๑۩۞۩๑ Memurluk ve Sınav Sistemleri ๑۩۞۩๑ => Diyanet Duyurular => Konuyu başlatan: Sefil üzerinde 01 Ağustos 2015, 09:15:45



Konu Başlığı: Görmez, Habertürk’te gündemi değerlendirdi
Gönderen: Sefil üzerinde 01 Ağustos 2015, 09:15:45
Diyanet İşleri Başkanı Görmez, Habertürk’te gündemi değerlendirdi

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Habertürk’te canlı olarak yayınlanan ‘Gündem Siyaset’ programına konuk oldu.

Habertürk Ankara Temsilcisi Veyis Ateş’in sorularını yanıtlayan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, gündeme ilişkin önemli açıklamalarda bulundu.

Son günlerde yaşanan terör olaylarından DAİŞ örgütüne, İslam dünyasında meydana gelen gelişmelerden Batı’da ortaya çıkan ve dünyayı kuşatan Nihilizm akımına dini kisve giydirilmesine kadar birçok konuya açıklık getiren Başkan Görmez’in konuşmasından önemli satır başları şöyle;

“Bizim şehitlerimize karşı en önemli görevimiz, onların uğruna hayatlarını verdiği birlik, beraberlik ve kardeşlik ruhuna sımsıkı sarılmaktır…”

Öncelikle son on günde verdiğimiz bütün şehitlerimize, hatta bu toprakları vatan kıldığımız günden bu yana canlarını mukaddes değerler uğruna veren bütün aziz şehitlerimize Yüce Rabbimizden rahmet diliyorum. Kederli ailelerine, yakınlarına, sevenlerine sabır, sekinet, metanet diliyorum Yüce Rabbimizden. Ve gerçekten bütün bu acıları yıllardır büyük bir teenniyle, büyük bir sabırla, büyük bir vakarla ve büyük bir üzüntüyle takip eden aziz milletimizin başı sağ olsun. Bizim şehitlerimize karşı en önemli görevimiz; onların uğruna hayatlarını verdiği değerlere sımsıkı sarılmaktır. O değerler, milletimizin birlik ruhudur, kardeşlik ahlakıdır, kardeşlik hukukudur, asla hak ve hukukun dışına çıkmamaktır, merhamettir, adalettir, çünkü bunlar bizi biz kılan değerlerdir, bizim milletimizi millet kılan yüce değerlerdir.

“Terörün en büyük gayesi, toplumun fertleri arasına fitneyi, fesadı yerleştirmektir…”

Bütün bu terör şebekelerinin en büyük gayesi, kendi ırkçı, ayrılıkçı ideolojilerini topluma mal etmek, toplumsallaştırmak, toplumun fertlerini birbirine kırdırmak, toplumun fertleri arasına fitneyi, fesadı yerleştirmektir. 30-40 senedir çok can verdik, fakat onların bu gayesine hizmet edecek hiçbir düşünceye milletin ortak iradesi asla meyletmedi. Bu işte şehitlerin bizden istediği, şehitlerin hatırasına bağlılıktır. Bunu isteyenlerin, bizim milletimizin birbirine bağlayan o değerler konusunda yanlış bilgi sahibi olduklarını zannediyorum. Çünkü aynı inancı, aynı değerleri paylaşan ve bunları bu coğrafyada birlikte inşa eden bir milletiz.

“Hiç kimse bu kavgayı bir özgürlük mücadelesi olarak tanımlayamaz, bu kavga başından bugüne kadar çok kirli bir esaret kavgasıdır…”

Dillerimiz, mensubiyetlerimiz, meşreplerimiz, mezheplerimiz farklı olabilir ama biz aynı inanç değerlerini, aynı sevgiyi, aynı saygıyı, aynı merhameti birlikte inşa ettik. Biz bu vatanı birlikte kurduk, Çanakkale’de birlikte savaştık, aynı değerler uğruna birlikte can verdik. Onun için hiç kimse bu kavgayı bir özgürlük mücadelesi olarak tanımlayamaz, bu kavga başından bugüne kadar çok kirli bir esaret kavgası aslında. Yani esaret kavgası özgürlük başlığı altında verilmez, özgürlük kavgası bizatihi bu vatanı, bu coğrafyayı vatan kılan insanları birbirine düşürmekle, çocuklarını sokakta öldürmekle, bu ülkenin eli kalem tutacak çocuklarını dağlara götürüp canileştirerek bir yönteme başvurmak artık kabul edilebilir bir şey değildir.

