๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Dört Mezheb Fıkhı => Konuyu başlatan: Eflaki üzerinde 05 Şubat 2010, 01:39:13



Konu Başlığı: Adağın Kısımları
Gönderen: Eflaki üzerinde 05 Şubat 2010, 01:39:13

Mezheblere göre adaklar tafsilâtlı bir takım kısımlara ayrılırlar. Bun­lara ilişkin açıklama aşağıda verilmiştir.

(117) Şâfiîler dediler ki:  Adaklar iki kısma ayrılır:

1-Teberrür adağı: Bu, kişinin namaz kılmak, oruç tutmak gibi bir ibâ­deti yapmayı adamasıdır. Teberrür kelimesi, sevâb ve iyilik anlamına gelen "birr" kelimesinden alınmıştır. Çünkü teberrür adağında bulunan kişi bu­nunla sevâb ve Allah´a yaklaşmayı gaye edinmektedir. Teberrür adağı da iki kısma ayrılır:

a)  Adağı, arzu edilen bir işin meydana gelmesi şartına bağlamak. Mese­lâ: "Allah, hastama şifâ verirse Allah için namaz kılacağım" veya "oruç tutacağım" demek gibi. Buna mücâzât adağı (Nezr-i mücâzât) denir. Çün­kü bu bir ceza (mükâfat) karşılığında adanan bir adaktır.

b) Adağı herhangi bir şarta bağlamamak. Meselâ hiç bir sebep yokken "Allah rızâsı için namaz kılmak (veya) oruç tutmak, üzerime adak olsun" demek gibi.

2- Lücâc adağı (Nezr-i lücâc): Bu, tartışma sonucu adanan bir adaktır. Çünkü bu adak, çoğunlukla tartışma ve öfkelenme nedeniyle adanır. Bu, üç kısma ayrılır:

a)  Bir şeyi menetmek maksadıyla adanır. Meselâ "falan şahısla konu­şursam Allah için şu işi yapayım" demek gibi. Bu adağı adayan kişi, bu sö­züyle, o şahısla konuşmamayı kasdetmektedir. Başkasını bir İşi yapmaktan menetmek amacıyla adakta bulunmak da bunun gibidir. Örneğin: "falan kişi Şu işi yaparsa, şöyle yapmak adağım olsun" demek gibi.

b)  Bir kimse, kendini bir işe teşvik etmek için adakta bulunur. Meselâ, "eve girmezsem, Allah için şu işi yapmak bana vâcib olsun" demek gibi. Veya bu adak, başkasının bir işi yapmasını teşvik etmek maksadıyla adanır. Meselâ, "falan şahıs bu işi yapmazsa, Allah için şu işi yapmak bana vâcib olsun" demek gibi.

c)  Bir haberi tahkik etmek amacıyla adanır. Meselâ, "eğer bu iş benim dediğim veya falanın dediği gibi değil ise Allah için şöyle yapmak bana vâ-cib olsun" demek gibi.

Adak genel olarak beş kısma ayrılır. Bunların iki kısmı teberrür ada­ğında, üç kısmı ise lücâc adağındadır, Teberrür adağını her iki kısmıyla da ifâ etmek gerekir. Adayan kişinin, adağı şarta bağlı olmayıp belirli bir va­kitle sınırlandırilmamişsa, adadığı şeyi aynen yerine getirmesi gerekir. Bunu âcil olarak değil de dilediği zamanda ifâ edebilir. Şarta bağlı adağı da aynı şekilde şartın tahakkuku anında âcil olarak değil, dilediği bir zamanda ifâ edebilir.

Teberrür adağının sıhhat şartlan şunlardır: A. Adayan kişiyle ilgili şartlar:

1- İslâmiyet: Kâfirin böyle bir adakta bulunması sahih olmaz. Çünkü bu adak, ibâdete benzer bir münacâttır. Lücâc adağıysa böyle değildir. On­da, adayanın müslüman olması şart değildir.

2-  Serbestlik ve muhayyerlik: Zorlanarak adayan kişinin adağı sahih olmaz.

