RUBAİLER II
51
Aşk geldi, beni her şeyden, herkesten ayırdı, beni maddî isteklerden alıkoydu, üzdü, perişan etti. Sonra bana acıdı, lütfetti ihsanlarda bulundu, beni okşadı. Allah'a şükürler olsun ki, şeker gibi vuslat suyunda eritti, beni kendine kattı.
52
0 dost, beni sevgi ile, nazla, çeşit çeşit nimetlerle besledi. Etten, deri ve damarlardan dokunmuş çok değerli bir kumaştan arkama usta bir terzinin diktiği süslü püslü bir elbise giydirdi. Aslında, tenimiz bir hırkadır. Onun içinde bulunan gönül, süfî bir derviştir. Şu gökkubbesinin içindeki bütün alem, bir ibadet yeridir. Şeyhimiz de O'dur.
53
Seni kucaklayamadığımdan beri ağlıyorum. Ağlamadan kaldığımı gören yok! Sen canımda, gönlümde ve gözümdesin, bu sebeple unutulmamaktasın. Allah için sen de beni unutma!
54
Bu sendeki gurur ne kadar artacak? Çeşit çeşit görünüşünün hayali, sende daha ne kadar sürecek?.. Sübhanallah, sende şaşılacak bir tavır, anlatılamayacak bir iş, bir hal var. Ben sana "hiç" diyeceğim ama, sen "hiç" de değılsin. Bu kendini bir şey görmen, hep senin zannın, vehmindir.
55
Hakk'ın nüriyle nürlanma kabiliyeti olan gönül sahibinin canı, Hakk'ın sırlarıyla dolar. Sakın benim etten, kemikten, deriden ibaret olan tenimi, o sırlardan habersiz tenler arasında sayma! Çünkü bu ten, Hakk'ın ihsan ve lütuf denizine girdi, baştan başa lütuf ve ihsan kesildi.
56
Allah'ı zikretmekle, değerli bir insanın değeri artar, nürlanır. Yolunu kaybetmiş kişiyi zikir, hakîkat yoluna getirir. Her sabah, her akşam, her namazda, bu "La ilahe illallah" (=Allah'tan başka mabud yoktur) sözünü kendine vird edin.
57
Eğer yaşıyorsan, canın varsa, gel, orada can feda et! Oradaki sen, buraya gelmeden önce orada idin. Orası senin asıl vatanındı. Can bir nükte duydu, bir buyrukla o yerden ayrıldı, buraya geldi. Burada yüzlerce nükte duyduğu, yüzlerce işaret aldığı halde nasıl oldu da o yere dönmedi?
58
Eğer kendini, gerçek varlığını bulmak istiyorsan, kötü huylarından, nefsanî arzularından kurtul! Kendi maddî varlığından dışarı çık! Dereyi bırak, Ceyhun doğru gel! Feleğin yükünü öküz gibi ne diye çekip duruyorsun? Bir takla at, sıçra feleğin üstüne çık!
59
Hakk yolunda ten pamuğundan can esvabını ayıran o efendi Mansur idi. Aslında Mansur; "Ben Hakk'ım!" demedi, bu sözü Hakk dedi. Mansur nerede;bu söz nerede? Bu sözü söyleyen Hakk idi, Hakk idi.
60
Gene gel! Gene gel! Her ne isen olduğun gibi gene gel! Hakk'ı tanımıyorsan, ateşe tapıyorsan puta tapıyorsan gene gel... Bu bizim dergahımız, evimiz umutsuzluk evi değildir. Yüz kere tövbeni bozmuşsan gene gel!.
Tahran Üniversitesi profesörlerinden Firüzanfer merhümun Şemsî 1342 (1963) senesinde Tahran'da bastırdığı ve benim tercümeme esas teşkil eden Ruba 'î Dtvanı'nda ve bendenizde bulunan başka yazma ruba'îler arasında bulamadığım bu ruba'înin Hz. Mevlana'ya ait olmadığını soyleyenler varsa da, Mevlana'dan bahsedilen her yerde, her toplantıda sanki bu büyük velînin başka güzel şiirleri yokmuş gibi hep bu ruba'i tekrar edilip durulur. Kimin olursa olsun, bu ruba'î:
"Allah'ın rahmetinden ümit kesilmez. Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü o çok bağışlayan, çok esirgeyendir." (39/53) Ayet-i kerîmenin izahından ibarettir.
Hoşumuza giden "Yüz kere tövbeni bozmuşsan yine gel!" sözü, "Ümitsizliğe kapılma! Allah'ın rahmetinden ümit kesme!" manasına gelmektedir.
Yoksa Hz. Muhammed(s.a.v.)'in yolundan kıl kadar ayrılmayan Hz. Mevlana, tövbeyi sık sık bozmanın Hakk'a karşı küstahlık olduğunu elbette bilmektedir.
