๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Divanı Kebir => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 21 Ekim 2010, 15:04:07



Konu Başlığı: Aşk dersi,çalışmakla öğrenilmez
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 21 Ekim 2010, 15:04:07
751. Aşk dersi, çalışmakla öğrenilmez.

Mef'ulü, Fa'ilat, Mefa'îlü, Fa'ilat 

(c.IV,1710)

• Senin güzel yüzünü görünce, yeşil çimenlerden, gül bahçelerinden vazgeçtik. Gözünü görünce de şarabı ve şarapçıyı görmez olduk.

"Gözün döktüğü kanlı yaşlar, şaraba benzetilmiştir. Bir ilahide: "Gözüm ki kana boyandı, şarabı neyleyeyim?" denmiştir.

• Oturduğumuz evi rehine verdik, geldik, senin mahalleni yurt edindik. Dükkanı yıktık, işten, kazançtan vazgeçtik.

• Neyimiz varsa hepsini aşk yağma etti. Kardan, zarardan, alış verişten vazgeçtik.

• Aşk davasına girişmek, sonra da hayadan, utanmaktan bahsetmek olamaz. Bu sebeple biz aşk yoluna düşünce hayadan, utanmaktan vazgeçtik.

"Bir başka beyitte Mevlana şöyle buyurmuştu:

"Eğer sen aşkın aşığı isen ve aşkı arıyorsan, keskin hançeri al, utanmanın boğazını kes!"

• Gamın haddine mi düşmüş ki bizim adımızı ansın? Elini çırp, bizi alkışla ki artık biz gamdan da, gam çeken gönülden de kurtulduk.

• Neşe yürüdü, gönül hoşluğu ülkesi bize verilmiş. Azın, çoğun varından da yoğundan da vazgeçtik.

• Biz söz söylüyoruz, sen inkar ediyorsun. Biz iki alemin ikrarından da, inkarından da vazgeçtik.

• Dünya işini paylaşmayan şu köpeklere bak! Nasıl da birbirlerine düşmüşler. Biz köpekten doğmadık, köpek de değiliz. Bu sebeple biz dünya işinden vazgeçtik.

"Bu beyitte şu hadîse işaret var:  "Dünya bir leştir. Köpekler onu isterler."

• Gönül sırlarını ancak Allah bilir. Bu bize kafi. Bizler kötünün kötülüğünden, hilecinin de hilesinden kurtulduk.

• Aşkın verdiği ders hiç unutulur mu? Ona çalışmaya ihtiyacımız yok. Zaten o ders çalışmakla öğrenilemez.

 

752. Ben eskiden ettiğim tövbelerden tövbe ettim.

Müstef'ilün, Fe'ülün, Müstefilün, Fe'ulün 

(c.IV,1685)

• Ey çalgıcı! Şu gazeli oku: Ben sevgiliden, her çeşit gülden, her çeşit dikenden vazgeçtim. Çünkü artık tövbe ettim.

• Bazen işime çok düşkün olurum. Adeta işimin mesti olurum. Bazen mahmur olurum. Artık işten de, mahmurluktan da vazgeçtim. tövbe ettim.

• Boğazıma kadar tövbe etmek suçuna gömülmüşüm. Tövbeden o kadar canım yandı ki, eskiden ettiğim tövbelerden de şimdi tövbe ettim.

