๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Divanı Kebir => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 21 Ekim 2010, 15:33:51



Konu Başlığı: Mal bize bela tuzağı
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 21 Ekim 2010, 15:33:51
681. Çok uğraşarak, birbirimizle çekişerek, bin türlü zorluklarla elde ettiğimiz servet,
 mal, mülk meğer bize birer bela tuzağıymış. Bizim bundan haberimiz yok!

Mefulü, Mefa'îlü, Mefa'îlü, Fe'ulün 

(c. III, 1491)

• Şu beğendiğimiz, üzerine titrediğimiz, çeşitli gıdalarla beslediğimiz bedenden bütün halk, herkes iyidir. Fakat bu bedenin ahmaklığı yüzünden şaşırıp kaldık, parmağımızı dişledik.

• Birşeyden kaçacaksan yılandan, akrepten, arslandan, kaplandan kaçma da, bedenden kaynağını alan nefsanî isteklerden, heveslerden kaç! Çünkü başımıza gelen bütün belalar, çektiğimiz bütün zahmetler, meşakkatler boş ve olmayacak heveslerden meydana gelir.

• Vallahi onun yeşilliğine, onun gül bahçesine bakıyorum da görüyorum ki onun yüzünün nurundan başka sığınılacak yer yok!

• Her sabah kalkıp yüzünü tertemiz yıkayınca, yine günlük işler başlar, yine gönül, hayat mücadelesi sevdasına düşer. zamanında koşulan yere koşar.

*Halkın gönlü güç bir hale uğrayınca, başa bir sıkıntı, bir bela gelince, Allah'ım hepimiz sana muhtacız, irademizi sana vermişiz." diye bir yere yönelir, işte oraya  varır.

*Çok uğraşarak, birbirimizle çekişerek, bin türlü zorluklarla elde ettiğimiz servet, mal, mülk meğer bize birer bela tuzağıymış. Dünya işlerinden, hayat mücadelesinden, senelerin getirdiği bitkinlikten artık bıktık ve usandık. kanadı kınk, bedeni yorgun bir halde; "Allahım sana doğru uçuyoruz, sana geliyoruz. Bize acı, merhamet et.!"

 

682. Sevgili ile öyle bir hale geldim ki, kendimi sevgiliden ayırdedemiyorum.

Mefulü, Mefa'îlii, Mefa'îlii, Fe'uliin 

(c. III, 1487)

*Bugün öyle bir haldeyim ki, eşeği sırtındaki yükten ayırd  edemiyorum. gün öyle bir haldeyim ki, gülü de dikenden ayırd edemiyorum.

*Sevgili bugün beni öyle bir hale getirdi ki, sevgili ile öyle bir hale geldim kendimi sevgiliden ayırd  edemiyorum. Ben kimim? Sevgili kim? bilemiyorum.

*Dün içtiğim şarabın verdiği mestlik, beni sevgilinin kapısına götürmüştü. fakat bugün öyle bir haldeyim ki, evle kapıyı ayırd edemiyorum.

*Geçen sene, gönlümün havf (korku) ve reca(ümit)dan iki kanadı vardı.bugün ise öyle bir haldeyim ki, kanat nedir, uçuş nedir, geçen sene nerede? farkında bile değilim.

*Aşık kişi dünya işlerine karşı kör olur. Fakat benim gibi değil. Çünkü ben, ne sağırın, ne körün farkındayım, ne de işin gücün farkındayım.

*Ben çenge benziyorum. Çıkardığım nağmelerden haberim yok, sırlar söylemedeyim. Fakat sırlar nedir; bilmiyorum.

 

683. Bahçede sevgilinin güzel yüzünden başka birşey göremiyoruz.

Mefülü, Mefa'îlü, Mefa'îlü, Fe'ulün 

(c. III, 1483)

• Ey ay yüzlü sevgilim! Bugün biz öyle mestiz ki, evimizin yolunu bulamıyoruz, kendimizi yabancıdan ayırd  edemiyoruz.

