๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Dört Mezheb Fıkhı => Konuyu başlatan: Eflaki üzerinde 05 Şubat 2010, 15:54:59



Konu Başlığı: Bey´in rükünleri
Gönderen: Eflaki üzerinde 05 Şubat 2010, 15:54:59

Bey´in rükünleri altı tanedir. Sîga, âkid, ma´kûdün aleyh. Bu üçü­nün her biri de ikişer tanedir. Çünkü âkid (akdi yapan), ya satıcıdır, ya da müşteri. Ma´kûdün aleyh (akdin konusu) ya mal, ya da bu mala öde­nen bedeldir. Sîga ise ya İcâbtır, ya da kabul: Böylece rükünlerin sayısı altıya ulaşmaktadır. |

Rükün; her ne kadar mâhiyetine dâhil olmasa bile, bir şeyin var ol­mak için kendisine dayalı olduğu şeydir. Bu, sırf bir terimdir. Çünkü bir şeyin gerçek rüknü, kendisine dâhil olan şeydir. Bey´in aslı da, o mevcûd olmayınca akdi yapanların satıcı ve müşteri sıfatlarını alamayacakları sîgadır. Bu sayılan rükünlerden her birinin kendine özgü hüküm ve şartlan vardır ki bunu aşağıdaki sıraya göre açıklayacağız:

1- Sîga

Satışta sîga, satıcı ve müşterinin, yapılan akde razı olduklarına delâ­let eden şeydir ki, iki tanedir.

1- Söz veya söz yerine geçerli olan ulak, ya da mektuptur. Adamın biri bîr başkasına gönderdiği mektupta "evimi sana şu fiyata sattım" di­ye yazar veya bu sözünü ulak aracılığıyla ona gönderir ve o kişi de yazıyı okuduğu, ya da haberi ulaktan aldığı aynı mecliste (yerde) kabul ederse, bu satış sahih olur. Ancak mektubu okuduktan veya ulaktan haberi aldık­tan sonra kabul etmez de araya fasıla koyarsa, satış akdi sahih olmaz.

Yalnız, eşya göz önündeyken yapılan satışlarda satıcının "sattım" deme­sinden sonra müşterinin biraz ara verdikten sonra "kabul ettim" demesi gibi, az bir fasıla koyarsa, bunun bir sakıncası olmaz.

2- Muâtât: Bu, konuşmaksızın alıp-vermektir. Fiyatı belli olan bir ma­lı, satıcısından alıp parasını vermek gibi. Bu durumda müşteri, malı tes­lim almakla o mala sahip olur. Bu muamelede satılan eşyanın örfe göre müteferrik olarak satın alınan pahasının az; ekmek ve yumurta gibi bir eşya olmasıyla, pahası yüksek değerli bir elbise olması arasında bir fark yok­tur. Sözlü sîgaya gelince bu, malı mülk olarak başkasına vermeye ve ma­la mâlik olmaya delâlet eden bir lâfızdır. "Sattım", "satın aldım" gibi. Satıcının sözüne "icâb, müşterinin sözüne "kabul" denir. Bazı du­rumlarda kabul, icâbtan önce gelebilir. "Bu malı bana sat" gibi. İcâb ve kabulün açıklamasına ilişkin olarak mezheblerin detaylı görüşleri aşağı­ya alınmıştır.

İcâb ve kabul için gerekli bazı şartlar vardır:

1- İcâb; miktar, evsâf, nakit, hulul ve vâde bakımından kabule uy­gun olmalıdır. Satıcı, "bu evi bin liraya sattım" der de müşteri, "onu beş yüz liraya kabul ettim" derse, satış akdi gerçekleşmez. Aynı şekilde satı­cı "evimi bin altına sattım" der de müşteri, "onu bin banknota kabul ettim" derse satış akdi gerçekleşmez. Ancak müşterinin dediği "bin" her yön­den satıcının dediği "bin"in misli olursa o zaman satış akdi gerçekleşir.

2-  İcâb ve kabul aynı mecliste vukûbulmalıdır. Satıcı "bunu sana bin liraya sattım" der ve müşterinin kabulünden önce ikisi de bulundukları yerden ayrılırlarsa, satış akdi gerçekleşmez.

3-  İcâb ve kabul arasına alışverişten caymaya delâlet eden bir fasıla konulmamalıdır. Ama örfe göre alışverişten yüz çevirmeye delâlet etme­yen az bir fasıla, icâb ile kabul arasına girerse, bunun, akdin gerçekleş­mesine bir zararı olmaz.

4-  Akdi yapanlar, birbirlerinin konuşmasını işitebilmelidirler. Satış akdi, şahitler huzurunda yapılırsa, şahitlerin işitmeleri yeterli olur. Bu takdirde taraflardan biri, diğer tarafın konuşmasını işitmediğini iddia ederse, iddi­ası doğrulanmaz. Sözgelimi satıcı "bu malı şu fiyata sattım" der, müşteri de "kabul ettim" derse ve biribirlerinden ayrıldıktan sonra satıcı, "müş­terinin kabulünü işitmedim" veya müşteri, "fiyatın ne kadar olduğunu işitmedim" diye iddiada bulunurlarsa, şahit getirmemeleri durumunda bu İddiaları doğrulanmaz.

