๑۩۞۩๑ Memurluk ve Sınav Sistemleri ๑۩۞۩๑ => Diyanet Duyurular => Konuyu başlatan: Sefil üzerinde 20 Şubat 2016, 11:06:04



Konu Başlığı: 32. İl Müftüleri İstişare Toplantısı' Van'da başladı
Gönderen: Sefil üzerinde 20 Şubat 2016, 11:06:04
32. İl Müftüleri İstişare Toplantısı' Van'da başladı

Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından geleneksel olarak düzenlenen ‘İl Müftüleri İstişare Toplantısı’, Van'da başladı.

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez'in katıldığı '32. İl Müftüleri İstişare Toplantısı', Diyanet İşleri Başkanlığının üst düzey yöneticileri, 81 ilin müftüsü ve bu yıl ilk defa her ilin en büyük ilçesinin müftülerinin de katılımıyla toplandı.

Diyanet İşleri Başkanlığının hizmet politikası, hizmette kalitenin ve verimliliğin artırılması, ileriye dönük yapılması gerekenlerin masaya yatırılacağı toplantıda, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından başlatılan 'Şimdi Yaraları Sarma Zamanı' kampanyası hakkında da değerlendirme yapılacak.

Üç gün sürecek toplantının açış konuşmasını yapan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, sözlerine, iki gün önce Ankara’da, dün ve bugün ise Diyarbakır’da meydana gelen terör saldırılarına ilişkin, “Ankara’da ve Diyarbakır’da milletimizin huzuru, güveni, barışı için canlarını feda eden, insanlığı insanlığından utandıran katliamlarla şehadete yürüyen bütün askerlerimize, güvenlik güçlerimize, masum insanlarımıza, vatandaşlarımıza Yüce Rabbimizden rahmet diliyorum. Yakınlarına başsağlığı, sabrı cemil diliyorum. Yaralı kardeşlerimize acil şifalar diliyorum. Hep birlikte bu Cuma saatinde bütün şehitlerimize bir Fatiha okumaya hepinizi davet ediyorum” diyerek başladı.

“Bugün muazzez şehitlerimize karşı millet olarak en büyük görevimiz; onların uğruna canlarına verdikleri birlik, beraberlik ve kardeşlikte ısrar etmemiz ve bu milletin kardeşliğini gergef gergef örerek her türlü ihanetten masun bir hale gelmesi için çalışmamız, gayret etmemizdir” diyen Başkan Görmez, konuşmasında şu hususların altını çizdi;

“Milletimiz bu zor zamanları, milleti millet kılan yüce değerleri ayakta tutarak aşabilirler…”

Birey olarak insanların zor zamanları vardır. İnsanlar bu zorlukları aşmak için imanla, sabırla, azimle mücadele ederler ve bu zorlukları aşarlar. Bütün insanlık bir zorluğun içerisine doğmuştur. Yüce Rabbimiz “Biz insanı zorluk içinde yarattık” buyurur. Ama Rabbimiz insanı aynı zamanda bütün bu zorlukların üstesinden gelecek, bütün zorları kolay kılacak bir yapıda, bir fıtratta yaratmıştır. Her insanın zorluklardan geçtiği bir dönemde yaşıyoruz. Sadece insanların değil, milletlerin de zor zamanları vardır. Her milletin de zor zamanları vardır. Milletimiz de zor zamanlardan geçiyor. Milletler bu zor zamanlardan, milletimizi millet kılan yüce değerleri ayakta tutarak, kalpler arasında merhamet ağları, şebekeleri kurarak zorlukları aşabilirler. Kur’an, “İyilik ve takvada yardımlaşın. Günahta, kötülükte ve düşmanlıkta yardımlaşmayın” buyurur. Kinde, öfkede, düşmanlıkta bir arada olmadan, dayanışmayı sadece iyilik üzerine kurarak, birlikte marufu, iyiliği egemen kılarak zorlukları aşabilirler. Birlikte yaraları sararak, birlikte yeryüzünü, kendi ülkelerini, beldelerini imar ederek aşabilirler. Çocuklarını ve gençlerini ateş dolu çukurlardan uzaklaştırarak milletler zorluklarını aşabilirler.

