derken, kuru şeye derinin pisliğinin bulaşmayacağını göz önüne almış bulunuyoruz. Temizleyici şeylerde kullanılmasını derken de, temizle­yici şeyin, necaseti kendi kendinden uzaklaştıracak güce sahip olduğunu göz-önüne almış bulunuyoruz. Derinin üzerindeki yün ve benzeri şeyler ise te­mizdirler. Zîrâ bunlara hayat nüfuz etmemiştir. Hayvanın ölümü nedeniyle necis olmazlar. “Dibâğ, temizleyici unsurlardan değildir” sözü, Mâlikîler nezdinde meşhur bir görüştür. Fakat bu mezhebteki bazı muhakkikler dibâ­ğın, temizleyici bir unsur olduğunu söylemişlerdir.

Hanbelîler:  Ölü hayvanların derilerini dibâğ etmek, temizleyici ol­maz demişlerdir. Ancak, dibâğ edilen bu derileri kuru şeylerde kullanmanın mubah olduğunu söylemişlerdir. Ölü hayvanın yün, kıl, tüy ve kanat tüyle­rine gelince, bunlar temizdirler.


Necis olan şeyi yıkarken niyet et­meye gerek yoktur. Su dışındaki sade yağ, bal ve zeytinyağı gibi sıvılar necis olduklarında temizlenme kabul etmezler.


Hanefiler dediler ki: Yukarıda sayılan sıvılar su ile temizlenmeyi ka­bul ederler. Su ile temizlenmelerinin keyfiyeti de daha önce temizleyiciler bah­sinde anlatılmıştır.


Katı olanlara gelince bunların, necaseti içine çeken kısmı hariç, diğer kısmı temizlenmeyi ka­bul eder. Ki mezheblerin bununla ilgili detaylı görüşleri aşağıda anlatıl­mıştır.


Mâlikîler: Bunlara göre, necaseti içine çeken katı maddelerden te­mizliği kabul etmeyen şey, necasetle pişmiş bir ettir. Ama piştikten sonra üzerine bir necaset düzecek olursa temizlenme kabul eder. Necis bir suyla kaynatılan yumurta, necis bir tuzla tuzlanan zeytin ve derinliklerine necaset düşüp nüfuz eden toprak kaplar da aynı şekilde temizlenme kabul etmezler.

Hanbelîler:  Bunlar, kaynatılmış yumurta dışında Mâlikilere mu­vafakat etmişlerdir. Kabuğu sert olduğundan ötürü yumurta, içinde kayna­makta olduğu sıvıyı içine çekmez. Dolayısıyla da temizlenme kabul eder. Bun­lar, pişirilmiş etle haşlanmış et arasında bir ayırım yapmazlar. Her iki hâlde de necis et, temizlenme kabul etmez.

Şafiiler dediler ki:  Necaseti içine çeken katı maddeler temizlenme kabul ederler. Eğer et, necis bir şey içinde pişirilirse veya buğday tanesi ne­caseti içine çekerse veyahut da bıçak, necis bir suyla sulanırsa, üzerlerine su dökmekle hem içi hem de dışı temizlenmiş olur. Ancak hamuru, katı bir ne­casetle yoğurulmuş olan bir kiremit temizlenme kabul etmez. Bu, ateşle yakılsa da, suyla yıkansa da temizlenmez. Bir sıvı ile necis olan şeyler böyle olmayıp, kendilerini kaplayacak şekilde üzerlerine su dökülürse temizlenmiş olurlar.

Hanefîler:  Katı maddeleri sınıflandırarak demişlerdir ki: Eğer pis­lenen şey bir kap veya benzeri nesnelerden ise, daha önce de temizlemenin keyfiyeti bölümünde anlatılan şekilde temizlenme kabul eder. Eğer pislenen şey, et ve buğday gibi pişirilen nesnelerden ise, kendisine necaset bulaşmış olduğu haliyle pişirilirse, kaynatıldıktan sonra artık hiçbir surette temizlen­me kabul etmez. Fetva bu yöndedir. Çünkü bu nesnenin bütün parçaları necaseti içine çekmiştir. Yine aynı şekilde tavuk da karnı yarılıp içerisindeki pislikler çıkarılıp, suyla temizlenmeden kaynatılırsa artık hiçbir surette te­mizlenme kabul etmez. Hayvan başlan ve işkembe etleri de böyledir. Bun­lar, yıkanıp temizlenmeden kaynatılırlarsa artık hiçbir şekilde temizlenme kabul etmezler.[36]