(119) Hanefîler dediler ki: Bey´in icâb ve kabulden ibaret tek rüknü var­dır. Bu ikisi, satıcıyla müşteri arasında mülkiyet mübadelesine delâlet eden söz veya fiildir. Bazıları demişlerdir ki; Bey´in icâb (kabul) ve alıp-vermek şeklinde iki rüknü vardır. Her halükârda Hanefîler bu hususta gerçek rükne bakmışlardır ki, buna göre rükün; şeyin içine dâhil olan aslî unsurudur.

(120) Şâfîîler dediler ki: Bey ancak, sözlü sîğa veya onun yerine geçen mektub, ya da ulakla veya dilsizin bilinen işaretiyle gerçekleşir. Kişinin rızâ­sına delâlet eden davranışlar anlamına gelen "muâtât" ile bey´ (satış) ger­çekleşmez. İhya sahibi, az ve önemsiz eşyanın muâtât ile satımının caiz olduğunu söylemiştir. Çünkü bu gibi şeylerde normal olarak icâb ve kabul zor olur.

(121) Hanefîler dediler ki; İcâb, akit taraflarından birinin önce söylemiş olduğu sözdür. Bu taraf satıcı da olabilir: "Şu fiyata sana sattım" gibi. Müşteri de olabilir. "Bunu senden bin liraya satın aldım" demesi gibi ki, buna karşı satıcı da "onu sana sattım" der. Kabul ise, alışverişte ikinci olarak söylenen sözdür.

(122) Hanefîler dediler ki: Satmak ve satın almak, mülk olarak verme­ye ve mal sahibi olmaya delâlet eden iki lâfızla tahakkuk eder. "Sattım, sa­tın aldım, verdim, sarfettim, aldım, razı oldum, bu malı şu fiyata sana verdim" gibi. Satmak ve satın almak akdi, selem, hîbe ve ivaz (karşılık) lâfızlanyla da tahakkuk eder. "Bunu sana şu fiyatta selem´e verdim" veya "bunu sana şu fiyatla hîbe ettim" veyahut "atımı senin atma ivaz (karşılık) kıldım" di­yen kişiye, muhatabı da "ben de..." diye cevap verirse, ahş-veriş tahakkuk eder. Sonra eğer satış yüklemi mazi olarak kullanılırsa veya "sana şu anda satıyorum" demek gibi gelecek zamana muhtemel olmayan muzâri olarak kullanılırsa, bu durumda herhangi bir niyete ihtiyaç duyulmaksizın satış ta­hakkuk eder.

Bazı fıkıhçılar ise her halükârda, yani satış yüklemi mazi olarak da kul­lanılsa, muzarî olarak da kullanılsa satışın tahakkuk etmesi için niyetin ge­rekli olduğunu söylemişlerdir. Satış yüklemi şimdiki ve gelecek zamana muhtemel olursa veya baş tarafına "sin-sevfe", harfleri konularak sırf gelecek zaman ifâde ederse, satış akdi, icâbın şimdiki za­man için niyet edilerek söylenmesi durumunda ancak tahakkuk edebilir. Bu durumda hem icâb, hem de kabul lâfızları gelecek zaman kipiyle de söylen-seler veya biri geçmiş zaman diğeri ise gelecek zaman kipiyle söylenseler, hü­küm aynı olur. Satıcı "bu elbiseyi sana şu fiyata satıyorum" der ve müşteri de "satın alıyorum" derse, satış akdi tahakkuk etmez. Ancak bu ikisi de şim­diki zaman için icâba niyet ederlerse satış akdi tahakkuk eder. Aynı şekilde taraflardan biri, "satarım" veya "satacağım" der de diğeri "satın aldım" derse, satış akdi tahakkuk etmez. Müşteri emir kipini kullanarak "bu elbi­seyi bana sat" der ve bu sözüyle şimdiki zaman için icâba niyet ederse satış tahakkuk etmez. Ancak satıcı kendisine, ´sattım" der ve müşteri de "satın aldım" sözüyle buna ceVâb verirse, satış gerçekleşir. Emir kipiyle satışın ge­çerli olması için üç lâfız gereklidir. Çünkü birinci lâfız mülgadır, yani yok gibidir. Zîrâ satış, emir kipiyle asla gerçekleşmez. Ancak emir kipi, şimdiki zamana delâlet ederse o zaman olur. Meselâ satıcı, "bu elbiseyi şu fiyata ben­den al" der de müşteri, "onu aldım" derse, bu emir kipiyle satış gerçekleşir. Çünkü satıcının "benden al" emri, "bu malı sana sattım. Onu al" anlamını ifâde etmektedir. Satış yüklemine soru edatı veya benzeri bir edat eklenirse; sözgelimi, "bana satar mısın?" veya "keşke bana satsan" demekle satış ger­çekleşmez. Satıcı ve müşteriden her birisi, aynı mecliste bulundukları süre­ce, diğeri kabul etmedikçe ahş-verişten cayabilir. Meselâ satıcı, "bunu sana şu fiyata sattım" der de diğeri kabul cevâbını vermezse sözünden cayabilir. Aynı şekilde müşteri, satıcıya "bunu şu fiyata senden satın aldım" der de satıcı, "sana sattım" demezse, müşteri söylediği sözden cayabilir. Buna, mec­liste kabul muhayyerliği denir.