• Senin aşkının yüzünden akıl bağından kurtulduk. Şimdi biz perişan olmaktan, deli divane olmaktan başka birşey bilmiyoruz.

• Bahçede sevgilinin güzel yüzünden başka birşey göremiyoruz. Güller, laleler, reyhanlar hep bize sevgiliyi hatırlatıyor. Ağaçların dallarının mestane bir eda ile oynamalarından başka birşey seyretmiyoruz.

• Dediler ki: "Bu toprakta bir dane gizlidir. Biz tuzağa öyle bir tutulduk ki, daneden haberimiz bile yok!"

• Bugün şu nükteye ait sözlere dalmayın, masal okumayın, gönül efsun  kabul etmez. Biz masal nedir bilmiyoruz.

• Gönlümüz sevgilinin saçlarına tarak gibi öyle daldı ki, saçı taraktan ayırd  edemiyoruz.

"Bir halk şairimizin şu beyti hatıra geldi:

  "Yapsalar kemiğim tarak
  Yar zülfünün tellerine.!"

• Sen bize şarap ver; "Bu kaçıncı kadehtir?" diye de sorma! Sevgilim biz seni hatırladığımız için şarapla kadehi birbirinden ayırd  edemiyoruz.

 

684. Mana evi, dünya evi.

Mefülü, Mefa'îlii, Mefa'îlii, Fe'flliin 

(c. 111, 1479)


• İçinde yüz kere sofra kurduğumuz, yemekler yediğimiz, etrafında dönüp dolaştığımız ev yok mu?

• İşte biz o saadet eviyiz, o mana eviyiz. 0 mana evinin bölgesiyiz. 0 evin nimetlerini unutmadık.

• 0 ev mert kişilerin evidir. 0 evde arslan yürekliler yaşar. Biz bu mert insanların evinden kaçarsak nasıl olur da insan olabiliriz.

• Orada mana şarabıyla mest olmuş insanlar var. Dışarda üzüm şarabıyla mest olanların baş ağrıları, uygunsuz hareketleri, sersemlikleri var. Mana evinde tamamıyla lütuf kesiliriz, başka yerlerde ise baştanbaşa derdiz, mihnetiz.

• Mana evinde lal renkli şaraptan da daha neşeliyiz. Fakat burada, dünya evinde iki yanağımız da sapsarı, sarı şişeden de daha sarı.

• Mana evinde hepimiz sütle şeker gibi birbirimize karışmışız, birleşmişiz. Burada ise hepimiz birbirimize düşmanız, birbirimizle kavgalıyız. Dünya nimetleri için birbirimizle insafsızca çekişir dururuz.

• Bilmediğimiz, görmediğimiz bir gök vardır ki, o gökte bir şimşek çakınca bizler gökyüzüne, ötelere yükseliriz. Orada kendimizi gösterir, şu yeryüzünü de işe yaramaz eski bir hasır gibi dürer, kaldırırız.

 

685. Sus onun varlığı tecelli edince, öyle bir var oluruz ki, var oluşumuzu biz de bilemeyiz.

Mef'ulü, Mefa'îlü, Mefa-îlü, Fe'ülün 

(c. III, 1477)

• Bugün seher vaktinden beri perişanız, mestiz. Mademki perişan olmuşuz, biz de halimize uygun olarak perişan sözler söyleyelim.

• 0 şarabı ki sen verdin ve bu akıl ki bizdedir. Eğer biz bu akılla kadeh kırarsak bizi mazur gör!

• Harabatın rindleri, üzüm suyu şarabını içtiler ve sızdılar. Bizse içtikçe içtik, sızmadık, oturduk kaldık.

• Biz bir an kadim olan aşkın belasını içmedeyiz. Bir anda elest münacatına "bela" (=evet) demedeyiz.

• Yukarısı tamamıyla bağ, bahçe olmuş, aşağısı baştan başa define kesilmiş, bizde öyle şaşılacak kişileriz ki, ne yukardanız, ne de aşağıdan!

