๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Divanı Kebir => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 22 Ekim 2010, 17:44:33



Konu Başlığı: Sevgiliden neler çektim
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 22 Ekim 2010, 17:44:33
571. Sevgilinin gamından neler çektiğimi benden sorma. Elini gönlümün üstüne koy, o söylesin

Müfte'ilün, Fa'ilat, Müfte'ilün,   

(c. III, 1212)

• Sevgilinin gamından neler çektiğimi bana sorma! Elini gönlümün' üstüne koy, o söylesin! Gözlerimin içine bak, şarabı ve kadehi bana sorma!

• Aşk ordu çekti, geldi, can alemini ele geçirdi. Artık sen, ben zavallının halini benden sorma, aşktan sor!

• Aşıkların gönülleri, sevgilinin yüzünden kuş yüreği gibi çırpınıp duruyor. Aşıklığa ait nükteli, üstü örtülü sözleri, çırpınıp duran gönüllerden başkasına sorma!

• Pencereden uçan kuşun özelliği nedir? Uçmak değil mi? Eğer sen kuş gibi isen kanadını aç, uç! "Kapı nerededir?" diye sorma, kapı senin ne işine yarar?

• Aşığın babası da, anası da onun aşkıdır. Bu yüzden sen, babadan o kadar çok bahsetme, anayı da o kadar sorma!

• Aşıkların gönülleri kızgın tandıra benzer. Tandıra gelince artık başka bir şey sorma!

• Gönül kuşu, tandırdaki ateşe aşık ise pervane gibi kanadının yanması sana daha yakışır, daha hoştur. Artık kanadı sorma!

• Sevgili ile sen, her ikiniz bir baş olduysanız, iki ayrı beden de bir beden olduysa, artık geri adım atma, artık şu başı da sorma!

• însanoğlunun kulağı da, gözü de hangi toprakla doludur? Arayıp durdugun hazineyi, görülmesi gereken inciyi sen, balçığa bulaşmış baş gözünden sorma! Sen onu gönül gözünden sor!-

"Bu beyitte geçen hazine ile, insanda bulunan ilahî emanete, "kenz-i mahfî" (=gizli hazine)'ye işaret edilmektedir."

 

 

572. Sen bugünkü kıyameti gör de, yarınki kıyameti hiç sorma!

Fa'ilatiln, Fa'ilatiin, Fa'ilatün 

(c. 111, 1208 )

• 0 güzel, o ay yüzlü sevgili olmayınca bizim halimiz nice olur? Sorma, hele aşkından başımıza ne geldiğini, neler çekdiğimizi hiç sorma!

• Bak da gör, yerler de, gökler de onun yüzünün nuru ile doldu, onun boyunu bosunu, salınışını, edasını hiç sorma!

• Aşk gayreti ile inci daneleri gibi dökülen gözyaşlarıma bak, fakat aşk denizinin ne kadar saf olduğunu, dalgalarının ne kadar hoş olduğunu sorma!

• Gönlümüzün kanına ayağını basma, sevdadan da bana hiç bir şey sorma!

• Ayağını basma diye yalvardığım, gönlümün kanını gör, fakat kimseye ondan bahsetme, bir şey söyleme, o şuh, kavgacı güzeli de hiç sorma!

• Yüzbinlerce gönül kuşunun çok kanat çırptıkları için kanatlarının döküldüğünü gör, fakat Kaf Dağı'ndan, zümrüd-ı ankadan bir şey sorma!

• Onun aşkının belasında yüzlerce kıyamet var. Sen bugünkü kıyameti gör de, yarınki kıyameti hiç sorma!

 

573. Ey gönül, sen kendi hayalinden ürküp kaçıyorsun, sen kendi kendinden kaçıyorsun.

Müfte'ilün, Mefa'îlün, Müfte'ilün, Mefa'îliin 

(c. III, 1206)

• Onun dudağına kim yaklaşsa, onu öpmek istese, önden arkadan yaralanır. Çünkü nerede balarısı varsa oraya yaklaşanı sokar.

• Onun yüzü bir gül bahçesidir. Orada yılan gizlenmiştir. Siyah saçları geceye benzer. Hırsızlar, gece bekçileri orada toplanırlar. Bu yüzden orada huzur yoktur.