Mâlikîler dediler ki: Satış akdi, rızâya delâlet eden "sattım", "sa­tın aldım" ve benzeri sözlerle gerçekleşir. Sonra eğer satış yüklemi geçmiş zaman kipiyle kullanılmışsa, meselâ satıcı "bu malı sattım", müşteri de "satın aldım" demişse bu akid gerçekleşmiştir ve bağlayıcıdır. Taraflardan biri, di­ğerinin rızâsından ne önce, ne de sonra bu alışverişten cayamaz. hatta bu akidle alışveriş yapmayı kasdetmemiş olduğuna yemin etse bile cayamaz. Ama satış yüklemi emir kipinde kullanılmışsa; meselâ müşteri "bu malı şu fiyata bana sat" demiş, satıcı da "sattım" demişse bu satış akdi gerçekleşir. An­cak tarafları bağlayıcı olup olmadığı hususunda ihtilâf vukûbulmuştur. Ba­zı fıkıhçılar bu durumda müşterinin, satın almayı kasdetmedim diyerek yemin etmesi şartıyla alışverişten cayma hakkına sâhib olduğunu söylemişlerdir. Bazı fıkıhçılar ise bu şekilde gerçekleşen satış akdi gibi bağlayıcı olduğunu ve ta­raflardan birinin cayma hakkına sâhib olmadığım söylemişlerdir. Mûtemed olan görüş budur.

Satış yüklemi muzâri kipinde kullanılmışsa, meselâ satıcı "bu eşyayı bu fiyata satıyorum" demiş de müşteri buna razı olmuşsa bu satış akdi; geri dönerek ben satmayı değil, sâdece şakalaşmayı veya pazarhk etmeyi kasdet-tim diyerek sözünü yeminle pekiştirmesi durumunda satıcıyı bağlamaz. Müş­terinin razı olmasından sonra geri döner ve satışı kasdetmediğine yemin ederse ne âlâ. Aksi takdirde malını satmakla yükümlü olur. Veya satışı kasdettiğine ilişkin bir karine bulunursa, satışı kasdetmediğine yemin etse bile, sat­makla yükümlü olur. Bu da müşterinin kendisine şöyle demesiyle olur: "Ey falan şu eşyanı bana on liraya sat" def de satıcı "hayır" derse; müşteri, "onbir liraya sat" der de satıcı yine "hayır" ve sonra da, "on iki liraya satarım" derse, müşteri de "kabul ettim" derse, bu durumda satış akdi bağlayıcı olur ve caymaya hakkı olmaz. Maksadım satmak değildi deyip yemin etse bile bu yemininin bir faydası olmaz. Çünkü satıcıyla müşteri arasındaki karşı­lıklı konuşma, işin şaka ve oyuna gelir yanı olmadığını kanıtlamaktadır. Aynı şekilde müşteri "bu malı şu fiyata satın alıyorum" der ve satıcı da buna razı olduktan sonra müşteri bu alışverişten cayacaksa, o zaman caymaya hakkı olur. Satın almada ciddi olduğuna ilişkin bir karîne bulunmaz ve maksadı­nın satın alma olmadığına yemin ederse cayabilir. Aksi takdirde, malı satın almakla yükümlü olur. Özetle, satıcı olsun, müşteri olsun muzârî kipindeki satış yüklemini ilk olarak kullanan taraf, satış akdiyle bağlı olmaz; akitten cayma hakkına sâhib olur. Karşı tarafın rızâsından sonra cayacak olursa yemin etmekle yükümlü olur. Karşı tarafın alışverişe rızâsından önce cayacak olursa, buna hakkı vardır. Ve yeminle de yükümlü değildir. Tabiî bütün bun­lar, satış veya satın almanın varlığına veya yokluğuna delâlet eden bir delîl bulunmaması hâlinde sözkonusu olurlar. Ama bir delil mevcud olursa, ona göre hareket edilir.

Adamın biri başkasına, "bu malı kaça satarsın?" diye sorar, o da "on liraya..." derse ve soran kişi de "aldım" derse; ancak satıcı, satmaya ya­naşmayarak "ben malın değerini anlamak veya şaka yapmak istiyordum" derse, bu durumda karinelere başvurmak gerekir. Mûtemed görüş budur. Önceki şekilde aralarında karşılıklı konuşma ve pazarlık geçmesi gibi alışve­rişin ciddiliğine ilişkin bir karîne bulunursa, satıcı, malı satmakla yükümlü olmayacağı gibi, yeminle de yükümlü tutulmaz. İkisinden birinin üzerine delil bulunmazsa satıcı, eğer müşterinin rızâsından sonra caymışsa, cayabilir. Ama yeminle yükümlü olur.

