๑۩۞۩๑ Memurluk ve Sınav Sistemleri ๑۩۞۩๑ => Diyanet Duyurular => Konuyu başlatan: Sefil üzerinde 23 Nisan 2016, 11:33:28



Konu Başlığı: Diyanet İşleri Başkanı Görmez’den Diyarbakır Ulu Cami hutbesi
Gönderen: Sefil üzerinde 23 Nisan 2016, 11:33:28
Diyanet İşleri Başkanı Görmez’den Diyarbakır Ulu Cami hutbesi

وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعاً وَلَا تَفَرَّقُواۖ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ  كُنْتُمْ اَعْدَٓاءً فَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِه۪ٓ اِخْوَاناًۚ وَكُنْتُمْ عَلٰى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَاَنْقَذَكُمْ مِنْهَاۜ   كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ ﴿١٠٣﴾ (Al-i İmran 3/103)

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Diyarbakır Ulu Camii’nde hutbe irad etti.

Başkan Görmez, terör operasyonları tamamlanan Sur ilçesindeki tarihi Ulu Camii'nde cuma namazı kıldırdı. Cuma hutbesinde vatandaşlara seslenen Başkan Görmez, birlik ve beraberlik mesajı verdi.

Son aylarda Sur'da yaşanan acı hadiselerden dolayı hüzünlü selamlar getirdiğini belirten Başkan Görmez, doğudan, batıdan, Asya'dan ve Afrika'dan bütün Müslümanların hüzünlü selamlarını, yanık dualarını, gözyaşlarını cuma hutbesine getirdiğini aktardı.

"Siz burada bu zorlukları yaşarken, bu kötülükler şehirlerimizde yer alırken, dünyanın her tarafında Müslüman kardeşlerimizle görüştüğüm zaman tek cümleleri şu olmuştu, 'Diyarbakır'da barış olursa bizde de olur. Diyarbakır'da huzur ve sükunet olursa biz de kendi ülkelerimizde güven içerisinde oluruz. Dualarımız sizinle." diyen Başkan Görmez, dünyanın her tarafından aynı Rahmana secde eden müminlerin, aynı duygu ve düşünceler içerisinde olmasının, kederleriyle kederlenmeleri kadar büyük bir nimetin bulunmadığını vurguladı.

Hutbesinde Diyarbakırlılara seslenen Görmez, şöyle devam etti:

“Şimdi Diyarbakır’ın da bütün kâinata haykırma zamanı gelmedi mi? Diyarbakır’da bütün kâinata şöyle haykırmalı: Ben Diyarbakır, ben Diyarbakır İslam’ın çocuğuyum. Ben Diyarbakır İslam’ın çocuğuyum ve Mekke’nin kardeşiyim. Ben Diyarbakır, Muhammed Mustafa’nın (sas) evladıyım ve Medine-i Münevvere’nin kardeşiyim. Ben Diyarbakır İslam’ın çocuğuyum, İstanbul’un kardeşiyim, Bağdat’ın kardeşiyim, Şam’ın kardeşiyim, Buhara’nın Semerkand’ın kardeşiyim, bütün Müslüman beldelerin kardeşiyim. Türk’üyle, Kürt’üyle, Arap’ıyla, Çerkez’iyle, Laz’ıyla; bu topraklarda yaşayan bütün insanlar olarak, Iyaz bin Ganem, Süleyman bin Halid bin Velid bu topraklara gelmeden önce atalarımızın tamamı dalalette değil miydi? Hepsi dalaletteydi ve hepsi onlarla hidayeti buldu. Hepsi medeniyet fakiriydi ve hepsi Muhammed Mustafa (sas) ile zenginleşti. Elhamdülillah İslam’ın nimetine sahip oldu. Hepimiz özgürlüğümüzü kaybetmiş insanlardık, hepimiz özgürlüğümüze kavuştuk. Cenab-ı Hak özgürlüğümüzü daim eylesin.”

Başkan Görmez’in Diyarbakır Ulu Cami’de verdiği hutbenin tam metni şöyle:

Cuma’mız Mübarek Olsun Aziz Kardeşlerim!

Hutbemin başında Sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa Sallallahu Aleyhi Vessellemin vefatından 7 yıl sonra bu muhteşem ulu mabette sahabe-i kiramın secdeye kapandığı bu muhteşem ulu mabette bizleri bir araya getiren Yüce Rabbimize hamdü senalar olsun.

