๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Dört Mezheb Fıkhı => Konuyu başlatan: Eflaki üzerinde 02 Şubat 2010, 18:18:22



Konu Başlığı: Başkasinin Yerine Hac
Gönderen: Eflaki üzerinde 02 Şubat 2010, 18:18:22

İbâdetler üç kısma ayrılırlar:

1- Sırf bedenî olanlar. Namaz ve oruç gibi. Bunları yapmaktan mak­sat, noksanlıklardan münezzeh Yüce Allah´a bizzat boyun büküp huşu ve hudû içinde tezellül etmektir. Bunda malın hiç bir rolü yoktur.

2-  Sırf mâlî olanlar. Zekât ve sadaka gibi. Bundan maksat, kişinin yok-stıllara mâlî faydalar sağlamasıdır.

3-  Mâlî ve bedenî olan. Hac gibi. Bunda tavaf, sa´y ve benzerî davra­nışlarla Allah´a boyun bükülmekte, ayrıca bu uğurda bir miktar para da sarfedilmektedir.

Birinci kısım ibâdetler niyabet kabul etmez. Yani bu ibâdetleri asıl yü­kümlünün yerine başkalarının yapmaları, sözgelimi başkasının yerine na­maz kılmak veya oruç tutmak, caiz olmaz. Yapılsa da fayda vermez. İkinci kısım ibâdetlerse niyabet kabul ederler. Şu halde mal sahibinin malının zekâtını vermesi veya sadaka dağıtması için yerine başkasını vekil tâyin etmesi caiz olur. Üçüncü kısım ibâdete, yani hacca gelince bunun niya­bet kabul edip etmeyeceği hususunda mezheblerin ayrıntılı görüşleri aşa­ğıya alınmıştır.

(14) Mâlikîler dediler ki:  Hac her ne kadar hem mâlî ve hem de bedenî bir ibadet ise de, bedenî yönü ağır bastığından ötürü niyabet kabul etmez. Kendisine hac farz olan kimsenin, ister sağlıklı olsun, ister iyileşmesi umu­lan bir hasta olsun haccetmek üzere yerine başkasını vekil tâyin etmesi caiz olmaz, yerine farz haccı ifâ etmek üzere birini kiralarsa, kira akdi fâsid olur. Kiralanan kişi, görevini yapıp hac amellerini tamamıyla edâ ederse ecr-i mi-sîl alır. Ama hâkimin, bunun farkına vararak akdi feshetmesi sonucu, kira­lanan kişi hac amellerini tamamıyla edâ edemezse, kendisine hiç bir ücret vermek gerekmez.

