๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Dört Mezheb Fıkhı => Konuyu başlatan: Eflaki üzerinde 28 Şubat 2010, 16:51:00



Konu Başlığı: Gizli Ve Aşikâr Mehir İle Kocanın Verdiği Hediyeler Ve Kadinin Çeyizi
Gönderen: Eflaki üzerinde 28 Şubat 2010, 16:51:00
Bazı insanlar gizlice az bir mehir üzerine anlaşmayı, nikâh akdi esnâsındaysa büyük miktarda bir mehir ilân etmeyi âdet haline ge­tirmişlerdir. Nitekim âdet gereği olarak nikâh akdinden sonra koca, karısına hediye vermekte ve mehir, kendi durumlarına uygun hedi­yeler olarak belirtilmektedir. Bazı kimseler buna nafaka adı vermek­tedirler. Yine âdet gereğince kadın, eşlerin durumuyla mütenâsib bir çeyizle gerdeğe girmektedir. Şimdi eşler arasında vukûbulan anlaş­mazlık durumunda gizii mehir mi, yoksa aşikâr olan mehir mi nazar-ı İtibara alınacaktır? Hediyeler de mehir kapsamına girerler mi, girmez­ler mi? Koca, kadına vermiş olduğu çeyizi (geri) isteyebilir mi, iste­yemez mi? Mezhebferin bunlara ilişkin geniş açıklamaları aşağıya alınmıştır.

(62) Hanefîler dediler ki:  Mehrin gizlilik ve aşikârlığı hususunda iki şe­kil vardır:

1- Eşlerin nikâh akdinden önce gizlice mehrin miktarı hususunda anlaş­maları, sonra nikâh akdini, anlaşmış olduklarından çok daha fazla olan bir mehir miktarı üzerine yapmaları. Bunun da birkaç şekli vardır:

a- Akidte arttırılan fazlalığın, gizlice anlaştıkları mehrin cinsinden ol­ması. Akidten sonra bunun üzerine anlaşırlarsa, mehir, akid olmadan üze­rinde anlaşmış olduklarıdır. Anlaşamazlarsa, mehir, koca onun sırf başkalarına karşı bir gösterişten ibaret olduğunu isbatlamadığı takdirde akidte belirtilendir.

b- Akidte arttırılan fazlalığın, mehrin cinsinden olmaması. Bu durum­da anılan fazlalığın gösteriş olduğu hususunda ittifak ederler de, akidten önce üzerinde anlaşmış oldukları miktar, mehr-i misle eşit olursa ne âlâ. Aksi tak­dirde mehr-i misil vermek gerekir.

c-  Eşlerin gizlice, kadının mehrinin meselâ yüz dinar olması üzerine an­laşmaları, nikâh akdini yaparlarken vergi ve benzeri şeylerin korkusu dola­yısıyla mehirsiz olarak evlendiklerini ilân etmeleri. Bu durumda mehir, önceden üzerinde gizlice anlaşmış oldukları miktardır.

2- Eşlerin gizlice bir mehirde anlaşmaları, sonra da nikâhı başka bir mehir üzerine akdetmeleri. Örneğin gizlice yüzbin lira üzerine akdetmeleri veya ni­kâh akdi olmaksızın mehrin ikiyüzbin lira olduğunu ikrar etmeleri gibi. Bu durumda anlaşır veya yapılan işe şahit olurlarsa, gizlice üzerinde anlaşmış oldukları miktar, mehir olarak muteber olur. Anlaşamazlarsa, meselede ih­tilâf vardır. Şöyle ki: İmâmeyn, mehrin, ilk akdin üzerine yapılmış olduğu miktar olduğunu söylemektedirler. Ebû Hanîfe ise der ki: Cins değişik olursa, birincide ve ikincide belirtilen mehir vâcîb olur. Çünkü ikincisi, birinci üzerine bir arttırma sayılmaktadır.

