๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Dört Mezheb Fıkhı => Konuyu başlatan: Eflaki üzerinde 03 Şubat 2010, 18:15:39



Konu Başlığı: Düğün Yemeğinin Vakti
Gönderen: Eflaki üzerinde 03 Şubat 2010, 18:15:39

Velîmenin, yani düğün yemeğinin ne zaman yapılması gerektiği hu­susunda, mezheblerin görüşleri aşağıya alınmıştır.

(77) MÂLİKÎLER dediler ki: Velîmenin (düğün yemeğinin) vakti, önce ve­ya sonra, gerdeğe girme zamanıdır. Bazıları, gerdeğe girmeden önce bu ye­meğin verilmesinin müstahab olacağını söylemişlerdir. Çünkü bu yemekten maksat, nikâhı herkese duyurmaktır. Nikâhın herkese duyurulması da ger­dekten önce olursa daha münâsibtir. İmam Mâlik´ten gelen bir rivayete gö­re, bu yemek gerdeğe girdikten sonra verilmelidir. Bu rivayetten kasıt, gerdekten önce verilememesi hâlinde gerdekten sonra yapılmasıdır. Yeme­ğin tekrarı mekruhtur. Mendub olansa sâdece bir tek yemeğe davettir. Bi­rinci kez davet edilenlerle ikinci kez davet edilenler ayrı kimseler iseler, sofrayı birkaç kez kurmanın sakıncası olmaz.

HANEFÎLER dediler ki:  Düğün yemeğinin vakti, gerdeğe girme zama­nıdır. Bu yemeğe davet, gerdek sonrasına, hatta gerdekten bir gün sonraya kadar devam edebilir. Bundan sonra düğün de biter, düğün yemeği de...

Hanbelîler dediler ki: Düğün yemeğinin vakti geniştir. Bu yemek nikâh akdinin yapılmasından sonra, tâ düğünün sona ermesi zamanına ka­dar yapılabilir. Sınırlı vakti yoktur. Yemeğin gerdekten az önce yapılarak geleneklere uyulmasında hiç bir sakınca yoktur. Düğün yemeği verilmeye baş­landıktan sonra iki gün devam eder. Üçüncü gün verilmesi ise mekruhtur. Zîrâ Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:

"Düğün yemeği, birinci gün haktır. İkinci gün iyidir. Üçüncü gün ise, gösteriş ve desinler içindir."[31]

Şâfiîler dediler ki: Düğün yemeğinin vakti, evlenme akdi ile başlar. Zaman aşımı dolayısıyla vakti geçmez. Bazıları demişlerdir ki: Düğün ye meği bakire eşlerle evleriildiğinde akıtten sonra yedi güne kadar, dul eşlerle evlenildiğİnde de akitten sonra üç güne kadar yapılabilir. Bu zaman geçince­ye kadar yapılmaması hâlinde, kazaya kalmış olur. En faziletlisi, bu yeme­ğin gerdekten hemen sonra verilmesidir.

Velîme Ve Diğer Yemekler İçin Yapılan Davetlere İcabetin Hükmü

Önce de belirtildiği gibi, özellikle evlenme dolayısıyla yapılan yemek dâvetine icabet etmek farzdi. Bu yemeğe davet edilen kimsenin ziyafet yerine gitmemesi helâl olmaz. Seferden dönüş, sünnet ve benzeri münâ­sebetlerle yapılan yemek davetlerine icabet etmekse sön netti. Dave­te icabet etmenin farz veya vâcib olması bazı şartlara bağlıdır:

1-  Davet eden kişi fâsik, açıkça günâh işleyen, zâlim veya övünüp böbürlenmek gibi fâsid maksatlı biri, ya da davetliye tesir ederek onu kö­tü işleri ve günahları işlemekte kendine âlet etmek gibi fasit maksatlı biri olmamalıdır. Meselâ hakkaniyetle hüküm vermesine engel olmak İçin kadı´yi davet etmek gibi.

2-  Davetli kişi, cemaatten geri kalmasını mubah kılan hastalık ve ben­zeri şer´î bir mazeret sahibi olmamalıdır.