Şâfiîler dediler kİ:  Satmak ve satın almak, maksadı anlaşılır bir şe­kilde ifâde edersek bir malı başkasına mülk etmeye delâlet eden her lâfızla tahakkuk eder ki, bu lâfızlar sarih ve kinaye olmak üzere iki kısma ayrılır­lar. Sarih olan lâfızlar, alım-satıma delâlet eden ve başka şeylere delâlet et­me ihtimâli olmayan lâfızlardır. Meselâ, "bu malı şu fiyata sana sattım" veya "onu senden şu fiyata satın aldım" gibi, kinayeye gelince bu, satıştan başka anlama da delâlet eden lâfızdır. Meselâ, "bu elbiseye karşı şu elbiseyi sana verdim" veya "bu binek karşılığında şu bineği sana verdim" gibi. Bu söz hem satış, hem de iğreti verme anlamlarını ifâde eder. Her iki anlamı verme İhtimali de vardır. Eğer bunu söylemekle satmayı ve satın almayı kas-detmişse, akid sahih olur. İhtimaüi lâfız eğer fiyat sözcüğüyle bitişik olarak andırsa, sarih lâfız statüsüne girer. Örneğin "bu evi yüz dinara sana hîbe ettim" gibi. Bu örnekte hîbe lâfzı, eğer parayla bir arada telâffuz edilmesey­di asıl hîbe olarak gerçekleşecekti. Parayla bir arada söylenince satış olarak tahakkuk etmiş oldu. Başkasını mülk sahibi etmeye delâlet eden lâfızlar da aynı şekilde bedelle bir arada söylenince satışa açıkça delâlet ederler. Mese­lâ, "bu evi şu kadar paraya sana yaptım" veya "bunu şu fiyata sana ivaz (karşılık) verdim" veyahut "bunu şu fiyata sana sarfettim" denilince, bu cümlelerde para ve fiyattan söz edildiği için, açıkça satışa delâlet ederler. Yine bunun gibi müşteri, "satın aldım ve kabul ettim" derse bu sözü, satın alma­ya açıkça delâlet eder. Ama yalnızca "mülk edindim" demesi böyle değil­dir. Çünkü bu kelime bir, kinayedir ki, hem satın alarak mülk edinme, hem de hîbe yoluyla mülk edinme anlamlarını ifâde etme ihtimali vardır. Satış akdi sarih lâfızlarla helâl olarak gerçekleştiği gibi, kinayeli lâfızlarla da he­lâl olarak gerçekleşebilir. Fakat sarih lâfızlar daha kesin olup anlaşmazlığa giden yolları tıkar ve husûmetleri de en güzel bir şekilde bertaraf eder. "Sa­na satıyorum diyerek satıcının icâbta muzârî kipini kullanması veya "ka­bul ediyorum" diyerek müşterinin kabulde muzârî kipini kullanması, kinayeden sayılır ve her iki durumda da satış akdi niyetle sahih olur, her ne kadar niyet her sığada gerekli ise de... Nitekim bu husus şartlar bahsinde de anlatılacaktır.

Şâfiîlere göre niyetle,´ lâfzın mânâsını kasdetme arasında fark vardır. Kabulün icâbtan öne alınması sahih olur. Meselâ müşteri satıcıya: "Bana şu malı şu fiyata sat" derse, buradaki ´bana sat´ sözü icâb talebi anlamında­dır ki, kabul yerine geçerli olur. Şu halde icâb talebi, emir kipiyle olursa, kabulün fertlerinden sayılması sahih olur. Ama icâb talebi, "bu malı şu fi­yata bana satar mısın?" gibi soru şeklinde olursa, bunu kabul makamında saymak sahih olmaz. Satma veya satın alma sözlerini dileme anlamındaki "meşîet" lafzıyla kayıtlandırmanın akdin sıhhatine bir zararı olmaz. Örne­ğin: "Dilersen bunu benden şu fiyatla satın al" gibi. Ancak bunun için de dört şart gereklidir:

1- Bu kaydı, ister satıcı olsun, ister müşteri olsun, ilk söze başlayan te­lâffuz etmelidir.

2-  Bu kaydı sözüne ekleyen kişi, tekil muhâtab zamiriyle telâffuz etme­li, "in şi´te" demelidir. Çoğul olarak telâffuz ederse faydası olmaz.

3-  Eğer nahivci ise muhâtab zamiri olan ´ta´ harfini üstünlü olarak te­lâffuz etmelidir, "in şi´te" gibi.

4-  Meşîet kaydını, icâbta olsun kabulde olsun sözün sonuna eklemelidir.

Bu şartlardan biri ihlâl edilirse, alış-veriş bâtıl olur. Sözün sonuna *în-şâallah", kaydı veya akdîn gerekli kılmadığı bir kayıt konulursa, meselâ "falan dilerse" kaydı konulursa, akid bâtıl olur.

Hanbelîler dediler ki: Satış akdi, satmak ve satın almak anlamını İfâde eden her lâfızla gerçekleşir. Satış akdiyle ilgili sözlü sîğa, belirli lâfız­lardan ibaret değildir. Aksine satış akdî, satıcının icâbıyla, "sana sattım, sa­na mülk ettim, seni üzerine koydum, seni ortak ettim ve şu bedelle onu sana hîbe ettim, veya şu bedelle bunu sana verdim" gibi sözleri söylemesi ve müş­terinin de "kabul ettim, razı oldum, satın aldım, mülk edindim, aldım veya değiştirdim" gibi sözleri söyleyerek kabulü ile gerçekleşir. Satış akdi, selem veya selef Iâfızlarıyla sahîh olur mu, olmaz mı? "Şu malı şu bedelle sana selem olarak veya selef olarak verdim" deme hâlinde satış akdi, bazı kimse­lere göre sahih, bazı kimselere göre de sahih değildir. Kabulün icâbtan öne alınması caiz olur. Ama emir kipiyle, "bunu şu fiyata bana sat şeklinde olmalıdır. Mazi veya muzâri kipiyle olursa istifham, temenni ve tereccî´den soyutlanmış olmalıdır. Müşteri, "bana şu fiyatla satıyorsun" veya "bu malı şu fiyatla bana satıyorsun" der de satıcı, "sattım" diye cevap verirse akîd sahih olur. Ama "bana sattın mı?" veya "bana satar mısın?" veya "ne olur bana satsana" veyahut "keşke bana satsan" derse, akîd sahih olmaz. Sat­ma ve satın alma sözlerinin, meşîetle (Allah´ın dilemesiyle) kayıtlanmasının bir zararı olmaz. Satıcı, "Allah dilerse sattım" derse veya müşteri, "Allah dilerse satın aldım" derse bu satış akdi sahih olur. Akid tamamlandıktan sonra bile, akid yaptıkları yerden ayrılmadıkça taraflar akidden cayabilir­ler. İleride de açıklanacağı üzere akid meclisinden ayrılmadıkça muhayyer­likleri vardır.