Çünkü bir hadîslerinde alemlere rahmet olan büyük ve eşsiz Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır: "Günah işlemekte ısrar ettiği halde günahlardan tövbe eden kişi, adeta Allah ile alay etmiş olur."
Yahya b. Muaz hazretleri de; "Ben tövbeden sonra işlenen bir günahı, tövbeden evvel işlenmiş yetmiş günahtan daha çirkin görürüm." diye buyurmuşlardır.
İran'ın yetişirdiği en büyük şairlerden Şîrazlı Hafız merhum da gönül kırmanın büyük bir günah olduğunu anlatmak için miibalağalı bir ifade ile:
"Kimsenin kalbini kırma da, ne yaparsan yap! Bizim şerîatimizde bundan başka bir günah yoktur." derken; "Gönül kırma da, her türlü kötülüğü yap!" mı demek istemiştir? Yukarıdaki ruba'îyi okurken bu husüsu da düşünmek gerekir.
61
Rebab, îsrafîl'in nefesiyle seslenmede, feryad etmededir. Bu sebepledir ki, rebabın sesi, aşk ateşi ile kavrulan gönülleri diriltir. Onlara yeniden can verir, onları gençleştirir. Zamanın iyi ettiği sevgi yaralan kanamaya başlar, batıp yok olan sevdalar küçük balıklar gibi bir bir suyun dibinden yukarıya çıkarlar.
62
Ya Rabbî! Ya Rabbî; rebabın tesbihi hakkı için! Çünkü rebabın tesbihinde yüzlerce soru, yüzlerce cevap vardır... Ya Rabbi; yanmış, kavrulmuş gönül, yaşlarla dolu göz hakkıyçün söylüyorum, biz, küpteki şaraptan daha çoşkunuz.
63
Biliyor musun, şu rebabın sesi ne diyor? Diyor ki: "Benim arkamdan gel;beni takip et de yolu bul! Çünkü doğruya varmak için yola çıkmışsın ama, eğri bir yol tutmuşsun... Çünkü sormakla cevaba yol bulunur."
64
Bugün de her gün gibi yine harabız. Yine harab olmuşuz. Endişe kapısını açma! îçli feryadları ile, yanık sesiyle bize her şeyi unutturan rebabı eline al, çalmaya başla! Her zerrede, her şeyde kainatı yaratanın kudretini görenler ve onun ilahî güzelliğini kendilerine mihrap edinenler için, yüz çeşit namaz, yüz çeşit rükü, yüz çeşit secde vardır.
65
Bizim sarhoş olmamız için, şaraba ihtiyacımız yoktur. Meclisimizin neşelenmesi için çeng ve rebab da istemeyiz! Biz gönül alıcı bir güzelin yüzünü görmeden, hoş sesli çalgıcıyı dinlemeden mest olmuşuz, kendimizden geçmişiz.
66
Bizim şarabımız, kadehsiz olarak sunulmaktadır. îçimize bir ateş düşmüştür, yüreğimiz yanıp tutuşmaktadır. Fakat, bu gönül yangınının dumanı görülmemektedir. Aşk rebabının feryadı, inlemesi gerçek sevgilimizin, gönül sultanımızın yayından, O'nun mızrabındandır. Sakın; "Bu rebabdır, bu sesi rebab çıkanyor." deme!
67
0 eşsiz, parlak incinin hayali gözümün önüne geldi. 0 anda kendimi tutamadım, ağlamaya başladım. Gözyaşlarım akarken içim yanıyordu. Heyecandan şaşırmıştım. Gizlice gözümün kulağına dedim ki; "Biliyor musun? Gelen konuk çok kıymetlidir, çok azizdir. Ona bol bol aşk şarabı sun!"
68
Sübhanallah! Ey parlak, ey eşsiz inci! Seninle ben, her hususta birbirimize aykırı düşüyoruz. Ben, senin bahtınım, beni hiç uyku tutmuyor, geceleri uyuyamıyorum. Sen ise, benim bahtımsın, uykudan kendini alamıyorsun, hiç uyanmıyorsun.
69
Düşünme! Boş yere kafanı yorma! Kendini uykuya ver, uyu! Çünkü düşünce, gönlün ay yüzüne perde olur. Gönül ay gibidir. Düşünce bulut olur, onu örter, nürunu gizler. Bu sebeple gönülde düşünceye yer verme, düşünüp taşınmayı suya at!
70
Uyku geldi, göze girmek istedi fakat gözde yer bulamadı. Çünkü, göz senin sevdan yüzünden ateşler içinde kalmış, yaşlarla dolmuştu. Göze giremeyen uyku, bu defa gönle doğru gitti. Civa gibi yerinde duramayan kararsız bir gönül buldu, sonra o, tene doğru yol aldı, oraya yerleşmek istedi, orayı da harap, hem de çok harap gördü.