3- Davetli özel çağrı almalıdır. Sözgelimi daveti tertipleyen kişi, şahıs belirtmeksizin halka "buyurun yemeğe gelin" diyecek olursa dâvetine icabet etmek vâcib olmaz.

4- Düğün yemeği (veya diğer yemekler) haram veya mekruh şeyleri kapsamamalıdır.

Bu şartları taşımayan yemek davetlerine icabet etmek ne farz, ne de sünnettir. İcabetin şartlarıyla İlgili olarak mezheblerin detaylı görüşleri aşa­ğıya alınmıştır.

Davetli kişi, davete icâb ettikten sonra farzı, ya da (yerine göre) sün­neti edâ etmiş olur. Ziyafet yerine gittikten sonra ayrıca yemeği yeme yü­kümlülüğü yoktur. Ziyafet yerine gittikten sonra yemeği yemek, sâdece müstehapti.

Oruçlu bir kişi davet edilirse ziyafet yerine gidip davet sahibine oruç­lu olduğunu haber vermeli, ona hayır duada bulunup, oradan geri dön­melidir. Eğer bu durum ziyafet sahibinin ağırına gider ve davetlinin yemek yememesi ona elem verirse ve davetlinin orucu da nafile ise, orucunu açıp yemeğini yemesi müstehab olur. Çünkü müslüman kardeşini sevindi rip kalbini-kırmaması, nafile oruç tutmasından daha fazla sevâb kazan­masına vesile olur. Ama davetlinin orucu farz İse, hiç bir hâlde orucunu açması sahih olmaz. Ayrıca davet sahibinin, farz orucu tutmuş o!an da­vetlinin mazeretini kabul edip yemek yemesine ısrar etmemesi âdâb ge­reğidir.

(78)  Hanefîler´in bu konuda iki görüşleri vardır:

a)  Şartlan hâiz olduktan sonra ister velîme için, isterse başka münâse­betlerle yapılan yemekler için, yapılan davetlere icabet etmek müekked sün­nettir.

b)  Evlenme akdi nedeniyle verilen velîme yemeğine İcabet etmek vâcib derecesine yakın müekked bir sünnettir ki, meşhur olan da bu görüştür. Ve­lîme dışındaki diğer yemek davetlerine icabet etmek, icabet etmemekten da­ha faziletlidir. Bazıları da, "evlenme akdi münâsebetiyle verilen velîme yemeği için yapılan davete icabet etmek vâcib olup, terki caiz değildir" derler.

(79) Mâlikîler dediler ki: Yemek davetine icabet etmek beş kısma ayrılır.

1- İcabeti vâcib olan. Bu, düğün yemeğine icabet etmektir.

2-  İcabeti müstehab olan. Bu medübe adı verilen, dostluğu pekiştirmek amacıyla verilen yemek dâvetine icabet etmektir.

3- İcabeti mubah olan. Bu, başkasınca kötülenmeyen güzel bir amaçla yapılan yemek dâvetine icabet etmektir. Akîka yemeğine, seferden dönen ki­şinin verdiği yemeğe, doğum sancılarından ve doğumdan salim olarak kur­tulan kadının verdiği yemeğe, ev yaptıranın verdiği yemeğe, sünnet merasiminde verilen yemeğe icabet etmek gibi.

4- İcabeti mekruh olan. Bu övülmek ve böbürlenmek gayesiyle verilen yemek dâvetine icabet etmektir.

5- İcabeti haram olan. Bu, kişinin kendisinden hediye kabul etmesi ha­ram olan biri tarafından yapılan yemek dâvetine icabet etmesidir. Meselâ iki hasımdan birinin yaptığı yemek dâvetine kadı´nın icabet etmesi, buna örnek olarak gösterilebilir.

(80) Hanbelıler dediler ki:  Davete icabetin şartlarını şöylece sıralaya­biliriz:

1- Davetli Özel çağrı almalıdır. Ama kişi, başkalarının zımnında çağrıl­mışsa icabeti vâcib olmaz. Bu da şöyle olur: Daveti tertipleyen kişi sözgelimi cemaate; "Ey insanlar. Buyurun yemeğe gelin" derse, bu durumda cemaat­ten hiç kimsenin icabeti vacip olmaz. Aynı şekilde davet tertipleyen kişi ken­di habercisine, "dilediğin, ya da karşılaştığın herkesi davet et" derse yine icabet etmek vâcib olmaz.