“İslam medeniyeti yeniden güveni dünyada tesis edecek, güvenini kaybeden insanlara eman taşımaya devam edecektir…”

Medeniyetlerin de zor zamanları vardır. İslam medeniyeti tarihte pek çok zor zamanı olduğu gibi bugün de zor zamanıdır. Tarih boyunca İslam medeniyeti bu zorlukları, kesrette vahdeti, vahdette kesreti keşfederek, eman ile iman, İslam ile selam arasındaki ilişkiyi yakalayarak daima aşabilmiştir. Bugün de İslam ümmeti, İslam medeniyeti eman ile iman arasındaki o ilişkiyi yakalayacak, güveni yeniden dünyada tesis edecek, güvenini kaybeden insanlara, beldelere eman taşımaya devam edecek. Selamı kaybeden beldelere, ülkelere selamı, barışı taşımaya devam edecektir.

“Küresel bir kötülük yeryüzünü ifsat ediyor…”

Söz söylemenin zorlaştığı bir dünyada yaşıyoruz. Bir müminler topluluğu bir yerde Cuma günü Rahmana secde etmek için camiye gidiyor, ama orada insanlık tarihinin hiç görmediği yöntemlerle bir başka insan sırtına yüklediği bombaları patlatarak Rahmana secde etmeye gelen bütün insanları orada helak edebiliyor. Bu bazen başka dünyada bir kilise olabiliyor, bir havra olabiliyor, bir çarşı-pazar ya da bir başkentin meydanı olabiliyor. Bazen de hanelerimizin önünde açılan çukurlarla, kazılan hendeklerle şehirler, beldeler tahrip edilip harabeye dönüştürülebiliyor. Kur'an-ı Kerim bu noktada bütün insanlığın dikkatini önemli bir konuya çekiyor: kötülüğün ve bozgunculuğun küreselleşmesi… Küresel bozgunculuk, küresel kötülük diyebileceğimiz bir kavram var Kur'an-ı Kerim’de, o da ‘fesat’ kavramı. Bütün insanlığın güvenliğini tehdit eden davranışlar, düşünceler ‘fesat’ olarak geçer. Çevreyi ve tabiatı bozan bütün davranışlar yeryüzünü ifsat olarak değerlendirilir. İktisadi sömürüyü içeren, başkalarının rızkına, başkalarının mülküne tecavüzü esas alan her türlü hareket ‘yeryüzünü ifsat’ olarak geçer. İslam dininin korunması gereken 5 büyük emanet olarak sıraladığı can, mal, din, akıl, nesil emniyeti ve bütün bu emniyeti ortadan kaldıran iş ve davranışlar Kur'an-ı Kerim’de aynı zamanda ‘yeryüzünü ifsat’ olarak geçer. Kur’an’a göre “Fesadın ortaya çıkması, yeryüzünün bozulması insanların yapıp ettiklerindendir”. İnsanların yapıp ettiklerinden dolayı yeryüzü ifsat ediliyor. Yüce Rabbimiz, bizi her türlü hüzün ve korkudan kurtaracak, her türlü ifsadı ve mefsededi önleyecek yolu da gösteriyor, ‘Eğer yeryüzünden hüznü ve korkuyu gidermek istiyorsanız, bunun yolu iman ve salahtır. Bunun yolu güven ve barıştır, güveni ve barışı birlikte tesis etmenizdir’ buyuruyor.