“Milletin ortak iradesinin daima birlik ruhuna, kardeşlik ahlakı ve hukukuna uygun olması, her türlü takdirin fevkindedir…”

Milletimizin ortak aklı ve ortak iradesi bakımından saygıyı, övgüyü hak eden, her türlü takdirin fevkinde olan bir husus daha var ki, bütün bu olup bitenlere rağmen daima barışta, gönlümüzü birbirimize açarak, bütün sorunları konuşarak çözmekte ısrar etmiş olması, kardeşlik ahlakında ve kardeşlik hukukunda ısrar etmiş olmasıdır. Milletin ortak iradesi daima birliğin ruhuna, kardeşliğine ahlakına, kardeşliğin hukukuna uygun olmuştur, bu her türlü takdirin fevkindedir.

“Terör örgütünün mücadelesi sadece canlarımıza ve bedenlerimize değil, manevi ve mukaddes değerlerimize de oldu…”

Bu 30-40 yıllık terör şebekesinin mücadelesi sadece canlarımıza, bedenlerimize, maddi varlığımıza olmadı. Aslında üzerinde durmadığımız ve belki hasarını yıllara sari olarak ancak yaralarını sarabileceğimiz bir yönü daha oldu. O da bu toplumun manevi değerlerine, mukaddes değerlerine yönelik de oldu. Eli kalem tutacak çocuklarını dağlara götürüp canileştirerek, katilleştirerek oradan bir şey çıkarmak mümkün değildir. Bu, hiçbir inancın, hiçbir ahlaki erdemin, faziletin kabul edebileceği bir yol ve yöntem değil. Hep birlikte kalbimizi ve gönlümüzü birbirine açarak, barışta ısrar ederek, kardeşlik hukukunu yeniden inşa ederek, kardeşlik ahlakında ısrar ederek, birbirimize sahip çıkarak, birbirimize kendimizi yurt kılarak bütün sorunları çözebilmemiz gerekir. Barışta ısrar etmemiz gerekir. Asla bir tek masum canın yok olması, Peygamberimizin ifadesiyle bütün dünyanın yok olmasından Rabbimizin katında çok daha büyüktür, çok daha büyük bir acıdır.

DAİŞ meselesi…

“DAİŞ meselesini sadece din etiketi yapıştırarak yorumlamak, dine ve İslam’a indirgeyerek izah etmek çok ciddi bir kategori hatasıdır…”

Bu coğrafyada meydana gelen her türlü hadiseye sadece din etiketi yapıştırarak yorumlamak, sadece meseleyi dine ve İslam’a indirgeyerek izah etmek çok ciddi bir kategori hatasıdır. Bu hata bugün bütün dünyada yapılıyor. Bilim adamları dahi bütün makalelerinde bu hatayı yapıyorlar. Yani bu hadiselerin küresel boyutları var. Küresel güçlerin çıkar çatışmalarının doğurduğu birtakım yönleri var. Arkasından sömürgelerin, işgallerin, istibdatların ortaya koyduğu sebepler var. Bu coğrafyanın kültürel ve dini fay hatlarıyla oynanmasından kaynaklanan sebepler var. Sosyal sebepler, ekonomik sebepler var, aşiret yönetimi, toprak yönetimi gibi yerel sebepler var. Bir defa bütün bu sebepleri yok sayarak sadece kendileri meşruiyetlerini ilan etmek için sığındıkları ve araçsallaştırdıkları dinde ve Kur’an’da izahını aramaya kalkıştığımızda yanılıyoruz. İster buna IŞİD de, ister Şebab de, ister Boko Haram de, ister Taliban de, ister El Kaide de, bütün bu örgütlerin sebeplerini sayarken doğrusu eğer aklın ve bilimin süzgecinden geçirilerek bütün bunların sebepleri sayılırsa din en son kategoride yer alır. Ama din bütün dünyada birinci kategoride ele alınıyor ve konuşuluyor. Böyle olsa dahi, bizim bu kadar büyük bir vahşet mekanizmasına dönüşen bir yapıyı sadece küresel güçlerin oyunudur diyerek bir tarafa atmak lüksümüzün de olmadığını ifade etmek isterim. Çünkü her türlü komplo aynı zamanda içeriden sarıldığı, içeriden bulduğu birtakım sebeplerle ancak amaçlarını gerçekleştirebilir. Onun için, araçsallaştırsa dahi dini sebeplerini bütün boyutlarıyla ilim adamlarının tartışması, konuşması ve toplumun önünde bunları anlatması önem arz ediyor.