• Sensiz cihanın ne hüneri, ne değeri vardır? Sensiz o nasıl var olabilir? Can la, cihan da senin kulun ve kölendir. Aslında can da sensin, cihan da sensin.

• Yüzlerce güneş, yüzlerce ay, senin nurundan alınmış birer parıltıdır. Senin güneşin manevî olduğu için, hiç bir zaman batmaz.

"Hz. Mevlana bu beyti yediyüz sene önce söylemişti. 0 zamanki kozmoğrafyada, dünyada tek bir güneş olduğu sanılıyordu. Bugün onbeş milyar ışık yılı uzakta güneşler keşfediyorlar. Bu görüş, Mevlana'nın kerametlerinden birisi olamaz mı?"

• Gök senin mana suyunda döner, durur. Akıl senin hekimliğinin önüne bütün ecza sevablarını sunuyor.

*Zerre zerre bütün yiyecekler, senin hudutsuz, sınırsız olan sofranın önünde dizilmişler, her nefeste bütün canlı varlıklara gıda olmak ümidi ile secdeye kapanarak ihsanını, lütfunu dilerler.

*0 sevgili elini açarak der ki: "Baharın çerçöpe nefesi ile verdiği hayatı, ben bütün cihana veririm."

*Toprak nur yediği için, içinde gümüş ve altın vardır. Toprak aynı zamanda su içtiği için börülceler, mercimekler bitirir.

*Dünyada görülen çeşitli renkler, büyülere benzer. Aşk ise Hz. Musa'nın asasıdır. Ağzını açar da bir nefeste onların hepsini yutar.

*Ey gönül, kendi nakşından, kendi hayalinden ne kadar çok korkuyor, ne adar çok kaçıyorsun? Arkana dön de bir bak! Senden başka kimse yok! Sen kendi kendinden kaçıyorsun.

"Mevlana Mesnevî'nin V. cildinin 669. 670 numaralı beyitlerinde aynen şöyle söylemişti:

"Başkasından kaçan adam ondan kurtulunca rahata kavuşur, karar kılar. Halbuki benim düşmanım da benim, benden kaçan da ben! Şu halde işim kıyamete kadar boyuna kaçmaktır. Ben kendimden kaçarken kendimi de beraber götürüyorum."

• Artık yeter! Sen sakanın atından da daha aşağı değilsin ya! Saka bir müşteri bulunca atın boynundaki çıngırağı çıkarır.

 

574. Onun adını kim anarsa, mezarda kemikleri çürümez.

Mefa'îliin, Mefa'îlün, Fe'ulün 

(c. III, 1235)

 • Canla aradığım güzeli, burada bulunanlar arasında göremiyorum.

• Burada bulunanlar arasında yok, acaba nereye gitti? Bu mecliste ondan bir nişane, bir iz göremiyorum.

• Her yere, her tarafa bakıyorum. Onun gül bahçesinden bir iz göremiyorum.

• Müslümanlar; güzelliği ile etrafa nam sarmış olan o güzeli, mum gibi bu meclisin ortasında ışık saçarken görmüştüm. 0 nereye gitti?

• Adını söyle, onun adını kim anarsa mezarda kemikleri çürümez.

• Elini öpene ne mutlu! Can verirken onun adını ananın ağzı tatlılaşır.

• Yüzünü gördüğüme mi, yoksa huyunu öğrendiğime mi şükredeyim? Dünya onun bir eşini benzerini görememiştir.

• Yeryüzünün onu bulamamasına şaşmamalı. Gökyüzü bile onun aşkı ile dönüp duruyor.

 

575. Aşk bir tek candır, ama yüzlerce şekle girmiştir.

Mefulü, Mefa'îlün, Mef'ulü, Mefa'îlün

 (c. III, 1227)


• Yüzü de güzel, saçı da güzel, hele alnına dökülen o kıvrım kıvrım kakülleri daha da güzel! Her an, her saat onun canına da, dinine de yüzlerce rahmet olsun.

*0 her lahza, her saat bir önceki nazından, edasından daha da tatlı, daha da güzel. Haydi sevgilim, yeni bir eda, yeni bir işve göster.

*Büklüm büklüm saçlarını rüzgar karıştırınca, büklümlerinde yüzlerce Çin, yüzlerce Maçin ülkesi kaybolur.