• Sus, onun varlığı tecelli edince öyle bir var oluruz ki varlığımızı, var oluşumuzu biz de bilemeyiz.

• Ey bilgin kişi! Nabzımıza bir el at! Biz elden çıkmışız, ama hangi elin yüzünden çıkmışız? Bunu bir anla!

• Puta tapmak kafirliğin temelidir. Ama bu canlı puta tapmasak biz kafir oluruz.

 

686. Biz Allah'ın hekimleriyiz. Hiçbir hastadan muayene ve tedavi ücreti almayız.

Fe'ulün, Fe'ülün, Fe'ulün, Fe'ul 

(c. III, 1474)

• Biz mütefekkiriz, hekimiz Bağdat'tan geliyoruz. Biz bir çok hastalan, gamdan kurtardık.

* Biz gerçek hekimleriz. Hz. İsa'nın talebeleriyiz. Nice ölülere üfürdük, dirilttik.

* Ölüleri nasıl dirilttiğimizi görenlerden sorunuz. Onlar elemlerden kurtulanları, şükranlar içinde hayata kavuşanları size anlatsınlar.

* 0 hekimler çok uzaklardan gelen garip kişilerdir. Hastalara verdikleri ilaçlar da hiç görülmemiş, acayip, garip ilaçlardır.

* Onlar diyorlar ki: "İnsanların başlarına bela olan gussaların, kederlerin başlarını ezeriz. Gamı evlerden dışarı atarız. Hepimiz güzeliz, dilberiz, bayram ayı gibi her tarafa sevinç ve neşe getiririz.

* Biz Allahın hekimleriyiz. Hiçbir hastadan muayene ve tedavi ücreti almayız. Biz tertemiz ruhlarız. Kirli huysuz değiliz.

* Biz anlayışlı hekimleriz. îdrar tahlili şişesine ihtiyacımız yoktur. Fikir gibiyiz, hastanın bedeninde dolaşır dururuz."

 

687. Bana az gam verdiğin zaman gönlüm darılır, mahzun olurum.

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îliin, Mefa'îlün 

(c. III, 1431)

* Bana az gam verdiğin zaman gönlüm daralır, mahzun olurum. Derdi, gamı aşımdan aşağı dökersen bana çok gam vermek, çok ızdırap çekdirmek lütfunda bulunduğunuz için utanırım. iyiliğinize karşı mahcup olurum.

"-Fuzulî merhum:

"Az eyleme inayetini ehl-i dertten,
 Yani ki çok belalara kıl mübtela beni!"  diye münacatta bulunduğu gibi, Azmizade Haletî merhum da:

 "Mahzun oluruz kaçan ki dilşad olsak
  Neşelendiğimiz zaman mahzun oluruz." diye yazmıştı.

• Sen verdiğin için, senden geldiği için ben gamı çok seviyorum, daha çok gamlanmak istiyorum. Fakat gamın kıskanıyor da, bana daha çok gam gelmesine müsaade etmiyor. Sevdan da beni bırakmıyor ki, bedenimin aslına döneyim, balçık haline geleyim.

• Yalnız ben değil, senin gamını herkes sever. Çünkü bütün dünyanın cezalarını senin gamın diri tutar. Fakat ben senin verdiğin gamı başkaları ile paylaşrnak istemiyorum. Senin bütün gamını tek başıma çekmek istiyorum.

• Karşıma çok acayip, şaşılacak derecede acı bir dert çıkarırsın; bu yeni gelen büyük dert, eski derdime deva olur. Beni ızdıraptan kurtarır, gam yollarından bir acayip toz kaldırırsın ki, o toz benim gözlerime sürme olur.

• Senin verdiğin hastalık, başka bir hastalığın gelmesine yol vermez; hazinen, benim fakir olmama imkan vermez.

• Sabahın bir mum yakmama müsade etmez. Apaçık meydanda oluşun delil getirmeme yer vermez.