(123) Hanefîler dediler ki:  İcâb ve kabul arasına konulması muaf olan az miktardaki fasıla; satıcının "bu elbiseyi sana on liraya sattım" demesini müteakiben, elinde su bardağı bulunan müşterinin o bardaktaki suyu içtik­ten sonra "kabul ettim" demesi gibidir. Ki bu fasılanın, akdin gerçekleşme­sine zararı olmaz. Müşterinin elinde su dolu bardak değil de bir lokma yiyecek olup o lokmayı yuttuktan sonra kabul etmesi de yine bunun gibidir. Ama yemek veya uyku ile meşgul olursa, akid meclisi değişir. Yine bunun gibi ona, "bu malı şu fiyatla sana sattım" der de müşteri ona cevâb vermez, sonra herhangi bir ihtiyaç nedeniyle başkasıyla konuşursa bu, satışın kendisiyle bir­likte fayda vermeyeceği bir fasıla olur.

Şâfiîler dediler ki: îcâb ile kabul arasına az olsun çok olsun, konu dışı bîr konuşma girerse, bu affedilmeyen blf fasıla olur. Ama uzun da olsa ve mâhiyeti taraflarca önceden bilinse de, satılan malın sınırlarıyla ilgili olan konuşmanın icâb ve kabul arasına fasıla olarak girmesi, zarar vermez. Azı­cık susma fasılası da icâbla kabul arasına girerse bunun bir zararı olmaz. Uzunca susmaya gelince bu, kabulden yüz çevirme hissini verdiği için muaf sayılmaz. Alışverişin yapıldığı meclisten ayrılmadıkları sürece satıcı da, müşteri de cayma hakkına sahiptirler. Çünkü, şart koşmasalar bile mecliste bulun­dukları sürece akitten cayma muhayyerlikleri vardır. Hattâ cayma muhay­yerliğinin olmamasını şart koşarlarsa alış-veriş akdi bâtıl olur.

2- Akdi Yapan (Âkid)

Satıcı olsun, müşteri olsun, akdi yapan kişide bir takım şartların bu­lunması gerekir.

1-  Akdi yapan kişi;´mümeyyiz olmalıdır. Mümeyyiz olmayan çocuğun yaptığı akid gerçekleşmez. Deli de böyledir. Satışı ve satışın do­ğuracağı sonuçları bilen, akıllı kimselerin konuşurken maksatlarının ne olduğunu anlayan ve onlara güzel cevap verebilen mümeyyiz cocuk ve bunağa gelince, bunların alım-satımlan gerçekleşir. Ancak velîsinin özel­likle sattığı veya satın aldığı bu şeye ilişkin İzin vermemesi hâlinde akid, yürürlüğe girmez. Velînin genel izni, yeterli olmaz. Velîsinin izniyle, mü­meyyiz bir çocuk bir eşya satın alırsa, bu alış-veriş akdi, bağlayıcı olarak gerçekleşir, velînin reddetme yetkisi olmaz. Ama mümeyyiz bir çocuk, ve­lîsinden izin almaksızın kendiliğinden gidip bir eşya satın alırsa, alışveriş akdi gerçekleşir. Fakat bu akid ancak velisinin veya bulûğa erdikten son­ra kendisinin uygun görmesiyle yürürlüğe girer.

2- Akdi yapan reşid olmalıdır. Bu, satış akdinin yürürlüğe girmesi için şarttır. Mümeyyiz olsun olmasın çocuğun satış akdi, yürürlüğe girmez. Deli, bunak ve sefihin satış akidleri de böyledir. Yalnız, mümeyyiz çocuğun alış ve satış akdi, velîsinin izniyle geçerli olur. Mümeyyiz olmayan çocuğun alış-veriş akdi, bâtıl olarak vâki olur. Mümeyyiz çocuğun âmâ veya gözü gören biri olması farketmeyip aynı hüküm sözkonusu olur.

3- Akdi yapan, İrâdesinde serbest olmalıdır. Zorlanarak baskı altına alman kişinin alışveriş akdi gerçekleşmez. Yüce Allah buyuruyor ki:

"Ey imân edenler, mallarınızı, karşılıklı anlaşmadan (doğan) bir ticâ­retten başka haksız nedenler ve yollarla (bâtılca) yemeyin.[27] Rasûlullah (s.a.v.) de buyururlar ki:

"Alış-veriş, ancak karşılıklı anlaşmadan doğandır.[28]

Konuyla ilgili olarak mezheblerin detaylı görüşleri aşağıya alınmıştır.


(124) Hanbelîler dediler ki: Mümeyyiz olmasa, velîsi de izin vermese, çocuğun az ve önemsiz şeyleri satması, satın alması sahihtir. Zîra rivayet olun­duğuna göre Ebû Derdâ (r.a.) hazretleri, çocuğun birinden bir serçe alıp onu salıvermişti. Sefih de böyledir... Vasisinin iznini almaksızın bir bağ bakla veya kibrit gibi az ve pahasız şeyleri satması veya alması sahîh olur. Çok miktardaki şeylere gelince, velîsi izin verse dahi mümeyyiz olmayan çocu­ğun bu gibi şeyler üzerinde tasarrufta bulunması sahih olmaz. Mümeyyiz ço­cukla sefihin, velîlerinin izniyle ahm-satım akdi yapmaları sahih olur. Yalnız bir yararı yokken velînin olur olmaz Şeylere izin vermesi haramdır.