2-  Davet eden kişi, küsülmesi haram olan müslüman biri olmalıdır. Ama zimmî birisi, kişiyi davet ederse icabet etmek mekruh olur. Aynı şekilde zâ-lİm, fâsık, bid´atçi veya yaptığı davetle böbürlenen kişinin dâvetine icabet etmek gerekli değil, hattâ mekruhtur.

3-  Davet sahibinin kazancı temiz ve helâl olmalıdır. Eğer kazancı pis ve murdarsa dâvetine icabet etmek gerekli değil, hattâ haramdır. Ama malı­nın bir kısmı helâl, bir kısmı da haramsa, dâvetine icabet edip yemeğini ye­me ile ilgili olarak bir kaç görüş ileri sürülmüştür.

a)  Böylelerinin dâvetine icabet edip yemeğini yemek mekruhtur. Bu gö­rüşü bazıları tercih etmiştir.

b)  Böylelerinin dâvetine icabet edip yemeğini yemek haramdır.

c)  Böylelerinin dâvetine icabet edip yemeğini yemeyle ilgili tafsilât var­dır: Kazancının çoğu haramsa yemeğini yemek haram, aksi takdirde helâldir.

4- Davetli kişi, yemekte hazır bulunmaya muktedir olmayan biri olma­malıdır. Meselâ hasta veya hasta bakıcı olmamalıdır. Veya kendisinin, ya da başkasının malını korumakla meşgul bulunmamalıdır. Hava şiddetli de­recede sıcak, ya da soğuk veya elbiseleri ıslatacak kadar yağmurlu ve yollar da çamurlu olmamalıdır. Bütün bu durumlarda davete icabet etmek vâcib olmaz. Çünkü bu sayılan haller, cemaate gitmemeyi mubah kılan mazeretlerdir. Böylece de velîmeye icabet etmemek de bu gibi hallerde mubah olmaktadır.

5-  Velîmede fuhuş ve yalan sözle insanları güldüren veya utanma per­deleri yırtılmış oyuncu ve kötü kadınların bulunması, ya da sofrada içki, al­tın ve gümüş kapların; ud, zurna ve benzeri çalgı âletlerinin bulunması hâlinde icabet etmek vâcib olmaz. Hattâ haramdır. Ancak bu gibi pisliklere engel olabilecek kişinin, bu davetlerde hazır bulunması ve karşı çıkması vâcib olur. Böyle yapmakla da, iki vacibi, yani hem kötülükleri giderme vecibesini, hem de davete icabet vecîbesini yerine getirmiş olur. Ama davette, anılan sakın­calı durumların mevcud olacağından habersiz bir kişi, davete geldiğinde bu gibi nahoş hallerle karşılaşırsa gücü yettiği takdirde engel olması; aksi tak­dirde geri dönmesi gerekir. Ama davette çirkin ve nahoş hallerin vuku bula­cağını bilir de bu gibi durumları gözüyle görmezse, oturup yemeğini yiyebileceği-gibi, kalkıp gidebilir de.

6-  Velîmenin birinci gününde çağırılmış olmalıdır. İkinci gün çağırılan kişinin icabet etmesi vâcib değil, müstehaptir. Üçüncü gün çağırılan kişinin icabet etmesi ise mekruhtur.

Mâlikîler, evlenme akdi münâsebetiyle verilen yemek dâvetine ica­bet etmek, bazı şartlarla farz olur demişlerdir:

1-  Davet edilen kişi, çağrıyı açıkça veya dolaylı olarak.bizzat almış ol­malıdır. Açıkça çağrı almasına, davet sahibinin bizzat kendi ağzıyla veya kendi habercisiyle onu davet etmesini örnek olarak gösterebiliriz. Dolaylı olarak çağrı almasına, davet sahibinin, mahsur kalmış şu vasıftaki mahal sakinleri­ni davet etmek üzere haberci göndermesini örnek olarak gösterebiliriz. Bu mahal sâkinlerinin her biri dolaylı olarak şahsen çağırılmış olurlar. Davetli­nin şahsı, ne açıkça ve ne de dolaylı olarak belirtilmezse, meselâ davet sahi­bi, kendi habercisine "karşılaştığın herkesi veya mahsur kalmamış yoksulları çağır" diyecek olursa davete icabet vacib olmaz.