“İslam dünyasında yaşanan sorunlardan biri, İslam’ın ana esaslarından uzaklaşıp küçük bilgi kırıntılarıyla kendi düşüncelerini dine mal etmektir…”

İslam dini bir usul dinidir. Açık kaynaklıdır, kaynakları herkese açıktır, sadece din adamlarına değil, herkese açıktır. Okumak isteyen herkese açıktır. Fakat Peygamberin getirdiği bir usulle bir çerçeve çizilmiştir. Bugün İslam dünyasında yaşanan en büyük sorunlardan bir tanesi, bu usulün yok sayılarak herkesin, her bireyin kendisinin bizatihi dinin kaynaklarıyla kurmak istediği ilişkiden kaynaklanıyor. Sorun buradan kaynaklanıyor. Bunu sadece terör örgütü bağlamında söylemiyorum, bugün bütün İslam dünyasında yaşanan önemli sorunlardan bir tanesidir bu. Yani İslam dini kitaplı bir din, ama o kitabı bir peygamber getirmiş ve o peygamber o kitabı yaşanan bir hayata dönüştürmüş, belli bir bağlam içerisinde oluşmuş, daha sonra bu din bir medeniyet inşa etmiş. Sadece ayet ve hadis değil aklı kullanmış, tefekkür etmiş, tedebbür etmiş, içtihatta bulunmuş, maslahatı gözetmiş, istihzan diye bir müessese ortaya koymuş, kıyas yapmış. Dolayısıyla hani yeni dilde paradigma diyorlar ya, bu bütün paradigmayı yıkarak ve yok sayarak böyle parça parça bilgi kırıntılarına başvurarak yeni bir din inşa etmeye başladığınızda sizde var olan her düşünceyi o dine mal ederek o dinin kitabını kendi adınıza konuşturabiliyorsunuz, o dinin peygamberine kendi söylediklerinizi, kendi düşüncelerinizi söyletebiliyorsunuz ve kendiniz bir düşünce inşa ediyorsunuz.

“Batıda ortaya çıkan nihilizm, varoluş gayesini ve hayatın anlamını kaybetmesi felsefesine dini bir kisve giydirildi…”

Bugün çağımızı ve dünyamızı kuşatan bir nihilizm vardır. Nihilizmi biz Türkçeye hiççilik olarak tercüme ediyoruz. Yani hayatın gayesini, varoluşun anlamını kaybetmek. Bu Nietzsche’yle felsefesi yapılan, Batıda pek çok filozofun üzerinde durduğu bir akımdır aynı zamanda. Bu küreselleşme dalgasıyla birlikte Nihilizme, Batıda ortaya çıkan hiççilik varoluş gayesini ve hayatın anlamını kaybetmesi felsefesine dini bir kisve giydirildi. İslam dünyasında da dini bir kisve giydirildi. İslam dininin yorumu öyle bir hale getirildi ki, bu usulü kaybetmekten kaynaklanan sebeplerle, sadece Kur’an-ı Kerim’in literal manasına başvuruldu, onun bir Peygamber tarafından getirilip yaşanan bir hayata dönüştürüldüğü ilkesi yok sayıldı ve ibadetler şekilciliğe indirgendi. Fıkıh zahiri literal bir yoruma indirgendi ve böylece dinin içi boşaltılarak bugün o tasavvufa, irfan geleneğimize, gönül felsefesine karşı çıkarak, onu şirk sayarak, onu tekfir ederek ortaya çıkan akımların büyük bir kısmı Allah’ın kitabını kendi ideolojilerinin bir referansı haline getirdiler. Allah’ın bütün ibadetlerinin içini boşaltarak bir şekilciliğe indirgediler ve kendi ideolojilerini bizatihi o kitaba mal ettiler. Rabbimiz Kur’an’la ilgili şöyle bir tespitte bulunuyor, diyor ki, ‘Birtakım insanlar çıktılar ve Kur’an’ı parçalara ayırdılar’ yani bağlamından kopararak bir slogana dönüştürdüler. İndiği bağlamdan kopararak, onu getiren Peygamberden kopararak, o Peygamberin yorumundan kopararak, tarih boyunca medeniyet kuran yorumundan kopararak parçalara ayırdılar ve kendileri için bir slogana dönüştürdüler.

