๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Doğruların Öyküsü => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 06 Aralık 2009, 16:48:36



Konu Başlığı: Hişam ve Farazdak
Gönderen: Zehibe üzerinde 06 Aralık 2009, 16:48:36
Hişam ve Farazdak

Vilayet makamında bulunan Hişam bin Abdülmelik, Emevi hükümetinin kudretinin zirveye ulaştığı, ikinci asrın aylarından birinin, onuncu gününde, ne kadar telaş ettiyse Kabeyi tavaftan sonra Hacerül Esvede ulaşıp elini ona sürmeyi başaramadı. Bütün halk, ihram elbisesi olan bir çeşit sade elbise giyinmişlerdi. Dillerinde de, Allahın zikrinden tek bir söz vardı. Bir iş yapıyorlardı. Öyle temiz hislere boğulmuşlardı ki, Hişamın dünyevi şahsiyetini ve içtimai makamını düşünemiyorlardı. Ona hürmetini koruyan, Şamdan beraberinde getirdiği şahısların, hac işinin manevi azameti ve yüceliği karşısında çaresiz kaldıkları göze batıyordu. Hişam ne ettiyse de Hacerül Esvede ulaşıp, hac amellerine göre ona dokunmaya, izdiham nedeniyle kavuşmadı. Çaresiz döndü. Yüksek bir yerde onun için kürsü koydular. O kürsünün üstünden topluluğu seyretmeye başladı. Onunla beraber gelen Şamlılar, onu bırakıp izdihamı seyretmeye başladılar.

Bu arada,simasından takva ehli oluğu anlaşılan bir adam ortaya çıktı. Onun da herkes gibi sade bir elbisesinden başka bir şeyi yoktu. Allaha ibadet ve kulluk izleri yüzünde görünüyordu. Önce gidip Kabeyi tavaf etti sonra rahat kıyafetle ve mutmain adımlarıyla Haceraül Esvede geldi. Bütün bu izdihama rağmen topluluk onu görünce hemen yol verirdiler. Ve o, Hacerül Esvede yaklaştı. Vilayet makamında bulunan bir kimsenin, o heybet ve şanına rağmen, siyah taşa yaklaşamadığına karşılık bu manzarayı gören Şamlıların, gözleri karardı ve hayret ettiler.

Hişamın yanında bulunanlardan biri bu şahıs kimdir? diye sordu. Bu şahsın Ali ibnil-Hüseyn Zeynül abidin (k.s)olduğunu iyi bilen Hişam, tanımam azlıktan geldi ve tanımıyorum dedi. O zamanlar kılıcından kan damlayan Hişamın korkusundan, kim onu tanıtabilirdi! Bu arada Farazdak diye tanınan, Human bin Galib adlı usta ve güçlü arap şairi, mesleği ve özel işi gereğince, herkesten daha çok Hişama, hürmet ve saygısını, koruması gerekiyordu. Fakat vicdanı öyle tahrik oldu ve duyguları öylesine coştu ki, hemen fakat ben onu tanıyorum dedi ve sade bir tanıtmayla yetindi. Yüksek bir yerde durdu. O denizin dalgalandığı gibi, şair ruhunun heyacan dolu duygularıyla birlikte, fazla düşünmeden meydana getirdiği ve arap edebiyatının şahaserlerinden biri olan parlak bir kasideyi okudu. Şiirde şöyle dedi:

Bu kişi öyle bir kişidir ki Batha vadisinin bütün taşları bile onu tanır. Bu Kabe onu tanır. Haremin iç ve dışı da onu tanır. Bu oğul Allahın kullarının en iyisidir. Budur o temiz meşhur dindar.

Sen onu tanımıyorum diyorsun bu ona bir zarar vermez. Senin onu tanımadığını farz etsek de Arap ve acem onu tanır.

Hişam, bu kaside ve bu beyanı işitince hışmı ve gazabından ateşlendi. Farazdakın Beytülmalden aldığı aylığını kestirdi, ve Mekkeyle Medine arasındaki Asfanda hapsettirdi. Fakat Farazdak akidesini göstermekteki cesareti neticesinde başına gelen bu olaya önem vermedi. Ne hakkının yenilip gelirinin kesilmesine önem verdi ne de zindana girmeyi. Aynı zamanda, zindanda Hişamı hicv ve tenkid edici parlak şiirler inşa etmekten çekinmedi.

Ali ibnil-Hüseyin (k.s) Farazdakın gelir yolları kapandığı için, zindana bir miktar para gönderdi. Farazdak onu kabul etmedi ve: Ben o kasideyi yalnız Allaha olan akide ve imanım için inşa ettim, onun karşılığında para almak istemiyorum dedi. Ali ibnil-Hüseyin (r.a.) parayı ikinci defa Farazdaka gönderdi ve ona Allah senin niyet ve maksadından haberdardır ve seni aynı niyetle mükafatlandıracaktır. Eğer bu yardımı kabul edersen ecrin ve ödülün Allah katında ziyan olmaz diye haber verdi ve Farazdaka o yardımı kabul etmesi için, yemin ettirdi. Farazdak da kabul etti.