*Ey benim gözüm; nefesini kes, sus! Gülüp duran, güzelliğinin anlatılmasına imkan olmayan o ay yüzlüye dikkatle bak! Ara vermeden onu seyret!

*Onun ab-ı hayatının üstünde, yüzlerce gökyüzü döner. Onun temkinli hizmetinde yüzlerce dağ, el pençe divan durur.

*Aşk bir tek candır, ama yüzlerce şekle girmiştir. Onun bu haline. bu kurnazlıklarına, oyunlarına baktım da şaşırdım, deli divane oldum.

*Görülmemiş güzellikler, işitilmemiş edalar, aşk şekline girmiş de, gelmiş anın karşısına çıkmış. Böylece aşk, canın gerçek ve ölümsüz güzelliğine kavuşmasını, anlatılamaz manevî zevkler duymasını sağlamıştır.

*Artık ben susayım, ey çalgıcı! Sen bu hali perdeye vur, çalgınla sen söyle! perdelerden çıkan nağmelerden, aşkın ihtişamını, debdebesini duy, güzelliğini işit!

 

576. Gündüzler senin güzel yüzünün aydınlığıdır, geceler ise siyah saçlarının gölgesidir.

Mef'ülü, Mefa'îliin, Mef'ulü, Mefa'îlün 

(c. III, 1128 )

*Ey ay yüzlülerin Yüsuf'u! Ey mevkii, şerefı. güzelliği hoş dilber! Ey Hüsrev, ey Şirin, ey yüzü gözü, bedeni güzel, hayali güzel varlık!

*Ey yüzü aya benzeyen sevgili! Sanki yüzün bir sudur, fakat o suyun içine îş düşmüştür. Hem ateşin görülmemiş bir ateş, hem dupduru, saf olan suyun çok hoş, çok tatlı bir su!

• Ey Allah'ın lütfunun, ihsanının şekle, sürete bürünmüş hali! Gerçekten de suretin hoş! Ey şekli ve sureti ruhanî güzel! Senin güzellik ve ululuk nurun pek hoş!

• Ey akılların sarhoşluğu! Artık sevgi ile bir coş! Ey buluşma sabahının pek hos, pek doyulmaz olduğu dilber! Artık bizi birbirimize kavuşturmaya çalış!

• Gündüzler senin güzel yüzünün aydınlığıdır, geceler ise siyah saçlarının gölgesidir. Ey falı ve talihi güzel varlık! Bu gece ay gibi doğ!

• Eğer sen bana lütuflarda bulunur, kavuşturmakla sevindirirsen, yahut cefa ve imkansızlıklarla beni hırpalarsan, üzersen; mademki sen benim canımla karışmışsın, benim için yalnız safan değil, cefan da imkansızlığın da hoştur!

• Gönül bir gün bana dedi ki: "Ay elbette bir yıl olur, döner gelir." Can gönlün kulağına; "Ey gönül!" dedi, "Senin ay'ın da güzel, yılın da güzel!"

 

577. Şu tertemiz lütfa bak! Bir avuç toprağa mekansızlık aleminde yer vermede.

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îliln, Mefa'îlün 

(c. 111, 1225)


• Bizim önümüzde riyazet yoktur. Bütün lütuf ve bağış, bütün sevgi, gönül alış, bütün zevk ve safa içinde yaşama vardır. Rahat ve huzur vardır.

• Yoksulluktan bunalan, can bahçesinde yetişen meyveler elde eder. Bu lütuf yoksullara padişahtan geliyor. Bundan ötesi süsten, gösterişten ibarettir!

• Onun yolu bütün görüştür. Sarayının her tarafı başköşedir. Beden eriyip gidiyorsa ne gam, sen cana bak; her an , cana canlar katmadadır.

• Şu tertemiz lütfa bak! Bir avuç toprağa mekansızlık aleminde yer vermededir.

• Nice körler, kötürümler onun yüzünden yol görür, yol alır oldular. Nice gamlıların canları onun lütfu ile şeker yiyen dudular oldular.

• Şu beş duygudan, dört unsurdan, altı yönden dışarıda nice hançersiz açılmış

yaralar vardır ki; bu yaralar, sakîsi ancak kan sunan, susamış aşkın eliyle açılmışlardır.

• Ben onun mumundan alev aldığım için, tatlı tatlı yanıyorum. Yarın ötelerde,ruh aleminde bana bağışlayacağı devlet yüzünden ben bugün çok sevinçliyim.

• Ben niçin toprak olmuşurn, ayak altında çiğneniyorum? Neden aşağı bir hale düşmüşüm? Çünkü aşığım, mestim; onun bedenimi yırtan, harap eden aşkı yüzünden baştanbaşa can oldum.

• Onun yüzünden bu gönül nasıldır? Ne haldedir? Gönül onun yüzünden kanlara gark olmuştur. Onun yüzünden gökyüzünde gürültüler kopmuştur. canın feryadları ile, hay huyları ile doludur.

 

578. Ben, ötelerden geldiğim için, bu dünyaya ait olan altı yönden de,
beş duygudan da kurtuldum.

Müstefilün, Müstef'ilün, Müstef'ilün, Müstef'ilün 

(c. III, 1231)

*Hoş bir haldesin, şeker gibi tatlısın. Sen çok büyük bir varlıksın. îran hükümdarı Cemşid senin bir kölendir. Güneş bile senin ayak basacağın yerlere serilmiş.

*Selvi boyunla sevine sevine gel, Allah'a yemin ederim ki; senden başka hiç kimsede bu naz, bu eda, bu güzellik olamaz. Rengi ile, kokusu ile hiç bir meyve sana benzeyemez. Bu güzellik, ne gökte vardır, ne ayda, ne de aya benzer güzellerde.

• Bu mecliste bizden, senden, bir de adı hoş sakîden başkasına yer yoktur. Tencere gibi kederlerle, gamlarla kaynayıp coş! Gel de safa şarabını, zevk şarabını kumlar gibi doymadan iç, iç! Ben ötelerden geldiğim için;

• Bu dünyaya ait olan altı yönden de, beş duygudan da kurtuldum. Hepsini de kırdım, geçirdim. Ya Rabbî! Bu beş duygu ile, bu altı yönle bu dünyada kim savaşabilir; nefsanî duygularını ayak altına alıp da üstün insan olabilir?

• Ey hoş nefesli güzel, ey şarap içinde şarap, ateş içinde ateş olan sevgili! Hiç bir hazırlığım yokken gaflet içinde geldim, senin tuzağına düştüm.

 

579. Aşk yüzünden değil midir ki, Hz. Musa'nın Tur dağı kendinden geçmiştir.

Müstef'ilün, Müstef'ilün, Müstef'ilün, Müstef'ilün 

(c. III, 1215)

• Sevgilim, şu hoş gökyüzü de, yıldızlar da senin ay yüzünü görerek sarhoş olmuşlar; senin yüzün de güzel, kaşın, gözün, saçların da güzel! Senin her şeyin güzel ama, edan o kadar güzel ki, güzelliğe de sığmaz, güzellikten de üstün daha güzel!

• Gökler şimdiye kadar ne senin gibi bir can Leylası, ne de benim gibi bağrı yanık bir Mecnun görmüştür. Zaten senin gibi bir Leyla ve benim gibi bir Mecnun dünyaya hiç bir zaman gelmemiştir ve gelmeyecektir!

• Yeryüzündeki bütün zerreler, senin nağmenle oynarlarsa hiç onlara şaşılır mı? 0 aşk yüzünden değil midir ki Hz. Müsa'nın Tur dağı da kendinden geçmiş, oynayıp duruyor.

• Ey gönül! Altın sevdasına kapılmışsın, hünerler göstermedesin! Fakat altından da, hünerden de zenginleşmiş de, sonunda yere gömülmemiş bir Karun gördün mü?

• Zenginlik, para, pul, yüksek mevki; görünüşte göze hoş gelirler, güzel görünürler ama, onlarla gerçek güzelliğe, zevke, huzura yol yoktur. Onlar güzel bir panzehir içine gizlenmiş korkunç zehirdir. Dağ yılanının zehiri gibi bir zehirdir.

 

580. Senin canın Hakk meclisine, ilahî aşkla mest olarak gelsin,
bedenini bırak halk arasında, halktan biri olarak dolaşsın dursun!

Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat 

(c. III, 1258 )

*Sen bizimsin, gönlün bizim gibi neşelensin, gül bahçesindeki selvi gibi hür  ol, salına salına uzun boyunu göster!

*Ey ince duygulu, zarif varlık! Sen aşk kalfalarından isen, aşk gibi gönülleri    açmada usta ol!

• Eğer bir gam gelip de bizim huzurumuzu bozmak isterse, adalet emîn ol,  insanları perişan ve huzursuz ettiği için onun boğazını sık, öldür, intikam al!

*Senin canın Hakk meclisine ilahî aşkla mest olarak gelsin! Bedenini bırak halk arasında, halktan biri olarak dolaşsın dursun! 

*Bazan onun gül bahçesi gibi kokular, renkler, neşeler saç! Bazan bülbül gibi ağla, hoşça feryad et!

*Selvi uzun boyu ile gurura kapılıp, nazlı nazlı salındıkça ona karşı yerlere seril, toprak ol, gül bahçesi anber gibi hoş kokular saçmaya başlayınca, sen oları etrafa yaymak, insanlara yararlı olmak için rüzgar ol, es!

581. Ben kimim? Ben kendime ancak gam yemeyi, ızdırap çekmeyi layık buldum.

Fa'ilatün, Fa'ilatiin, Fa-ilatün, Fa'ilat

 (c. III, 1246)

• Dün padişahımın sarayına gittim. Canımı, sakînin elindeki sürahinin içinde  gördüm.

• Ona; "Ey sakîlerin canlarına can olan aziz varlık!" dedim. "Allah aşkına kadehi doldur, ahdini, peymanını, verdiğin sözü unutma!"

• Bir hoşça güldü de dedi ki: "Ey kerem sahibi, hizmette kusur etmem, sana  saygı gösteririm."

• Güzel yüzü gibi parıl parıl parlayan şaraptan bir kadehe doldurdu da, kadehi öptü ve bana sundu.

• Birbiri üstüne bir kaç kadeh sundu. Onları içince içime bir ateş doldu. 0 ateş beni benden aldı, kendi ateşi madenine götürdü.

• Baht, kısmet, alın yazısı herkesi bir meyhaneye çeker götürür. Ben kimim? Ben kendime ancak gam yemeyi, ızdırap çekmeyi layık buldum.

• Ben susayım, susayım da, meclisin emîri kendi gizli meclisinin yüzbinlerce destanını size söylesin.

 

582. Seher vaktinde aşkının ezanını canımın kulağı işitir. 0 ezan aşığa der ki:
"Ateş gibi yakıcı belalarla dolu olan şu dünyadan sıçra, kurtul da gel benim sevgi ateşime gir, yan!"

Fe'ilatü, Fa'ilatün, Fe'ilatü, Fa'ilatün 

(c. III, 1249)

*Senin güzelliğinin üzerlik tohumu oldum. Artık benim vatanım ateşin tam ortasıdır. Mademki ok senin okundur; elbette kolun ateşten yayı çeker.

*Aşığın canı yanınca sevgiliden baş çıkarır. Kim ateşinde yanmıştır da ateşin anı olmamıştır.

*Ancak gönlümü yak, gönlümden başkasını yakma! Çünkü bağrım senin ateşinle dağlanmıştır. Gönlüme bak da ateşten olan kılıcının açtığı yarayı gör!

*Ateşin çıkardığı kıvılcımlar, yanmış yakılmış kişiye sıçrarsa, o kişide ateşten nişaneler, izler bulur.

*Senin aşkının gamı ateşlidir. Beni ağaç gibi kurutur. Ağaç kuruyunca da ateşte yanmaktan başka bir işe yaramaz.

*0 kişi ne mutlu kişidir ki, onun yasemini de gülü de bahçede bitmez de, senin ateşinde biter. Ateşin safasını, ateşin dilinin tatlılığını ancak Halil îbrahim hazretleri bilir.

*Onun Halil'i duman gibi ateşe biner. Çünkü Halil sanki cehennemin kapıcısı Malik'dir de ateşin dizgini onun elindedir.

*Seher vaktinde senin aşkının ezanını canımın kulağı işitir. 0 ezan aşığa derki: "Ateş gibi yakıcı ızdırapla, belalarla dolu olan şu dünyadan sıçra, kurtul da gel benim aşk ateşime gir, yan!"