(125) Şâfiîler dediler ki:  Dört kişinin satış akdi gerçekleşmez: 1- Mümeyyiz olsun olmasın, çocuk. 2- Deli. 3- Mükellef de olsa, köle. 4- Âmâ. Bir kişi, bu saydıklarımızdan birine bir şey satarsa, satış akdi bâtıl olur. Bunlardan almış olduğu parayı da kendilerine iade etmesi gerekir. O para, onun yanın­da onlar nâmına garantidedir. Ama bu sayılan dört gruptaki kimseler bir mal satıp müşteriden almış oldukları parayı zayi ederlerse sorumlu olmaz­lar. Sahibinin kesesinden gitmiş sayılır. Velîsi izin verse de çocuğun satışı gerçekleşmez. Ama efendisi izin verirse kölenin, akıllı ve mükellef olması şartıyla satması ve satın alması sahih olur.

(126) Hanbelîler dediler ki: Alış-veriş akdini yapan taraflar zahiren ve bâtınen serbest iradeli olmalıdırlar. Bir kimsenin, malını, gasbetmek isteyen zâlim birinden kurtarmak veya komşunun şerrinden sakınmak amacıyla, ken­disine satmak ve bu malı geri almak ve karşılığında almış olduğu parayı da iade etmek üzere bir başka şahısla anlaşması gibi, kişi sâdece zahiren serbest iradeli olursa bu alış-veriş akdi bâtıl olarak vâki olur ve gerçekleşmez. Çün­kü bu iki kişi zahiren her ne kadar kendi serbest iradeleriyle akid yapmışlar­sa da, bâtınen (işin iç yüzü bakımından) bu ahş-verişi yapmayı arzulamamaktadırlar. Buna "bey-i telcie" ve "bey-i emân", yani sığınma satışı denir. Bu iki kişinin akid yaparken, "bu, telcie satışıdır" demeleri şart değildir. Bir kişi, kendisinden almış olduğu paraya karşılık olarak içinde ba­rınmak, kiraya vermek, binmek ve sütünü sağmak şeklinde yararlanmak üzere bir malı başkasına teslim ederse, bu ribâ olur. Çünkü bu, menfaat karşılığı olarak bir miktar parayı başkasına belli bir vâdeye kadar vermektir ki, bu

da kazanç karşılığı karz olmaktadır. Bu nedenle de her bakımdan bâtıl ol­maktadır.

Şakacının bey´i (satışı) da telcie satışı gibidir. Çünkü şaka yapan kişi, satışın aslını kasdetmiş değildir. Dolayısıyla manen serbest iradeli değildir. Telcie ve şakacıktan satışlarda akdi yapanın iddiası, gerçekten satış yapma­yı kasdetmediğine ilişkin bir delilin bulunması hâlinde yeminle birlikte ka­bul edilir. Eğer böyle bir delili yoksa, beyyine ibraz etmediği takdirde iddiası kabul edilmez.

Ama yaptığı satışın telcie ve emân satışı olduğunu müşteriye söyleyip de onunla anlaşmaksızın, bir zâlimden kurtarmak amacıyla malını satan ki­şinin satış akdi, sahih olarak gerçekleşir. Çünkü bu durumdaki satış akdi, zorlama olmaksızın vukûbulmuştur. Adamın biri bir satıcıyı eşya getirmeye zorlar da bu satıcı getirdiği eşyayı, kendisini mal getirmeye zorlayana satar­sa, satış akdi sahih olur. Çünkü o kişi, satıcıyı satmaya değil de, satmanın sebebi olan mal getirmeye zorlamıştır. Ki bu durumda ondan mal satın al­mak mekruhtur. Zîrâ alınsa da emsal bedelle alınmamaktadır. Adamın biri bir başkasının malını istilâ ederek kendisine satmasını ister, ancak o da sat­mayı reddeder ve müstevli de kendisine satmadığı takdirde bu malın onun olduğunu itiraf etmeyeceğini söylerse, mal sahibi mecburiyet karşısında kal­dığı için ona satarsa, bu satış akdi bâtıl olur. Çünkü satıcı, malını satmaya zorlanmıştır. Borcunu ödemesi için hâkim tarafından zorlanarak malını sat­ması istenen kişi, zorlanmış sayılmaz. Çünkü bu, haklı bir zorlamadır. Satış akdini iptal eden zorlama, haksız yere yapılan zorlamadır.

Hanefîler dediler ki: Kişinin zorlanarak yaptığı akidler gerçekleşir. Zîrâ bu mezhebe göre, kişinin zorlanarak telâffuz etmesiyle de akidler ger­çekleşir. Ancak kişinin zorlanarak telâffuz ettiği sözlerin bir kısmı, akdin muhtemel olarak feshedilmesi anlamını taşır. Bir kısmıysa bu anlamları ta­şımaz. Fesih ihtimalini taşıyanlar, satış ve icarla ilgili lâfızlardır. Fesih ihti­malini taşımayanlarsa talâk, ıtak (köle azadı), nikâh ve nezir (adak) ile alâkalı olanlardır. Zâlim birisi, adamın birini malını satmaya zorlarsa, bu satış ak­di fâsid olarak gerçekleşir. Müşteri de buna, fâsid bir mülk olarak sâhib olur. Zorlanarak satan kişi, zorlamanın kalkmasından sonra bu satışı uygun gö­rüp onaylayabileceği gibi, malını bulduğu yerde geri de alabilir. Ama talâk, nikâh veya adakta bulunmaya zorlanan kişi, zorlanarak da olsa bu işleri ya­parsa, artık dönüşü mümkün olmayan bir yola girmiş olur. Meselâ zor kar­şısında kalarak boşamış olduğu karısı, başka bir kocayla evlenecek olursa, bu evliliğe mâni olamaz.