3-  Adayan kişinin, adadığı şey üzerinde geçerli tasarruf yetkisinin ol­ması. Çocuk ve deli gibi tasarruf ehliyeti olmayan kişilerin adakları sahih olmaz. Ama sarhoşun durumu bunlardan farklı olup onun adağı sahih olur. Sefâheti nedeniyle kısıtlı bulunan kişi de çocuk ve deli statüsündedir. Bu du­rumdaki birinin mâlî bir adakta bulunması sahih olmaz. Ama namaz ve oruç gibi bedenî bir ibâdette bulunmayı adarsa, sahih olur. İflâs nedeniyle kısıtlı bulunan bir kişi aynî (elde bulunan) mallarla kurbette bulunmayı (Allah´a yaklaştırıcı hayır işleri yapmayı) adarsa, adağı sahih olmaz. Ama uhdesin­deki bir malla (ileride kazanacağı bir malla) kurbette bulunmayı adarsa, adağı sahih olur.

B.  Adanan adakla ilgili şartlar:

1-  Adanan şey ister nafile, isterse farz-ı kifâye olsun, şer´î asıllarla tâ­yin ve gerekli kılınmamış bir kurbet olmalıdır. Meselâ Kur´ân-ı Kerîm´dcn belli bir sûreyi okumak, namazda kıraati uzatmak veya farz namazları kıl­mak gibi. Cemaatle kılınması sünnet olan nafile namazlar da beyledirler. Bu gibi şeyleri yapmayı adamak sahihtir. Böyle demekle de aslen kurbet sa­yılmayan haram, mekruh ve mubah şeyler bu kuralın kapsamı dışına çıkmış olmaktadır. Meselâ haramı adamak sahih olmaz. Çünkü zâtı itibariyle ha­ramı işlemek, günah ve isyandır. Bir hadîs-i şeriflerinde Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:

"Ne Allah´a isyan etmede, ne de ademoğlunun sâhib olduğu şeyde adak vardır.[18]

Mâsiyet adağında adanan şeyin, "eğer falanı öldürürsem şu kadar na­maz kılmak adağım olsun" örneğinde görüldüğü gibi, aslen tâat olup mâsi­yet şartına bağlanması ile; adanan şeyin "şarap içmek Allah için adağım olsun" örneğinde görüldüğü gibi aslen mâsiyet olan bir şey olması arasında fark yoktur. Aynı şekilde mâsiyet adağında adanan şeyin, yukarıdaki misâl­lerde görüldüğü gibi bir günahın işlenmesi şeklinde olmasıyla, beş vakit na­mazı veya zekâtı terkederek bir farzın işlenmemesi şeklinde olması arasında da fark yoktur. Bütün bu durumlarda adak gerçekleşmez. Zâtı itibariyle mâ­siyet olan şeyler haram kapsamına girdikleri gibi, gasbedilmiş bir yerde na­maz kılmak gibi geçici bir durum dolayısıyla mâsiyet olan şeyler de haram kapsamına girerler. Sahîh görüşe göre bu tür şeyleri adamak gerçekleşmez. Mekruh vakitlerde narrfaz kılmayı adamak da böyledir.

Mekruha gelince Bu da iki kısma ayrılır:

1-  Asıl itibariyle mekruh: Namazda etrafa bakmak gibi.

2-  Geçici nedenle mekruh: Cuma, Cumartesi veya Pazar günü oruç tut­mak gibi.

Geçici nedenle mekruh olan şeyi adamakla, adak sahih ve geçerli olur. Asıl itibariyle mekruh bir şeyi adamaya gelince bazıları, bu adağın geçerli olduğunu ve ifâ edilmesi gerektiğini, bazılarıysa geçerli olmayacağını ve ifâ etmenin gerekmeyeceğini söylemişlerdir ki, tercihe şayan olan da bu görüş­tür. Çünkü adak, insanın Allah´a yaklaşmasına vasıtadır. Mekruhlarla Al­lah´a yaklaşmaksa mümkün değildir. Meselâ ömür boyu oruç tutmayı adayan kişinin adağı geçerli olmaz. Ancak bir hakkın kaçırılmaması veya bir zarar vermesinden korkulmaması şartıyla bu orucu tutmaya muktedir olan kim­senin adağı gerçekleşir ve bu adağı ifâ etmesi gerekir. Aksi takdirde bu şe­kilde oruç tutmak mekruh olur ve bu minval üzre oruç tutmayı adamakla da adak gerçekleşmez; ifâ edilmesi gerekmez.

Mubaha gelince, o da iki kısma ayrılır:

1- "Et yemeyeceğim" veya "bir mil kadar yürüyeceğim" veyahut "süt içeceğim" demek gibi. Bu tür adaklar üzerinde ihtilâf vukübulmuştur. Bazı­ları, şayet bu adak ifâ edilmezse, yemin keffâreti ödemek gerekir demişler­dir. Bazıları da, bunun bir adak olarak gerçekleşmemiş olması nedeniyle, yapılmaması hâlinde hiç bir şey gerekmeyeceği görüşündedirler. Kuvvetli olan görüş de bu ikincisidir.

2-  Bir şeyi yapmaya teşvik veya bir şeyi yapmayı yasaklama veya bir haberi tahkik etme anlamlarını içeren veya Allah adına izafe edilen bir ada­ma sözüyle adakta bulunmak. Meselâ "eve girmezsem..." veya "Mehmet ile konuşursam..." veya "bu iş eğer benim dediğim gibi değilse Allah için Şöyle yapmak bana vâcib olsun" veya hiç bir sebep yokken pişmemiş çörek yemek, Allah için üzerime vâcib olsun" demek gibi. Bu durumlarda ya söylenen sözün gereği olan adak ifâ edilir veya yemin keffâreti ödenir.

Farz-ı ayn olan bir şeyi adayan, meselâ "öğle namazını kılmak, adağım olsun" diyen kişinin bu sözü adak olarak gerçekleşmez. Çünkü öğle nama­zı, zaten serî bir hüküm olarak emredilmiştir.

Lücâc adağına gelince, adak sahibi, dilerse adağını ifâ eder; dilerse ye­min keffâreti öder.

Hanbelîler dediler ki: Mün´akid olan (gerçekleşen) adaklar altı kı­sımdır:

1- Mutlak adak (Nezr-i mutlak): "Üzerime adak olsun veya "Allah´­ın üzerime adağı olsun" deyip de belirli bir şeyi adamayı niyet etmeyen kişi, bu sözlerinin baş tarafına "eğer bu işi yaparsam" kaydını koysun, koyma­sın, yemin keffâreti ödemekle yükümlü olur. Çünkü İbn Mâce ile Tirmîzî´-nin rivayet ettikleri bir hadîs-i şerifte Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Adak keffâreti, zikrolunmadığı zaman yemin keffâretidir.[19]

2- Lücâc ve gazap adağı: Kişinin adağını bir şartla bağlaması durumun­da adamış olduğu adaktır ki, bu durumda adak sahibi kişi, adağını bağla­mış olduğu o işin yapılmasına kendini teşvik veya o işi yapmaktan´kendini men´etmek veyahut adağını bağlamış olduğu şey bir haber ise, o haberi tas­dik etmek amacını güder. Meselâ "eğer seninle konuşursam şu kadar gün oruç tutmak adağım olsun" diyen kişi, kendini o şahısla konuşmaktan me­netmek istemektedir. "Seni dövmezsem şu kadar rekât namaz kılmak ada­ğım olsun" diyen kişi kendini, o şahsı dövmeye teşvik etmektedir. "Eğer bu söylediklerim doğru değilse şu kadar gün oruç tutmak adağım olsun" diyen kişi, vermiş olduğu haberin tasdikini İstemektedir. Bu tür adakları adayan kişi, adağını bağlamış olduğu şartın gerçekleşmesi durumunda, dilerse ye­min keffâreti öder, dilerse adağını ifâ eder.