Hastalığının iyileşmesi umulmayan biri veya farz olan haccı edâ etmiş olan biri, tatavvû olarak yerine haccetmek üzere bir kişiyi kiralarsa, bu icar akdi sahih olmakla birlikte mekruh olur. Umre yapmak üzere bir kişiyi icar etmek de, sahîh olmakla birlikte mekruh olur. Zîrâ umre farz değil, sünnet­tir. Bizzat haccetmekten âciz olan ve hayatının hiç bir senesinde de haccet­meye muktedir olmamış bir kişinin üzerinden hac, kesin olarak sakıt olur. Ücret vermeye muktedir olsa bile, yerine haccetmek üzere başka birini icar etmesi gerekmez. Bir kişi ister sağlıklı olsun, ister hasta olsun, kendi yerine yaptırmak istediği hac ister farz, ister; nafile olsun yerine haccetmek üzere bir kişiyi icar ederse, yapılan hacın hiçbir sevabı olmaz. Aksine o, onu edâ etmek üzere kiralanmış kimsenin amel defterine nafile olarak yazılır. Kira­layan kişi ise ancak, kiraladığı adama, onu kiralayarak yaptığı yardımın ve onun yaptığı duaların bereketini ve sevabını kazanır. Söz gelimi: Vasiyeti gereği bir kişinin Ölümünden sonra yerine haccedilir veya vasiyeti olmadığı halde ölümünden sonra varisler^0nun yerine haccetmek üzere birini kiralarlarsa, o haccın sevabı, ne farz ne1 de nafile olarak ölünün amel defterine asla yazıl­maz. Eğer muktedir olduğu halde sağlığında edâ etmemişse farz olan hac zimmetinde kalmakta devam eder. Ancak kiralık kişiye yapılan yardımın ve onun hacda yaptığı duaların bereket ve sevabından istifade eder. Hac için vasiyette bulunmak mekruhtur. Ama vasiyet edilirse varislerin, yoksul ve miskinlere yardım yapılmasına ilişkin mekruh olmayan bir vasiyetiyle çatış­madığı takdirde ölünün malının üçte birinden karşılayarak bu vasiyeti yeri­ne getirmeleri vâcib olur. Ama ölünün hac vasiyeti yanında mekruh olmayan bir başka vasiyeti daha varsa ve terekenin üçte biri bu iki vasiyeti yerine ge­tirmeye yeterli değilse diğer vasiyet öne alınır ve hac vasiyeti lağvedilir. Bu­nu şöylece örneklendirebiliriz: Bir kişi, ölümünden sonra yerine haccedilmesini ve ayrıca malından da yoksullara beşyüzbin lira verilmesini vasiyet etmiş di­yelim. Haccettirmek de beşyüzbin lira tutsa ve miras olarak bırakmış oldu­ğu terekenin üçte biri de yalnızca beşyüzbin liradan ibaret olsa, bu durumda terekesinin üçte biri ancak, iki vasiyetten birini yerine getirmeye rnüsâid olur. Böylece bununla ya haccettirmek veya yoksullara beşyüzbin lira dağıtmak mümkün olur; ikisini birden yerine getirmek ise mümkün olmaz. Durum böyle olunca yoksullara beşyüzbin lira dağıtılır. Farz olsun olmasın hac vasiyeti geçersiz sayılır. Kuvvetli görüş budur. Eğer hac vasiyeti başka bir vasiyetle çatışmazsa, önce de belirtildiği gibi yerine getirilir. Ölü, eğer bir yer beürt-memişse öldüğü yerden bir adam kiralanarak yerine haccettirilir. Ama eğer Mekke´den bir adam kiralayarak benim yerime ona haccettirin" diye yer belirterek vasiyette bulunmuşsa şartına uymak kaçınılmaz olur. Onun yeri­ne haccetmesi için Mekke´den bir adam kiralanır; öldüğü yerden adam kira­lanmaz. Eğer terekenin üçte biri, belirttiği yerden adam kiralanarak haccettirilmesine veya belirtmemiş olduğu için öldüğü yerden adam kirala­narak haccettirilmesine yetmez; ama (Mekke´ye yakın) başka bir yerden adam kiralayarak haccettirilmesine yeterse o zaman mümkün olan şekilde yerine haccettirilir. Böylece vasiyeti imkân mertebesinde yerine getirilmiş olur. Yine bu cümleden olmak üzere bir kişi üçyüzbin lira kadar bir parayı bir tara­fa ayırarak yerine haccedilmesini vasiyet eder; fakat bu para öldüğü yerden veya kiralanmasını belirttiği yerden adam kiralanıp da yerine haccettirilme-sine yetmezse, o zaman bu paranın yeterli olacağı (Mekke´ye yakın) bir yer­den bir adam kiralanarak ona haccettirilir. Terekenin üçte biri veya hac için ayrılmış olan para, bir defa haccettirdikten sonra artarsa, artan kısım miras olarak vârislere verilir. Ancak bir kimse, "terekenin üçte biriyle veya hac için ayırmış olduğum bu parayla -diyelim ki bir milyon lira olsun- benim için haccettirin" diye vasiyette bulunmuşsa, vârislerin, bu paranın yettiği oran­da birkaç kişi kiralayarak, onun yerine bunlara birer kez haccettirmeleri ge­rekir. Üçte birlik tereke veya hac için ayrılan para iki hacca yetecek kadarsa vârisler iki kişi kiralarlar bunlardan her biri, ölünün yerine birer defa hacce­derler. Bütün bunlar kuvvetli görüşe göre bir sene içinde olmalıdır. İki hac­dan sonra geriye yine para artar, fakat bu para, bir defa daha haccettirmeye yetmezse, miras olarak vârislere dağıtılır. Bu hüküm, terekenin üçte birinin veya hac için ayrılmış olan paranın üç veya daha fazla hacca yeterli olması durumunda da sözkonusudur.