2- Yemekte kendileriyle bir arada bulunmaktan dolayı kendi dinine ve mürüvvetine zarar gelmesinden korktuğu rezîl ve sefil kimselerin bulunma­ması gerekir. Kişi bunlardan zarar göreceğinden korkarsa davete icabet et­meyebilir. Ama kişisel duygularından ötürü böylelerini görmekten hoşlanmayan kişinin davete icabet etme yükümlülüğü düşmez.

3-  Yemekte şer´an reddedilen durumlar bulunmamalıdır. Meselâ üze­rinde oturduğu minder ipek olmamalı veya üzerine başka bir şey serilmiş ol­sa bile ipek döşek üzerinde oturan birini görmemelidir. Ziyafette altın veya gümüş kablar bulunmamalıdır. Haram içerikli olduğu için dinlenilmesi ya­sak şarkılar okunmamalıdır. Eğer bu çirkinlikler, davetlinin görmediği ve işitmediği bir taraftaysa davete icabet etmesi caiz olur. Aksi takdirde caiz olmaz. Mâsiyeti işitmek de görmek gibi haramdır.

4-  Yemek yerinde, dikili vaziyette duran, onlarsız yaşaması düşünüle-meyen görünürdeki organları tam olarak yapılmış, cesedi ve gölgesi olan bir insan, ya da hayvan heykeli bulunmamalıdır. Onlarsız yaşaması mümkün olmayan organları tam olarak yapılmamış, cesedsİz ve gölgesiz resimlere, me­selâ duvarda yapılmış resime gelince bunun zararı olmaz. Çünkü bu şartları taşımakta olan akıl sahibi canlılarla diğerlerinin heykelleri haramdır. Bun­larla ilgili geniş açıklama ileride gelecektir. Şu da var ki; bazı kimseler, sahi­bi yetkili ve iktidar sahibi olup, kötülüğünden korkulan bir kimse ise. düğün yemeğinden şer´an haram şeyler bulunsa da orada hazır bulunmaya ruhsat vermişlerdir.

5-  Yemek yerinde fazlaca kalabalık bulunmamalıdır.

6-  Aleyhine müşavere için olsa bile, ziyafet yerinin kapısı yüzüne ka­panmamalıdır. Ama asalaklara engel olmak ve disiplini sağlamak için kapı kapanacak olursa, icabet etmemesi mubah olmaz.

7-  Davet eden kişi müslüman biri olmalıdır. Davetli de, icabet etmekten geri kalmasını mubah kılan hastalık ve benzeri bir mazeret sahibi olmamalı­dır. Davet eden kişi fâsık, şirretli ve yemek vermekle övünüp böbürlenen bi­ri, mahremi yanında bulunmayan bîr kadın, veyahut da dâvetine icabet etme hâlinde şüphe uyanmasından korkulan bir kişi olmamalıdır.

Hanefîler, davete icabet etmenin, ancak bazı şartların gerçekleşmesi durumunda sünnet olacağını söylerler:

1-  Davet eden kişi fâsık ve günahkâr olduğu açıkça bilinen biri olma­malıdır. Fâsık ve zâlimin dâvetine icabet sünnet değildir. Bilâkis hilâf-ı evlâ­dır. Çünkü helâlden kazanılmış olsa bile, zâlimlerin yemeğini yemekten kaçınmak gerekir.

2- Davet eden kişinin malının çoğu haram olmamalıdır. Bu durumu bi­len kişinin davete icabet etmesi vâcib olmaz. Davet sahibi, yemeğe harcadığı parasının kendisine miras ve benzeri yollarla gelmiş helâl bir para olduğunu haber vermedikçe, davetlinin o yemeği yemesi caiz olmaz. Malının çoğu he-lâlsa, dâvetine icabet edip yemeğini yemekte sakınca yoktur.