*"Ateşlerle dolu ağzım, ateşin dilinden ne zamana kadar söz söyleyecek, ne amana kadar yanmıştan, yakılmıştan bahsedecek?" diye tandıra henzeyen gönlüm soruyor.
                                                         

                                                                 

 
583. Kaybolan aşığı nerede aramalı?   

 Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îlün
(c. III, 1221)


                                                             

• Eğer bir aşık kaybolursa onu sevgilinin yanında arayın! Eğer aşık bir şeyden ürker, saklanırsa, onu sevgilinin mahallesinde arayınız.

• Eğer bu canımın bülbülü ansızın bu bedenden uçup giderse, onu dikenlerden sormayınız, onu o gül bahçesinde arayınız.

• Eğer onun aşkının hastası bu meclisten kaybolursa, onu fettan güzelin nergis gözlerinde arayınız.

• Sarhoş gönül günün birinde o şişeyi taşa vurur parçalarsa, o zaman meyhaneye gidin, onu meyhaneciden arayın, sorun!

• Aklınızı başınıza alın, kaybolan aşığı şimşekler çaktıran, yıldırımlar yağdıran, aman vermeyen güneşin kucağında arayınız!

• Eğer bir hırsız duvara bir delik deler de aşığın varını yoğunu çalarsa; siz o hırsızı, o kurnaz sevgilinin misk gibi kokan simsiyah saçları arasında arayınız!

• Ben, o sevgilinin nerede olduğunu, gönül diyarında bir pîrden sordum. Pîr parmağı ile beni işaret ederek; "Onu sırlar içinde arayınız!" dedi.

• Ben o pîre dedim ki: "Allah'a yemin ederim ki, işaret ettiğiniz sırlar sizsiniz!" Pîr; "Evet" dedi, "încilerle dolu deniz benim, onu engin denizlerde arayınız!"

• Müslümanlar! 0 ne güzel bir incidir ki, nurları ile denizleri dolduruyor. Siz onu o nurlarda arayınız!

 

584. Yaşayan kişiler kimlerdir? Hakk'ın aşkı ile ölen kişilerdir.

Mef'ulü,Mefa'ilün,Fe'ülün

(cIII,1242)

 

• Dünyada bütün nefsanî isteklerden kurtulma, hiç bir şeye aldırmama, duygusuz, bayağı insanların sapık yolu mudur? Asla asla! Her iki dünya da bu   yola düşenlerin, şehvanî duygulara sırt çevirenlerin kurbanı olsun, kölesi olsun.

"Biz dünyada zevk için yaşıyoruz." diyen Epicure (341-370) milattan asırlarca önce bu fikri ortaya atarak "Zevkiye mezhebi'ni kurmuştur. Bir çoklarının sandığı gibi Epicure veya Epikoros "Hayatın gayesi zevkdir." dediği zaman, ye iç eğlen, canının istediği herşeyi yap demek istememiştir. Bizim Ziya Paşa'mızın dediği gibi:

"İç bade, güzel sev var ise akl u şuurun,
  Dünya varmış ya ki yokmuş ne umurun!"

(Aklın varsa, içki iç, güzelleri dost edin, dünya varmış, yokmuş diye ilgilenme. Sen gönlünün istediği gibi yaşamaya bak.) görüşünü benimsememiştir. Çünkü bizim zevk adını verdiğimiz şey, bedenimize ait nefsani isteklerden asıl yaşayış, zevk ve safayı terk etmek, nefsini ayak altına alarak ruhen temiz kalmaktır. Nitekim Epicure; "Bu hayatın gayesi zevktir." dediği halde, kendisi bir bahçe içinde bir kulübede yaşıyor. Tam bir derviş gibi bütün isteklerden kurtulmuştu. Bu şekilde nefsanî ve şehevanî isteklerden kendini kurtararak manevî zevki buluyordu. Namık Kemal merhum da bir beytinde:

  "Kimi vicdana dokundu, kimi cism ü cana
  Zevk namıyla ne yaptımsa pişman oldum" 

demişti. Fuzulî merhum da

"Bütün emelleri gönlünden eylemiş ib'ad
  Ne verseler ana şakir ne kılsalar ana şad"

(Bütün istekleri gönlünden uzaklaştırmış, ne verseler ona şükrediyor, ne kötülük yapsalar Hakk'tan bilerek ondan memnun oluyor.) demişti. Alman mütefekkiri Fichte (1782-1814):

"Bu dünyada da öteki dünyada da zevk için yaşayan kişiler, en kötü insanlardır." diye yazmıştır. Mevlana bu konuyu bir beyitte ne güzel hülasa etmiş.