“Kuran’ı Kerim, eşkıyalık yapılsın diye gönderilmedi…”

Kur’an-ı Kerim’de Yüce Rabbimiz şöyle buyurur, ‘Habibim, ben Kuran’ı eşkıyalık yapılsın diye göndermedim’ Kur’an-ı Kerim’i bugün eğer birileri kendi eşkıyalığının referansı haline getirdiyse, bizim bütün alimlerin, bütün eğitimcilerin, İslam dünyasındaki bütün eğitim kurumlarının bunun üzerinde durması lazım. Rahmet olarak gelen bir dini, rahmet getiren bir kitabı şiddete dönüştüren, insan öldürmeyi mubah sayan bir anlayışa dönüştürülüyorsa bunun sebeplerini öyle sadece bilgi kırıntılarında aramanın bizi neticeye götürmeyeceğini düşünüyorum.

“DAİŞ örgütü, kıyameti koparacak bir savaş efsanesiyle dini bilgiden yoksun gençleri kendilerine çekiyorlar…”

Nihilizme dini bir kisvenin giydirilmiş olmasından, dinin içinin boşaltılarak sadece bir ideolojiye indirgenmesi ve kitabın o ideolojinin kanun kitabına dönüştürülmesi, Hz. Peygamberden bize gelen ve muazzam bir miras olan hadisleri bağlamından kopararak her birisini ya uydurma hadislere başvurarak yahut kendi yorumlarıyla başka bir şeye dönüştürerek yapması bir tarafa bir şey daha var, sizin sözünü ettiğiniz örgütün yayınları var, kitapları var, makaleleri var, onlarca kitap yayınlamaya başladılar. Baktığımız zaman ayrıca burada gençleri ihdas ettikleri bir maceraya çektiklerini görüyoruz. Nasıl ki Batıda ‘illuminati’, Tanrı’yı kıyamete zorlamak gibi garip bir düşünce çıktı ve pek çok genci etkisi altına aldı. Şimdi birtakım rivayetlerden hareketle bir kıyamet öncesi, yani kıyameti koparacak bir savaş efsanesiyle ayrıca dini bilgiden yoksun gençleri çektiklerini görüyoruz.

‘Dabık’ diye bir kavram kullanılır. Bu Halep civarında bir semt adıdır, yani Irak ve Şam arasında bir semt adıdır. ‘Fiten hadisleri’ dediğimiz hadisler sorunlu hadislerdir. Peygamberimize yönelik Kuran’da kullanılan en çok ifadelerden bir tanesi, gaybı sadece Allah bilir. Allah bildirmezse peygamberler dahi gaybı bilmez. Gayp üzerine bir din teorisi inşa edilmeye kalkışılıyor, bu da gençleri çekiyor. Bunun yanında ayrıca savaş da olsa, kaldı ki buna bir savaş adını vermek de mümkün değil. Bilakis meşru savaşları bile kirleten ve zarar veren bir harekettir. Savaş ahlakına ve hukukuna riayet etmeden, köleleştirdikleri kadınları cariyeleştiren, onları takdim eden, İslam dini ve tarihi ile İslam medeniyetiyle hiçbir şekilde ilişkilendirilemeyecek bir harekettir.