Birincide yüz riyal, ikincideyse yüz dolar üzerine akid yapılırsa, bunla­rın hepsi mehir sayılır. İkincideki yüz dolar, kocanın arttırmış olduğu bir fazlalıktır. Birinciyle ikinci aynı cinstense, mehir olarak birinciye yapılmış olan fazlalıkla birlikte sadece ikincisi muteber olur. Meselâ eşler gizlice yüz­bin Türk lirası üzerine anlaşırlar, nikâh akdini veya akidsiz olarak ikrarları­nı ikiyüzbin Türk lirası üzerine yaparlarsa, mehir, ikiyüzbin Türk lirası olur. Zîra birincide ve ikincide mehrin cinsi birdir ki, o da Türk lirasıdır. İkinci akidte arttırılan yüzbin lira, mehir üzerine yapılan arttırma türündendir.

Âdet icâbı verilen hediyelere gelince, bunda birtakım tafsilât vardır. Ve­rilen hediye, normal olarak tüketilen meyve, balık ve et gibi ya yenilir şey­lerden olur veya yağ, Kal ve canlı koyun gibi bir müddet saklamlabilen aymlardan olur; veya mum, kına gibi yenilmeyen, ama âdeten kadınlar ta­rafından kullanılan şeylerden olur; yahut da bayramlarda ve benzeri münâ­sebetlerle verilen giysi ve para gibi şeylerden olur. Verilen hediye birinci türden olup koca bunun mehirden sayılacağını sanır ve kadın ise bunun hediye ol­duğunu söylerse, tek kelimeyle kadının sözü geçerli olur. Zîra bu gibi şeyle­rin mehir olacağı, âdetten değildir. Yenilip tüketilen şeylerden olmayanlara gelince, bunlar hakkında en uygun olan davranış, örfe uymaktır. Zamanı-mızdaki örfe göre bu tür eşyalar, mehir değil de hediye sayılırlar. Koca, bu­nun mehir olduğunu iddia eder, ama beyyine bulamazsa, yemin etmesi şartıyla kadının sözü geçerli olur. Tatlıyla birlikte kadına verilen yüzük ve bilezikler veya nakışlı elbiseler ve benzeri şeyler de örfe göre mehir sayılmazlar. Aksi­ne bunlar, kadının başka bir tâlibliyi kabul etmemesi için ön armağanlardır. Koca, bu verdiklerinin mehire mahsup olduğunu iddia eder, ama buna iliş­kin bir beyyine getiremezse, yemin etmesi şartıyla kadının sözü muteber olur. Kısaca, bu gibi şeylerde en kuvvetli dayanak, gelenek ve göreneklerdir. Ba­zıları derler ki: Meyve, et ve balık gibi âdeten tüketilen yiyeceklerde mute­ber olan, kadının sözüdür. Bunlardan başka mezkûr şeylerdeyse, isbatlayamama durumunda, yemin etmesi şartıyla kocanın sözü geçerli olur. Koca, yemin etmişse ve hediye de duruyorsa, kadın onu geri verip mehrini alabilir. Eğer tüketilmişse kıymeti hesaplanarak mehirden düşülür. Kıyme­ti, mehrin tamamına eşitse ödeşirler. Zamanımızda uygulanması gereken gö­rüş, birincisidir. Yani örfe bakılır. Örfe göre hediyeler mehirden sayılmıyorsa, örfe uyulur. İsbatlayamama durumunda ise söz, kadınındır.

Çeyiz meselesine gelince, şüphesiz birinci derecede sahih olan hüküm şudur : Mehir olarak söylenen ve mehir olması niteliğiyle üzerine nikâh akdi yapılan şeylerin -her ne kadar çok olsalar bile- karşılıkları, başka bir şey ol­maksızın sadece kadındır. Adamırî biri yüzbin liralık bir mehir üzerine bir kadınla evlenir ve âdet gereğince bu kadar mehre karşılık olarak eşlerin du­rumlarına lâyık büyük bir çeyizin getirilmesi icâb ettiği halde kadın bu çeyi zi getirmezse, koca, ondan çeyiz isteme hakkına sahip olmaz. Çeyiz getirirse de, bunlar kadının mülküdürler. Kocanın bunlarda bir hakkı yoktur.