“Hz. Peygamberin bütün insanlığa öğrettiği en önemli prensiplerden bir tanesi, savaşta dahi olsa ahlak ve hukuktur…”

Son 20-30 yıl içerisinde çeşitli dünyalarda İslam alimlerinin verdiği bir fetva vardır ki, bu fetva İslam’ın fıkıh tarihine kara bir leke olarak girecektir. Orada intihar saldırılarına ‘istişhad’ adının verilmesidir. Hangi savaşta olursa olsun, adı cihat olan hangi mücadelede dahi olursa olsun masum insanların, çocukların, kadınların katline yol açan, medeniyetin tahribine yol açan böyle bir fetvanın son yıllarda verilmiş olmasını İslam fıkıh tarihinde kara bir leke olarak değerlendiriyorum. Bu yönde görüş bildiren bütün insanları daha önce verdikleri bu yanlış fetvadan dolayı Allah’tan istiğfar dilemeye davet ediyorum. Resulü Ekrem’in Medine’de bütün insanlığa öğrettiği en önemli prensiplerden bir tanesi savaşta dahi olsa ahlak ve hukuktur. Her savaşta kadına, çocuğa, masum insanlara kilisede, manastırlarda ibadete çekilmiş insanlara dahi dokunmayacaksınız emrini veren Allah Resulü değil midir? Müslümanların tarih boyunca en zor savaşlarında dahi ahlak ve hukuktan taviz vermemek için nasıl bir çaba içerisinde olduklarını hepimiz biliyoruz. Onun için bilhassa İslam dünyasının içerisine girdiği bu girdapta alimlerin kendilerini sorgulamaları gerekiyor.

“Çocuklarımızı, gençlerimizi korumak ve geleceğimizi yeniden inşa etmek için İslam alimlerinin yeniden bir araya gelmeleri gerekir…”

Daha yakın tarihimizde Aliya İzzetbegoviç, Bosna’da askerlerini toplamış onlara şöyle bir konuşma yapmıştır: ‘Ey askerlerim, insanlarımızı boğazlıyorlar biliyorum, ama siz hiç kimseye işkence yapmayacaksınız. Kadınlarımıza tecavüz ediyorlar biliyorum, ama siz hiçbir kadına elinizi uzatmayacaksınız. Çocukları öldürüyorlar biliyorum, ama siz hiçbir çocuğu öldürmeyeceksiniz. Camilerimizi yıkıyorlar görüyorum, ama siz hiçbir mabetlerine saldırmayacaksınız’ İşte Hazreti Peygamberin Medine’ye hicret ettiği günden itibaren ümmetine miras bıraktığı ahlak ve hukuktur bu. Bu Aliya İzzetbegoviç’in kendi görüşleri, kendi düşünceleri değil bu İslam’ın bütün Müslümanlara öğrettiği en yüksek öğretilerdir. Onun için bilhassa bizi kuşatan bu yanlış düşünceler üzerinde İslam alimlerinin yeniden bir araya gelerek, bütün bu yanlışlıklardan çocuklarımızı ve gençlerimizi korumak ve geleceğimizi yeniden inşa etmek için, yeniden İslam’ın talebesi olmaya ihtiyacımız var.

“Bugün İslam dünyası için en büyük tehlike, İslam’ın istismar edilmesi, şiddet hareketlerine mesnet olarak gösterilmesidir…”

Bugün İslam dünyası için en büyük tehlike, İslam’ın bizatihi kendisinin her türlü mefsedet için istismar edilmesi, aracı kılınması ve yanlış yorumlarla İslam’ın bütün bu yapıp edilen şiddet hareketlerine mesnet olarak gösterilmesidir. Bizim çalışmalarımız, yeryüzünde din hizmeti, din eğitimi gibi vazifeleri ifa eden bütün müesseselerin, kurumların görevlerinden bir tanesi de ıslahtır. Din hizmeti aynı zamanda bir ıslah hareketidir. Bir taraftan insanlar katledecekler, öldürecekler, yanlış işler yapacaklar, haneleri tahrip edecekler, hanelerin harem-i ismetini çiğneyecekler, beldeleri tahrip edecekler, camileri yıkacaklar, ama biz ıslah etmekle mükellefiz, biz ıslah etmek zorundayız. İslam dininin bütün bu amaçlarla kullanılmasını engellemek için ayrıca vazifelerimiz var.