Aziz Kardeşlerim!

Bugün Resul-i Ekrem Sallallahu Aleyhi Vesselemin kutlu doğum ikliminde bir kardeşiniz olarak, bir evladınız olarak size geçmiş olsun diyorum önce. Cenab-ı Hak bütün hanelerinizi, evlerinizi, şehirlerinizi her türlü kötülükten muhafaza eylesin. Son aylarda Diyarbakır’da, Sur’da yaşanan acı hadiselerden dolayı size hüzünlü selamlar getirdim. Doğu’dan, Batı’dan bütün kardeşlerimizden, Asya’dan, Afrika’ya kadar, Pasifik Asya’dan, Latin Amerika’ya kadar bütün Müslüman kardeşlerimizin hüzünlü selamlarını, yanık dualarını, gözyaşlarını getirdim.

Rabbimi şahit tutarak ifade etmek isterim ki, siz burada bu zorlukları yaşarken, bu kötülükler şehirlerimizde yapılırken dünyanın her tarafından Müslüman kardeşlerimizle görüştüğüm zaman tek cümleleri şu olmuştur: Diyarbakır’da barış olursa, bizde de barış olur. Diyarbakır’da huzur olursa, sükûnet olursa biz de burada kendi ülkelerimizde güven içerisinde oluruz. Dualarımız sizinle. Hamdolsun dünyanın her tarafından aynı Rahmana secde eden müminlerin aynı duygular ve düşünceler içerisinde olması bizim elemimizle elemlenmeleri, kederimizle kederlenmeleri kadar büyük bir nimet yoktur. Cenab-ı Hak bizim de, onların da dualarını kabul eylesin.

Aziz Kardeşlerim!

Okuduğum ayeti kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurdu: “Ey iman edenler, Allah’ın ipine sımsıkı sarılınız, sakın ayrılıp parçalanmayınız. Allah sizi nimeti sayesinde kardeşler kıldı, siz düşmanlar idiniz, Allah sizi nimeti ile kardeşler kıldı. İman kardeşiliğini, irfan kardeşliğinin fevkinde tuttu. Siz ateş dolu bir çukurun kenarında yaşıyordunuz, Allah sizi oradan kurtardı. Allah size ayetlerini apaçık anlatıyor ki hidayeti bulasınız.”

Aziz Kardeşlerim!

Ayette dikkati çeken önemli husus; Yüce Rabbimiz, tefrikalı bir hayatı, ateş dolu çukurların kenarında yaşamaya benzetiyor. Hadise şerifte ise Resul-i Ekrem Sallallahu Aleyhi Vessellem şöyle buyurdu; Enes Bin Malik rivayet ediyor, Resul-i Ekrem bir gün bize hitaben şöyle dedi: “Kardeşin zalim de olsa, mazlum da olsa ona yardımcı olunuz.”

Sahabe itiraz etti, “Ya Resulallah mazluma yardımı anladık da, zalime nasıl yardımcı olacağız?” Allah Resulü şöyle cevap verdi: “Zalimin elinden tutacaksın.  Ona yapacağın en büyük yardım, zalimi zulmünden vazgeçirmektir.”

Aziz Kardeşlerim!

Nice zor günlerden geçtik. Bu zor günlerde eli kalem tutacak nice çocuklar, bu toprakların nice evlatları kendi kendilerini heba ettiler. Nice evlatlarımız da tabutlar içerisinde Türkiye’nin şehirlerine dağıldılar. Gözyaşlarıyla annelerin, babaların yürekleri dağlandı.  O yürekleri dağlanan anneler ve babalarla konuştum. Hiç birisinde, hiçbir kardeşine karşı bir kin, bir öfke, bir düşmanlık görmedim. Milletimizin her ferdi bu zor süreçte ‘Bizim kardeşliğimiz bakidir. Biz hiçbir şeyi kardeşliğimize değişmeyiz’ dedi. Bugün İslam dünyasından ateşler yükseliyor. Çocuklarımız ateşlerde yanıyor. Bağdat’tan, Şam’dan, Kahire’den, Yemen’den ateşler yükseliyor. Ve bütün o mazlumların, o mağdurların umut bağladığı son ada birlikte içinde yaşadığımız bu topraklar. Ve bu topraklar hepimizi İslam’ın nimetiyle besliyor. Bu topraklar hepimize İslam’ın nimetiyle kardeş olmamızı emrediyor. Çünkü bu topraklar Resulü Ekrem Sallallahu Aleyhi Vessellemin vefatından 7 sene sonra İslam ile müşerref oldu ve ebediyete kadar din-i Mübin-i İslam’a bağlı olarak İslam medeniyetinin bir merkezi olarak yeryüzünde barışı, adaleti, kardeşliği daima yayacağını vaat etti, vaat etmeye devam edecektir inşallah.