Hanefîler dediler ki: Hac, niyabet kabul eden ibâdetlerdendir. Ken­disi haccetmekten âciz olan kimsenin, haccetmek üzere yerine bir kişiyi naib tâyin etmesi vâcibtir. Kişinin, kendi yerine başkasını hacca göndermesinin sahih olması için bazı şartlar vardır:

1-  Normal olarak ölüme kadar devam etmesi muhtemel olan, iyileşmesi umulmayan bir hastalık veya körlük, kötürümlük gibi bir acizlik hali bulun­malıdır. Haccetmekten âciz olan ve hayatının sonuna kadar da hacca güç yetireceğinden umudunu kesen kimse yerine haccetmesi için bir nâib tutar ve bu nâib de onun yerine haccederse, bundan sonra mazereti ortadan kal­kıp haccetmeye muktedir olsa bile farz olan hac zimmetinden düşmüş olur. Ancak iyileşmesi umulan bir hasta veya tutuklu, haccetmek üzere yerine bir kişiyi hacca gönderir ve o da onun yerine haccettikten sonra mazereti orta­dan kalkarsa, farz olan hac zimmetinden düşmüş olmaz.

2- Başkasının yerine hacceden kişi, hacca kendisini nâib olarak gönde­ren kimsenin yerine niyet etmelidir. Meselâ, "falanın yerine ihrama giriyo­rum", "falanın yerine telbiye ediyorum" demelidir. Kalben niyet etmek de yeterlidir. Nâib hacca kendi adına niyet ederse, yapılan hac, onu göndere­nin adına tahakkuk etmez.

3-  Yapılan masrafların çoğu, yerine haccedilen kişinin parasıyla yapıl­malıdır. Bir kişi ölümünden sonra kendi yerine haccedilmesi için vasiyette bulunur da bir başkası teberruda bulunarak onun yerine haccederse bu hac, vasiyet eden adına gerçekleşmiş olmaz. Ama vasiyyet etmez de vârislerden biri veya bir başkası teberru ederek kendi malıyla onun yerine haccederse, bu hacem, inşaallah, ölü adına kabul edileceği umulur. Bir kişi kendi parasıyla, vasiyette bulunan ölünün parasını birleştirerek haccederse, bu hac, ölü adına gerçekleşir. Bedel olarak hacceden kişiye verilen para masrafları kar-şilamamışsa, kalan masrafları kendisini gönderenden alır.

4-  Naibe ücret şartı konulmamalıdır. Ama hac masrafının kendisine ve­rileceği garanti edilmelidir. Hacda sarfedilmek üzere kendisine verilen para­dan gerekli harcamalar yapıldıktan sonra bir kısım para artarsa, bu paranın kendisini hacca gönderene geri verilmesi gerekir. Ancak bu para bizzat gön­deren tarafından, ya da reşîd ve bağışlamaya ehîl vârisleri tarafından kendi­sine bağışlanırsa, o zaman parayı alabilir. Naibe ücreti şart koşmaya gelince, -ki bu da ona, "yerime haccetmen İçin seni şu kadar ücretle kiraladım" demekle olur- bu caiz olmaz ve böyle bir anlaşmaya dayalı olarak yapılan hac, hiçbirinin adına gerçekleşmez. Bu icar da diğer ibâdetler için yapılan icar gibi geçersiz olur. Ancak ilim öğretmek, müezzinlik ve imamlık gibi şeyler, zaruret nedeniyle bundan istisna olarak ücretle caiz olurlar.