“Camilerimizi, mihraplarımızı, minberlerimizi her türlü mefsedetten korumalıyız…”

Bugün çevremize baktığımız zaman din hizmetleri dünyanın pek çok yerinde adeta bir güvenlik sorununa dönüşmüştür. Din eğitimi adeta bir güvenlik sorununa dönüşmüştür. Böyle bir dünyada Diyanet İşleri Başkanlığı olarak bizim ülkemizde 90 bini aşkın cami ve mescidimizde, 100 bini aşkın personelimizle, görevlimizle, din gönüllümüzle, imam hatibimizle, mihrap görevlisi, minber görevlisi arkadaşlarımız ile huzur ve güven içerisinde, barış içerisinde milletimize hizmet etmemiz, bizim için Allah’ın en büyük lütfudur. Ancak çalışmalarımızı yürütürken hassaten camilerimizi, mihraplarımızı, minberlerimizi birkaç tehlikeden korumamız gerekiyor. Bütün dünyayı, İslam âlemini, gönül coğrafyamızı saran bu mefsedet hareketinin bize de sirayet etmemesi için, Diyanet olarak tarih boyunca milletimize bu hizmeti en güzel bir şekilde ifa ettiğimiz gibi, bundan sonra da coğrafyamızı pusulasını kaybeden coğrafyamızda meydana gelen hareketlerin, yanlışlıkların bizim hizmetlerimize bulaşmaması camilerimize, mihraplarımıza, minberlerimize yakınlaşmaması için elimizden gelen gayretleri göstermemiz gerekiyor.

“Kalpler arasında ayrımcılığa yol açabilecek bir tek kelimeyi, cümleyi dahi hutbelerimize, vaazlarımıza, camimize, minberimize, mihrabımıza asla taşımamalıyız…”

Nevzuhur yeni dini akımların, yeni dini düşüncelerin, birtakım kaos dönemlerinde ortaya çıkan teolojik yorumların, ‘kitap ve sünnete dönüyoruz’ adı altında kitap ve sünneti adeta tahrif etmeye kalkışan yanlış düşüncelerin bizim çocuklarımıza, bizim gençlerimize, camilerimize, mihraplarımıza, minberlerimize yaklaşmaması için bizim bilgiyle, hikmetle, marifetle, kendimizi, donatmamız gerekiyor. Ta ki biz kendimizi koruyabilelim, mihrabımızı ve minberimizi koruduktan sonra gidip başka dünyalarda, başka kardeşlerimize yardımcı olarak onları da yanlışlıklardan ve kötülüklerden muhafaza etmeye çalışalım. Gündelik hayat içerisinde aramızda ihtilaf konusu olabilecek hiçbir şeyi, kalpler arasında ayrımcılığa yol açabilecek bir tek kelimeyi, bir tek cümleyi dahi hutbelerimize, vaazlarımıza, camimize, minberimize, mihrabımıza asla taşımamalıyız. Oralar sadece Resul Ekrem’in ifade buyurduğu gibi tevhit merkezi olmalı, oralar sadece vahdet merkezi olmalı.

“Ülkemizi bölmeyi, parçalamayı amaçlayan, ayrılıkçı düşüncelerin, bir kelimesini dahi camilerimizin mihraplarına, minberlerine yanaştırmamalıyız…”

Ülkemizi bölmeyi, parçalamayı amaçlayan, ayrılıkçı düşüncelerin, mülevves ideolojilerin, bir kelimesini dahi camilerimizin mihraplarına, minberlerine yanaştırmamak gibi bir vazifemiz var. Müftüler, vaizler, din gönüllüsü arkadaşlarımız, mihrap görevlisi arkadaşlarımızın üzerindeki en büyük emanet, bütün peygamberlerin makamı olan mihraptır. Biz mihraplarımızda ve minberlerimizde, kürsülerimizde Cenabı Hakk’ın lanetlediği bir ideolojinin, Cenabı Hakk’ın lanetlediği ayrılıkçı düşünceleri bir kelimesini dahi taşıdığımız zaman o emanete ihanet etmiş olacağımızı hepimiz bilmeliyiz.