Eşler mehir üzerine nikâh akdini yaparlar, sonra da koca, çeyizini ha­zırlaması için kadına bir miktar para verir, kadın da bu parayı alır, ama çe-yizsiz olarak kocanın yanına, gerdeğe girer; koca razı olduğuna delâlet eden bir zaman boyunca susup sesini çıkarmazsa, çeyiz taleb etme hakkı düşer. Ama susmazsa, bu hakkı düşmez. Zîra koca, bu parayı ona teberru olarak vermiş değildir. Aksine bu parayı kadına, kendisinin yükümlü olduğu bir işi yapması için vermiştir. Çünkü kocanın, kadın için geçim ihtiyaçlarını kar­şılayacak şekilde donatılmış bir yer hazırlaması zorunludur.

Baba, kızım kendi malıyla çeyizlendirir ve kız da bu çeyizleri teslim alırsa; babanın ve mirasçılarının bu çeyizi vermekten geri dönmeye hakları olmaz. Madem ki örf babanın kendi kızını çeyizlendirmesini gerektirmektedir, öy­leyse çeyizi verdikten sonra geri alamaz. Aynı şekilde küçüklüğündeyken kı­zına satın almış olduğu şeyler de kızının mülkü olur. Kızla babası anlaşmazlığa düşerler ve ikisinin de beyyinesi bulunmaz; baba, "ben bu malı kızıma iğreti olarak verdim´* der, kızsa "hayır, bunu mülk olarak bana verdi" der veya karısının ölümünden sonra koca, ona mirasçı olmak gayesiyle bu malın ka­rısına, babası tarafından mülk olarak verildiğini söylerse, müftâbih ve mû-temed olan görüşe göre bu durumda kadının sözü muteber olur. Kadının ölümünden sonra da kocasının sözü geçerli olur, babasınınki değil. Madem ki örfe göre babanın kızına vermiş olduğu anlaşmazlık konusu olan bu mal­lar iğreti olmayıp çeyizdir; öyleyse bu mallar hakkında babanın sözü geçerli değildir. Bunda babanın mülkiyetini itiraf etmek vardır. Mülkiyetin kıza geç­mesi içinse delile ihtiyaç vardır, denilemez. Zîra biz diyoruz ki, çeyiz ve ev eşyalarında dış görünüşü nazar-ı itibara almakla yetinilir. Bir ana, babanın mülkü olan evin eşyalarından bir kısmım kızına verir ve baba da susarsa; bu eşyalar kıza çeyiz olur ve geri alınması sahih olmaz.

Koca, karısının ailesine, karısını eş olarak kendisine çabucak teslim et­meleri amacıyla bir şeyler verirse, bunları onlardan geri alma hakkına sa­hiptir. Çünkü bu bir rüşvettir. Son olarak şunu da belirtelim ki, bir erkek başkası tarafından boşanmış olup, iddet beklemekte olan bir kadına, iddet sonrası kendisiyle evlenmesi için bir miktar harcamada bulunursa, her ne kadar bu caiz değilse de, bunun hükmüne dâir birkaç görüş vardır. Muhakkik âlim-lerce mûtemed sayılan görüşe göre erkek, onunla evlenmeyi şart koşmuş ve kadın da başkasıyla evlenmişse, ona yaptığı harcamaları geri alma hakkına sahip olur. Eğer evlenmeyi şart koşmamışsa, bir kısmı geri alabileceğim, bir kısmı da geri alamayacağım söylemişlerdir. Güzel olan görüşe göre, geri ala­bilir. Zîra âdete göre, o erkeğin, kendisiyle evlenmeyecek olursa o kadın için harcama yapmayacağı biliniyorsa, bu, bir şart mesabesinde olur. Bir görüşe göre o adam, yapmış olduğu harcamaları mutlak surette geri alma hakkına sahiptir. Çünkü, harcama yaparken kadının kendisiyle evlenmesini şart koşmuş olsa da olmasa da, bu bir rüşvet mesabesindedir.

Mâlikîler dediler ki:  Eşler veya kocayla velî, gizlice mehir üzerinde anlaşırlar ve açık olarak da öncekine muhalif bir mehri ilân ederlerse, gizli­ce üzerinde anlaşmış oldukları mehir muteber olur. Açık olarak ilân edilir­ken şahit olanlar, gizlice anlaşma yaptıklarında bulunan şahitlerin aynısı olsalar da olmasalar da, hüküm değişmez. Ancak bazı Mâlİkîler, eşlerin giz­lice anlaşma yaptıkları sırada bulundurulan şahitlere açık olarak yapılan ilâ-nâtın bildirilmesinin zorunlu bir şart olduğunu söylemişlerdir ki, böylece şahitler, gerçek hakkında bilgi sahibi olsunlar. Eşler anlaşmazlığa düşerler ve kadın, kocasının gizli mehirden vazgeçtiğini, mehir olarak açıkça ilân et­tikleri meblağ üzerinde anlaştıklarını iddia eder, kocaysa bu iddiayı inkâr ederse, kadın bir beyyine olmadığı zaman kendi iddiası doğrultusunda ko­casına yemin ettirme halikına sahip olur. Koca yemin ederse, gizli mehir üze­rine amel olunur. Yeminden kaçınırsa, kadın yemin eder. Yemin edince de, aşikâr mehir Üzerine amel olunur. Yeminden kaçınırsa, gizli mehir üzerine amel olunur. Beyyine, aşikâr mehrin asılsız olup zahirî olduğuna, muteber mehrin gizli mehir olduğuna şehâdet ederse, beyyine ile amel olunur. Bunun aksi üzerine anlaşırlarsa, meselâ vergi ve benzeri bir sebep korkusuyla gizli mehrin aşikâr mehirden fazla olması üzerine anlaşırlarsa, anlaşma sahih olur ve bununla amel olunur. Şayet anlaşamazlar, koca, son olarak ilân edilen meblağın mehir olduğunu iddia eder de kadın onun bu iddiasını inkâr ederse, ortada bir beyyine bulunmadığı takdirde önce belirtilen şekilde yeminleşirler.