3- Düğün yemeğinde içki ve benzeri haram şeyler bulunmamalıdır. Dü­ğün yemeğine davet edilen kişinin, bu yemekte günaha sebebiyet veren hu­susların mevcud olduğunu bilmesi hâlinde davete icabet etmesi sünnet olmaz. Ama bu gibi hususların mevcudiyetinden habersiz olursa, icabet etme yü­kümlülüğü düşmez. Sofrada içki ve heykelin varlığını bilmeden yemeğe gi­den kişi, gittiğinde sofrada bu gibi şeyleri görürse yemeğe oturmaması hatta yüz çevirerek geri dönmesi vâcib olur. Ama günaha sebebiyet veren bu gibi şeyler sofradan uzakta ve fakat kendisinin göreceği, ya da işiteceği bir taraf­ta bulunuyorlarsa; engel olmaya gücü yettiği takdirde engellemesi vâcib olur. Gücü yetmeyen veya lider pozisyonunda biri ise, yine ziyafet yerinden çıkıp gitmesi gerekir. Aksi takdirde oturup yemeği yemesinde bir sakınca olmaz. Ziyafet yerine gitmezden önce bu gibi şeylerin mevcudiyetinden haberdarsa gitmesi helâl olmaz. Ancak oradaki insanlara yön verebilecek etkinliğe sâhibse ve onun hatırı için kötülükten vazgeçeceklerse, o zaman yemeğe git­mesi vâcib olur. Kötülükleri bertaraf etmek İçin oraya gitmesi icâb eder. Yahûdî ve-hıristiyanlann dâvetine icabet etmekte bir sakınca yoktur. Çünkü ister kestiklerini, ister avladıklarını, ister başka şekildeki yemeklerini yemek tümden sakıncalı değildir. Ateşperestlerin, kestikleri hayvanlar dışındaki yi­yeceklerini yemek helâldir. Yalnız kestikleri hayvanların eti haramdır.

4-  Davetli kişi, hastalık ve benzeri şer´î bir mazeretle özürlü bulunma­malıdır.

5-  Davet sahibi, davetliyi açıkça veya dolaylı olarak şahsen belirterek çağırmalıdır.

6-  Yemeğe davet, velîmenin meşru vaktinde yapılmalıdır.

Şâfiîler dediler ki: Velîmeye icabetin vâcib olması, velîmeden başka yemeklere icabetin süririet olması için gerekli olan şartlar şunlardır:

1-  Davet sahibi özellikle zenginleri değil, zenginlerle beraber yoksulları da yemeğe çağırmalıdır. Bundan maksat dalkavukluk, ikiyüzlülük, riyakâr­lık yaparak ve böbürlenerek yalnızca zenginleri çağırmaya engel olmaktır. Zîrâ bu, dinimizin benimsemediği bîr davranıştır. Böyle yapan kişinin baş­kası üzerinde hakkı kalmaz. Ama tesadüf eseri olarak, sözgelimi komşuları veya meslektaşları olarak zenginleri çağırmasının bir zararı olmaz.

2-  Davet, velîmenin birinci gününde olmalıdır. Üç gün veya daha fazla, meselâ yedi gün ziyafet verme hâlinde, birinci gün dışındaki diğer günlerde davete icabet etmek vâcib olmaz. İkinci günde icabet etmek müstehab, geri kalan günlerdeyse mekruhtur.

3- Davet sahibi müslüman biri olmalıdır. Kâfir ise dâvetine icabet et­mek vâcib olmaz. Ama zımmînin dâvetine icabet etmek gayr-ı müekked sün­nettir.

4-  Davet sahibi, mutlak tasarruf ehliyetine sâhib olmalıdır. Davet sahi­bi, kısıtlı ise ve yemek masrafı da kendi parasından karşılanmışsa dâvetine icabet etmek haram olur. Eğer velîsi kendi parasıyla yemek yaptırrmşsa ica­bet etmek vâcib olur.

5-  Davet sahibi, bizzat veya habercisi aracılığıyla davet ettiği kimseyi şahsen belirlemelidir.

6- Davet sahibi; davet ettiği kimseyi, kendisinden korktuğu veya ma­kam, ya da forsundan yararlanmak, veyahut da batıl maksatlı bir işte yardı­mını sağlamak amacıyla davet etmemelidir.