“Açılan çukurlar kapatılır, mühim olan gönüllerde açılan hendekleri kapatmaktır…”

Asıl gündem maddemiz, ‘yaralarımızı nasıl sararız?’ Cizre’nin, Silopi’nin, Nusaybin’in, Dargeçit’in, İdil’in, Silvan’ın, Sur’un camilerinde bu zor zamanlarda görev yapan bütün arkadaşlarımızı dinledim. Onlar bizlerle yaralarını paylaştılar. Onlar bizlere halkımızın çektiği çileleri anlattılar. Bu toprağın eli kalem tutacak çocuklarının nasıl kandırılarak dağlara çıkarıldığını ve oralarda nasıl katiller güruhu olarak yetiştirildiklerini ve sonra oralardan da kendi şehirlerine inerek, kendi evlerinin önüne kazdıkları çukurlarla, yerleştirdikleri bombalarla kendi şehirlerini, beldelerini nasıl harabeye çevirdiklerini anlattılar. Açılan çukurlar kapatılır, ama mühim olan gönüllerde açılan hendekleri kapatmaktır. Bunları ancak biz rahmetle doldurabiliriz. Bunları ancak biz ilimle, hikmetle, marifetle kapatabiliriz. Hep birlikte bu yaraları sarmak için seferber olacağız.

“Diyanet olarak, terör mağduru olmuş, evi harabeye dönmüş insanlara elbette yardım edeceğiz…”

Biz Arakan’daki kardeşimizin gözyaşını silmekle de, Gazze’deki kardeşimizin yıkılan camisini inşa etmekle de mükellefiz. Dünyanın neresinde olursa olsun mazlum, mağdur bir insan olduğunda dini, inancı, ırkı, dili, rengi ne olursa olsun ona yardımcı olmak, onun yanında olmak bizim milletimizden bize tevarüs eden en büyük haslettir. Peki, biz Arakan’daki kardeşimizin yarasını sararken, Somali’de açlıkla pençeleşen kardeşimizi ayağa kaldırmaya çalışırken, evi harabeye dönmüş, terör mağduru olmuş, evlerini terk edip göçecek yer arayan insanların yardımına koşmayacak mıyız? Ölüm yeleklerini giyerek denizlerden teknelerle başka dünyalara iltica etmeye, sığınmaya giderken biz onlara yardımcı olmayacak mıyız? Bizim adımız din görevlisi değil, din gönüllüsü. Biz bütün bu yaraları sarmakla mükellefiz.

“Eğer bu ülkenin eli kalem tutacak çocukları dağlara kaçırılıyorsa, burada bizim ihmalimiz yok mu?...”

Ancak Diyanet camiası olarak çok ciddi bir özeleştiri yapmamız gerekiyor. 100 bini aşkın din gönüllüsünün görev yaptığı bir ülkede, eğer bu ülkenin çocukları, eli kalem tutacak çocukları dağlara kaçırılıyorsa, burada bizim ihmalimiz yok mu? Bizim o çocukların kalbine Allah’ın o rahmet mesajını yerleştirmediğimiz için kusurumuz yok mu? O çocuklar gelip şehirleri tahrip ederken yahut onları İslam ümmetinin bir parçası olmaktan çıkarıp başkalaştırmak için kurulmuş şebekelerin emellerini yok etmek için bize düşen bir görev yok mu? Biz eğer vahdeti, müminlerin kardeşliğini, kardeşlik ahlakını, kardeşlik hukukunu bütün insanlarımıza en güzel bir şekilde anlatabilseydik, bu ayrılıklar gayrılıklar olur muydu? Bu bölgede yüzbinlerce genç yaşıyor. Gençlerin kaçta kaçına hitap edebiliyoruz? Biz o gençlere mesajlarımızı neden ulaştıramadık? Biz o gençlerimizin annelerine, babalarına mesajlarımızı neden iletemedik? Burada bizim kusurumuz yok mu? Bu öz eleştirileri yapmak için de Van’da toplanmış bulunuyoruz.

Toplantı, 21 Şubat Pazar günü Başkan Görmez'in Başkanlığını yapacağı değerlendirme oturumunun ardından, sonuç bildirgesinin okunmasıyla sona erecek.