“Zulmü ve fesadı ortadan kaldırmanın adı olan cihat, ne zaman öldürme ve çapul kültürünün adı oldu…”

Zulmü ve fesadı ortadan kaldırmanın adı olan cihat, ne zaman öldürme ve çapul kültürünün adı oldu? Ahlak ve hukuk tanımayan bir çapul kültürü… Resulü Ekrem savaşların en zor zamanlarında dahi zerre kadar ahlaktan ve hukuktan taviz vermeyen o büyük erdemlerden, büyük faziletleri bir tarafa bırakarak bu gençlere, kafir ilan ettikleri Müslümanların kadınlarını yahut başka dinlere mensup Ezidi, Hristiyan, Yahudi, kim olursa olsun herhangi bir kadını bu coğrafyada terörle, şiddetle, baskıyla, zorbalıkla gençleri çekmeye çalışmanın İslam’la, İslam diniyle, İslam’ın kerim kitabıyla alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberiyle ilişkilendirilmesi bütün ümmetin üstünde düşünmesi gereken bir konudur. Bugün bütün ümmetin, ilim adamlarının, fikir adamlarının, dini müesseselerin, din kurumlarının işlerini, güçlerini bırakıp İslam dinine zarar veren, bütün bu mekanizmalardan kendimizi nasıl arındıracağımızı, nasıl ortadan kaldıracağımızı harici sebepleri de elbette tahlil ederek, harici sebepleri bir tarafa bırakmadan bu dini araçsallaştıran, Kur’an-ı ve sünneti araçsallaştıran, İslam’ın metodolojisini yok sayan, İslam’ın usulünü yok sayan, savaşta da olsa ahlakı ve hukuku yok sayan bu hareketler üzerinde çokça durması gerekiyor.

“Bu tekfirci ideolojinin en sapkın fikri, kendi düşüncesini kabul etmeyen herkesi düşman kabul etmesidir…”

Bu tekfirci ideolojinin en büyük, en sapkın fikir ve düşünceleri, bizim kitaplarımızda ‘vela’ ve ‘bera’ dediğimiz bir başlık altında ele alınan konudur. Vela ve bera’yı şöyle tercüme edebiliriz, Dost kimdir, düşman kimdir, öteki kimdir? Hariciler de dahil İslam tarihinde ilk defa bu örgüt kendisine üye olan, kendisinin düşüncesini kabul edeni dost kabul ediyor, kabul etmeyen herkesi düşman kabul ediyor. Haricilerde dahi böyle bir örnek yoktur. İkincisi, düşman kabul ettiğini tekfir ediyor. Sadece tekfir etmekle kalmıyor, tekfir ettiklerini tekfir etmeyenleri de tekfir ediyor. Yani birisine kafir dediği zaman, sen; yapma, bu adam namaz kılıyor, bu adam secdeye varıyor, bu adam Müslüman adam dediğinde onu tekfir etmediğin için de seni tekfir ediyor. Bu yönüyle de bir ilk. Kendisinden doğduğu El Kaide’yi kafir dediklerine kafir demediği için tekfir ediyor. Onunla da yetinmiyor, tekfir ettikleriyle savaşmayı ve onları öldürmeyi, kanlarını mubah sayıyor. Sonra, kanlarını dökmeyi cihat zannediyor. Dolayısıyla bunları sadece bir İslam yorumundan neşet etmiş olarak değerlendirmek, hakikaten İslam’a büyük bir hakaret olur.

“İslam dünyasında şiddetin ve işgallerin gölgesinde sağlıklı bir din anlayışı ortaya çıkmıyor…”

Tecrübeyle son 30-40 yılda bir şey ortaya çıktı. İslam dünyasında şiddetin ve işgallerin gölgesinde sağlıklı bir din anlayışı ortaya çıkmıyor. İsrail’in Filistin topraklarını zorbalıkla işgal etmesi ve o bölgede yetişen insanlar, Afganistan’ın işgali, 30-40 yıl insanların mektepsiz, medresesiz, ilimsiz, kalemsiz yetişmesi… Körfez işgali ve 20-30 yıl insanların şiddetin, dikta rejimlerinin gölgesinde, hapishanelerde, işkencelerin altında yetişmesi… Afrika’daki sömürgeler, Boko Haram, Şebab, Taliban, El Kaide, IŞİD vs. Bütün bunların ortaya çıkışını, bunların meydana çıkaran ortamları dikkatle ele almamız gerekiyor. Bunları dikkate almadan böyle sağlıklı düşünen insanların oturup kitap mütalaa ederek, hadis okuyarak bu fikirlere vardıklarını söylemek biraz insan aklına ziyan gibi geliyor bana doğrusu.