3- Mubah adak:  "Elbisemi giymek Allah için bana vâcib olsun" veya "bineğime binmek Allah için bana vâcib olsun" diyerek adakta bulunan ki­şi, dilerse elbisesini giyer veya bineğine biner. Dilerse yemin keffâreti öder. Mubah adak, tıpkı mubah yemin gibidir. Sözgelimi yemek yemeye veya bir meşrubat içmeye yemin eden bir kişi, ya bu işleri yapar veya yemin keffâreti öder.

4- Mekruh adak:  Hanımı boşama, soğan-sarımsak yeme, sünneti ter-ketme ve benzeri şeyleri yapmayı adamak gibi. Bu tür adakları adayan kişi­nin yemin keffâreti ödemesi müstehab olur. Ama mekruh bir fiil olan adağını ifâ ederse keffâret ödemesine gerek kalmaz. Çünkü adağını ifâ etmiştir.

5- Mâsiyet adağı:  İçki içmeyi, hayızlı ve nifaslı günde, bayram ve teşrik günlerinde oruç tutmayı adamak gibi. Bu tür adakları adayan kişinin, ada­ğını ifâ etmesi caiz olmaz. Adadığı orucu başka günlerde tutmalı ve ayrıca keffâret ödemelidir. Ama adağını, aynı günlerde oruç tutarak yerine getirir­se keffâret ödemesi gerekmez. Fakat günahkâr olur.

6- Teberrür (takarrüp) adağı:  "Teberrere" fiili, "takarrebe" fiiliyle eş anlamlıdır ve her ikisi de, kişiyi Allah´a yaklaştırın sevâb, hayır ve hasenatı işlemek anlamını ifâde ederler. Teberrür adağı; namaz kılmayı, oruç tutma­yı, sadaka vermeyi, itikâfa girmeyi, hasta ziyaret etmeyi, haccetmeyi, umre yapmayı, abdest yenilemeyi, her iki bayram ve Cuma için gusletmeyi, farz olsun nafile olsun adamaktır. Eğer bunlar arasından adanan şey nafile ise, sahih bir adak olarak gerçekleşir ki bunda ihtilâf yoktur. Bu adak, "Allah, hastama şifâ verirse veya malım salimen kurtulursa şunu yapmak Allah için adağım olsun" demek £ibi şarta bağlı da olsa veya hiç bir sebep yokken, "Allah için şu kadar oruç tutmak bana vâcib olsun" demek gibi şartsız ve mutlak da olsa aynı hükmü taşır. Teberrür adağı üç kısma ayrılır:

a)  Elde edilmesi istenen bir nimet veya uzaklaştırılması istenen bir mu­sibet karşılığında adanan adak.

b)  Herhangi bir şart koşulmaksızm, "şu kadar gün oruç tutmak veya şu kadar rek´at namaz kılmak, Allah için adağım olsun" demek gibi bir ibâ­deti üstlenerek adanan adak.

c) Hasta ziyaret etmek ve köle azâd etmek gibi aslen vâcib olmayan bir taati adamak. Bu üç çeşit adağın da ifâ edilmesi gereklidir.

Öğle namazı, ömürde bir kez yapılan hac ve Ramazan orucu gibi bir farzı adamaya gelince, bu adağın sıhhati konusunda görüş ayrılığına düşül­müştür. Bazı fıkıhçılar, "farz veya vacibi adamada, adak gerçekleşmez; çünkü adak demek üstlenmek demektir. Zaten gerekli bir işi üstlenmek sahih değildir" demişlerdir. Yapılması imkânsız bir işi adamak da böyledir. Me­selâ, "dün oruç tutmak, Allah için adağım olsun" denilmesi hâlinde adak gerçekleşmez.

Bazı fıkihçilarsa farz veya vâcib olan bir şeyi adamak geçerli olur de­mişlerdir. Bu tür adakta bulunan bir kişi adağını yerine getirirse ne alâ. Ak­si takdirde yemin keffâreti ödemesi gerekir. Adak keffâretini ödemek acilen vâcib olur.