7- Davetli, davet sahibinden özür dilememelidir. "Dilediği takdirde da­vet sahibi, onun gelmemesini utandığından değil de gönül rızasıyla kabul et­melidir ki, bu da her ikisinin durumundan anlaşılır.

8-  Davet sahibi fâsık, şirretli veya böbürlenen biri olmamalıdır.

9-  Davet sahibinin malının çoğu haram olmamalıdır. Eğer malının ço­ğu haramsa, dâvetine icabet etmek mekruhtur. Bulunduğu yemeğin haram olduğunu bilirse, yemesi haram olur. Çünkü haram malı yemek haramdır. Ancak haramla helâl birbirine karışırsa, zaruret şartına dayalı olmaksızın da kullanılması caiz olur. Davet sahibinin malının çoğu haram olmaz da şüp­heli olursa, dâvetine icabet etmek vâcib veya sünnet değil, sadece mubah olur.

10-  Davet sahibi, mahremi yanında bulunmayan yabancı bir kadın ol­mamalıdır. Ya da bilfiîl kendisiyle yalnız kahnmasa bile, kendisiyle haram olan yalnız kalma korkusu olan biri olmamalıdır.

11-  Davet, velîmenin vaktinde, yanı önce de belirtildiği gibi evlenme akdi vaktinde yapılmalıdır.

12- Davetli kişi, kadı veya kadı pozisyonundaki bir idareci olmamalı­dır. Bu gibi kimselerin kendi yönetim bölgelerinde özellikle davet sahibinin, bunlar nezdinde görülmekte olan bir dâvalarının mevcûd olması hâlinde da­vete icabet etmeleri vâcib olmaz. Hattâ icabetleri haramdır.

13- Davetli, cemâati terketmesini mubah kılan hastalık gibi bir mazeret sahibi olmamalıdır.

14-  Davetli kişi, kadın veya tüysüz delikanlılar gibi fitneye sebeb olma­larından korkulan veya davet sahibinin ırzına dil uzatılmasına sebeb olma­larından korkulan kimselerden olmamalıdır.

15-Davet sahibi birden fazla olmamalıdır. Eğer birden fazla olurlarsa, önce davet eden, sonra hısımlık bakımından daha yakın olan.sonra da kom­şuluk bakımından evi daha yakın olan tercih edilir. Bu yeğleme, dâvetçiler. arasında kıyaslama olduğunda yapılır. Eğer davetçiler eşit durumda iseler kura çekilir.

(81) Mâlîkîler dediler ki: Bu hususta iki görüş vardır:

a) Yemeği yemek vâcib değildir. Vâcib olan, yalnızca davet yerine git­mektir ki, kuvvetli olan görüş de budur.

b)  Oruçlular dışındaki davetlilerin, yemeği yemeleri vâcibtir.

(82) Hanefîler dediler ki: Davetli kişi, oruçlu olur da yerine bir gün kaza edebileceği hususunda kendine güvenirse, (davet sahibi) müslüman kardeşi­nin eziyet çekmesini önlemek amacıyla orucunu açıp yemeğini yiyebilir. Eğer yerine bir gün kaza etme hususunda kendine güvenemezse, davet sahibi ezi­yet görse de orucunu açamaz. Bu hüküm, orucun zevalden önce açılması du­rumunda söz konusudur. Zevalden sonra orucun açılması helâl olmaz. Ancak zevalden sonra olsa dahi, anaya-babaya itaatsizlik sözkonusu olursa oruç açı­labilir.

Mâlîkîler dediler ki: Nafile de olsa, orucu açmak caiz olmaz. An­cak anası veya babası, orucunu açmasını isterse açar. Ama böyle bir durum olmadığı takdirde, kendisi açmaya üç talakla hanımını boşamaya yemin et­miş olsa bile orucunu açamaz. Ancak yeminini bozması (yani orucuna de­vam etmesi) nedeniyle şer´î bir fitnenin vukuundan korkutursa orucunu açar; kaza etmesi de gerekmez. Örneğin yemin eden kişinin (yeminini yerine getir­mediği takdirde) boşamış olacağı hanımına kalbi takılı kalır ve onunla cin­sel ilişki kurmasından korkulursa orucunu açması caiz olur.