๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Dört Mezheb Fıkhı => Konuyu başlatan: Eflaki üzerinde 24 Ocak 2010, 21:55:26



Konu Başlığı: İmam Malik
Gönderen: Eflaki üzerinde 24 Ocak 2010, 21:55:26
İMAM MÂLİK


Tam adı Ebû Abdullah Mâlik b. Enes b. Ebî Âmir b. Amr b. el-Hâris b. Geymân b. Hüseyl el-Asbahî olan Mâlik b. Enes´in doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle bitlikte Hicrî 90 ile 97 yılları arasında doğduğu sanıl­maktadır. Ancak kaynaklar daha çok 93 (Milâdî: 712) yılında doğmuş ola­bileceği üzerinde dururlar. Medine´de dünyaya gelen İmam Mâlik b. Enes, burada büyümüş ve yetişmiştir.

Tebe-i Tabiînden olan İmam Mâlik, tabiînden birçok fukahâya yetiş­miş, gençliğinden itibaren ilim sahasına atılmış, üç yüzü tabiînden, altı yüzü de onların tabiîlerinden olmak üzere dokuz yüz şeyhten hadîs-i şerif ahzetmiştir. Bunlar arasında Yahya İbn Said, Nâfi, Zührî, Makburî, Abdullah İbn Dinar, Hişam İbn Amr, Zeyd İbn Eşlem, Rebia İbn Abdurrahman gibi zatları sayabiliriz.

İmam Mâlik hemen bütün hayatını Medine´de geçirmiştir. Bu hususta elde bulunan kronolojik kesin delil, kendisinin Hz. Ali ailesine mensup hilâ­fet müddeîsi Muhammed b. Abdullah´ın 145 yılındaki isyanına karıştırılmış olmasıdır. Daha 144 yılında, Halife Mansur, onu Mekke´deki Hassânîlere göndermiş ve hilâfet iddiası ile itham edilen Muhammed ve İbrahim b. Ab­dullah adındaki kardeşleri işletmişti. Bu kendisinin genel bir saygınlık ka­zanmış olduğunu ve hiç olmazsa siyaset bakımından hükümdara düşman olmayan bir tavır takındığını gösterir. Bir de iki kardeşin hapsedilmiş olan babaları Abdullah´tan müsadere edilen mallarla temin edilen gelirin kendi­sine verilmesi suretiyle hizmetinin bedeli ödenmişti. Vazifesi başarıyla sonuç­lanmadı ve 145 yılında Muhammed Medine´yi zabt edince, İmam Mâlik bir fetvasında, Mansur´a yaptığı biatin kendisini vicdanen herhangi bir şeye mec­bur etmediğini, çünkü bu biatin zorla alındığını ilân etti. Bunun yanında İmam Mâlik ayaklanmaya katılmadı ve evinde kalmayı tercih etti. Ayaklanmanın başarısızlığa uğraması üzerine 147 yılında Medîne valisi Cafer b. Süleyman tarafından kırbaçla dövülmek suretiyle cezalandırıldı. Bunun sonunda da omzunda bir sakatlık kaldı. Daha sonra halife onunla barışmış olmalı ki, Mehdî, Mekke´de Harem inşaatıyla ilgili olarak onun da görüşünü almıştır. 179 yılında da Halife Harun el-Reşid hac münasebetiyle gelip onu görmüştür.

İmam Mâlik Hicrî 179 yılında (Milâdî: 795/796), kısa bir hastalıktan sonra Medîne´de vefat etti. Bu sırada yaklaşık 85 yaşındaydı ve Bakî mezar­lığına defnedildi.

İmam Mâlik´in belli başlı eseri Kitâb el-Muvattâ´dır. Zeyd b. Ali´nin Kitâb el-Mecmû´u istisna edilecek olursa, bugüne kadar gelmiş olan en eski müslüman hadîs kitabıdır. Bu eserin amacı, Medîne´de ve Medîne çevresin­de yaygın bir halde bulunan sünnetçe kabul edilmiş icmaa göre, dinin kanun ve hukukunun, menâsik ve amellerinin tam bir tablosunu çizmek, sünnet ve icmâ´dan hareket ederek henüz tesbit edilmemiş olan her şey için nazarî bir kıstas vermektir. Abbasîlerin ilk dönemlerinde bile, en basit meselelerde da­hi birtakım fikir ayrılıkları ortaya çıkıyordu. İşte bunlar arasından “bastırı­lıp düzeltilmiş” (ki el-muvatta kelimesi de bu anlama gelmektedir) bir yol göstermekte ayrı bir pratik fayda bulunmaktaydı, İmam Mâlik bu kitabıyla Medine´de örf haline girmiş olan kanunu sistem haline getirip tedvin etmek istiyordu.

İmam Mâlik´in Muvatta´dan başka eserler yazıp yazmadığı kesin ola­rak bilinmemektedir. Çünkü bu konuda yazılan ilk kaynaklarda mesele müp­hem bir tarzda ele alınmaktadır. Ona isnat edilen eserler iki kısma ayrılır:

a) Fıkha dair eserler,

b) Muhtelif konularda yazılmış eserler.
Fıkha dair eserler arasında Abdullah b. Abdülhakem el-Mısrî tarafından nakledilmiş olan Kitab el-Sünen veya el-Sünne´den, Abdullah b. Abdülcelil tarafından rivayet edilen Kitâb el-Ezkiyâ´dan ve Hâlid b. Nezzâr ile Muhammed İbn Mutarrif tarafından rivayet edilen bir Risale fi´l-Fetva’dan söz edilmektedir. Ayrıca “Tefsir”, “Risale fi´l-Kader vel-Redd alâ’l-Kaderiyye”, “Kitâb el-Nücûm” ve “Kitâb el-Sirr” adlı kitaplarının bulunduğu da rivayet ediliyor ki, bütün bunların ona ait olduğu kesin değildir.