• Önüme gelen bir hayal, fanî bir güzel, gerçek sevgiliye perde olur. Gerçek sevgilinin hayalini örter. Bana örtü olan o hayalin kanını dökmek helaldir.

• Senin aşkınla ben iki dünyanın da hayalini yakar, yandırırım. Ben bir mum gibi yanarsam bu iki pervane de benim alevimle yanar.

 

688. Benim canım ile senin canın birleşmişler, bir can olmuşlardır.

Mefulü, Mefa'îlün, Mefulü, 

(c. III, 1458 )

• Bir lahza, bir an bile senden vazgeçemem, elimi çekemem. Çünkü benim işim gücüm hep sensin, her an seninle meşgulüm.

• Benim canımla senin canın birleşmişler, bir can olmuşlardır. Bu tek can hakkı için, bu tek cana yemin ederim ki, ben şu dünyada senden başkasından bezmişim, usanmışım.

• Ben senin güzelliğinin bağından derlenmiş bir demet çimenim, bir demet otum. Lütuf, ihsan elbisesinden tek bir külah gibiyim.

• Bu alem senin etrafında vuslat gülünü koklamak ümidi ile, duvarların üstüne saçılmış bir dikendir. Ben o dikeni çiğneyip durmadayım.

• Bu dünya dikeni böyle güzel olursa, kim bilir gül bahçesi nasıldır? Ey sırları benim sırlarımı silip süpüren, alıp götüren güzel!

• Ey benim canım! Gökyüzünde bile aya güneş arkadaş olmuş; anlıyorum ki sen de beni yabancılar meclisinde yalnız bırakmayacaksın.

• Bir dervişin yanına gitmiştim. Bana: "Allah sana yardır, yaverdir!" dedi. Sanki onun duası ile, senin gibi bir padişah bana yar oldu.

* Her cins kendi hayat zincirini sürüyerek, kendi cinsinin yanına gider. Ben ;imin cinsiyim ki, burada şu tuzağa tutulmuş kalmışım?

* Sevgili! Gizlice hırsız gibi gönlümün etrafında dönüp duruyorsun. Ey kurnaz dilberim! Ben senin ne aradığını, ne istediğini biliyorum. Benim gönlümü alıp götürmek istiyorsun.

* Sevgili! Elbisenin altında gizli bir mumun var. Onu yakarak, harmanımı ambarımı ateşe vermek niyetindesin.

* Ey benim gönlüm, gül bahçem! Ey benim sağlığım, hastalağım! Ey benim Yusuf  yüzlü sevgilim! Ey benim pazarımın, alış verişimin parlaklığı!

* Sen gönlümün etrafında dönüp duruyorsun. Ben de senin kapının önünde d önüyorum, dolaşıyorum. Elinde bir pergel gibiyim. Başı dönmüş bir halde senin etrafında dönüp duruyorum.

* Senin kutlu güzel yüzüne karşı, gam ve elem hikayesine başlarsam vallahi gam ve elem benim kanımı içer, ben buna layığım.

• Şu halk senin hikmet definin çalınmasıyla oynar, durur. Fakat senin istediğin perde vurulmadıkça, bir perde tutsun da oyuna, çalgıya girişsin; ben bunu ummam.

• Senin defınin sesi gizli de, halkın oynaması aşikar. Kaşıdığım meydanda da, kaşıyış gizli.

• Sudayım, topraktayım, ateşler içindeyim. Rüzgarlarla üzülüyorum. Bu dört unsurun etrafında, fakat ben bu dördünden değilim. Ben ötelerdenim.

 

689. Susarak, ağızsız, dilsiz konuşanların yazı tahtasıyım.

Mefulü, Mefa'îlün, Mef'ülü, Mefa'îlün 

(c. III, 1466)

• Ben aşkta Hz. Süleyman gibiyim. Kuşların dostuyum. Onların dilinden anlıyorum. Bende hem peri aşkı var, hem de istediğim zaman perileri çağırabiliyorum.