*Ey dünyayı görüp de canı görmeyen kişi! Şunu bil ki dünya fanîdir ve bir nefesten ibarettir!

*Dünya dediğin bir yığın tozdur. Havaya yükseliyor, bu tozun içinde süpürge de kirlenmiş, süpüren de!

*Zavallı insan öldüğün, haşhaş gibi kırılıp döküldüğün gün, bu hayat meşgalesi, bu didinip durmalar neymiş görürsün, anlarsın.

" Mevlana'nın bu gazeli bendenize, Tanzimat Edebiyatı öncülerinden Pertev Paşa'nın Jean Jack Rousseau'dan tercüme ettiği "Ruhun ölümsüzlüğü" adındaki şu manzumeyi hatırlattı:

 "Hab-ı pür-ıztıraptır bu hayat
 Doğmuşuz ölmek üzere va hayfa
 Var ise zerre zerre zevkiyat
 Onu da kahr-ı dehr eder ifna 

 Gideriz böyle cehl ü gafletle
 Ka'r-ı girdab-ı mevte hasretle
 Türlii mihnetle, bin meşekkatle
 Mahv ü kemnam eder bizi dünya 

 Bizse seyreyleyip bu bünyadı
 Aranz tarhına nedir badi?
 Haliki, halkı sırr-ı icadı

Cümleyi bilmek isteriz hala
Sıyrıhp ruh zulmet-i tenden
Süzülüp eyledikte azm-i vatan
0 zaman hallolur bu şüphe ve zan

Bilinir hasılı nedir mana" (Bu hayat ıztıraplarla dolu bir rüya gibidir. Ne yazık ki biz ölmek için dünyaya gelmişiz. Yani anamızdan doğduğumuz andan itibaren ölüme doğru gideriz. Dünyada az da olsa zevkler vardır, fakat o zevkleri dünyanın kahrı burnumuzdan getirir. Bizler hayat yollarında bilgisizlikle, gafletle, hasretle ölüm girdabının derinliklerinde kaybolur gideriz. Akla gelmez çeşitli mihnetlerle, bin türlü meşekkatle dünya bizi mahveder, geçer gideriz. Adımız bile anılmaz olur. Halbuki bizler ölümü düşünmeden, kainatın nasıl yaratıldığına dair sebepler ararız. Yaratıcıyı, yaratılmışları, yaratılmanın sırlarını arar dururuz. Biz kendi halimize bakmadan her şeyi bilmek isteriz. Fakat ruhumuz beden karanlıklarından sıyrılarak geldiği yere ruh alemine kendi asıl vatanına gidince, o zaman şüphelerden ve zanlardan kurtulur. Hayatın ne olduğu belli olur.)

• Şu hem gizli, hem apaçık olan meydanda bulunan aşk, ne kadar kan dökücüdür, ne kadar zalimdir?

• Onun eliyle öldürüldüğün gün, yaşamaya kavuşacaksın. Yaşayan kişiler kimlerdir; aşk yüzünden ölen kişiler! 

"Hallac-ı Mansur "Muhakkak ki ölümümde hayat vardır." demişti.

• Aşkın gizli kalmasına imkan yok! Aşık olanın bütün sırlan meydandadır.

• Aşk yoksa, zevk veren güzellik de yoktur! Bu ne güzelliktir; bu güzelliği alkışlayınız!

 

585. Bülbüle sesleniş.

Mef'ulü, Mefa'îliln, Mefulii, Mefa'îlün 

(c. III, 1232)

• Ey bülbül! Sabah şarabı içme zamanı geldi. Zühre yıldızı ile beraber şarkılar söyleyerek, gel sarhoşların arasına gir!