Borcunu ödemesi için malını satmaya kadı tarafından zorlanan kişi, fa­hiş bir aldanmayla malım satarsa bu satış akdi fâsid olur.

Satışa zorlamanın tahakkuku için kişinin; malını satmaya, müşteriye ma­lını teslim etmeye ve sattığı malın bedelini teslim almaya zorlanması şarttır.

Sâdece satışa zorlanan, sonra da malını kendi arzusuyla müşteriye teslim eden kişi, zorlanmış sayılmaz. Çünkü malı kendi arzusuyla teslim etmesi, satışı onaylaması anlamına gelir. Aynı şekilde malının bedelini de kendi arzusuyla teslim alması durumunda satışa zorlanmış sayılmaz. Kendisini, malım sat­maya mecbur eden bir işi yapmaya zorlanan kişi, zorlanmış sayılmaz. Mese­lâ temin etmeye muktedir olamayacağı bir malı getirmeye zorlanan kişi, bu malı getirmek için mülkünü satmak mecburiyetinde kalırsa, bu durumda sa­tış yapmaya zorlanmış sayılmaz ve satış akdi de geçerli olur. Bir kişi, satma­ya zorlanarak satmış olduğu malını geri almak istediğinde, almış olduğu bedeli şayet elinde mevcûd olarak duruyorsa iade etmekle yükümlü olur. Ama elinden çıkıp sarfedilmişse, kendisinden bir şey alınmaz.

Fâsidlik bakımından telcie satışıyla şaka yaparak satanın satışı da, zor­lanarak satış yapan kişinin satışı gibidir. Şaka yapan kişi her ne kadar kendi arzusu ile akid sözünü telâffuz etmişse de, satış hükmünün kesinleşmesine razı olmamakta ve bunu hoş karşılamamaktadır. İhtiyardan (bir işi arzu ile yapmaktan) ötürü rızâ gerekmez. Zîrâ ihtiyar, bir işi yapmayı kasdedip irâ­de etmek, rızâ ise o işi iyi ve güzel görmektir. Şaka yaparak satış yapan kişi, aslında zorlanmaktadır. Çünkü bir işi yapmaya zorlanan kişi, o işi ihtiyarıy­la (kendi kasıt ve iradesiyle) yapar ama o işe razı olmaz.

Telcİe akdine gelince bu, içi, dışının aynı olmayan bir İşi yapmaktır. Bu, şu şekilde olur: Adamın biri, bir başkasına, meselâ "evimi korumakta, se­nin forsundan yararlanmak için evimi sana ilcâ ediyorum" derse, telcie sa­tışı yapmış olur ki, bunun anlamı şudur: Falanın zulmünden kaçmak için sana sığınıyorum. Satıcıyla alıcı, bu şekilde anlaşarak telcie satışı yaparlar­sa, satış akdi fâsid olur.

Mâlikîler dediler ki: Bey´in geçerliliğine engel olan zorlama, hak­sız yere yapılan zorlamadır ve iki kısma ayrılır:

1- Satmaya zorlamak:  Bu, zâlim birinin, kişiyi, malının tümünü veya bir kısmını satmaya zorlamasıdır.

2- Kişiyi, malını satmak mecburiyetinde bırakan bir işi yapmaya zorla­mak. Meselâ temin etmeye güç yetiremeyeeeğİ bir malı getirmeye zorlanan kişi, bu malı temin edip getirmek için, kendi mülkünü satmak zorunda ka-lır. Bu kişi, direkt olarak kendi mülkünü satmaya zorlanmamış, ama kendi mülkünü satmasına neden olan bir işi yapmaya zorlanmıştır.

Birinci durumdaki zorlama nedeniyle yapılan satış akdi, bağlayıcı bir akid değildir. Satıcı, ne zaman imkân bulursa, malını geri alma hakkına sâ-hib olur. Ama malına karşılık aldığı parayı, muhafazasında taksiri olmaya­cak şekilde muhafaza ederek henüz yanında mevcudsa iade etmesi gerekir. Ama bu şekilde muhafaza ettiği halde telef olduğuna dâir belge ibraz eder­se, parayı iade etmesi gerekmez. Aksine, parayı ödemeksizin malını geri alır. Satışa neden olacak bir işi yapmaya zorlanan kişinin yaptığı satış akdine gelince, bununla ilgili olarak görüş ayrılığı vukûbulmuştur. Bazıları bu tür zor­lama nedeniyle yapılan satış akdinin de önceki gibi bağlayıcı olmadığını, diğer bazılarıysa bağlayıcı olduğunu söylemişlerdir.

Bu mezhebe göre meşhur olan, birinci görüştür. İkinciye gelince, uygu­lamada olan görüş budur. Çünkü bunda satıcının yararı sözkonusudur. Di­yelim ki; zâlimin biri bîr kişiden, temin etmeye muktedir olamayacağı bir malı ister ve bu nedenle de onu zindana atarsa, mazlumun yanında bir eşya olur da onu sattığı takdirde zâlime, istediği malı temin edip zindan azabın­dan kurtulacaksa ve biz de bu kişinin yapacağı satış akdi kendisini bağlayıcı değildir dersek, onun malını satın almaya kimse yanaşmayacaktır. Bu da zin­dandaki mazlumun aleyhine olacaktır. Bunun için Mâliki imamlarının ço­ğu, bu satış akdinin maslahat nedeniyle bağlayıcı olduğuna dâir fetva vermişlerdir. Bu satış akdinin bağlayıcı olmadığını ileri süren kavle göre, sa­tıcı, malını geri almak istediğinde, bedel olarak almış olduğu parayı iade ede­cektir. Mûtemed olan görüş budur.

Haklı nedenlerle zorlamaya gelince; bu, akdİn geçerliliğine engel teşkil etmez. Aksine, böyle bir zorlamanın yapılması vâcibtir. Meselâ devlet baş­kanı, valilerinden birini, halktan zulmen almış olduğu malları tekrar kendi­lerine vermek İçin elinde bulunan eşyalarını satmaya zorlarsa, bu zorlama, dînen yapılması istenilen bir zorlamadır. Ancak valinin elinde, halktan gas-betmiş olduğu bir eşya olduğu gibi duruyorsa, malını satmaya zorlamaksı-zm onu sahiplerine iade eder. Aynı şekilde kadı, alacaklıların haklarını ödemesi için, borçluyu mülkünü satmaya zorlarsa, bu haklı bir zorlama olur ve satış akdinin geçerliliğine engel olmaz.

Şâfiîler dediler ki: Zorlanan kişinin satış akdi direkt olarak gerçek­leşmez. Ancak zorlama durumunda akdi yapmayı kasdeder ve niyet ederse, akdi gerçekleşir. Çünkü bu durumda zorlanmış sayılmaz.

Zorlama iki kısımdır:

1- Haksız olarak zorlama. Kendisiyle birlikte akdin gerçekleşmediği zor­lama budur. Zorlayan kişi satıcıyı, malı teslime ve malının karşılığı olan pa­rayı almaya zorlasa da zorlamasa da hüküm değişmez. Çünkü satıcı, akid sığası bâtıl olmakla birlikte kendi ihtiyarı ile malı teslim etse veya parasını alsa bile bu satış akdi muteber olmaz. Çünkü satış akdi sahih bir sîğa ile ger­çekleşmemiştir. Kişi, malını satmak mecburiyetinde kaldığı bir işi yapmaya zorlanırsa, meselâ zâlim bir kişi, adamın birini, yanında bulunmayan bir malı getirmeye zorlarsa ve bu nedenle malını satmak mecburiyetinde kalırsa, bu durumda doğru olan görüşe göre akdi sahih olur. Çünkü bu kişi, direkt ola­rak malını satmaya değil, fakat malını satmaya sebep olan bir işi yapmaya zorlanmıştır. Zorlanarak satış yapan kişi, bedel olarak aldığı parayı iade et­mek şartıyla, malını geri alma hakkına sâhibtir. Ancak ihmâli olmaksızın o mal yok olmuş ise, ödemekle yükümlü tutulamaz.

2-  Haklı olarak zorlama. Meselâ hâkim veya yetkili söz sahibi bir kişi, başkasının hakkını ödemesi için, borçluyu malını satmaya zorlarsa, bu zor­lama satış akdine zarar vermez. Bu zorlama altında yapılan satış akdi sahih ve geçerli olur. Şaka olarak satış yapan kişinin akdine gelince, buna ilişkin iki görüş vardır ki, en doğrusu, söylediği kelimeye bakarak, satış akdinin gerçekleşmiş olduğu görüşüdür.



[1] Buhari Bûyû, 26; Müslim, İmân, 117

[2] Bakara: 224

[3] Buhârî, Küsûf, 2; Müslim, Küsüf, 1

[4] Mâide: 89

[5] Mâide: 89

[6] Ebû Dâvud, Eymân, 17

[7] Buhârî, Eymân, 3

[8] Kıdem, Beka, Muhâfctelün lit-tıavâdis. Kıyam bizzat, Vahdaniyet sıfailarına "sıfat-ı selbiye" adı verilir.

[9] A´râf:204

[10] isrâ: 78

[11] Ahzâb;72

[12] Kasm: Birden fazla kadnla evli olan erkeğin, hanımlarımı, yamnda anıyla gecelemesi. (Çeviren)

[13] Mücbir Velî, zorlama yetkisine sahip olan velîdir. (Çeviren)

[14] Hacc: 29

[15] Buhârî.Eymân.28;Muvattâ,Nüzûrı8

[16] Müslim, Nezr, 5; Tirmîzî, Nüzûr,11

[17] Müslim, Nezr, 5; Tirmîzî, Nüzûr, 11

[18] Müslim, Nezir, 8; Ebû Dâvud, Eyman, 32

[19] Müslim, Nczr, 12; Ebû Dâvud, Eymân, 25; Tirmizî, Nüzür, 4

[20] Yûsuf: 20

[21] Bakara: 275

[22] Nisa: 29

[23] Bakara: 282

[24] Buhân, ze­kât, 5; Müslim, Zekât, 107

[25] Buharı, Büyü, 78; bn Mâce, Ticârât, 48

[26] Ahmed b.Hanbel, Müsned, 3/466, 4/141

[27] Nîsâ: 29

[28] bn Mâce,Ticârât, 18; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, 2/536