5-  Bedel olarak hacca giden kişi, kendisini gönderenin şartlarına riâyet etmelidir. Sözgelimi gönderen kimse ifrâd haccı yapmasını ister de o kıran veya temettü haccı yaparsa, yapılan hac gönderenin adına gerçekleşmez. Bu durumda harcanmak üzere kendisine verilen parayı, gönderene iade etmesi gerekir. Ama bedel olarak kendisini gönderen kişi umre yapılmasını emre­der, o da onun adına umre yaptıktan sonra kendi adına da haccederse; ya­hut da kendisini gönderen kişi, haccetmesini emreder, o da onun adına haccettikten sonra kendi adına da umre yaparsa, bu caiz olur. Birinci du­rumda umre, bedel olarak gönderen ve hac da giden adına gerçekleşmiş olur. ikinci durumdaysa hac bedel olarak gönderen ve umre de giden adına ger­çekleşmiştir. Ancak birinci durumda bedel olarak giden kimsenin hac için ikâmet ettiği süre içindeki masraflar, ikinci durumda da umre için ikâmet ettiği esnada yaptığı masraflar kendi parasıyla olur. Ancak kendi şahsını il­gilendiren amellerin tamamlanmasından sonraki masraflar, kendisini bedel olarak gönderenin parasından yapılmaya başlanır. Kendi şahsına mahsus amel, kendisini bedel olarak gönderen adına yapması gereken amelden ön­ceye alınırsa, meselâ kendisini bedel olarak gönderen kişi, kendi adına hac­cetmesini istediği halde o ilk olarak kendisi adına bir umre yapıp sonra onun adına haccederse, bu sahîh olmaz. Masraflar için kendisine verilen paraları iade etmesi gerekir.

6- Bedel olarak giden kişi yalnızca tek hac için ihrama girmelidir. Mese­la kendisini gönderen kişi adına hac için ihrama girip, sonra bir de kendi adına hac için ihrama girerse, ne kendisinin ne de kendisini gönderenin hac­cı geçerli olmaz. Ancak kendi adına yaptığı haccı lağvederse; birinci hacc kendisini gönderenin adına tahakkuk eder. İki kişi, kendi adlarına haccet­mek üzere bir şahsı bedel olarak hacca göndermeleri ve onun da her ikisinin adına birlikte ihrama girmesi sahih olmaz. Masraf için kendisine vermiş ol­dukları paraları iade etmesi gerekir.

7-  Bedel olarak hacca gönderen kişiyle, giden kişinin her ikisinin de müs-lüman ve akıllı kimseler olmaları gerekir. Kâfir ve deli adına haccetmek sa-hîh olmaz. Ancak bir kimsede, üzerine haccın farz olmasından sonra delilik vukûbulmuşsa, adına haccetmek sahîh olur.

8- Nâib mümeyyiz olmalıdır. Mümeyyiz olmayan çocuğun başkası adı­na haccetmesi sahîh olmaz. Mürâhik, yani bulûğ çağına yaklaşmış olanın başkası adına haccetmesi sahîh olur. Kadının, kölenin ve daha önce kendi adına haccetmemiş kimselerin başkası adına haccetmeleri de sahîhtir.

Bütün bu şartlar, farz olan haccın başkası adına yapılması hâlinde ara­nırlar. Nafile haccın başkası adına yapılması hâlinde, bedel gönderenle gi­denin müslüman ve akıllı olmaları, gidenin mümeyyiz olması ve icar akdinin mevzubahis edilmemesi gibi şartlar aranır.

Bedel olarak gönderilen kişi, Arafat vakfesinden önce haccı ifsâd eden bir davranışta bulunursa, kendisine masraf olarak verilen paralan, kendisi­ni gönderen kişiye iade etmesi gerekir. Bunu Arafat vakfesinden sonra ya­parsa, paraları iade etmesi gerekmez. Çünkü haccın en büyük rüknü olan Arafat vakfesini yapmıştır. İhram suçlarının kefaretleri, naibe aittir. Çünkü bu suçların sebebi kendisidir. İhsâr kurbanına gelince o, kendisini gönderen kişiye aittir. Çünkü giden kişinin bu işte bir seçeneği yoktur.