Çeşitli nevileriyle adağın sahih olması için şu şartlar gereklidir:

1-  Adakta bulunan kişi mükellef olmalıdır. Çocuğun adakta bulunması sahih olmaz.

2-  Kişi kendi arzusuyla adakta bulunmuş olmalıdır. Zorlanarak adakta bulunan kişinin adağı sahih olmaz.

3- Adak, sözle adanmahdır. İşaretle adakta bulunmak yeterli olmaz. Ancak dilsiz kişinin, anlaşılır işaretle adakta bulunması sahih olur.

Mâlikîler dediler ki:  Adak birkaç kısma ayrılır:

1- Mâsiyet adağı: İçki içmek veya domuz eti yemek gibi haram bir fiil işlemeyi adamak veya Ramazan bayramında, ya da kurban bayramında oruç tutmak gibi belli vakitte işlenmesi şeriat koyucusu tarafından yasaklanmış bir ibâdeti yapmayı veya mekruh bir fiil işlemeyi adamak gibi.

2-  Mubah bir işi yapmayı adamak.

3-  Namaz kılmak ve oruç tutmak gibi bir ibâdetle bulunmayı adamak.

Mâsiyet adağı haramda haram, mekruhta ise mekruhtur. Mekruhtaki adağı adayan kişi adağını ifâ etmez. Ancak kurban bayramının dördüncü günü oruç tutar ve zamanından ve yerinden önce adamış olduğu hac ihramı­na girer. Bunlar mekruhturlar. Ama adanınca da yapılmaları gerekir. Adak nedeniyle de ihtiyaten rnekruhluklan geçersiz sayılır. Fakat geçici bir sebeb-ten ötürü haram kılınan Ramazan veya kurban bayramlarında oruç tutma adağı üç kısma ayrılır:

1-  Bu günlerde oruç tutmayı adamış olan kişi, bayramlarda oruç tut­manın haram olduğunu bilirse, adağının cinsinden bir taati yapması müste-hab olur.

2- Bu günlerde oruç tutmanın haram olduğunu bilmez ve kendi nefsine galebe çalıp lezzetlerden onu alıkoyarak bu günlerde oruç tutmanın diğer gün­lere nisbetle daha faziletli olacağını zanneder. Bu durumdaki bir kişinin, ada­mış olduğu orucu kaza etmesi vâcİb olmadığı gibi müstehab da olmaz.

3- Bu günlerde oruç tutmanın tıpkı diğer günlerde olduğu gibi caiz ola­cağını zanneder. Bu durumla ilgili olarak bazıları bu kişinin, adak orucunu başka bir zaman kaza etmesi gerektiğini; bazilanysa kaza etmesinin gerekmeyeceğini söylemişlerdir.

Mubah adağa gelince bu, yemek yeme ve içilecek şeyleri içmeyi adamak gibi mubahtır. Bu şekilde adanan adağı ifâ etmek zorunlu değildir. Taat nezri ise iki kısma ayrılır:

1-  Bir kurbeti işlemek amacıyla da olsa, nefsi bir işten menetmek, ceza­landırmak ve onu adakla dizginlemek amacıyla da olsa kızgınlık hâlinde adak­ta bulunmak. Buna lücâc adağı da denir. Örneğin "falan şahısla konuşursam, şunu yapmak Allah için adağım olsun" demek gibi. Bu adağı ifâ etmek vâ-cibtir. Bazıları bu tür adakta bulunan kişinin adağı ifâ etmekle yemin keffâ-reti ödemek arasında muhayyer olduğunu söylemişlerdir. Ama meşhur görüşe göre bu adağın ifâ edilmesi vâcibtir. Önce de belirtildiği gibi, aslında bu tür adakta bulunmak mekruhtur.