• Nerede bir mahrem varsa hemen onu uyandır, sevgiye mahrem olmayanları, sevgiden anlamayanları sakın güzel, tesirli sesinle uyandırma! Bırak o ham kişiler, o duygusuzlar mahşere kadar uyuyakalsınlar!

• Gönlün kulağına sevgiye dair, remizli sözleri yavaş yavaş söyle de küfür bile îmana gelsin, yüzlerce iman incisi ortaya dökülsün.

• Gökyüzünde padişahın aşkından ansızın bir şimşek çakar. 0 şimşek yüzünden aya bir ateş düşer.

 

586. Meleklerin bile mahrem olamadıkları o cemal, o güzellik,insanlara meyletmezse yeridir.

Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün 

(c. III, 1251)

*Dudakları şekerin değerini düşürürse şaşmamalı, yüzü taze gülü beğenmezse haklıdır.

*Bütün alem akıl padişahının kuludur, kölesidir. Fakat akıl padişahı da o güzele hizmet etmek için karşısında el pençe divan durursa yerindedir.

*Gece zencisine kılıç çeken güneş padişahı, onun varlığını korumakta siper olursa doğrudur.

*Meleklerin bile mahrem olamadıkları o güzellik, insanlara meyletmezse, insanları özlemezse yeridir.

*însan meleklerin yüksek iş ve güçlerini yapmaz. Yapmış olsa hepsinin uhdesinden gelmek gücündedir.

*Ben bu gibi sözleri sayıp dururken, gökten şöyle bir ses duydum: "Bunlardan, bu sözlerden vazgeç ki yerine daha başka bir şey gelsin!"

 

587. Gönül onun derdinden ne zevklere dalmıştır.

Fe'ilatün, Fe'ilatiin, Fe'ilatiin, Fe'ilün 

(c. III, 1253)

• Günlük halimiz; yaptığımız iyilikler, kötülükler, padişaha gizli değildir. Nefis baş kaldırırsa onu kulağından tutar da sürüye sürüye çeker.

• Can da, gönül de, gönlün aslı da bize O'nun bir lütfudur. Eğer 0 cana da, gönüle de can vermese, onlara başka kimin yardımı gelebilir?

• Gönül O'nun derdinden ne zevklere dalmıştır! Ne hoşluklar elde etmiştir! O'nun sayısız keremini, bağışını sayıp dökmeye kalkma!

• Allah'ın aşkının gamı, hangi kervanın önünü vurmuşsa, o kervan iki dünyanın da dile gelmez, söze sığmaz karını elde etmiştir.

• O'nun ebedî hayat, ölümsüz yaşayış gerdanlığı ile şereflendiğun günden beri, ölüm meleği Azrail gönlümden ümit kesti.

• Süsen, O'nun lütfundan dil oldu da, O'nu örmeye başladı. Selvi, hürriyeti O'ndan elde etti. Çünkü boyunu bosunu ona 0 bağışladı.

• Bülbül durmadan O'nu över durur. Çünkü bülbüle dili 0 öğretti. Gül O'nun yüzünden elbisesini yırtar. Çünkü gülün yanağına o güzel rengi 0 verdi.

• Kim bu toprağa ümit tohumu ektiyse, O'nun bahar keremi ona, bire karşı yüz bağışlamıştır.

• Güneş, her akşam O'na secde eder. Bu secde yüzünden 0 padişahtan, ne ziyan gördü, ziyan görmek şöyle dursun, onun bedeni can bulmuştur.

• Güneş, her akşam O'na secde ederek batar gider. Yorgun, hasta, perişan bir halde batıp giden güneşe, seher vaktinde öyle genç ve parlak bir yüz bağışlar, gökyüzü, ay ve yıldızlar haset ederler de hasetlerinden ölürler, kaybolup giderler.

• Kim bugün bu dünyada nefsanî arzularını, şehvetini gönülden söker atarsa, her vazgeçtiği, özlem duyduğu, nefsanî isteklerinin, arzularının her biri, mezarında ona bir huri olur, eş dost kesilir.

• Kim azgınlık yolunda at koşturursa, at ona çifteler atar, o çiftelerden perişan olur, gider.

• Sen şu gazeli yarıda bırak da ezel alemini düşün, o güzelliklere hayran ol, şaşır kal! Hiç bir şeye ihtiyacı olmayan, onları tamamlasın, hissettirsin.