Bir kişi ölümünden sonra kendi namına haccedilmesini vasiyet ettiği, bu iş için gerekli olan parayı bir tarafa ayırdığı ve ayrıca hac için kiralana­cak adamın nereden kiralanacağını belirttiği takdirde, şartlarına riâyet ede­rek vasiyetinin yerine getirilmesi gerekir. Hac için nereden adam kiralanacağı belirtilmez ve terekenin üçte biri de masrafları karşılayacak kadar olursa, kendi beldesinden bir adam kiralanarak hacca gönderilmelidir. Terekesinin üçte biri bu masarfı karşılamıyacak olan kimse için, masrafın yeteceği uzak­lıktaki (Mekke´ye yakın) bir yerden adam kiralanarak hacca gönderilmeli­dir. Ama terekesinin üçte bîri haccettirilmesine hiç yetmeyen birinin vasiyeti geçersiz olacaktır. Terekesinin üçte biri, birden fazla hacca yeterli olduğu halde, ölen kimse vasiyetinde bir defa haccedilmesini belirtmişse, bir defa haccettirilir ve artan para vârislerin olur. Eğer bir defa haccedilmesini be-lirtmemİşse bir sene içinde onun adına bir kaç hac yaptırılır. Böyle yapılma­sı ayrı ayrı senelerde birkaç kez haccettîrilmesinden daha faziletli olur.

Şâfiîler dediler ki:  Hac, niyabet (vekillik) kabul eden ibâdetlerden­dir. Haccetmekten âciz olan kişinin, ya kiralayarak veya gerekli masrafları­nı üstlenerek yerine bir başkasına haccettirmesi vâcib olur. Acizlik, bir felâketten veya yaşlılıktan, ya da iki âdil doktorun veyahut da, eğer kendisi­nin tıp ilmine vukufu varsa, kendisinin iyileşilmesinden umut kestiği hasta­lıktan ötürü olur. Acizliğin ölçüsü, âdeten tahammül edilemeyen çok fazla meşakkate katlanılmadıkça binek üzerinde durulamaması ve durmaktan da umut kesilmesi hâlidir. Şu da var ki, bedel olarak başkasını hacca göndermek bazan acilen vâcib olur. Bu da kişinin üzerine haccın vâcib olması ve haccetme imkânına sahip olmasından sonra haccetmekten âciz kalması du­rumunda olur. Başkasını bedel olarak hacca göndermek bazan geniş süreli olarak vâcib olur. Bu da kişinin üzerine haccın vâcib olmasından önce veya vâcib olmasıyla beraber veyahut da vâcib olmasından sonra ve fakat haccet­me imkânına sâhib olmaması durumunda, âciz kalmasıyla olur. Haccetmekten âciz olan kişiyle Mekke arasında iki konaklık bir mesafe bulunmalıdır. Ken­disiyle Mekke arasındaki mesafe bundan az olursa veya kendisi Mekke´de ise yerine başkasını göndermesi caiz olmaz. Bu durumda zorluklara katlan­ması mümkün olursa bizzat kendisinin haccetmesi vâcib olur. Eğer zorluk­lara katlanacak güçte olmazsa, vefatından sonra parası terekesinden ödenmek üzere onun adına başkasına haccettirilir. Ama hastalığı gücünü tüketir ve hareket edemeyecek hâle gelirse, aradaki mesafe iki konaktan kısa olsa bile, yerine başkasına haccettirir. Bedel olarak giden kişinin, daha önce kendi adına haccetmiş birinin, başkasının namına haccetmesi caiz olmaz. Bedel olarak birisini haccetmek üzere icar eden kişiyle, icar edilen kişinin haccın farz ve nafile amellerini bilmeleri, akdin sıhhati açısından şarttır. Öyle ki bedel ola­rak hacceden kişi, haccın sünnetlerinden birini terkedecek olursa o nisbette ücretinden eksiltme yapılır. İcar edilen kişinin hac amellerine başlamaya muk­tedir olması da, akdin sıhhati için şarttır. Herhangi bir mazeret dolayısıyla bu amellere başlamaya muktedir olamayan kişinin icar edilmesi sahîh olmaz. Akİd yaparken mîkattan bahsetmek şart değildir. İhrama girilecek mîkatı belirtirlerse; bedel olarak haccedenin kendisini gönderen kişinin beldesine mahsus mîkatta veya o mesafedeki bir mîkatta ihrama girmesi vâcib olur. Eğer akitte hangi mîkatta ihrama girileceğini belirtmezlerse, icar edilen kişi­nin, icar edenin beldesine mahsus mîkattan başka bir mîkatta ihrama girme­si -bu mîkat, onunkinden daha kısa bir mesafede olsa bile- caiz olur. Naibin, nâmına haccedeceği kişiyi tanıması şart değildir. Ama haccederken onun nâmına haccetmeye niyet etmesi şarttır.

