๑۩۞۩๑ Memurluk ve Sınav Sistemleri ๑۩۞۩๑ => Diyanet Duyurular => Konuyu başlatan: Sefil üzerinde 01 Şubat 2015, 16:48:39



Konu Başlığı: Görmez, CNNTURK canlı yayınında Akif Beki’nin sorularını cevapladı
Gönderen: Sefil üzerinde 01 Şubat 2015, 16:48:39
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, CNNTURK canlı yayınında Akif Beki’nin sorularını cevapladı

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, CNNTURK canlı yayınında “Baştan Sona” programında Akif Beki’nin sorularını cevapladı.

Gündeme ilişkin pek çok konuda görüşlerini ifade eden Başkan Görmez’in açıklamalarından öne çıkan başlıklar şöyle:

Diyanet her kesimin musahhihi değil

Din konusu hem Türkiye'de hem de dünyada önemli bir konu ve tarih boyunca bütün medeniyetleri kuran, medeniyetler tarihi boyunca en çok konuşulan, üzerinde en çok tartışılan, hatta en çok üzerinde kavgalara, bazen savaşlara yol açan konulardan bir tanesi. Kendi ülkemizde de din-devlet-toplum ilişkileri daima gerilimli olmuş, daima sorunlu olmuş.Ben şahsen Diyanet İşleri Başkanı olarak olarak şunu çok özlüyorum. Dinin, Diyanetin tartışılmadığı,ama Diyanet İşleri Başkanlığının yüz bini aşkın personeli ile daha çok toplumu doğru bilgilendirmek için çaba sarf ettiği bir ortamı özlüyorum.Sizlerle bu röportajlarıyaparken şunu özlüyorum: Birinci sorusunun iman nasıl bir hakikattir?Bu hakikat insanı dünyada nasıl mutlu eder? İslam peygamberi dünyaya nasıl bir rahmet mesajı getirdi? O rahmet hep tarihte mi kalacak? Bugüne biz bu rahmet mesajını nasıl  taşıyacağız? Şeklinde soruları çok özlediğimi ifade etmek isterim. Diyanet İşleri Başkanlığı’nınyaptığı açıklamalarının toplum tarafından büyük bir makes bulmasını ben çok faydalı olduğunu düşünüyorum. Bütün bu tartışmalarda zaman zaman örselense, zaman zaman yanlış anlamalara yol açsa dahi bugünün şartlarında bunu yapması gerekiyor. İster bir siyasetçi olsun, ister herhangi bir besteci olsun herhangi birisinin dinle ilgili bir şey konuştuğu zamanda Diyanet’ten hemen bir cevap bekleniyor. Halbuki Diyanet, her kesimin musahhihi değil. Yani herkesi tashih etmek için görevlendirilmiş bir kurum değil.

