> Forum > ๑۩۞۩๑ Memurluk ve Sınav Sistemleri ๑۩۞۩๑ > Diyanet İşleri Başkanlığı > Diyanet Duyurular > Büyükelçilere Kur’an ve sünnet hatırlatması
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Büyükelçilere Kur’an ve sünnet hatırlatması  (Okunma Sayısı 508 defa)
13 Ocak 2017, 21:27:58
Sefil
Yeni Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 28.807


« : 13 Ocak 2017, 21:27:58 »



Büyükelçilere Kur’an ve sünnet hatırlatması

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, 9. Büyükelçiler Konferansı’nda büyükelçilere hitap etti.Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, 9. Büyükelçiler Konferansı’nda büyükelçilere “Küresel Dünyada Din-Devlet-Toplum İlişkileri ve İslamofobia”, “Kendini arayan İslâm dünyası, küresel terör ve şiddet sarmalı” konularında bir konuşma yaptı.İslam dünyasında yaşanan gelişmeler ve Batı dünyası ile ilgili tespitlerde bulunan Görmez, “O’nun (asm) tebliğ ettiği Kur’an’a ve eşsiz hayat modeli olan Sünnetine dayanan İslam dini, tarihsel süreç içerisinde hiçbir zaman tek düze bir yorumlamayla gelişmemiştir. İslam düşünce tarihinde hakikat arayışı sürekli var olmuş ve Batı için Ortaçağ olan zaman diliminde, İslam düşüncesinin zengin tezahürleri bütün İslam dünyasında kendini göstermiştir” dedi.Görmez’in sözleri şöyle:“Din, insanlık tarihinin en kadim realitesidir…”Yaratıldığı günden itibaren insanoğlunun akleden bir varlık olarak en çok merak ettiği sorular yaratılış gayesi, yaratılışın ve yaratıcının mahiyeti, varlığın ve varoluşun anlamı, insanın mebdei ve meadı yani yaratılışın başlangıcı ve sonu yahut sonsuzluğu, ahlakın ve mutluluğun kaynağı, insanın ölüm ötesi serüveni ile ilgili sorular olmuştur.Bütün felsefi sistemeler, bu soruların tatminkâr cevabı peşinde olmuştur. İnsanoğlu bu sorulara yönelik en tatminkâr cevabı daima dinde bulmuştur. Bunun içindir ki, din, ilk insanla birlikte bireylerin ve toplumların en kadim realitesi olarak hep var ola gelmiştir. Bütün ilahi dinlere göre, ilk insan aynı zamanda ilk peygamberdir. Ve bütün insanlar Âdem’in çocuklarıdır. Medeniyet tarihi aynı zamanda bir dinler tarihidir. Din, Medine ve medeniyet aynı kökten gelen ayrılmaz üç kavramdır. Medeniyet tarihinden dini çıkarttığımız zaman kültür, düşünce, felsefe ve sanat adına çok şey kalmaz.Kısaca din insanlık tarihinin en kadim realitesidir. Tarihte sayısız din ve inanç ortaya çıkmakla birlikte insanlığın mukadderatını en çok etkileyen son üç din Yahudilik, Hristiyanlık ve Müslümanlık olmuştur.  Tarih bize göstermiştir ki, din olgusu insanlar tarafından doğru anlaşılıp doğru uygulanınca su ve hava kadar tabii olmuş, insanın ufkunu aydınlatmış, ahlaklı birey olarak mutlu bir hayat yaşamasını sağlamıştır. Yanlış anlaşılıp yanlış tatbik edilince ise insanın bütün potansiyellerini yok etmiş, aklın ve hayatın önünde en büyük engel olmuştur.“Batı aydınlanması, insanı tanrılaştırarak ilahi olana karşı meydan okumaya dönüştürmüş bir atmosferin ürünüdür…”Batı dünyası bunun en çarpıcı örneğini Aydınlanma ile birlikte yaşamıştır. Batı’da Aydınlanmayla birlikte dine karşı mesafeli bir duruş başlamıştır. Bunun birçok nedeni olmakla birlikte başlıcası Ortacağ Batı dünyasında dini tezahürlerin insanı dışlayarak geldiği noktadır. Aydınlanma felsefesi, Batı’nın kendine gelme arayışıdır. Bu arayış, yüzyıllar boyunca fıtrattan uzaklaşan ve birçok beşeri müdahalelerle oluşturulan bir teolojinin insanı dışlaması karşısında, merkezine insanı alan bir hümanizmi doğurmuştur. Bu da insanı adeta tanrılaştırarak ilahi olana karşı bir meydan okumaya dönüşmüştür. Batı aydınlanması ve onun üzerine oturan modernite böyle bir atmosferin ürünüdür. Öyle ki bu atmosfer o raddeye vardı