Haccetmekten âciz olan kişi, naibin yerine haccetmesinden sonra iyile­şir ve acizliği ortadan kalkarsa, kendi nâmına bizzat haccetmesi gerekir. Çünkü ıcâr akdinin fasidliği açığa çıkmıştır. Bu durumda naibin yaptığı hac da nâ-ıb nâmına gerçekleşir ve kendisine bir ücret vermek de gerekmez. Aksine, verilmiş olan ücret geri istenir. Diriler için niyâbeten haccetmek caiz olduğu gibi, ölüler için de niyâbeten haccetmek caiz olur. Şu halde ölü için niyâbe­ten haccetmek, onun vasisine, yoksa vârisine vâcib olur. Bunlar bulunmaz­sa hâkim, masrafı terekesinden karşılamak üzere bir kişiyi acelece nâib tâyin ederek hacca gönderir. Terekesi yoksa niyâbeten haccettirmek vacip olmaz. Ama vârisin, veya vâris izin vermese bile yabancı birinin bizzat kendisinin veya niyâbeten başkasına ölü namına haccettirmesi sünnet olur. Yalnız ölü­nün mürted olmaması, adakla da olsa hac veya umrenin vâcib olmaları şart­tır. Eğer hac veya umre ona vâcib değilse, terekesinden onun namına haccettirilmez. Ölü her ne kadar sağlığında hac ile muhatab olmamışsa bile başkalarının onun nâmına haccetmeleri veya ettirmeleri caizdir.

Bütün bu anlattıklarımız, farz olan haca eda etmemiş biri hakkında söz konusu olur. Farz olan haccı edâ etmiş ve yalnızca kendisinden nafile hac­cetmesi beklenen kimseler vasiyet etmedikleri takdirde nâmlarına hac veya umre yapmak caiz olmaz. Nâib, haccı ifsâd ederse kendi namına kaza etme­si gerekir. Kaza ettiğinde de o hac, kendi namına gerçekleşir. Kendisini nâîb tâyin edene de, almış olduğu ücreti iade etmelidir. Veya haccı kaza ettiği se­neden başka bir sene onun adına haccetmesi, ya da kaza ettiği sene başka birini nâib tâyin ederek, kendisini nâib olarak göndermiş olanın nâmına hac­cettirmesi gerekir.

Hanbelîler dediler ki: Hac ve umre, niyabet kabul eden ibâdetler­dendir. Bir kişi, kendisine vâcib olan hac veya umreyi edâ etmekten âciz olursa, kendi adına başkasına acilen hac veya umre ettirmesi vâcib olur. Acizlik sebeblerini şöylece sıralayabiliriz: Âfet; iyileşmesi umulmayan hastalık; şid­detli meşakkate katlanmadan binek üzerinde durulamayacak kadar ağır gövdeli olmak; olağanüstü zorluğa katlanmadan binek üzerinde durulama­yacak kadar zayıf olmak. Kadının kendisiyle beraber haccedeceği mahrem bir erkeğinin bulunmaması da bu cümledeki acizlik sebeblerinden sayılır. Bedel olarak gönderilen naibin erkek olması şart değildir. Kadının da nâib olması caizdir.