2-  Normal durumda kişinin kendi arzusuyla adakta bulunması. Bu adağı ifâ etmek gerekmez. Ancak namaz, oruç, sadaka ve benzeri devamlı kurbet olarak yapılması şartıyla sünnet, rağîbc ve mendub gibi işlenmesi kesin bir emir olmaksızın istenen adağı ifâ etmek gerekir. Ama nikâh ve hîbe gibi ba-zan kurbet bazan da kurbet olmayan adağı ifâ etmek gerekmez. Kendi asıl statüsü dolayısıyla yapılması zaten zorunlu olan farzlar da adak nedeniyle zorunlu olmazlar. Bu neviden adaklar, şartsız (mutlak) olur ise, önce de söy­lendiği gibi adanmalarrmüstehab olur.

Olmuş bir işe, şükran ifâdesi olmaksızın, şu kadar gün oruç tutmayı ve­ya şu meblağda sadaka vermeyi adamak mubahtır. Ve böyle bir adağı ifâ etmek de vacİbtir. "Allah hastama şifâ verirse veya bana şunu kısmet ederse veya beni şu vartadan kurtarırsa şu kadar sadaka vermek adağım olsun" de­mek gibi olması beklenen bir şeyin olmasını şart koşarak adakta bulunmaya gelince, bu adakların ifâsı vâcibtir. Bu tür adakta bulunmanın caiz olup ol­madığı hususunda ihtilâf vukûbulmuştur. Adağın sahih olması için gerekli şartlar şunlardır:

1- Adak adayan kişi müslüman biri olmalıdır. (Küfür halindeyken) adak adayan kâfirin, müslüman olduktan sonra adağını ifâ etmesi mendub olur.

2-  Adak adayan kişi mükellef biri olmalıdır. Adak adayan bir çocuk ise, bulûğa erdikten sonra adağını ifâ etmesi müstehab olur.

3-  Adanan şey, adanmazdan önce vâcib olmayan bir kurbet olmalıdır. Önce de belirtildiği gibi haram, mekruh veya mubah bir işi adamak sahih olmaz. Adakta bulunmak için belli bir cümle kalıbı şart değildir. Adama ke­limesi telâffuz edilmese bile, taahhüd ve üstlenmeye delâlet eden herhangi bir lâfızla adakta bulunulabilir ve bu şekilde adanan adağın ifâ edilmesi de zorunlu olur. Hiç konuşmaksızın sâdece niyetle adakta bulunma hâlinde bu adağın ifâsının zorunlu olup olmadığı hususunda görüş ayrılığı belirmiştir. Mûtemed olan görüşe göre; dille söylenmedikçe sâdece kalben niyet ederek adakta bulunma durumunda adağın ifâsı zorunlu olmaz.

Hanefîler dediler ki:  Adak İki kısma ayrılır: Şarta bağlı olan, şarta bağlı olmayan.

Şarta bağlı olan adaklar da iki kısma ayrılır:

1-  Olması istenen bir şeyin olmasını şart koşarak adakta bulunmak. "Al­lah, hastama şifâ verirse şunu yapmak, Allah için adağım olsun" örneğinde olduğu gibi. Burada adak, hastanın şifâya kavuşması şartına bağlanmıştır ve bu şartın tahakkuku da adak sahibi tarafından arzulanmaktadır. Bu şar­tın tahakkuku durumunda, ileride anlatılacak şartlar da gerçekleşirse ada­ğın ifâsı gerekli olur.

2- Olması istenmeyen bir şeyin olmasını şart koşarak adakta bulunmak. "Eve girersem veya falanla konuşursam, şöyle yapmak adağım olsun" gibi. Şâfiîler nezdinde buna Lücâc adağı denir. Çünkü bundan maksat, kişinin kendini bir işi yapmaktan alıkoymasıdır. Bu adağın hükmüne gelince; adak sahibi, dilerse adağını ifâ eder; dilerse yemin keffâreti öder. Doğru olan görüş budur. Bazıları da derler ki: Diğerleri gibi bu adağın da ifâsı vâcibtir. Adağın bağlandığı şartın taat veya masiyet olması arasında bir fark yoktur. Örneğin, "Zina edersem veya şarap içersem, şunu yapmak adağım olsun" demek gibi.