“Bazı ülkelerin istihbari güçlerinin İslam dünyasında yaptığı şey, cihat çağrısında bulunmak…”

Bazı ülkelerin en zinde güçleri, en istihbari güçlerinin İslam dünyasında yaptığı şey cihat çağrısında bulunmak... Ve o cihat çağrısında bulunmak için de işte İslam’ın birtakım referanslarını kullanarak gençlerden kendi örgütüne eleman yetiştirmek olduğunu hepimiz biliyoruz aslında. Dolayısıyla bütün bunları dikkate alarak bu hareketleri değerlendirmek gerekir. Yoksa hiçbir zaman normal şartlar altında herhangi bir insanın oturup Kur’an okuyarak, kitap okuyarak böyle bir düşünceye sapacağını düşünmüyorum.

“Sağlıklı bir din eğitimi alan bir gencin DAİŞ’e katıldığına ihtimal vermiyorum…”

Batı dünyasından Fransa’nın varoşlarından, Berlin’den, Kanada’dan veyahut Türkiye’den gençler neden gidiyor? Nihilizm birinci sebep… Nihilizme dini bir kisve giydirilmesi önemli bir sebep... En önemli sebeplerden bir tanesi de sağlıklı bir din eğitimi olmaması… Gerçekten sağlıklı bir din eğitiminden geçen herhangi bir insanın bütün bu maceraları göze alarak gidip buralara katıldığına ben ihtimal vermiyorum. Mesela Türkiye’den katılan gençlerden söz ediliyor. Bu gençlerden herhangi birisinin imam hatip lisesi mezunu, imam hatip lisesi seviyesinde dahi bir din eğitimi aldığına ben ihtimal vermiyorum yahut ilahiyat fakültesinden geçerek böyle bir şeye gitme ihtimalini ben şahsen düşünmüyorum.

“Ülkemizde bu düşüncenin karşılık bulmamasının en büyük sebebi, Diyanet İşleri Başkanlığı, imam hatip liseleri, ilahiyat fakülteleri ve din kültürü derslerinin varlığıdır…”

İslam dünyasıyla mukayese edildiğinde bizim ülkemizde böyle bir düşüncenin neşvünema bulmamasının en büyük sebebi, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kurumun varlığı, Allah’ın ayetleriyle kainatın ayetlerini gençlere birlikte öğreten imam hatip müfredatının varlığı, ilahiyat fakültelerinin varlığı, hatta zaman zaman çokça tartıştığımız din kültürü ve ahlak bilgisi gibi derslerin varlığı, ben hala sağlıklı ortamlarda sağlıklı yöntemlerle din eğitiminin, din öğretiminin verilmesinin bunun önündeki en büyük engel olacağını düşünüyorum.

“Şekilciliğe indirgenmiş, ruhunu kaybetmiş, gönül boyutunu kaybetmiş bir din eğitimi zararlıdır…”

Eğitim sistemimizi, insan yetiştirme mekanizmalarımızı gözden geçirmemiz gerektiğini düşünüyorum, bunu bütün çağdaş dünya için söylüyorum. Yani eğitim sistemimiz belki bilgi yüklüyor insana, ama merhametli ve şefkatli insan yetiştirmiyor. Yani şefkatli ve merhametli insan olmak, bütün kainata şefkatle bakabilmeyi öğretme… Bunu biz eğitimlerimizin içerisine koymalıyız. Din eğitimimizi de daima az önce söylediğim gibi, o nihilizme giydirilmiş bir din öğretimi gibi değil. Şekilciliğe indirgenmiş, ruhunu kaybetmiş, o gönül boyutunu kaybetmiş bir din eğitimi zararlıdır. Mutlaka akılla kalp arasında doğru ilişki kurabilen, dinle hayat arasında doğru ilişki kuran ve dinin bilhassa o ibadetlerin bize kazandırmak istediği ahlakı önceleyen, ama bunları birbirinden ayırmayan bütüncül bir eğitim son derece önemlidir.