ki, -haşa- Tanrı’nın ölümünü dinin sonunu ilan etmekten çekinmemiştir.Bir sosyal kurum olarak dinin, modernite ile birlikte gerileyeceğini, dinî kurum ve sembollerin toplum üzerindeki hâkimiyetlerinin sosyal, kültürel, entelektüel ve bilimsel gelişmelerle birlikte yok olacağını öngören teoriler yanılmıştır. İnsanlığın, Aydınlanmacı aklın rehberliğinde modernleşme ve rasyonelleşme hedefine emin adımlarla yürüyeceğini; insan zihninin her türlü metafizik ve mistik düşünceden arınacağını; özgürlüğünü kısıtlayan bütün geleneksel toplum ve bilgi yapılarından kurtulacağını; dinin sosyal önemini kaybederek bireyin vicdanına ve özel hayatına hapsolacağını iddia eden teoriler, eski cazibesini kaybetmiştir. Dini öğretilere sadakatin azalacağını; dini organizasyonlara ve yapılara katılımın düşeceğini söyleyen görüşler, artık sosyal bir gerçeği ifade etmemektedir. Açıkçası, dinlerin güç ve cazibelerini yitireceği kehaneti tutmamıştır. Din, insanların zihinlerini bütün çabalara rağmen hiç terk etmemiştir.“Sekülerleşme sürecine ev sahipliği yapan modernite, yeni dinî akımların ve grupların kuluçka sürecine ev sahipliği yapmıştır…”On dokuzuncu yüzyılın etkin bir gücü olan sekülerizm, yirmi birinci asırda ciddi bir gerileme trendine girmiştir. Nietzsche’nin “Tanrı Öldü” hezeyanına karşı, “Tanrı ölmedi” itirafı yüksek sesle tekrarlanırken, bilakis O’na olan inanç giderek güçlenmektedir. Bugün şahit olunan tablo, din adına adeta bir “Kutsalın geri dönüşü” (Daniel Bell) veya “dinin yeniden dirilişi” halidir. Dinin, dindarlığın, maneviyatın yeni biçimleri, tezahürleri sürekli artmaktadır. Hali hazırda bütün dünyada şahit olduğumuz toplumsal, siyasî ve dinî gelişmeler bütün bu teorilerin tozlu raflara kalktığının göstergesidir.Kısacası, insanoğlunun anlam arayışı devam etmekte, maddi olanla yetinmeyen insan ruhu manevi olana eğilmekte, inanmaya ve aşkın olana bağlanmaya dair ihtiyaç bütün derinliğiyle varlığını sürdürmektedir.Din, yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğine, yükselen bir değer olarak girmiştir. Dinin ortadan kaybolacağı tezinin bir yanılsamadan ibaret olduğunu ortaya koyan önemli göstergelerden biri de, ana dini akımların yanı başında, onlara rakip olacak tarz ve üslupta ve kontrolsüz biçimde yeni dinsel biçimlerin, yeni dinî akımların türemesidir. Aydınlanmadan bu tarafa sekülerleşme sürecine ev sahipliği yapan modernite, benzer şekilde, yeni dinî akımların ve grupların kuluçka sürecine de ev sahipliği yapmıştır.“Batı’da kiliselerin mevcut seküler, liberal görünümleri ile toplum nezdinde itibar kaybına uğradıkları yanılgısına düşmemek gerekir…”Bu bağlamda, İslam dünyasında yaşanan gelişmelere geçmeden önce Batı dünyası ile ilgili birkaç tespitimi sizlerle paylaşmak isterim. Batı’da ana dinin geleneksel, yerleşik ve köklü kurumları olarak kiliselerin mevcut seküler, liberal görünümleri ile toplum nezdinde nüfuz ve itibar kaybına uğradıkları yanılgısına düşmemek gerekir. Modernitenin üç atlısı olan “rasyonalite, bireycilik ve eşitlik” ilkeleri ile birlikte Batı’da dinin toplum nezdindeki etkisinin azaldığı gibi yanlış bir kanaate kapılmamak gerekir. Tanrıya inananların sayısının azalması, her geçen gün kiliseye gitme oranlarının düşmesi, kiliselerin kapısına kilit vurulduğu anlamına gelmemektedir. Pek çok Batılı, dindar olmadığı, hatta bir inanan olmadığı halde, sahip olduğu değerlerin dine dayandığının farkındadır. Yine inanmadığı halde Kilise vergilerini ödeyenlerin sayısı hiç de az değildir. Kilise kültürünü ve adetlerini geleneğinin bir parçası olarak kabul eden; kilise binalarını güzel, estetik, sakin mekânlar olarak gören; kültürel ve dinî mirasının görkemli ve kıymetli mimari sembolleri