Aziz Kardeşlerim!

Sizler Diyarbakırlı kardeşlerimiz olarak binlerce evladınızı 1071 yılında Malazgirt’e gönderdiniz. Atalarımız, Alparslan’la birlikte bu toprakları Bizans’ın egemenliğinden kurtararak tevhidin özgürlüğüne kavuşturdular. Sonra Selahaddin Eyyubi’yle birlikte çocuklarınızı Kudüs’e kadar gönderdiniz. Rivayet odur ki, Kudüs’e gitmeden önce Diyarbakır’a gelen Selahaddin Eyyubi’ye Diyarbakırlı anneler, Diyarbakırlı mübarek kadınlar o zaman surların etrafında yaygın olan gül tarlalarından kendi elleriyle gül esansı yaparak, şişelerin içerisine doldurarak Selahaddin Eyyubi’ye getirdiler. Ve Selahaddin Eyyubi’ye derler ki, ‘Sana bir emanet vereceğiz ama bu emaneti yerine getireceksin. Kudüs’ü fethedeceksin. Kudüs’ü fethettiğinde sana verdiğimiz bu emanet ile Mescid-i Aksa’nın içini yıkayacaksın, temizleyeceksin.’ Selahaddin Eyyubi Kudüs’ün fethinden sonra şöyle demiştir: “Beni Kudüs’ün fethine sevk eden en büyük amillerden bir tanesi Diyarbakır’daki annelerimizin bana teslim ettiği emanet olmuştur.” İşte biz böyle bir ecdadın, böyle annelerin çocukları ve torunlarıyız. Ve sonra yine siz Diyarbakırlı kardeşlerimiz olarak bu vatan küffar tarafından işgal edileceği zaman evlatlarınızı Çanakkale’ye gönderdiniz. Sadece Dicle ilçesinden Çanakkale topraklarında 450 şehit var. Orada küçük bir beldeden 40 mücahit, bu 40 büyük insan Çanakkale’ye gider, onlardan sadece 2 tanesi döner. Köyün kadınları onlarla birlikte savaşmadılar diye o 2 erkeği köye sokmadılar. 

Biz hep birlikte bu toprakları kendimize böyle vatan kıldık. Kürt’üyle, Türk’üyle, Arap’ıyla, diller, ırklar, renkler müminler için hiçbir şey ifade etmez. Makam, mevki, zenginlik hiçbir şey ifade etmez. Allah’a kulluğunuz, Muhammed Mustafa’ya (SAS) ümmet oluşunuz yetmiyor mu? İman kardeşliğimiz, aynı Rahman’a secde edişimiz yetmiyor mu?

Kardeşlerim!

Biz, insanları toprağa gömdüğümüz zaman yönünü kıbleye çeviririz. Mezarda yaptığımız ilk işlerden bir tanesi, toprağa koyduğumuz, ebediyete uğurladığımız insanların yönünü kıbleye çeviririz. Ama hep birlikte düşünelim, kendimizi muhasebeye çekmek zorunda değil miyiz? Biz hayattayken kalbi istikameti kaybeden insanları gömdükten sonra yönünü Kâbe’ye döndürmemizin bir anlamı olur mu? Nerede olursa olsun, bu topraklarda ölen her insanın arkasından aynı duayı okuyoruz, hepimiz “Elhamdülillahi Rabbil Alemin” diyoruz. Aynı tekbirleri getiriyoruz, aynı Kur'an’ı okuyoruz. Ama hayattayken yavrularımızı, çocuklarımızı, evlatlarımızı imandan, İslam’dan, duadan, tekbirden, Kur’an’dan mahrum bıraktıktan sonra, gömüldükten sonra üzerine ne kadar Kur’an okursak, ne kadar dua edersek, ne kadar tekbir getirirsek bunun bir faydası olur mu?