“İnternet medyasında takdim edilen İslami bilgiler, dini bilgiler usul çerçevesinde kaleme alınmadığı için sağlıklı değildir…”

Artık aile, okul ve cami dini kimliği inşa eden 3 müessese geride kaldı ve yeni medya bu üç büyük müessesenin dahi önüne geçmeye başladı. Biz bunu çok geç fark ettik ve hala o mecralar sağlıklı mecralar değil. İnternet medyasında yaygın olarak insanlığa takdim edilen İslami bilgiler, dini bilgiler başta ifade ettiğim o usul çerçevesinde kaleme alınmadığı için sağlıklı değildir. Tedavi olmanın iki yöntemi var. Bir, eczaneye gidip rastgele bir ilacı alıp kullanmak var, bir de doktora gidip hastalığının teşhisini yaparak tedavi olmak var. Dolayısıyla, eczacı yöntemiyle rastgele bir ayeti, bir hadisi bağlamından kopararak yahut bir konuşmacının konuşmasının belli bir bölümünü dinleyerek dini bilgi edinmek sağlıklı değildir.

“Diyanet, bütün dünyadaki dini müesseseler içerisinde bu tehlikeye dikkat çeken ilk müessese oldu…”

Diyanet İşleri Başkanlığı, DAİŞ konusu dünyanın gündemine düşer düşmez, bütün dünyadaki dini müesseseler içerisinde ilk olarak bu tehlikeye dikkat çeken, bunu ilmi olarak yanlışlığına işaret eden 8 maddelik bir açıklamayı 8 lisan ile dünyaya ilan eden ve bütün dünyadaki din kurumlarına gönderen müessese oldu. Hemen arkasından geçen sene Ramazan ayında yaklaşık 70’i aşkın ülkeden 150 İslam alemini İstanbul’da toplayarak o konuda güçlü bir ses verdi. İslam tarihi boyunca var olan ve belki de İslam ümmetini en çok kuşatan bir müesseseyi böyle zorbalıkla, işgalle, baskıyla, hiç kimsenin iradesine başvurmadan bir toprak parçasını gasp ederek, insanları silah ve tedhiş ile korkutarak ilan etmenin bir izahı yoktur. Doğrusu bir ilim terazisinde tartmak için dahi kabul edilebilir bir şey değildir.

“Bu örgüt, İslam’a en büyük zararı vermiştir…”

Bu örgüte karşı elbette siyasetçilerin yapacağı şeyler vardır, güvenlik güçlerinin yapacağı şeyler vardır, ama ilmi ve ahlaki olarak da yapılacak şeyler vardır. İlmi ve ahlaki olarak da ilim adamlarına düşen çok büyük vazifeler vardır. Bugün aklı başında hiçbir din müessesesi, hiçbir din aliminin bu örgüte karşı müspet bir tek açıklaması kalmadı. Başlangıçta insanlar yanıldılar, farklı açıklamalar yaptılar, ama bugün dünyadaki bütün Müslüman kuruşlular, ilmi müesseseler bu yapının gayri İslami olduğunu, İslam’a en büyük zararı verdiğini söylediler. Öyle zarar verdi ki, Avustralya’da yaşayan Müslüman sokakta gezerken kendi komşusu tarafından terörist ilan edildi, yani bütün dünyada yaşayan Müslümanların hayatını olumsuz yönde etkileyen bir hareket oldu.

“Dünyadaki bütün ilim adamları bir araya gelerek, ortak bir ses ile bu yapının yanlışlığını bütün dünyaya duyurması gerekir…”

Dünyadaki ülkelerde var olan bütün ilim adamlarının bir araya gelerek ortak bir ses vermesi ve bütün dünyaya bu yapıların yanlışlığını, İslam’ı araçsallaştırdıklarını, İslam’dan beriye olduklarını dünyaya açıklamasının önem arz ettiğini düşünüyorum. Bütün usulleri yok sayarak, her rivayeti Peygamber’den ve Peygamber’in hayatından kopararak kendi ideolojisine uygun bir yoruma dönüştürmek, sorun olan budur. Bu hareketlerin en çok silah olarak kullandığı şey de üzülerek belirteyim hadislerdir.