• Her kimde daha çok peri huyu varsa, hemen onu yakalar, şişeye kapatırım. Ona bir efsun okurum, keskin kılıcımı sallaya sallaya onu korkuturum.

• Bu işten ötürü de dehşet içindeyim, şaşırıp kalmışım. Hem aklım başımda, hem de kendimde değilim. Hem söz söylüyorum, hem de susmadayım, hem de susarak, ağızsız, dilsiz olarak konuşanların yazı tahtasıyım.

• Feryad ki, Hz. Meryem ilahî bir ruh ile bir başka renge girdi, bir başka hale büründü. Feryad şu halden ki, ben artık feryad etmeyi de bilmiyorum.

• 0 renkten nasıl da renksiz hale geldim! 0 alına dökülen kıvrım kıvrım saçlar yüzünden salkıma döndüm. Ya Rabbî, o mum yüzünden pervane gibi oldum, yandım, yakıldım.

• Dedim ki: "Ey ay yüzlü sevgili senin bugün bir başka güzelliğin var." 'Git!" dedi, "Bana böyle söyleme, bana bir insan gözü ile bakma!"

• Ey hoca, eğer sen insansan neden şüphelere düşüyor, kuruntulara kapılıyorsun? Üzülüp duruyorsun? Senin hasedinden, hırs ateşinden canım dumanlar içinde kaldı.

• Ya deli divane bir aşık ol; yahut da yanımızdan git! Şu hayat perdesine varlıkla, benlikle aksetme de, perdeyi yüzüne örtmeyeyim.

• Ben hem kanım, hem de süt. Hern çocuğum, hem de ihtiyar. Hem kulum köleyim, hem de emîrim. Hem buyum hem de o!

• Ben hem şekerler dağıtan Şems'im, hem de Tebriz şehriyim. Hem sakîyim hem mestim, hem meşhurum, hem de gizli. Beni hiç kimse göremez.

 

690. Sen bana bir ad tak da, kendimi o ad ile çağırayım.

Mef'ulü, Mefa'îlün, Mefülü, Mefa'îlün 

(c. III, 1467)

• Hocam benim tuhaf bir şeklim var. Acaba ben kime benziyorum? Bir an oluyor, peri şekline giriyorum. Bir an oluyor perileri çağırıyorum.

• îştiyak, özlem ateşi içinde hem toplu haldeyim, hem de bir mum olmuşum, topluluğu aydınlatmadayım. Hem dumanım, hem nurum. Hem topluyum, hem dağınık, perişanım.

"Mevlana'nın bu beyti, rnuasır tran şairlerinden Şehriban'ın şu beytini hatırlattı:

"Toplumu aydınlatan mumun kendi yanmasından ne korkusu olacak; çünkü o yanarak, eriyerek, kendini yok ederek toplumun aydınlanmasını aramaktadır."

• Gönül rebabının kulağından başka hiçbir şeyi öfke ile çekip durmam. Saadet çenginden başka hiçbir şeyi mızrapla incitmem.

• Şeker gibi tatlıyım, süt gibi yağımı çıkarmak için kendimi dövmedeyim. Bazen hiçbir şeye kızmaz, kendimi tutarım. Başkasını kırmamak için kendimi kırarım. Bazen tabiatım delirince zincirimi şakırdatır dururum.

• Hocam ben ne biçim bir kuşum. Ne kekliğe benziyorum, ne de doğana. Ne güzelim ne çirkin, ne buyum ne oyum.

• Ne pazar taciriyim ne de gül bahçesinin bülbülü. Sen bana bir ad tak da kendimi o ad ile çağırayım.

• Ne kulum ne hür, ne mumum ne demir, ne ben kimseye gönül verdim ne de kimse bana gönül verdi.

• îster şerde olayım ister hayırda, hayrım da şerrim de benden değil, başkasındandır. 0 beni nereye çekerse oraya giderim. Başka bir çarem yok.