Aziz Kardeşlerim!

Sözlerimi son zamanlarda her minberde tekrarladığım bir örnekle bitirmek istiyorum. Diyarbakır Ulu Camii’nin kardeşi olan Cizre Ulu Camii’nde söyledim. Sahabe buraya gelirken önce orada Cumayı kıldılar. Sonra burada Cuma namazını kıldılar. Halid Bin Velid’in evladı Hz. Süleyman ve beraberinde Resulü Ekrem’in ‘yıldızlarım’ dediği 450 sahabe şereflendirmiştir Diyarbakır’ı. Sonra Silvan Selahaddin Eyyubi Caminin minberinden ifade ettim. Şimdi bir kez de buradan sizlerle paylaşmak istiyorum. Resul-i Ekrem’in Mescidinde sahabe oturmuş, aralarında halka kurmuşlar, Sa’d bin Ebi Vakkas, Selman-ı Farisi’nin mescidin kapısından içeri girdiğini görünce şöyle der: Herkese bana soyunu-sopumu, kabilesini, ırkını söylesin der. Birisi başlar,    “  أنا من تميم إبن فلان إبن فلان ” ben Temim kabilesindenim, falan oğlu falanım. Benim kabilem şöyle şerefli bir kabile. Sonra bir başkası söz alır, “إبن فلان إبن فلان أنا من اوس” ben Evs kabilesindenim, falan oğlu falanım. Bir başkası, ben Mudar Kabilesindenim, falan oğlu falanım. Dedemin dedesi şu, onun dedesi şu, soyunu anlatmaya devam eder. Bir başkası ben Kureyş Kabilesindenim, “أنا من قريش أشرف الناس ” insanların en şereflisi der. Ve bu arada Sa’d bin Ebu Vakkas, Selman-ı Farisi’ye döner ve ona şöyle sorar: Ya Selman, “وما حسبك وما نسبك ” ya senin soyun sopun ne, senin ırkın ne, senin ataların kimler? Hazreti Selman ayağa kalkar ve kıyamet sabahına kadar tefrika içinde yaşayan bütün Müslümanlara ders olacak şu cevabı verir: “أنا سلمان إبن الإسلام ” Ben de İslam oğlu Selman’ım. “كنت ضالا فهداني الله بمحمد ” Ben delaletteydim, Allah beni Muhammed Mustafa ile hidayete erdirdi. “كنت فقيرا فأغناني الله بمحمد ” Ben fakirdim, Allah beni Muhammed Mustafa ile zenginleştirdi. “  كنت مملوكا فاعتقني الله بمحمد” Ben köleydim, Allah beni Muhammed Mustafa ile özgürlüğüme kavuşturdu.

Şimdi Diyarbakır’ın da bütün kâinata haykırma zamanı gelmedi mi? Diyarbakır da bütün kâinata şöyle haykırmalı: Ben Diyarbakır, ben Diyarbakır İslam’ın çocuğuyum. Ben Diyarbakır İslam’ın çocuğuyum ve Mekke’nin kardeşiyim. Ben Diyarbakır, Muhammed Mustafa’nın (sas) evladıyım ve Medine-i Münevvere’nin kardeşiyim. Ben Diyarbakır İslam’ın çocuğuyum, İstanbul’un kardeşiyim, Bağdat’ın kardeşiyim, Şam’ın kardeşiyim, Buhara’nın Semerkand’ın kardeşiyim, bütün Müslüman beldelerin kardeşiyim. Türk’üyle, Kürt’üyle, Arap’ıyla, Çerkez’iyle, Laz’ıyla; bu topraklarda yaşayan bütün insanlar olarak, Iyaz bin Ganem, Süleyman bin Halid bin Velid bu topraklara gelmeden önce atalarımızın tamamı dalalette değil miydi? Hepsi dalaletteydi ve hepsi onlarla hidayeti buldu. Hepsi medeniyet fakiriydi ve hepsi Muhammed Mustafa (sas) ile zenginleşti. Elhamdülillah İslam’ın nimetine sahip oldu. Hepimiz özgürlüğümüzü kaybetmiş insanlardık, hepimiz özgürlüğümüze kavuştuk. Cenab-ı Hak özgürlüğümüzü daim eylesin.