İslam dünyasını kuşatan illetler…

“İnanç sabitelerimizi tartışma konusu yapmak…”

Bugün İslam dünyasını kuşatan bazı illetlerden söz edebiliriz. Bir tanesi, inanç sabitelerimizi tartışma konusu yapmak… Dinin bir sabiteleri var, bir değişkenleri var. Akait sabitelerden oluşur, ama hayatımızla ilgili pek çok kural değişkendir, zamana göre değişir, zemine göre değişir, mekana göre değişir, ülkeden ülkeye değişebiliyor. Siz dinin değişkenlerini değişmez sabitelerine dönüştürdüğünüz zaman… İslam’ın temel inanç esasları nelerdir? Allah’a iman, Peygambere iman, ahirete iman, meleklere iman, peygamberlere iman ve bunlara nasıl iman edeceğimiz, kitaba nasıl iman edeceğimizin çerçevesi bellidir. Ama siz işte bir halifeye biat etmenin Allah’a iman gibi bir iman esasıdır dediğiniz zaman, siyasi bir meseleyi inancın sabitesi haline getirirsiniz. İnancın sabitesi haline getirdiğinizde onu kabul etmeyeni tekfir edersiniz yahut işte diyelim ki bir mezhebi esas alarak söyleyecek olursak, 12 imanın söyledikleri ancak dinin sabiteleridir dediğinizde onu kabul etmeyeni bu sefer tekfir ederseniz.

“İbadetlerimizi şekle indirgemek…”

İkinci illet, ibadetlerimizi şekle indirgemek… Onun bize kazandıracağı ruhu, o gönül boyutunu, deruni boyutunu kaybetmek. Eğer bir insan işte az önce söylediğin örgüt yapısı içerisinde gece teheccüde kalkıyor, sabahleyin de ilk rastladığı Müslüman kardeşini hunharca katlediyorsa, bu yeryüzünde yaşanabilecek en büyük çelişkilerden bir tanesidir. Bu, dinin o usulünü kaybetmekten kaynaklanıyor. O din eğitiminin, din öğretiminin o marifet boyutunu kaybetmesinden kaynaklanıyor. O ruh boyutunu, gönül boyutunu kaybetmesinden kaynaklanıyor. Yani eğitim sistemiz içerisinde bunları birlikte vermeliyiz.

“Fıkhı sadece zahiri literal bir yoruma dönüştürmek…”

Üçüncüsü, fıkhı sadece zahiri literal bir yoruma dönüştürmek.

“İslam davetini kaba bir yönteme dönüştürmek…”

Dördüncüsü, İslam çağrısını, İslam davetini kaba bir yönteme dönüştürmek. Firavun’a gönderirken bile Musa’yı, Harun’u ‘ona yumuşak sözler söyleyin’ dedi Yüce Rabbimiz. Yüce Rabbimiz kitabında ‘hikmetle ve güzel öğütle insanları davet et, mücadele edeceksen mücadelenin en güzelini yap’ dedi. Ve arkasından şunu söyledi bize, en kaba düşmanlıkların en sıcak dostluklara nasıl dönüşeceğini öğretti Kur'an-ı Kerim, o da kötülüğe iyilikle mukabele etmeyi öğrettiği, kötülüğe kötülükle mukabele etmeyin dedi.

“Bizi izleyen gençlerin bu dini anlamanın ne kadar zor olduğunu düşünmesinden endişe ediyorum…”

Bu kadar şeyden sonra da bizi izleyen herhangi bir genç şöyle demesin, ‘bu dini anlamak ne kadar zor öyleyse’ demesin, aslında kolay. Biz zorlaştırdık, bu insanlar zorlaştırıyor aslında. Yoksa dinin sabiteleri bellidir, ahlak ilkeleri bellidir; iyi bir kul, iyi bir anne-baba, iyi bir evlat, iyi bir komşu, iyi bir dost, bütün kainata şefkat ve merhametle bakmak, kötülükleri iyilikle ortadan kaldırmanın yollarını öğrenmek. Kötülük bizi kuşatırsa yine aynı şekilde onu ortadan kaldırmak, marufu egemen kılmak, iyiliği egemen kılmak, kötülüğü de yeryüzünden kaldırmak. Belki yeryüzünden tamamen kaldırmak mümkün değil, ama iyiliği daima kötülüğün önüne geçirmek ve ona egemen kılmak her müminin, her Müslüman’ın en önemli vazifesidir diye düşünüyorum.