olarak kiliselerin ilelebet muhafaza edilmesini isteyenler çoğunluktadır.Bununla birlikte, sekülerleşmenin kilise kurumuna bir fatura çıkardığı da aşikârdır. Her ne kadar kilise ve onun uzantıları, modern Batı toplumlarının meşru ve anayasal zemininde işlev gören kurumlar olarak varlıklarını sürdürseler de, şaşaalı geçmişleriyle kıyaslandığında bunun bir geriye gidiş olduğunda şüphe yoktur. Etkin ve imtiyazlı konumlarını devam ettirecek yaygın ve organize faaliyetlerin ciddi mali külfetler gerektirmesi, onları yeni finansal kaynak arayışına itmiştir. Her geçen gün kilise müdavimlerinin sayısı azalırken, kilise vergisi yoluyla elde edilen gelirlerde de ciddi düşüş yaşanmaktadır. Toplumda Hıristiyan değerlerin itibar kaybı, kiliseyi kara kara düşündüren bir başka husustur. Özetle yirmi birinci asır, kilise için ciddi meydan okumalara gebedir.“Batı, kendi içindeki etnik, itikadi ve mezhebi ayrılıkları örtmek için bir ‘öteki’ üretmiştir. Bu ‘öteki’ İslam ve Müslümanlardır…”Burada vurgulamamız gereken bir diğer husus ise, din olgusunun millî, etnik ve kültürel kimliğin anahtar unsuru olmasıdır.Keza bugün Hıristiyanlık ve onun kurumları da ‘Batılı’ kimliğini besleyen en güçlü aktörlerdir. Bir din olarak Hıristiyanlığın anlam verici, meşrulaştırıcı, norm ve düzen koyucu gücü, modernizmin bütün dayatmalarına rağmen Batı toplumu üzerinde hala etkisini sürdürmektedir. Bu etki, aileden sosyal ilişkilere, ekonomiden siyasete, sanattan spora varıncaya kadar hayatın her alanında derin bir biçimde hissedilmektedir. Dolayısıyla, Batı toplumunun ve kültürünün anlaşılmasında dinin anlaşılması hâlâ önemli bir basamaktır.Bu noktada dikkat edilmesi gereken husus şudur ki, Batı’daki varlığını kılcal damarlara kadar hissettirmeye devam eden din, kendi içindeki etnik, itikadi ve mezhebi ayrılıkları örtmek için bir ‘öteki’ üretmiştir. Bu ‘öteki’ İslam ve Müslümanlardır. İslam ve Müslümanlar üzerinden şekillenen kimlik kurgusu ise, eski tarihî düşmanlıklara yaslanarak sanal bir korkuyu, ‘İslamofobi’yi üretmiştir.Gerçekte İslamofobi, arkasında çok yönlü, karmaşık ve de karanlık, ekonomik, siyasi ve kültürel emelleri, çıkar ilişkilerini barındıran bir ötekileştirme projesidir. Aydınlanma tarihiyle eşdeğer olan oryantalizm, sadece bir bilimsel faaliyet alanını değil, büyük bir siyaset aklını da içinde barındırmaktadır. Bugün Şii-Sünni ayrılığı veya diğer mezhep farklılıkları üzerinden çatışma var etmeye çalışanlar, oryantalistik bilgiyi silah olarak kullanmaktadırlar.Can suyunu kara cehaletten ve temelsiz önyargılardan alan İslamofobi projesinin yegâne marifeti, yeryüzü toplumları arasına kin, nefret, ırkçılık, ayrımcılık ve yabancı düşmanlığı tohumlarını ekmektir. Bu ise neticede, küresel terörü tetiklemekten başka bir amaca hizmet etmemektedir.“İslam dünyasındaki dinî bağlılıklar ve kimlikler bugün yeniden tanımlanmaktadır…”İslam dünyasına gelince, öncelikle belirtmeliyim ki, dinin İslam dünyasındaki diriliş süreci Batı...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Büyükelçilere Kur’an ve sünnet hatırlatması
« Posted on: 19 Mart 2024, 05:55:58 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Büyükelçilere Kur’an ve sünnet hatırlatması rüya tabiri,Büyükelçilere Kur’an ve sünnet hatırlatması mekke canlı, Büyükelçilere Kur’an ve sünnet hatırlatması kabe canlı yayın, Büyükelçilere Kur’an ve sünnet hatırlatması Üç boyutlu kuran oku Büyükelçilere Kur’an ve sünnet hatırlatması kuran ı kerim, Büyükelçilere Kur’an ve sünnet hatırlatması peygamber kıssaları,Büyükelçilere Kur’an ve sünnet hatırlatması ilitam ders soruları, Büyükelçilere Kur’an ve sünnet hatırlatmasıönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes