๑۩۞۩๑ Memurluk ve Sınav Sistemleri ๑۩۞۩๑ => Diyanet Duyurular => Konuyu başlatan: Sefil üzerinde 20 Ağustos 2015, 15:18:24



Konu Başlığı: Başbakan İl Müftülerine seslendi
Gönderen: Sefil üzerinde 20 Ağustos 2015, 15:18:24
Başbakan İl Müftülerine seslendi

İl Müftüleri İstişare Toplantısı Ankara’da devam ediyor. 17 Ağustos Pazartesi günü Ankara Bilkent Otel’de başlayan ve üç gündür devam eden 31. İl Müftüleri İstişare Toplantısına Başbakan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’da katılarak, İl müftülerine hitaben bir konuşma yaptı.

Toplantının üçüncü gününde konuşan İl müftülerine konuşan Başbakan Davutoğlu, toplantının çok önemli bir dönemde, önemli gündemle yapıldığını belirterek, böyle bir toplantının bugünlerde çok ihtiyaç hissedilen bir husus olduğunu ifade etti.

Müftülük makamının, sıradan bürokratik makam olmadığını, bir vicdan ve merhamet makamı olduğunu vurgulayan Davutoğlu, şöyle konuştu;

“Müftülük makamı, İslam toplumunun karşı karşıya kaldığı sorunlar karşısında insanların dertlerine deva olan makamdır…”

Müftülük makamı, bir ilmi makamdır. Müftülük makamı, insanlar bir takım müşkülatlarla karşı karşıya kaldıklarında akıl alabilmek için istişare etmek için hayatlarını tanzim etmek için başvurdukları, fetva makamlarıdır, vicdan makamlarıdır. Dolayısıyla  vicdanımızı, irfanımızı, akaidemizi, ahlakımızı temsil eden bu yüce heyet önünde bugün bulunmaktan ve birlikte vicdanımızın ahlakımızın, irfanımızın karşıya karşı kaldığı tehditleri muhasebe etmekten büyük bir onur duyuyorum. Bu makam, Hazreti Peygamberin sorulara cevap olarak verdiği makamın bugünkü karşılığıdır. Bu makam asırlarca, İslam toplumunun karşı karşıya kaldığı sorunlar karşısında insanların dertlerine deva olan makamdır. Hayatın içinde olan makamdır.

“Bizde ruhban sınıfı yoktur, hayatın gerçekleri ve sorunlarıyla karşılaşan müftülük makamı vardır…”

Bizde ruhban sınıfı yoktur. Gücünü ve ayrıcalığını metafizik unsurlarından alan ve bu ayrıcalığı hayat boyu sürdürdüğüne inanılan ruhban sınıfı makamı yoktur. Aksine diğer insanlarla birlikte ortak hayat alanını paylaşan, onlar gibi yaşayan, onların derdiyle dertlenen onlarla birlikte hayatın gerçekleri ve sorunlarıyla karşılaşan ilim adamlarından oluşan bir makam olarak müftülük makamı vardır. O bakımdan tam da bugünlerde hepimizin ortak anlayışla bu makamın hakkını vermek, ulvi kıymetine gerçek anlamda bir değer katmak sorunuyla karşı karşıyayız. Çok doğru bir zamanda çok doğru bir gündemle bir araya gelmiş bulunuyoruz.

“Bunalım dönemlerinde ahlakı ve insan onurunu ayağa kaldıranlar, sonraki yüz yılların inşa edici aktörü olurlar…”

Her şeyden önce şunu ifade etmek durumundayız, insanlık büyük bir bunalımdan geçiriyor. Küreselleşmenin getirdiği olağan üstü imkanlarla küreselleşmeyle ortaya çıkan büyük dengesizliklerin bir arada yaşandığı çok ciddi sosyal, varoluşsal sorunların gündeme geldiği bir dönemden geçiriyoruz. Yine bu çerçevede İslam dünyası hiç hak etmediği ve İslam adıyla bağdaştırması mümkün olmayan çatışmaların, katliamların, acıların içinde bu derde deva olacak yeni arayışların beklentisiyle karşı karşıya. Bunun için de Türkiye hem küreselleşmenin getirdiği sorunlarla karşı karşıya kalan ve sağlıklı hesaplaşmayla bu sorunları aşmaya çalışan hem de İslam dünyasında örnek İslami hayat tarzı ile çağdaş, küresel hayat tarzı arasında doğru irtibat kurmaya çalışan bir tecrübenin içinden geçiyor. Hepimizin üzerine büyük görevler düşüyor. Bunalım dönemlerinde doğru tavır alanlar, bunalım dönemlerinde ahlakı ve insan onurunu ayağa kaldıranlar, sonraki yüz yılların inşa edici aktörü olurlar.

“İslam dünyasının ilim adamlarının bir araya gelmesinin vakti gelmiştir…”

Nasıl Hazreti Mevlana, tam da o acıların yaşandığı Moğol istilası döneminde, mezhep çatışmaların yaşandığı dönemde, 'Ne olursan ol gel' diye seslenmiştir aslında bugün aynı çağrıya ihtiyaç hissediyoruz. Müftülerimizin ilim adamlarımızın, dini öncülerimizin, İslam dünyasının her yerinde ve ülkemizin her köşesinde 'Gel' diye seslenmelerinin vakti gelmiştir, 'Tevhide gel, vahdete gel, insanlık onuruna gel, barışa gel' diye bütün İslam dünyasının her köşesinde ses vermemizin vakti gelmiştir. Artık bu yıkıcı tablo karşısında İslam dünyasının ilim adamlarının bir araya gelmesinin vakti gelmiştir, hatta geçmiştir. Şu veya bu ifratlara, geçmişte gulat olarak adlanan bütün aşırı akımlara karşı mutedil Sünnilerin, mutedil Şiilerin ve bütün İslam irfanını temsil eden ekollerin omuz omuza vermesi lazım. Bugün DEAŞ, bizim için İslam medeniyetine dönük en büyük tehdit niteliği taşımaktadır.

“İslam'a ve Müslümanların tümüne tehdit teşkil eden DEAŞ, bizi bir araya gelmeyi ve bütün bu tehditlere karşı omuz omuza vermeyi zorunlu kılıyor…”

İslam dini eğer ehil sahibi, vicdan ve ortak ahlaktan hareket eden din adamlarınca çağın idrakine, çağın meydan okumalarına cevap verecek şekilde gündeme getirilmez ve o şekilde konular ele alınmazsa, din adına hareket eden bir çok yanlış akımların Müslümanları tasallut altında tutması kaçınılmaz hale gelir. Bugün DEAŞ olarak tanımlanan ve her şeyden daha çok İslam'a ve herhangi bir toplum kesimden daha çok Müslümanların tümüne tehdit teşkil eden yaklaşımda gördüğümüz bu acı tablolar bizi bir araya gelmeyi ve kadim değerlerimiz etrafında, bütün bu tehditlere karşı omuz omuza vermeyi zorunlu kılıyor.

“Müftülerimizin liderliğinde bütün illerimizde, bütün din adamlarımızın bu aşırı akımlara karşı gençlerimize sahip çıkması lazım…”

Özellikle de sosyal medya üzerinden, bir takım sloganlarla genç beyinlerin, zihinlerin şartlandırılması suretiyle yanlış dini telakkilerle insanların Müslümanları katletmeyi bile, bir anlamda caiz gören, her türlü katliamı caiz gören bir yaklaşımla hiçbir şekilde insanlık onuruyla bağdaşmayacak tabloların ortaya çıkmasına sebep olan akımların içinde yer almaları hepimiz için en büyük sınavdır. El ele vereceğiz. Özellikle müftülerimize sesleniyorum, müftülerimizin liderliğinde bütün illerimizde, bütün din adamlarımızın bu aşırı akımlara karşı gençlerimize sahip çıkması lazım. Doğru bir dini telakkiyi yeniden inşa edebilmek için her an hayatın içinde olmak lazım. Sizlerin sadece size gelerek belli konularda soru soran ve cevap arayan vatandaşlarımıza cevap makamı olarak değil, hayatın içinde ve özellikle gençlerimizle bir arada bütün bu yanlış akımlara karşı tevhidi, vahdeti, barışı, kardeşliği öne çıkaran bir yaklaşımla yeni bir dini idraki bütün ülke sathında yayma göreviniz var. Bu noktada hepimizin, din adamlarımızın, aydınlarımızın, ilim adamlarımızın, siyasilerimizin ortak bir çizgide buluşması lazım.

“DEAŞ saldırılarına karşı en doğru ve en gerekli çözüm, dini idrakin sağlam temeller üzerine inşa edilmesidir…”

DEAŞ saldırılarına karşı en doğru ve en gerekli çözüm, dini idrakin sağlam temeller üzerine inşa edilmesidir. Her türlü güvenlik tedbiri alınabilir, alacağız ancak en güçlü tedbir gençlerimizin dini idrakinin korunmasıdır. İslam'ın bir barış ve gönül dini olduğu gerçeğini bütün gençlerimize anlatabilmemizdir. DEAŞ'ın Müslümanların hem insani, beşeri varlığına hem de tarihi, kültürel varlığına dönük yaptıkları tahribat, bütün dünyada da İslam dünyasıyla ilgili algının olumsuz şekilde yeniden şekillenmesine yol açmaktadır.

“Bu toplumun her kesimini buluşturma görevi Müftülerimizin omuzlarındadır…”

Türk, Kürt, Alevi ayrımı olmaksızın, hiçbir etnik ve mezhebi temele dayanmaksızın herkes "tevhid akidesini" yüreğinde, Veda Hutbesi'ni zihninde, kardeşlik mayasını da ufkunda tutarak bu toprakları kardeşkanına boyamak isteyenlere karşı el ele, gönül gönüle vermesi gerekir. Bulunduğunuz illerde etnik ve mezhebi hiçbir ayrım gözetmeksizin Türk'ü Kürtü'yle, Kürt'ü Türk'le, Sünni'yi Alevi'yle, Alevi'yi Sünni'yle, doğuyu batıyla, kuzeyi güneyle buluşturma görevi sizlerin omuzlarındadır. Bir kardeşlik çağrısı, selam başlatalım hep beraber bütün illerimizde kardeşlik toplantılarıyla illerimizde, sadece Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da değil değişik illerimizde de etnik ve mezhep temelli ayrımcılık yapanlara karşı milletimizin vicdanını ayağa kaldıralım. Bu asli ve ulvi bir görevdir.

“Diyanet’e gösterdiği hassasiyet dolayısıyla teşekkür ederim…”

Yeni bir dini idrak ile aşırı akımlara karşı ilmi seferberlik içinde olacağız. Göç hareketlerine karşı yeni bir ensar bilinciyle kardeşliği ve İslam dünyasındaki mazlumlara sahip çıkma bilincini ayağa kaldıracağız. Bu çerçevede, sivil dini yapıların dini çerçevede sadece irfanı, hikmeti, adaleti, ahlakı yaymak üzere harekete geçmesi halinde her zaman yanında olduğumuz bu sivil dini yapıların, bunun dışındaki hiçbir alanda özellikle de siyasal ve bürokratik alanda toplumun bütünlüğünü ve dini bilinci sakatlayacak şekilde faaliyet göstermemeleri de hepimiz için önemli ilkelerden biridir. Asırlarca bu topraklarda cemaat yapıları, sivil dini yapılar hayatiyetini sürdürdü ve bundan sonra da sürdürecek. Ancak en önemli hususiyet bu yapıların toplumda karşıtlığa sebebiyet verecek ya da bürokratik işleyişi etkileyecek şekilde illegal yapılar haline dönüşmemesi ihtiyacıdır. Bunu noktada da gösterilen hassasiyet dolayısıyla da Diyanet İşleri Başkanlığımıza bir kez daha teşekkürü bir borç bilirim.

“Müftülerin üstlendiği görev herhangi bir makamla, maaşla, mevkiyle ya da hayat standardıyla ölçülmeyecek kadar yüce ve asli bir görevdir…”

Diyanet İşleri Başkanlığı, siyasetin dışında ve üstünde olması ve korunması gereken bir kurumdur. Diyanet İşleri Başkanlığımızın herhangi bir bürokratik kurum, müftülüklerimizin herhangi bir bürokratik mekanizma gibi görülmemeleri ve Diyanet İşleri Başkanlığımızın mutlak surette siyasi tartışmaların dışında tutulması gereğidir. Bu konuda da Diyanet İşleri Başkanlığımızı siyasi tartışmanın içine çeken her sorumsuz davranış aslında dolaylı olarak DEAŞ gibi yanlış dini telakkilere ya da terör örgütlerinin dini yıpratma çabalarına da katkı sağlamış olur" değerlendirmesinde bulundu. Sizlerin üstlendiği görev herhangi bir makamla, maaşla, mevkiyle ya da hayat standardıyla ölçülmeyecek kadar yüce ve asli bir görevdir. Yürüttüğünüz görevin bundan sonra da milli birliğimizi ve beraberliğimizi İslam dünyasındaki çatışmaları engellemek anlamında gösterilen gayretlere verilen desteği ifade edecek şekilde, en başarılı şekilde sürdürüleceğine inancımız tamdır. Allah bu milletin birliği ve beraberliği için çalışan herkese sizlerin öncülüğünde yardım eylesin. İslam dünyasının bu karanlık günlerden çıkması için Diyanet İşleri Başkanlığımızın üstlendiği bütün faaliyetlerde bizlere,Diyanet İşleri Başkanlığımıza güç ve kudret versin.

Diyanet İşleri Başkanı Görmez…

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, gerçekleşen toplantılarda, son dönemde yaşanan gelişmelerin detaylıca ele alındığını kaydederek, toplantının çalıştay ve oturumlarında beş ayrı konunun ele alındığını belirtti.

Başkan Görmez’in konuşmasından öne çıkan başlıklar şöyle;

“Bugün İslam, kendi bünyesi içinden çıkan nevzuhur hareketlerin, mezhepçi anlayışların tehdidi altındadır…”

Üzerinde durduğumuz birinci konu dünyada İslam dini Müslümanlar ve İslam coğrafyasının içinden geçtiği zorlu süreçle ilgili oldu. Kanaatimiz o dur ki, bugün sadece İslam dünyası değil, sadece Müslümanlar değil, bizzat İslam’ın kendisi, kendi bünyesi içinden çıkan nevzuhur hareketlerin mezhepçi anlayışların tehdidi altındadır. Bugün bir din olarak, kültür ve medeniyet olarak İslam, var olmak ile yok olmak arasında bir mücadeleye mecbur bırakılmıştır. Her geçen gün daha da tahripkâr hale gelen bu durum karşısında sessiz çoğunluğun vicdanı yaralanmış yürekler bu acıyı taşıyamaz hale gelmiştir. Ümmetin hafızası zedelenmiş Müslüman nesillerin bilinçleri yaralanmıştır. Bugün İslam dünyasını kan gölüne ve ateş çemberine çeviren sürecin arkasındaki dinamikleri okumaya çalıştık.

“İslam dünyasında yaşanan savaşlar bir şiddet kültürü doğurdu…”

Uluslararası kuruluşların ve İslam İşbirliği Teşkilatının hazırladığı raporlara göre 1979 ila 2010 yılları arasında Afganistan İşgali, Filistin İşgali, Bosna ve Çeçenistan savaşları, Körfez savaşları, Irak işgali ve Suriye’de yaşanan trajedide toplam 11 milyon Müslüman öldürüldü, 60 milyon Müslüman sakat bırakıldı. Sadece Afganistan işgallerinde ve iç çatışmalarında 4 milyon Müslüman öldürüldü. Her beş Afganlıdan biri sakat kaldı. ABD’nin son Irak saldırılarında toplam 1 milyon 300 bin kişi öldürüldü. 3,5 milyon Irak’lı sakat kaldı. Suriye’de 300 bin kişi öldürüldü ve öldürülmeye devam ediyor. Bu savaşlarda sadece insanlar ölmedi, sadece binalar yıkılmadı sadece kütüphaneler yok edilmedi. Aynı zamanda bu savaşlarda; Irak’ın ve Şam’ın tarih boyunca sahip olduğu ve muhafaza ettiği sosyal, kültürel ve dini doku işgal ve istibdat eliyle tahrip edildi. Azamiye’nin Sünniliği ile Necef-i Eşref’in Şiiliği arasında tarih boyunca kurulan kardeşlik yok edildi. Beytu’l-Hikme ile kadim Yunan felsefesi ve İslam hikmetinin izdivacını temin eden Bağdat’ın Medinetü’s Selamın ruhu katledildi. Aynı felaketler İbn-i Arabi ile İbn-i Teymiyye’yi buluşturan Bilad-ı Şam’ın da başına geldi. Aynı felaketler Hz. Mevlana’yı doğuran ve Anadolu’ya hediye eden Belhin, Kabilin başına geldi. Bütün bu olup bitenler bir şiddet kültürü doğurdu.

“Diyanet, kapsamlı bir DAİŞ Raporu hazırladı…”

Heyetimiz Din İşleri Yüksek Kurulu tarafından kapsamlı bir rapor ile ortaya konan; tekfirci Daiş ideolojisini, öldürme ve çapul kültürünü cihat zanneden terör örgütlerinin yanlış dini referanslarını, araçsallaştırdıkları din anlayışlarını ve yapı bozumuna uğrattıkları temel İslam kavramlarını bu zeminde ele almış ve başta gençlerimiz olmak üzere insanlarımızı ve dünyadaki Müslümanları, hatta bu durumu İslamofobyaya dönüştüren çağdaş dünyayı nasıl bilgilendireceğimizi tespit etmeye çalıştık.

“Bölgesel sorunlar nedeniyle ülkemiz tam anlamıyla bir hicret yurduna dönüşmüştür…”

Üzerinde durduğumuz İkinci konu Göç Meselesi olmuştur. Artık Akdeniz sadece göçmen değil vicdan ve merhamet mezarlığına dönüşmüştür. Bugün, bölgesel sorunlar nedeniyle ülkemiz tam anlamıyla bir hicret yurduna dönüşmüştür. Bugün, bize hicret eden milyonları bulan kardeşimiz bizden Ensar yakınlığı beklemektedir. Artık evrensel bir mesele haline gelmiş bütün dünyadaki vicdan sahiplerinin gönlünü yaralayan ve bir insanlık dramına dönüşen göç ve iltica meselesini dini acılardan ele alma mecburiyeti vardı. Zira yeni göç hareketlerini ve bunların dini hayatımıza etkilerinin boyutlarını bilmek, kendimizi, bilgimizi, kadromuzu, projelerimizi buna göre güncellemek zorundaydık. Muhacir kardeşlerimiz için Diyanet olarak neler yapabileceğimizi enine boyunca ele almaya çalıştık. Bugün AFAD’la işbirliği içerisinde çadır kentlerde kurulan bütün mescitlerde arkadaşlarımız Suriye’li âlimlerle birlikte din hizmetlerini yürütmektedirler. Milletimizle muhacirlerimiz arasında tercümanlık vazifesi gören bütün elemanlar Diyanet İşleri Başkanlığı mensuplarından oluşmaktadır. Bu toplantımızda yine Çadır kent dışında yaşayan Suriyeli kardeşlerimize ne tür hizmetler vermekle mükellef olduğumuzu yeniden ele aldık.

“Terör ülkemizin huzurlu havasını ortadan kaldırmak üzere yeniden harekete geçmiştir…”

Bu toplantıda üzerinde durduğumuz üçüncü konu Yüce Rabbimiz’in “ateş çukurunun kenarında olmak” tavsif ettiği ve kardeşliğimizi zedeleyen terör konusu olmuştur. Terör ülkemizin huzurlu havasını ortadan kaldırmak üzere yeniden harekete geçmiştir. Bugün neredeyse her gün bir şehid cenazesi memleketimizin birlik ve esenlik özlemine karşı kara bir haber gibi düşmektedir. Bu haberler, milletçe ihtiyaç duyduğumuz uhuvvetin nifakla yer değiştirmesinde ne yazık ki bir hayli etkili olmaktadır. Sorunun kaynağında yer alan aktörler hesabını elbette Allah’a vereceklerdir. Ancak bu millet bu zihni ve kalbi parçalanmayı asla hak etmemektedir. Her şeyden önce elleri kalem tutması, zihinleri ve gönülleri bilgiyle, ilimle, irfanla meşgul olması gereken çocuklarımızın ve gençlerimizin, İslâm’ın asla tasvip etmediği bir dava uğruna dağlara kaçırılması, ellerine silah tutuşturulup ölüme gönderilmesi, kardeş katili yapılması, gayr-i meşru ve gayr-i İslâmi bir hayata mahkûm edilmesi, insaf ve vicdan sahibi her insanı derinden yaralamaktadır.