Hediyeye gelince, bunun dokuz şekli vardır. Şöyle ki: Koca, hediyeyi ya karısına, ya karısının velîsine veya yabancı bir şahsa verebilir. Her halü­kârda bu hediyeyi ya nikâh akdinden önce,ya akid esnasında veya akidten sonra verir. Hediyeyi sarih bir şartla da verse, şartsız olarak da verse, -çünkü bu durumda hükmen şartlı gibi olur- mehre dâhil olur. Hediye kadına, ka­dının velîsine veya yabancı bir şahsa verildiğinde de hüküm aynıdır. Koca gerdekten önce karısını boşarsa, mehrin aslında olduğu gibi, hediyenin yan­sı kadına, yansı da kocaya âit olur. Hediye kadından başkasına verilmişse, kadın hediyenin yansını o başka şahıstan veya kocadan alma hakkına sahip olur. Çünkü şartlı verilen hediye, mehir sayılır. Ayrıca koca, hak ettiği yarı­yı, hediye ettiği şahıstan alma hakkına sahip olur. Karısından bir şey alma hakkı bulunmaz. Çünkü hediye eden, kocanın kendisidir. Hediye, karı veya kocadan başka bir yed-i eminin dindeyken telef olur, telef olduğuna da bir beyyine şehâdet ederse; bilezik ve elbise gibi saklanabilir eşyalardan olsa da, deve ve sığır gibi saklanabilir eşyalardan olmasa da; veya telef olduğuna dâ­ir bir beyyine şehâdet etmez de salim olmakla beraber telef olduğu iddia edi­lemeyecek eşyalardan olursa, koca, gerdeğe girmeden karısını boşarsa, ikisi birlikte hediyeyi tazmin ederler. Biri diğerinden bir şey isteme hakkına sahip olmaz. Koca, karısını gerdekten sonra boşar, hediye de yed-i eminin elin-deyken telef olur ve şahitler de buna şehâdet ederlerse veya hediye, saklanması mümkün olmayan eşyadan olduğunda, şahitler telef olduğuna şehâdet etmeseler bile, kadının hesabına zayi olmuş olur. Karı veya kocanın ölümü halinde de hediye, tamamıyla kadının hesabına zayi olmuş olur. Zîra kadın gerdek ve ölüm nedeniyle hediyenin tamamım hak eder. Aynı şekilde fâsid akdin gerdekten önce feshedilmesi durumunda da, hediye tamamıyla kadın hesabına zayi olmuş olur. Çünkü bu durumda da kadın, hediyenin tamamı­nı hak eder.

Hediye koca veya kadının elindeyken telef olur, telef olduğuna dâir bey-yine bulunmazsa veya saklanması mümkün olmayan eşyalardan olup da bey-yineye gerek duyulmazsa, hediyenin tazmini onu elinde bulundurmuş olanın üzerine olur. Koca, gerdekten önce karışım boşarsa ve hediye de kadının elinde bulunursa, tazminatın yarısını kadının ödemesi gerekir. Gerdekten önce bo-şar ve hediye kocanın elinde bulunursa, tazminatın yarısını kocanın ödeme­si gerekir. Gerdekten sonra boşama ve ölüm durumunda tazminatın tümü kocanın üzerine olur. Hediye kıymet takdir edilebilen şeylerdense kıymeti­ni; misli bulunur şeylerdense mislini kadına vermesi gerekir.

Bütün bunlar, hediyenin nikâh akdinden önce veya akid esnasında ve­rilmesi durumunda sözkonusu olan hükümlerdir. Nikâh akdinden sonra ve­rilmiş olup zevce dışında velî veya başkalarına verilmişse, kendisine verilmiş olan kişi hediyeye sahip olur. Hediye zevceye verilmiş olup gerdekten önce boşanırsa, bu hususta iki görüş vardır:

1- Akidten sonra verilen hediye zevcenin elinde telef de olsa, sağlam ola­rak da kalsa, kocanın bunda bir hakkı olmaz. Kuvvetli ve tercihe şayan olan görüş budur.

2- Hediye mevcut duruyorsa, yarısı kocanın olur. Telef olmuşsa, misli­nin veya kıymetinin yarısı kocanın olur.

Çeyize gelince, Mâlikîler derler ki: Kadının, teslim almış olduğu mehir-Ie, emsali kadınlara yaraşır şekilde kendini ceyizlendirmesi gerekir ki, bu­nun da bir kaç şartı vardır:

1-  Kadın, peşin olsun veya vadeli olup da vâdesi dolmuş olsun, mehri gerdeğe girmeden önce teslim almış olmalıdır. Kocası onunla mehri teslim etmeden cinsel ilişkide bulunmuşsa; gerdekten sonra çeyİzlenmesini şart koş-mamışsa veya Örf bunu gerektirmiyorsa, kadını çeyizlenmekle yükümlü kı­lamaz. Kadın vâdesi gelmiş mehrin ön kısmını aldıktan sonra çeyiz hakkında dava açar. Mehri teslim aldığı için kadının aleyhine ve kocanın lehine hük­medilir. Ama koca, henüz vâdesi gelmemiş olan mehri teslim alarak çeyiz-lenmesi için kadına çağrıda bulunursa, bu çağrısı dolayısıyla koca lehine hüküm verilmez. Çünkü bu, kocaya menfaat sağlayacak olan bir selef olur. Bunun sebebi, vadeli bir şeyi âcilleştiren kimsenin selef yapmış sayılacağı­dır. Kadın bu durumda mehri teslim alırsa, bu mehirle çeyizlenmeye zorlanır.

2-  Koca, kadının çeyiz için teslim aldığından başka bir şeyi tesmiye etmemeli veya örf, kocanın çeyiz için bir şeyler vermesini öngör memelidir. Koca, çeyiz için bir şey vereceğini belirtirse, o şeyi vermesi gerekir. Veya örfün bu yolda verilmesini öngördüğü şeyi vermesi gerekir. Kocanın belirttiği veya örfün öngördüğü meblağ, mehirden çok da olsa az da olsa hüküm değişmez. Aynı şekilde kadının velîsi, kocaya verilecek bazı şeyler olduğunu belirtir ve koca da buna razı olursa, mehirden sarf-ı nazarla bu eşyayı temin etmekle yükümlü olan, kadının kendisidir.

3-  Mehir, ayın olmalıdır. Ticâret eşyası veya ölçeklenen veya tartılan bir şey, ya da bir hayvan olursa, kadın çeyizlenmek için mehrini satmakla yükümlü olmaz. Mûtemed olan görüş budur. Şu da var ki, çeyiz ve mehir kadının mülküdür. Ölünce, bunlar mîras olarak başkalarına intikal eder. Bun­dan şu mesele çıkar: Adamın biri, sözgelimi yüzbin lira tutarındaki bir me­hir üzerine bir kadınla evlenir, bu mehrin elli binini teslim eder ve kadının velîsine veya kendisine iki/üz bin lira tutarında çeyiz hazırlamasını şart ko­şar ve kadın gerdekten önce ölürse, yüzbin liranın tamamı kadının mirasçı­larının hakkı olur. Kadının mirasçıları, kalan ellibin lirayı kocadan kendi mîras payını düştükten sonra- isteyebilirler mi? Koca da, içindeki miras pa­yını almak için, şart koşulan çeyizin ibraz edilmesini isteyebilir mi, isteye­mez mi? Bu hususta iki görüş vardır. Denilmiştir ki, mirasçılar çeyizi ibraz etmekle yükümlü değildirler. Bu durumda kocanın, belirtilen mehri değil de, mehr-i misli ödemesi gerekir. Çeyizi, teslim almış olduğu ellibin liraya mah-sub edilir. Sonra da eîlibin liraya çeyizlenenlerin mehirlerinin kıymetine ba­kılır. Bu kıymet eğer ellibin liraysa, koca bir şey vermez. Çünkü o, ellibin lirayı ödemiştir. Ellibin liralık çeyizdeki mirasım alır. Bu çeyizdeki mîras payı, çocukları yoksa yarımdır. Kadının başka kocadan çocuğu varsa, kocası, çe­yizin dörtte birini miras olarak alır. Mehrin kıymeti seksenbin liraysa, koca, mirasçılara otuzbin lira daha verir. Ödediği otuz bin liradan ve elli bin lira tutarındaki çeyizden kendine düşen miras payını alır.

Ölen kadının mehr-i misli otuz bin liraysa, mirasçılarının kocaya yirmi bin lira vermeleri ve elli bin lira tutarındaki çeyizde olan miras payını ver­meleri gerekir.