Adağın sıhhat şartlarına gelince bunlar, yedi tanedir:

1-Esahh kavle göre adanan adak cinsinden oruç, namaz ve sadaka gibi bir farz veya ıstılahı bir vâcib bulunmalıdır. Nafile olarak oruç tutmayı ada­yan kişinin bu adağı ifâ etmesi vâcib olur. Çünkü orucun cinsinden, farz olan oruç vardır. Ramazan orucu gibi. Aynı şekilde nafile namaz kılmayı adayan kişinin de adağım ifâ etmesi vâcib olur. Çünkü namazın cinsinden, farz olan namaz vardır. Beş vakit namaz gibi. Aynı şekilde sadaka vermeyi adayan kişinin de bu adağını ifâ etmesi vâcib olur. Çünkü sadakanın cinsinden, farz olan sadaka vardır. Zekât gibi. Yalnız itikâf, kendi cinsinden vâcib bir iti-kâf olmamakla birlikte adandığı takdirde, ifâ edilmesi vâcib olur. Çünkü itikâfın adanması durumunda ifâsının vâcib olduğu hususunda icmâ vukû-bulmuştur.

Hasta ziyareti, Rasûlullah (s.a.v.) in mescidi de olsa Mescid-i Haram veya Mescid-i Aksa da olsa, mescide girmek gibi adanan adağın cinsinden bir farz veya ıstılahı bir vâcib bulunmayınca, o zaman adak sahibinin, ada­ğını ifâ etmesi vâcib olmaz. Çünkü bu adağının cinsinden, kendisinden yap­ması istenen bir farz mevcûd değildir. Namazın ardısıra teşbih çekmeyi veya duâ etmeyi adayan kişinin de bu adağını ifâ etmesi vâcib olmaz. Çünkü bu adağın cinsinden bir farz mevcûd değildir. Ama tekbir almayı adayan kişi­nin bu adağını ifâ etmesi vâcibtir. Çünkü tekbirin cinsinden, farz olan tek­bir vardır ki, o da iftitah tekbiridir. Peygamber Efendimize salât getirmeyi adayan kişinin adağını ifâ etmesi vâcib olur. Çünkü salâtın cinsinden, farz olan salât vardır ki, o da ömürde bir kez, Peygamber Efendimize salât getir­mektir.

2- Adanan adak, direkt olarak istenen bir ibâdet olmalıdır. İbâdete ve-sîle olan şeyleri adamak sahih olmaz. Örneğin, abdest, gusûl, Mushaf´a do­kunma, ezan okumak, cenazeyi teşyî etmek, hasta ziyareti, mescid inşa etmek gibi şeyleri adamak sahih olmaz. Bu sayılanlar her ne kadar insanı Allah´a yaklaştıran şeyler iseler de direkt olarak insandan istenen şeyler değildirler. Ancak direkt olarak istenen şeylerin vesileleridirler. Adağın sahih olmasının genel formülü şudur: Adanan şey, kendi cinsinden bir farzın mevcûd oldu­ğu bir ibâdet olmalıdır.

3-  Adanan şey, asıl itibariyle bir mâsiyet olmamalıdır. Bir şahsı öldür­meyi veya içki içmeyi veyahut zina etmeyi adayan bir kişinin adağı, yemin hükmünde olup, sözünü yerine getirmediği takdirde yemin keffâreti ödeme­si gerekir. Ama Ramazan veya kurban bayramında oruç tutmayı adayan kİ-şi, asıl itibariyle değil de ânzî bir nedenle haram kılınan bir şeyi adamıştır.

Oruç asıl itibariyle bir taattir. Bayramda tutulmasının haram oluşu, şeriat koyucusunun yasaklamasıyla arızî olmuştur. Bu adak sahîhtir, fakat lağve­dilir. Bayram gününde oruç tutmak haram olduğu için bu orucun, başka bir zaman kaza edilmesi vâcib olur. Abdestsiz olarak iki rek´at namaz kılmayı adayan kimsenin adağı da böyledir. Bunun adağı sahihtir. Çünkü namazın adanması sahihtir. Yalnız bu adağın ´abdestsizlik´ kaydı lağvedilir. Bu kişi­nin abdestli olarak iki rek´at namaz kılması vâcib olur. Zîrâ meşrutu (nama­zı) üstlenmek, şartı (abdesti) üstlenmek demektir. Bu nedenle abdest alması da gerekir. Aynı şekilde bir rek´at namaz kılmayı adayan kimsenin de iki rek´at kılması vâcib olur. Yine bunun gibi üç rek´at namaz kılmayı adayan kimsenin de dört rek´at kılması vâcib olur.