“Sivil dini yapıların kendi tarihi ve sosyolojik sınırlarına ve İslam’ın ilmi, dini ve ahlaki ilkelerine riayet etmesi esastır…”

Üzerinde durduğumuz dördüncü konu da ülkemizin dinî, ilmî ve manevî hayatına katkı sunan dinî-sosyal teşekküllerin ve sivil dini yapıların Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilişkileri ve hizmetleri hakkında olmuştur. Sivil dini yapıların kendi tarihi ve sosyolojik sınırlarına ve İslam’ın ilmi, dini ve ahlaki ilkelerine riayet etmesi esastır. Milletimizin hayır eliyle kurulan bu yapılar bu sınırlar içerisinde kaldığı sürece Diyanet İşleri Başkanlığının destek ve himayesini görmüşlerdir. Her birinin irtica ile yaftalandığı zamanlarda dahi Diyanet İşleri Başkanlığı bu himaye ve desteğini esirgememiştir. Ancak zaman zaman bazı yapıların güç tutkusuna kapılması, dini söylemler üzerinden güç devşirmesi, hakikati kendi tekelinde görmeye başlaması, insanların iradesini teslim almaya kalkışması, ülkemize, milletimize ve tüm insanlığa sahih dinî bilgiyi esas alarak hizmet sunmayı terk etmesi durumunda Diyanet İşleri Başkanlığından destek ve himaye görmeleri mümkün değildir. Son olarak dini ve ahlaki olarak bilinen bir yapının gündelik politikaya evrilme süreçlerinde yaşananlardan, bu topraklarda ve bu ülkede sadece kardeşlik yara almamış aynı zamanda Din-i Mübin-i İslâm bundan büyük bir zarar görmüştür. İmamından müezzinine, müftüsünden Diyanet İşleri Başkanına kadar her biri bu süreçlerde bu çalışmalara gönül vermiş her vatandaşımız kadar büyük bir hüzün ve derin bir ıstırap duyduğumu ifade etmek isterim.

“Diyanet’in gündelik siyasete dahil edilmesi milletçe huzursuzluk yaratmıştır…”

Üzerinde durduğumuz beşinci konu ise, “Aktüel Politik süreçlerde Diyanet İşleri Başkanlığı ve Din Hizmetleri Üzerinde ki Etkileri” üzerinde olmuştur. Geçtiğimiz aylarda gerçekleşen genel seçimlerde din-siyaset ilişkileri tarihimizde nadir oluşabilecek ölçüde gündelik dilde yer almış, dini hassasiyetleri yüksek olan kitleler nezdinde durum tedirginlikle karşılanmıştır. Politik süreçlerin kendince makul sayılabilecek akışkanlığı içinde Diyanet’in tartışmalara dâhil edilmesi bu süreçte kullanılan malzeme ve argümanların günübirlik beklentileri karşılamaya yönelik olarak sıradan ve aceleci yorumlarla ilgili sahaya takdim edilmesi, Diyanet İşleri Başkanlığımızın, ülkemiz ve coğrafyamız için belli başlı kazanımları söz konusu olduğundan milletçe huzursuzluk yaratmıştır. Diyanet İşleri Başkanlığının da diğer her kurum gibi dahili ve harici vesayet alanlarından uzak bir şekilde kendi hizmetlerini sürdürebilmesi gerekir. Bununu için de kurum, olabildiğince özerk bir şekilde siyaset ve diğer ilgili kurumların etki alanlarından bağımsız olarak yapılandırılmalıdır. Devletin dirliği ve milletin birliği etrafında Din-i Mübin-i İslam’ın her daim hayatın içinde varlığını devam ettirmesi onun her türlü vesayetten uzak durmasıyla mümkündür.

Üç gün süren toplantı 20 Ağustos Perşembe günü sonuç bildirgesinin okunmasıyla sona erecek.


Konu Başlığı: Ynt: Başbakan İl Müftülerine seslendi
Gönderen: Ceren üzerinde 20 Ağustos 2015, 16:11:44
Esselamu aleyküm.Rabbim razı olsun paylaşımdan kardeşim.Hem müftülerin,hem de diyanetin İslam adına ve ülke adına hayırlı kararlar almasını ve hizmet etmesini nasip etsin inşallah...