ALO Fetva Hattı Başkanlığımızı itibarsızlaştırmak için kullanılıyor

Yasaların Diyanet İşleri Başkanlığına verdiği görevler vardır. Toplumu din konusunda aydınlatırken Din İşleri Yüksek Kurulu’nun görevleri tadat edilirken, bu toplumun din konusundaki sorularına cevap vermek vardır. Bunu bazen Din İşleri Yüksek Kurulumuz yapar, bazen bir müftümüz yapar. Ancak en önemli sorunlarımızdan bir tanesi şu. Gazeteci dostlarımız lütfen bu sözlerimden alınmasınlar. Şimdi Türkiye'de diyelim ki her tarafı ilgilendiren büyük bir tartışma yaşanıyor. Bu tartışmaya önce Diyanet İşleri Başkanlığını çekmek için sorular yöneltiliyor. “Diyanet neden sustu?”, “Neden konuşmuyor” falan deniliyor. Diyanet eğer o tartışmaya girmek istemiyorsa o taktirde gazeteci dostlarımızın yeni keşfettiği 2-3 yıldır keşfettiği bir metot var. Alo fetva hattını arıyor ve Alo fetva hattına diyor ki mesela “hocam paralı bir şekilde bahis oynayarak lades oynamak caiz midir?” Bugün de var gazetelerde, üstelik iki yıl önce de vardı. 2 yıl önceki haber bugün yenilendi. Lades oynamak caiz midir? Bizim hocamızda çok güzel bir şekilde “eğer bir bahis sözkonusu ise haksız bir kazanç vardır. Ve bu doğru değildir.” diyor. Ertesi gün biz gazetelerde ortalık yanıp tutuşurken bu kadar büyük tartışmalar yaşanırken bunlara bigane kalan Diyanet, önemli bir açıklama yaptı. “Lades haramdır” diye bir açıklama yaptı. Yani şunlar, şunlar yapılırken susan Diyanet “lades haramdır”diye açıklama yaptı.Bu sefer toplum bunu şöyle algılıyor.Hakikaten bazı insanlar zannediyorlar ki Diyanet İşleri Başkanlığı, bütün hocalarıyla oturdu. Lades caiz midir, diye tartışmalar yaptı, sonra da bunun topluma yaydılar. Yahut hocam küpe takmak caiz midir? Hocam dövme yapmak caiz midir? Efendim 2 bayram arasında düğün yapmak caiz midir? Hocam şunu yapmak caiz midir? Bunu Alo Fetva hattından alıyor, ertesi gün o gün kurumsal bir açıklamaymış gibi topluma takdim ediliyor.Bizi üzen en önemli husus, bunun Diyaneti itibarsızlaştırmak için kullanılıyor olması. Biz, bildiğiniz gibi 15- 20 gün önce Edirne'de bütün il müftülerimizi topladık ve Balkanlardan gelen müftülerle ortak bir toplantı yaptık. Orada ele aldığımız konulardan bir tanesine ben ısrarla“bu hattı kapatalım”dedim ancak bilimsel araştırmalar, master, doktora tezleri var ve bazı kardeşlerimizin sadece bu hatta yaptığı müracaatı ile intiharlardan kurtulduğunu biliyoruz yani, vatandaşlarımızın yoğun ilgisi var.Okuma geleneğimiz zayıfladığı için insanlar bunu kolay bir yöntem olarak başvuruyorlar. İşte yahut bu diyelim ki beş sene önce yazılmış, Din İşleri Yüksek Kurulu’nun da onayladığı bir kitaptan bir cümle bularak “Diyanet İşleri Başkanı şöyle bir açıklama yaptı” deniyor.Bu kadarı, kabul edilemez.Ben bu vesileyle yani medya mensubu dostlarımıza hassaten istirham ediyorum.Bu yöntem doğru bir yöntem değil, bu yöntem eğer biraz daha devam ederse zorunlu olarak bu hattı kapatmak zorunda kalacağız.Bu çok güzel bir iletişim yoludur; ama bu iletişim yolunu istismar etmemek lazım.

Başka yöntemler üzerinde çalışıyoruz

Yazılı olarak müracaatları alıp sonra vatandaşlarımıza yazılı olarak cevaplandırmak gibi yahut büyük bir yayın grubu oluşturup internet ortamında yayın grubu oluşturup bu sorulara hazır olan cevaplara yönlendirerek şu kitabın şu sayfalarını okuyun demek suretiyle bir yöntem düşünüyoruz.Üzülerek belirteyim yani son 2-3 yılda toplumun gündemine bu Diyaneti küçük düşüren ne kadar haber düşmüşse bunların hiç birisi Diyanetin açıklaması değildir. Diyanetin kurumsal olarak topluma takdim ettiği bir açıklama değildir.Ne küpe meselesi ne dövme meselesi ne lades meselesi ne de iki bayram arası düğün meselesi.Bütün bunlar herhangi bir kitapta ilmihal kitabında bulabilecekleri şeylerdir.

İstanbul’da okutulmayan bir hutbe üzerinden olumsuz bir algı oluşturuldu

Soma’da yaşanan elim hadiseden sonra biz insanların ihmali olan suçlarını Allah’a yıkamayız diye açıkça ifade ettim. Hutbe okundu ve hutbe onunla ilgiliydi. Soma’dan sonra Ermenek’te yine aynı şekilde vefat eden kardeşlerimizin cenaze namazını kıldırmak için bizzat gittim. Orada da aynı şekilde iş güvenliği önlemlerini almak yani bu insanların hakkını vermek ne kadar önemliyse iş güvenliği konusunda önlemler almak, yüce dinimiz tarafından o kadar önemlidir diye sürekli açıklamalar yaptığımız halde, şöyle bir algı oluşturuldu. İstanbul’da okutulmayan bir hutbe metni bulundu. Yani hiç biri camide okunmayan bir hutbe metni bulundu. Bu hutbe metninde “Fazla tedbir Allah’ın zoruna gider” diye bir cümle bulundu. Böyle bir cümle bir metinde vardı; iki gün önceden Diyanet İşleri Başkanlığı bundan haberdar oldu ve hemen böyle bir metnin okutulamayacağını onlara bildirdi. Öyle bir şey okunmadı; ama şu anda en az 10 - 15 köşe yazarımız nice röportajlarında canlı televizyon programlarında söz Diyanete gelince, Diyanet okunmayan bir hutbe metninden “Diyanet fazla tedbir Allah’ın zoruna gider” diye açıklama yaparak bu iş güvenliği konusunda ihmali olan işadamlarına destek verdi. O hutbeyi iki gün önce, çok önceden hazırlanmış bir hutbe metninin okunacağını tespit etti Diyanet İşleri Başkanlığı ve okunmayacağını söyledi. Bu cümlenin de doğru olmadığını söyledi. Hatta bu metni yazan arkadaşımıza da bir ihtar verildi.

Diyanet İşleri Başkanlığı tarih boyunca siyaset üstü duruşuyla kurumsallaşmıştır

Diyanet İşleri Başkanlığı, tarih boyunca siyaset dışında ve siyaset üstü duruşuyla kurumsallaşmış bir müessesedir. Yani herhangi bir Diyanet mensubunun siyaset yapması, doğrudan sadece görevinin değil memuriyetinin sona erdirilmesi ile ilgili amir hükümler var. Nitekim son yıllarda pek çok arkadaşımızın görevine son vermek zorunda kaldık. Herhangi bir siyasi partinin topluma düşünceleri sunma adına dinle ilgili fikirleri, düşünceleri olabilir ve bunu toplumla paylaşabilir. Bu konularda eğer Diyanetle siyaset arasında bir çakışma meydana geliyorsa Diyanet İşleri Başkanlığı kendi görev alanlarından çekilecek değildir. Diyanet’in zaten o konudaki açıklaması bellidir. Diyanetin topluma verdiği bilgi kaynakları bellidir. Kitap, sünnet. Çünkü kitapta öyle yazılıdır; çünkü hadiste öyledir; çünkü din işleri yüksek kurulunun açıklamalarında da öyledir. Yani bu çakışmadan dolayı eğer Diyanet’e böyle bir suçlama yapılırsa bunu doğru bulmam. Diyanetin bir kamu kurumu olduğunun da altını çizmek istiyorum.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın özerk olmasına ilişkin teklifimiz hazırdır

Diyanet İşleri Başkanlığının öteden beri tamamen siyasetin dışında daha özerk bir kurum oluşu olması ile ilgili 1952 yılından itibaren Türkiye’de bir tartışma olmuştur ama bu gerçekleşmemiştir. Aslında Diyanetin üzerinden bu zannı, töhmeti almanın en önemli yollarından bir tanesi Diyanet İşleri Başkanlığının bizatihi yasasına dini, ilmi ve idari bakımdan özerkbir kuruluştur. Ve Diyanet İşleri Başkanının açıklamaları da dahil nasıl ki Din İşleri Yüksek Kurulu’nun üyeleri seçimle geliyor, seçimle gelen Din İşleri Yüksek Kurulu’nun, kendi özgür iradeleriyle kendi bilimsel araştırmaları ile vardıkları neticeleri topluma iletmeye başladıklarında, ben zannın ve töhmetinDiyanet İşleri Başkanlığı üzerinden kalkacağını düşünüyorum ama buolmadığı takdirde bu tartışmayı geçirme imkânına sahip görünüyoruz.Diyanet İşleri Başkanlığımızın özerk yapıya kavuşması için önerisi hazırdır. Bu bir anayasa sorunu olduğu için sadece ve hükümetle değil aslında bütün siyasi partilerin bir arayagelerek bu konuda bir karar vermeleri gerekiyor. Diyanet İşleri Başkanlığının hem Türkiye’de hem uluslararası arenada ihraz ettiği mevki, geldiği konum, artık bunu zorunlu hale getiriyor.İdeal olan başkanlığın dini, ilmi ve idari bakımdan özerk bir kuruluş olması.

Diyanet İşleri Başkanlarının seçimle göreve gelmesi ideal olandır

Diyanet İşleri Başkanlığının kamu tüzel kişiliği yoktur. Dini ve ilmi, din eğitimi ve din hizmetleri amacıyla kurulmuş, tarihi bütün vakıfların hiçbirisinin Diyanet İşleri Başkanlığıyla herhangi bir ilgisi yoktur.  Dolayısıyla bütün bunları yeniden düşünerek yani hem bu özerklik meselesini hem kamu tüzel kişilik meselesini hem belki bundan sonra başkanlarınseçimle, bütün Diyanet camiasını ve ilahiyat camiasının akademik ve ilahiyat bürokrasinin tamamının ittifakıyla belki seçimle gelmesini sağlayacak daha özerk, ayakların üzerinde durabilen, kendi bütçesiyle ve vakıfları birleştirmiş, her şeyini bütçeden alan değil, doğrudan kendi özel bütçesi olan bir müessese olarak aslında yoluna devam etmesi en ideal olandır ve bu da dediğim gibi daha 1952 yılında rahmetli başbakan Adnan Menderes o zaman Ali Fuat Başgil’e verdiği görevi vardır.Onun hazırladığı çok muhteşem bir Diyanet kanun taslağı vardır yani inanın bugün bile aradan nerdeyse 50 60 sene geçtiği halde bugün hala bunu konuşuyor olmak bunu tartışıyor olmak, bunun yerine sürekli her gün din-siyaset devlet-toplum ilişkilerinde bu gerilimleri yaşamak doğru değildir.

Hiç kimse din hizmetleri almak konusunda kendisini ötekileştirilmiş hissetmemeli

Bu topraklarda yaşayan gayrimüslimlerin problemleriyle dahi Diyanet ilgilensin deniliyorsa Alevi vatandaşlarımıza yönelik hizmetleri kusurlu buluyorsa ve onlara da hizmet vermeli diyorsa, biz bunu milletimizin ortak sesi, ortak vicdanı kabul ederiz ve yasaların öngördüğü çerçevede çalışmalarımızı yaparız zaten o yönde çalışmalarımız da var.

Bize Alevi vatandaşlarımızdan gelen herhangi bir talep olduğunda herhangi bir alevi vatandaşımızdan Başkanlığınmevzuatı buna elverdiği ölçüde mutlaka biz o talebi yerine getirmeye çalışıyoruz ama getiremediklerimiz de var inşallah bu imkana da hep birlikte kavuşuruz ve hiç kimse kendisini din hizmetlerini almak konusunda da asla ötekileşmiş hissetmediği ve bütün o hizmetleri rahatlıkla aldığı, yaptığı özgürce yerine getirdiği bugünleri hep birlikte görürüz inşallah.

Meselelerimizi hep birlikte konuşarak kalplerimizi birbirimize açarak gönüllerimizi birbirimize açarak hiçbir şeyi esirgemeden özgürce tartışarak ve empati yaparak birbirimizi birbirimizin yerine koyarak ve birbirimize sahip çıkarak, kendisini Sünni olarak tanımayan kardeşlerimiz Alevi komşularına sahip çıkarak, Alevi kardeşlerimiz kendisini Sünni olarak tanımlayan, kaldı ki bu isimler sonradan bulduğumuz isimler.

Allah’ın bize verdiği isim Müslüman.Hepimiz Müslümanız Adem’in çocuklarıyız, insanız. Yani hepimiz bu toprağın, bu tarihin, bu medeniyetin çocukları Adem’in çocukları insan olarak, Müslüman olarak Hazreti Muhammet aleyhisselamın ümmeti olarak ehli beytin yolcusu olarak, Diyanet İşleri Başkanlığı olarak bir adım atarsak, yüz bini aşkın imamıyla, müezziniyle, müftüsüyle biz kendimizi son derece mutlu addederiz. Allah’ın rızasına uygun bir iş yaptığımıza inanıyoruz, bunu ifade etmek isterim.

İslam Bilginleri Barış ve İtidal Daimi Temas Grubu’nu Oluşturduk

İslam tarihinde  İslam'ın ve Müslümanlar'ın içinden geçtiği en zor 4. Süreç olarak değerlendiriyorum bu günlerde bu son yıllarda içinden geçtiğimiz süreçleri.Topluma yön verecek olan İslam bilginlerine bu konuda büyük bir görev düşüyor ve sekiz maddelik bir bildirge yayınladık. Beş lisana çevirerek bütün din kurumlarına İslam bilginlerine gönderdik.Doğrusu hiç tahayyül etmeyeceğimiz şekilde bir karşılık oldu. Bazıları bizzat telefonla aradılar bazıları cevap verdiler. Ve çoğu da şu talepte bulundu:Bu haykırışı ve bütün alimlere mal edecek bir toplantı düzenleyin. Bunu da dünyada şu anda yapabileceğimiz en iyi yer İstanbul’dur.Bizi davet edin ve biz burada topluca bu sesi verelim dediler. 150 kadar İslam bilginini geçtiğimiz yıl Ramazan ayında İstanbul'da topladık ve onlarla üç gün bu konuları konuştuk. Bu toplantıyı  sadece İstanbul'da bir araya geldik konuştuk ve dağıldık toplantısı olmasın.İçimizden seçimle bir daimi temas grubu oluşturalım Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığının başkanlığında.  Şii dünyayı temsilen bir Başkan Yardımcısı. Sünni dünyayı temsilen bir Başkan Yardımcısı.Bir Genel Sekreter belirlensin.Bir daimi Barışı ve İtidal Temas Grubu oluşsun. Bu temas grubu bu heyet adına bu heyetin sesini hem Türkiye'de hem de bütün dünyaya taşısın denildi. Son derece seçkin bir heyet seçildi. Bu heyet İstanbul'da bir merkeze sahip oldu.  Çalışmalarına başladı, toplantılar yaptı, kendi iç tüzüğünü oluşturdu. Nasıl çalışacağına dair bir yol haritası ortaya çıkardı. Kurumsallaşıyor aynı zamanda ve artık son  başlayacak konuma geldiği ilk toplantısını tekrar Türkiye'de yaptı. Sembolik olarak iyi niyet mektubunu hem Sayın Başbakanımıza, hem Sayın Cumhurbaşkanımıza takdim etti.İyi Niyet Mektubu’nu Suudi Arabistan ve İran’daki bütün dini kurumlara, İslam İşbirliği Teşkilatı'na yapılacak ziyaretlerle ileteceğiz. Daha sonra Irak'a bir ziyaret gerçekleştirmek istedik. Grup, Irak, Lübnan, Yemen  gibi Müslümanlar'ın büyük sancılar çektiği büyük çatışmaların yaşandığı bölgelere ziyaretler yapacak.

Çatışmazlığı nasıl sağlayabiliriz? İslam’ın barış sesini nasıl yaygınlaştırabiliriz?

Üzerine durdurduğumuz konular ise öncelikle bu süreçte çatışmazlığı nasıl sağlayabiliriz. İslam'ın barış sesini nasıl yaygınlaştırabiliriz. En önemlisi bunlara sebep teşkil eden bütün bu hadiselerin gölgesinde İslam'ın temel kavramları saptırılıyor. Yani anlam kaymasına uğruyor. Cihat,  şahadet,  tekbir,  hilafet, biat kavramı gibi. Fıkıhta İslam'da var olan pek çok kavramlar aslında siyasi, ekonomik, iktisadi, kişisel, uluslararası pek çok sebepleri olan yani aslında İslam dünyasında yaşanan hadiseleri eğer sadece din üzerinden okumaya kalkışırsak dine en büyük haksızlığı yapmış oluruz. Bunu, eğitim süreçlerimize katarak dini kurumların gündemlerine sokarak öncelikleri haline getirerek, doğru olanı öne çıkararak,  bu yanlışların,  yani İslam'ın temel kavramlarının istismar edilmesini önüne geçme konusunda ilim adamlarını daha güçlü ses çıkarmaya teşvik ederek ve belki heyetimizin bu bir  ilimadamları inisiyatifidir, bu bir siyasi hareket, siyasi bir teşebbüs değildir. Amagittiğimiz ülkelerde siyaset adamlarına da ihraz ettiği mevkiler çok önemli olduğu için iyiniyet mektubumuzu ifade ederek bu amacımızı bu gayemizi anlatmaya çalışacağız ve bunu bilhassa din kurumlarına ilim müesseselerine bu telkinlerde bulunarak bu konuda yayınlar yaparak ki başladık çalışmaya.Yayınlar yaparak, broşürler hazırlayarak, sosyal medyayı kullanarak, çeşitli yöntemlerle bunu yaygınlaştırmaya çalışacağız. Yani ne kadar umutlusunuz diye sorarsanız. Biz  mütevazi olarak başladık en azından İbrahim'in ateşini söndürmeye giden karınca misali o yolda oluruz düşüncesiyle. Çünkü çok,  gerçekten hiçbir vicdanın kabul etmeyeceği büyük cinayetler işleniyor, büyük hadiseler meydana geliyor. Ayrıca Avrupa Birliği'ni ziyaret ederek belki Birleşmiş Milletlere bu mesajı taşıyarak işin diğer bir boyutunu da uluslararası arenaya da taşıyarak ilim adamlarının bu sesini dünyaya taşımak zaman zaman da tekrar o 150 ilim adamıyla bir araya gelerek biz bunları yaptık buraya geldik. Bundan sonrasını tekrar istişare edelim diyebileceğiz inşallah.

Evimizin önünü temizlemezsek hadiselerin sebeplerini hep dışarda ararsak sorunları çözüme kavuşturamayız

Dinde reform kavramı, başka bir kültürün kodlarına ait bir kavram. Dinde reform kavramı İslam kültürüne, İslam medeniyetine, İslam dininde kullanılabilecek bir tabir değildir. Çünkü o İslam'ın kendisi deforme olmaz ki reform yapılsın. Ama bizim anlayışlarımızın reforma ihtiyacı var. Bizim bakış açılarımızın, bizde var olan yanlışların. Meşhur bir alimimizin bir sözü vardır: "İslam ölmez ki ihya edelim. İslam eskimezki tecdit edelim.  İslam hastalanmaz ki ıslah edelim.” ama bizim anlayışımız, bakış açılarımız, önyargılarımızın ıslaha ihtiyacı var. Bizim düşüncelerimiz deforme olur, reforma ihtiyaç olur. Eğer biz  evimizin önünü temizlemezsek eğer biz, bizden kaynaklanan sebepleri, sebepler üzerinde zihnimizi teksif etmezsek, daima başımıza gelen her türlü acının, hadisenin sebeplerini dışarda ararsak bizim bir çözüme kavuşma,  bir çözüme ulaşmamıza asla mümkün olmaz. Ama harici sebepleri de ihmal etmemizi gerektirmez bu. 200 yıldır,  fay hatları ile sürekli oynanan bir coğrafyada yaşıyoruz.  Bu fay hatları sadece depremlerde yeryüzü zemininde gerçekleşmiyor. Düşünce, kültür, dini dünyamızın fay hatları ile sürekli oynandı.Bu coğrafya sömürgelerin, işgalin gölgesinde, çok büyük acılar çekti. Onun için bir Müslüman zihnin bunların sebeplerini konuşmaya başlarken önce dışarıya yönelmesini de yadırgamayalım. Bunu asla ihmal etmemeliyiz. Ama elbette bizden kaynaklanan,  bizatihi bizim düşünce kodlarımızdan kaynaklanan sebepler üzerinde de durmalıyız. Bunu eğitim sistemlerimize de yerleştirmeliyiz.

Dünya liderlerinin Fransa’da ortaya koydukları dayanışmayı keşke Gazze’de çocukların başlarına fosfor bombaları yağarken de görebilseydik

Fransa’da saldırının yaşandığı gün, arkadaşlarımızla biraraya geldik.Sıradan bir açıklama yapmak yerine ertesi günü bekleyip bir basın toplantısı düzenleyerek hissiyatımızı dile getirdik. Çünkü bu, Avrupa'da yaşayan 20 milyon Müslümanın hayatını olumsuz yönde etkileyen bir hadise. Sadece  20 milyon Müslüman'ı değil, diğer bütün insanları etkileyen bir hadise olduğunu gördük. Ertesi gün bu açıklamamızı yaptık ve bu saldırının aynı zamanda İslam'a yapılmış bir saldırı olduğunu ifade ettik. Hazreti Peygamber'e hürmet adına böyle bir şeyin yapılamayacağını ifade ettik. Ama arkasından da  Pariste'ki yürüyüşten sonra bir paradoks bütün çıplaklığıyla ortaya çıkınca insanlık vicdanının harekete geçip bu paradoksa işaret etmesi gerekiyordu. Neden? Çünkü elbette, belki orda "sadece" kelimesi zaitti. Bu eleştiri haklıdır. Ama o konuşmada bu "sadece" kelimesi zait bir şey fazla oldu. Evet, yani meramı,  başka yerlere çekmeye müsait bir kelimedir. Bizim gayemiz başkaydı, bizim gayemiz aslında,  orada 12 insanın katledilmiş olmasına dünya liderlerinin Paris'te bir araya gelerek kolkola girip, bunu bütün insanlar göstermesi dayanışma içerisinde olması, tedhiş ve terör hareketlerine karşı bir dayanışma göstermeleri  gayet güzel, gayet takdire şayan bir şey. İbretle izledik derken, ibretle şunu izledik biz.  Keşke,  Gazze'nin Gazzeli çocukların başına fosfor bombaları yağarken de keşke dünya liderlerine böyle dayanışma içinde görebilseydik. Halep'in üzerine varili bombaları yağarken de keşke görebilseydik. Irak'ta 2 milyona yakın insan öldü.  Suriye'de 1, 5 milyon insan öldü, 6 milyon insan  yerinden yurdundan edildi. Myanmar,  hiç kimsenin gündeminde mi? Orda topyekûn bir Müslüman kitle bir Müslüman toplum adeta izole edilmiş bir baskıya maruz kalmış ne dışarı ile bir irtibatı kurulabiliyor içerde kendi inancını özgürce yaşamıyor. Orta Afrika'da neler olduğundan kimsenin haberi yok. Şimdi bütün bu büyük acılar yaşanırken o 12 milyon sadece matematiksel bir rakam olsun diye onu ifade etmedim. Ama o rakamlar gerçeği ifade ediyor. Dolayısıyla bunu,  bu paradoksu insanlığın vicdanının harekete geçip ifade etmesi gerekiyordu.

İslam dünyasında olup bitenler işgallerin gölgesinde oluştu

Peki bugün,  Pakistan'da insanlar öldü. Yani şöyle yazılar yazıldı: "İslam Dünyası olup bitenleri başkaları gelip yapmıyor ki" Kusura bakmayın, hep Müslümanlar birbirlerini öldürmedi. İslam dünyasında olup bitenlerin tamamı işgallerin gölgesinde oluştu. Yani bu işgallerin o ülkesinde yetişen nesiller. Bu sebeplere hikmetli bir dille karşı koyacağız; ama bizden kaynaklanan doğrudan İslam algımızdan ve İslam anlayışımızdan kaynaklanan yanlışları düzeltmek için de hep birlikte seferber olmamız gerekiyor.

Fransa Cumhurbaşkanının “Antisemitizm için çıkardığımız yasaları İslamofobi için de çıkaralım” açıklaması tarihidir

Fransa’daki saldırıdan sonra hem sayın Papa'nın hem  Fransa cumhurbaşkanının bu süreçte yaptığı açıklamalar İslam'a ve Müslümanlar'a mal edilmemesi. Avrupa'nın tamamının üzerinde durması gereken biri önerisi oldu sayın Fransa cumhurbaşkanının.  Antisemitizmi için çıkardığımız yasaların İslamofobiaya için de çıkarılması gerekir açıklamasının çok tarihi bir açıklama olduğunu düşünüyorum; ama bu açıklamalar siyasi olabilir.

Müslümanların tepkisi hikmetli olmalı

Salman Rüşdi ile başlayan bir süreçtir bu.  Ondan sonra İslam dünyasının ortaya koyduğu tepki, tepkinin şeklini ben de şahsen tasvip etmedim, etmem. Müslümanlar'ın tepkisi hikmetli olmalı ve İslam'ın Hazreti Peygamber'in hayatı boyunca bize öğrettiği bu öğretiye uygun olmalı. Bizim maddi dünyamıza çok saldırılar oldu. Petrolümüzü aldınız, pek çok kıymetimiz sömürüldü.Ama kutsal değerlerimize karışmayın denildi. Bu mesaj verilmiş oldu.  Arkasından Hollanda'da malumunuz bazı şeyler yapıldı ve son derece üzücü hadiseler yaşandı. İslam dünyasına aksetmesi çok büyük yanlışlıklara yol açtı. Müslümanlar yanlışlar yaptılar. Danimarka karikatür krizinden sonra nice insanlar öldü.  Bununla aslında İslam Dünyası bu mesajı vermiş oldu. Doğru veya yanlış. Aşırı bir duyarlılık gösterildi.  Bunun dikkate alınması gerekiyordu.  Manevi işkencenin en ağırı; insanın yüce değerlerine, yani varoluşunu anlamlandıran yüce değerlerine hakaret etmeyi, bir kültürü aşağılamak bir kültüre yönelik bir işkence uygulamaktır.

Hiç kimse hiç bir inancın kutsal değerleriyle alay etmemeli

Dolayısıyla doğulu batılı münevverlerin Müslüman batılı münevverlerin din adamlarının, din kurumlarının, ilim adamlarının bir araya gelerek adeta bir sözleşme yaparak asla hiçbir dinin ama sadece İslam için söylemiyorum hiçbir inancın kutsal değerlerini aşağılamak, tahkir etmek, hafife almak,  istihza etmek, alay etmeyi hiçbir kimse yapmamalı ve bununda biri böyle ifade özgürlüğü sınırlarına sığınarak, yapmamalı diye düşünüyorum. Yani düşünebiliyor musunuz, Rasul-i Ekrem aleyhisselamı, en güzel bir şekilde tasvir etmeyi bile yasaklayan bir kültürün çocuklarının çok çirkin bir karikatürüyle karşılaştığı zaman tepki göstereceği muhakkaktır.

Pek çok yerde Hazreti Peygamberi tanıtan kütüphanelerin kurulması en güzel tepkiydi

Bizim tepkimiz,  Rasulü Ekrem aleyhisselamın tepkileri olmalı. Bizim tepkimiz hikmetli olmalı.  Ne yapmak lazım. Karikatür krizinden sonra yapılan en güzel tepkilerden bir tanesi Pek çok yerde hazreti peygamberi tanıtan kütüphaneler kuruldu, müthiş kitaplar yazıldı, farklı dillerde Resul-i Ekrem insanlara anlatıldı.

İstanbul’a Uluslararası İslam Üniversitesi

İstanbul'da böyle bir üniversitenin kurulması hem Türkiye'nin hem de İslam dünyasının çok faydasına olacağını düşünüyorum. İslam dünyasındaki bütün üniversitelere destek olacak, onlara alternatif değilde onlara destek olacak. Çünkü İslam dünyasında İslam dinini öğreten liseden, medreseye, üniversiteye kadar bütün müesseselerin  bütün bu olup bitenlerden sonra kendisini gözden geçirmeye davet ediyorum. Gittiğim her ülkede de bunu söylüyorum. Çünkü İslam geleneğine baktığımız zaman İslam'ın ötekisi kimdir diye sorulduğunda İslam'ın ana yoluna göre İslam'ın ötekisi sadece zalimdir. Fakat bir anlayışa göre Müslüman olmayan ötekidir. Yahut Müslümanla sözleşme yapmayan ötekidir. Müslümanlar'ın barış zamanlarında daima birincisi esas olmuştur. Yüce Rabbimiz "Düşmanlık sadece zalime yapılır" buyuyor.  İnsanın kanı, canı, ırzı, namusu, onuru, aklı, ruhu, dokunulmazdır. İnancı ne olursa olsun, ana yol bize bunu öğretir.  Dokunulmazlık insan olmaktan kaynaklanır.  Bir başka anlayışa göre de  dokunulmazlık ya imamla ya da eman almış yani sözleşme yapmış birisiydi ancak olur. Birisinde daima savaş esastır. diğerinde birbiriyle barış esastır.  Bu son yıllarda,  İslam dünyasını kuşatan büyük sorunlar yaşandığı için ve her yerde işgaller, savaşlar yaşandığı için üzülerek belirteyim ana yolun bize öğrettiği ilke yok oluyor.  Savaş ve şiddet hali öne çıkıyor.Bu son derece önemli bir konudur. Yani Size saldırmadıkça size zulmetmedikçe zalim olmadıkça insanoğlu mükerremdir ve dokunulmazdır. Canı, malı, ırzı dokunulmazdır. Biz bunu bütün eğitim öğretilerimizde yaygın hale getirmemiz gerekiyor. Onun için böyle bir üniversitenin kurulması bu tarih bu medeniyet açısından da son derece önemlidir.

dib