4-  Kişinin adağının, adamaktan önce kendisine farz olmaması gerekir. Meselâ Önceden hac iBâdetini edâ etmemiş birisi, haccetmeyi adarsa, nor­mal hac ibâdetini edâ etmekten başka bir şeyle yükümlü olmaz.

5-  Kişinin adakla üstlendiği şey, kendi servetinden fazla olmamalıdır. Meselâ yüz altını olan bir kişi, bin altın sadaka vermeyi adarsa, sâdece yüz altın vermekle yükümlü olur.

6-  Adak, yapılması mümkün bir şey olmalıdır. "Dün oruç tutmak ada­ğım olsun" diyerek imkânsız bir şeyi adayan kişinin adağı sahih olmaz. Ha-yizh kadının hayızlılık günlerinde oruç tutmayı adaması bâtıldır. Çünkü hayızlıhk günlerinde kadının oruç tutması, şer´an imkânsızdır. Aynı şekilde "yarın oruç tutacağım" diye adakta bulunan bir kadında, bu sözü söyledik­ten sonra hayız kanaması başlarsa, adağı bâtıl olur. Bu, İmam Muhammed´e göredir. İmam Ebû Yûsuf ise, adadıktan sonra hayız kanaması gören kadı­nın bu orucunu başka bir zamanda kaza etmesi gerektiğini söylemiştir.

7-  Adanan adak, başkasının mülkiyetinde bulunan bir malla ilgili ol­mamalıdır.

Mutlak adaklar zaman, mekân, dirhem ve fakirlik ile kayitlanamaz. Me­selâ "Cuma günü şu dirhemi Mehmed´e sadaka olarak vereceğim" diyerek adakta bulunan bir kişi Perşembe veya Cumartesi günü başka bir dirhemi başka bir adama sadaka olarak verirse caiz olur. Aynı şekilde itikâfa girmek veya oruç tutmak için ileriki bir ayı tâyin eden bir kişi, acele edip bunları önceki bir tarihe alarak yaparsa adağı sahih olur. Yine bunun gibi ileriki se­nelerin birinde haccetmeyi adayan bir kişinin bu haccı, önceki bir seneye alıp ifâ etmesi sahih olur.

Bir şarta bağlı olarak adanan mukayyed adaklara gelince, bunlarda sâ­dece vakit taayyün eder. Çünkü adanan adağın, bağlandığı şartın tahakku­kundan önceye alınması sahih olmaz. Ama şartın tahakkukundan sonraya ertelenmesi ve sonraki bir zaman içinde ifâ edilmesi caiz olur. Bu adakta fa­kirin, dirhemin ve yerin belirlenmesi gerekli değildir. Belirlense bile adanan dirhemden başka bir dirhemi vermek, kendisine verilmesi adanan fakirden başka bir fakire verilmesi caiz olur. Meselâ Mekke fakirlerine sadaka ver­meyi adayan bir kişinin adağı mutlak da olsa mukayyet de olsa, başka bel­delerin fakirlerine sadaka vermekle adağını ifâ etmiş olur.

Adakta bulunmak dil işidir. Kıyasa göre adakta bulunmak; ancak "Al­lah için şu işi yapmak bana vâcib olsun" veya "şu işi yapmak bana vâcib olsun" demekle tahakkuk eder. Ama "eğer bu hastalıktan kurtulursam şu kadar gün oruç tutayım" diye kişinin bu sözü kıyasa göre değil de, istih-san´a göre adak olarak tahakkuk eder.