Baba kızını çeyizlendirirse, bu çeyiz sâdece kıza âit olur. diğer mirasçı­ların bunda bir hakları yoktur. Mehrine ek olarak kocanın kendisine vermiş olduğu şeyler kadına âit olur. Yalnız bu fazlalığın, kadının kocasıyla gerde­ğe girmiş olduğu eve taşınması şarttır. Babanın çeyiz olarak verdiği şeyin sa­dece kıza âit olması için, babanın henüz kendi eli altında dursa bile bu çeyizlerin kıza âit olduğuna şehâdet etmesi şarttır. Veya bu çeyizi kızı adına satın alıp emânet olarak başkasının yanına bırakması, ya da mirasçıların bunu ikrar etmeleri şarttır.

Hanbelîler dediler ki:  Bir kimse, biri gizli, diğeri açık olmak üzere bir kadınla iki akid ve iki mehirle evlenirse; meselâ gizlice elli bin liralık me­hir üzerine, açık olarak da yüzbin liralık mehir üzerine nikâh akdi yapar ve ya bunun tersi olursa, bu fazlalık -ister gizli akidte olsun, ister aşikâr akidte olsun- kocaya aittir, onun hakkıdır.

Hediyeye gelince; bu, eğer nikâh akdinden sonra verilmişse mehirden sayılmaz. Koca, gerdekten önce kadını boşarsa, kadın mehrin yarısını hak eder. Hediyeden bir şey geri vermez. Gerdekten sonra boşanirsa, hiç mi hiç vermez. Çünkü bu durumda hediyenin tamamı (kadın lehine) sabit olur. Meh­rin tamamı veya yarısı lehine kesinlik kazandığında, kadın, kocasına bir şey geri vermez. Mehri düşürecek bir ayrılma vukûbulduğunda, meselâ ayrılma kadın tarafından olduğunda, mehirle birlikte hediye de kocaya geri verilir. Kadım kendisiyle evlendireceklerini vaad etmeleri dolayısıyla koca, onlara (kadına ve ailesine) hediye verir, onlarsa kadını onunla evlendirmezlerse, he­diyeyi onlardan geri alır. Çünkü onlar, vaadlerine muhalefet etmişlerdir. Bu sebeple de hediyesini yemelerinin bir anlamı kalmaz.

Şâfiîler dediler ki:  Eşler gizlice bir mehir belirlerler, sonra da aşikâ­re olarak daha fazla miktardaki bir mehri söylerlerse, önce söyledikleri me­hir esastır. Meselâ, gizlice yüzbin lira üzerine akid yapar, sonrada şöhret için akdin ikiyüz bin lira olduğu açıklanırsa, önce gizlice belirttikleri mehir lâzım olur ki, bu yüzbin liradır. Ama akidsiz olarak gizlice yüzbin lira üzeri­ne anlaşır, sonra da açıkça ikiyüz bin lira üzerine akid yaparlarsa, akidte sözü edilen ikiyüzbin lira, mehir olarak geçerli olur. Gizli mehir, söylenirse muteber olur. Ama akidte söylenmezse muteber olmaz; açıklanan mehir mu­teber olur.

[1] Ibn Mâce, Nikâh, 51; Ebû Dâvûd, Nikâh, 20

[2] Ibn Mâce, Nikâh, 15

[3] Bakara: 232

[4] Hucurât:6

[5] Tirmîzî, Nikâh, 15

[6] Bakara: 221

[7] Mâide:5

[8] Mâide 5

[9] Buhârî, Talak, 7

[10] ibn Mâ-ce, Nikâh, 33; Ebû Dâvûd, Nikâh, 16

[11] Bakara: 230

[12] Mâce, Nikâh, 33; Ebû Dâvûd, Nikâh, 16

[13] Müslim, Nikâh, 23

[14] Müslim, Nikâh, 22; Dârimı, Nikâh, 16

[15] ibnMâce, Fiten,3

[16] Ahmed t. Hanbei, Masned, 4/355

[17] Buharı, Nikâh, 14; Ebû Dâvud, Nikâh, 31

[18] Buhârî, Ni­kâh, 40

[19] İbn Mâce, Ticârât, 64

[20] Bakara: 237