Âciz olan kişi iyileşip kendi başına hac veya umre yapmaya muktedir olursa; naibi ister hac veya umre amellerini tamamladıktan sonra veya bu amellere başladıktan sonra veyahut da bu amelleri tamamlamadan önce ay­rıca kendisinin bizzat hac veya umre yapması gerekmez. Ama, naibin hac veya umre ihramına girmesinden önce iyileşip sağlığına kavuşursa, bu amel­leri bizzat kendisinin yapması gerekir. Naibin onun namına yapacağı hac veya umre onun nâmına gerçekleşmez. Acizlik sebebinin ortadan kalkacağı ümid edilen kişinin de başkasını hac veya umre için kendine nâib yapması caiz ol­maz. Bu kişinin acizlik sebebi ortadan kalktığında kendi nâmına bizzat hac veya umre yapması vâcib olur. Âciz kişi, naibe ücret vermeye muktedir ol­duğu halde,-bir nâib bulamazsa, kendisine hac vâcib olmaz. Daha sonra nâ­ib bulduğunda, ancak ücret vermeye muktedir olduğu zaman nâib tâyin etmek kendisine vâcib olur. İster bir mazeretten ötürü ister mazeretsiz olarak farz haccı edâ etmeden vefat eden kimse vasiyet etmemiş olsa bile, bütün malın­dan çıkarılacak bir parayla nâmına hac ve umre yaptırılır. Vefat ettiği yer­den değil de, kendisine haccm vâcib olduğu yerden bir nâib tutularak onun namına haccettirilir. Arada namazı kısaltmayı gerekli kılmayacak kadar kı­sa bir mesafe olunca, beldesi dışındaki bir adamın kiralanarak hacca gönde­rilmesi de caiz olur. Ama aradaki mesafe, namazı kısaltmayı gerekli kılan mesafeden fazla olursa, böyle yapmak câİz olmaz ve naibin haccı da onun namına gerçekleşmez. Velîsinin izni olmasa bile, yabancı birinin yerine haccetmesi hâlinde ölünün zimmetindeki hac borcu düşer.

Nâib olarak başkası adına hacceden kişinin, farz haccı edâ etmiş olma­sı ve zimmetinde kaza ve adak haccının bulunmaması şarttır. Bu tür bir hac borcu olan kimsenin haccetmek üzere nâib tâyin edilmesi sahîh olmaz. Böy­le birisinin kendisini nâib tayin eden kişiden hac için almış olduğu ücreti geri vermesi gerekir. Bu hususta umre de hac gibidir. Farz olan umreyi yapma­mış veya zimmetinde adak, ya da kaza bir umre bulunan kişinin başkasının namına umre yapması sahîh olmaz. Zimmetinde umre kalmış olsa bile, farz haccı edâ etmiş birinin başkası namına haccetmesi sahîh olur. Yine aynı şe­kilde, zimmetinde hac kalmış olsa bile, umre yapmış birinin başkası namına umre yapması sahîh olur.

Naibin, kendisine emredileni yapması gerekir. Kendisini bedel olarak gönderen kimse, haccetmesini istediği halde o umre yapar veya umre yap­masını istediği halde o haccederse, bu caiz olmaz ve yapılan da, kendisini gönderenin nâmına gerçekleşmez. Almış olduğu ücreti kendisini nâib tâyin edene geri vermesi gerekir.

Bu anlattıklarımız, hayattaki bir kimsenin yerine hac veya umre yapıl­ması durumunda söz konusu olur. Ölüye gelince, naibin onun adına yapa­cağı ameller, vârisinin izni olmasa bile, hac olsun umre olsun, onun adına gerçekleşir. Naibin hac veya umreyi edâ ederken, kendisini nâib tâyin eden için, niyet etmesi yeterli olur. Niyette onun adını anması şart değildir. Naib, örfe göre emsâllerininki kadar bir ücret alır. fazlasını geri verir. Mekke´de ikâmeti uzun sürse bile dönüş nafakasını alır. Ancak Mekke´yi bir saat ka­dar kısa bir zaman için bile olsa yurt edindiği takdirde Mekke´den dönüş nafakasını taleb edemez. Nâib, haccı ifsâd ederse kaza etmesi gerekir; ayrı­ca aldığı parayı kendisini naib olarak gönderene iade etmelidir. Çünkü bu durumda hac onun namına gerçekleşmiş değildir. Kendi taksiri nedeniyle haccı kaçırmış olması da aynı hükme tâbi olur. Ama taksiri olmazsa nafakayı alır. Nâib yolda hastalanır ve dönerse dönüşünün masrafını alır. Eğer kendisini nâib tâyin eden kişi kıran veya temettü yapmasına izin vermişse, bunların kurbanı da tâyin edene âit olur. İzin vermemişse kendisine âit olur. İhram suçlarını işleme nedeniyle terettüb eden kefaretler de naibe aittir.