İmam Mâlik, yaşadığı dönem bakımından, fıkıhta kıyasın devamlı ve esas halinde olmayıp, ancak ârîzî olarak elde edilmesi istenen bir delil için kullanıldığı bir safhayı, yani İslâm´daki hukukî düşüncenin henüz bir hu­kuk ilmi haline gelmediği bir safhayı temsil eder. Mekân bakımından da o, İslâm hukukunun kesin temellerinin atıldığı Medine´nin temsilcisidir. Muvatta ile amaçladığı şey, dinî ve ahlâkî düşünceleri bütün hukukî hayata sindirmekti. Eski İslâm hukukunun özellikleri, meselelerin ortaya konulması kadar, hukukî konuların bünyesinde de açıkça görülmektedir. Medîne hal­kının ittifaklarına da büyük bir önem verilmektedir.

İmam Mâlik de, diğer mezheb İmamları gibi en başta Kur´an-ı Kerim´i, sonra Hz.Muhammed (s.a.s.) in sünnetini, icma-ı ümmet´i ve kıyası şer´î delil olarak kabul etmektedir. Bu arada dayandığı esaslar arasında Medîne halkı­nın ittifak ettikleri meseleleri, çeşitli adlar verilen başka esasları da sayabili­riz. Medînelilerin ittifak ettikleri şeyler icmâ´dan ayrı olarak bağımsız bir delil olarak kabul edilir. Çünkü onlar Rasülullah (s.a.s.) in fiil ve sözlerine başkalarından daha fazla vâkıftılar. Mâliki mezhebinde “maslahat-i mürsele”de göz önünde bulundurulur. Bu, hakkında belirli bir şer´î hüküm bu­lunmayan bazı meselelerde kendisine müracaat olunacak hususlardır. O hadise hakkında maslahatın gereklerine göre hüküm verilir. Böylece o hüküm de başıboş bırakılmamış olur. Bu delil Hanefî mezhebinin kabul ettiği “istihsan” mesabesindedir.

Mâlik b. Enes hazretleri, ehl-i sünnet arasında kabul edilen dört büyük mezhebten birinin, yani Malikî mezhebinin kurucusudur. İmam Şâfıî: “Âlim­ler anılınca, İmam Mâlik bir yıldızdır. Eğer İmam Mâlik ve İbn Uyeyne ol­masaydı Hicaz´ın ilmi söner giderdi” diyor.

Zehebî, “Tabakâtü´l-Huffâz” adlı kitabında şöyle der: “İmam Mâlik de bir takım menâkib toplamıştır ki, bunların başkalarında böyle içtima et­miş olduğunu bilmiyorum: Uzun bir ömür, yüksek bir mertebe, parlak bir zihin ve anlayış, pek geniş bir ilim, doğru rivayet, diyanet, adalet, sünnet-i nebeviyeye ittiba, fıkıhta, fetvada ve kaidelerin sıhhatında herkesin önünde bulunmak...”

İmam Mâlik hazretleri, Peygamber efendimize karşı çok büyük bir mu­habbet beslerdi. Medine içinde hep yaya yürür, hiçbir zaman hayvana bin­mezdi. Halbuki yeteri kadar serveti vardı. Bir gün İmam Şafiî hazretleri bunun sebebini sormuş, o da şöyle cevap vermişti: “Bir mübarek belde ki, onun toprakları içinde Nebiyyi Zîşanın muhterem cismi medfun bulunmaktadır. Ben orada nasıl olur da hayvana binebilirim.”

Aynı zamanda İmam Mâlik, Medîne-i Münevvere´ye karşı da büyük bir bağlılık gösterirdi. Hatta Harun Reşid kendisini hilâfet merkezi olan Bağ­dat´a davet edince: “Ey Mü’minlerin emiri, Rasûlü Ekrem (s.a.s.)

“Benden sonra bazı kimseler dünyayı tahsil için Medine´den çıkacaklardır. Fakat eğer bilirlerse Medine onlar için daha hayırlıdır” buyurmuştur. Diğer bir hadîs­lerinde de:

“Medîne habis olanları kendi sahasından dışarıya atar” buyur­muşlardır.

“Artık ben nasıl Medine´den dışarı çıkabilirim” cevabını vermiştir.

Harun Reşid, oğlu Emin ile Me’mun´u hadîs dinlemek için İmam Mâ­lik´in meclisine göndereceğini söylemiş. İmam da bunu şu şartla kabul et­mişti: “Evet, buyursunlar. Fakat nerede yer bulurlarsa orada otururlar. Yoksa biz halife oğullarıyız diye halkın boyunlarına basarak meclisin ortasına geç­meye çalışmasınlar”. Emin ile Me’mun bu şartlarla İmam´ın derslerine de­vam etmiştir.[7]