" Tövbe etmekten tövbe etmek ne demektir? Ariflere göre bir insanın: "Ben bu işi bir daha yapmayacağım." diye tövbe etmesi, o kişinin kendinde bir güç, bir varlık hissetmesi anla-mına gelir. Ey zavallı insan! Sen kimsin ki: "Ben bunu bir daha yapmayacağım." diyor-sun. Her şey Hakk'tan geldiğine göre, senin bir yapma gücün var mıdır? Tövbe etmekten tövbe etmek hali, bize ait değildir. Kamil insanlara aittir. Arifler, kamil insanlar, Hakk'ta fanî olduklan için, bıitiin isteklerinden, bütiin iradelerinden kurtulmuşlardır. Tamamıyla Hakk'a teslim olmuşlardır. Bizim gibi insanların yaptığı hatalardan tövbe etmesi, o suçu bir daha işlememek için ahitte bulunması ve Hakk'ın verdiği cüz'î iradeyi kullanması şart-tır. tnsanın işlediği giitidhlardan tövbe etmesi, Kur'an-ı Kerîm'in bir çok yerlerinde emre-dilmektedir. Peygamber Efendimizin bir çok hadîslerinde tövbe üzerinde durulmaktadır. Bu konu hassas bir konudur. Yanlış anlaşılmamalıdır. Peygamberler ve onlann varisleri olan gerçek veliler niçin geldiler? Hepsi de cüz'î iradelerimizi kullanarak imana gelmemizi, günahlardan arınmamızı emretmiyorlar mı?"

• Ey şarap satan, kadehi elime ver. Ben sıkılmayı bıraktım. Arlanmaktan tövbe ettim.

• Allah Allah! Ey çalgıcı! Ben yolumu şaşırdım. Sen kendi yolunu, kendi işini iyi bilirsin. Çengi eline al da telleri üzerine tövbe ettiğimi çal!

• Düşünmekten, çare aramaktan gönlüm parça parça olmuştu. Anladım ki çare, çaresizliktedir. Çaresiz tövbe ettim.

• Sen ay yüzünü göster de karanlık geceyi nurlandır, güzelleştir! Ben o günahın zevkinden çok tövbe ettim.

• Tövbe vaktidir dedim. Bir çılgın aşık bana: "Ben eski bir tövbe eden kişiyim, ben geçen sene tövbe ettim." dedi.

 

753. Bana tas tas şarap ver de;  beni varlığımdan kurtar!

Müfte'ilün, Fa'ilatü, Müfte'ilün, Fa'ilat 

(c. IV, 1716)

• Bu gece şu ben zavallının bedeninden canı tamamıyla al, al da bundan sonra dünyada, kimse benden bahsetmesin!

• Şu anda senin mestinim. Bana bir kadeh sun da iki cihandan da vazgeçip, büsbütün sende yok olayım.

• Ben sende yok olunca, hani o senin bildiğin hal başına gelince, yokluk kadehini elime alırım da kadeh kadeh senin aşk şarabını içerim.

• Can senin yüzünden yandı, yakıldı. Mum senden nur aldı, aydınlandı. Bir insan da eğer senden yanmazsa, o hamdır, ham!

• Sen bana birbiri ardınca yokluk şarabını sun! Ben tamamıyla yok olunca, yokluğa dalınca, artık evi damdan ayırdedemem.

• Ey yokluğuna binlerce varlık kul olan, köle olan! Yokluğun arttıkça can sana yüzlerce secde eder.

• Bana tas tas şarap ver de, beni varlığımdan kurtar! Şarap olgun kişilere Hakk'ın bir nimetidir. Akıl ise ham kişilere mahsus bir şeydir.

• Yokluk denizini dalgalandır da, beni kapsın götürsün! Ne zamana kadar korku ile deniz kıyısında adım adım duracağım?

 

754. Ben onun aşk bahçesinde güller, reyhanlar, yaseminler içindeyim.

Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilat 

(c. IV, 1682)

• Ben kederle dolsam da, gülsem de o padişahın devletine aşığım.

• Padişahın aşkına gönül vermek, benim tacımdır. Bana bundan başka bir tac verse bile, ben onu almam.

• Onun gül dalının rengi, benim varım yoğumdur. Çünkü ben onun gül bahçesinin bülbülüyüm.

• Ben onun kapısının  toprağından başka bir yere oturmam. Onu gönlümden, canımdan başka bir yere oturtmam.

• Gece gündüz ben onun nimeti ile besleniyorum. Ben onun aşk bahçesinde güller, reyhanlar, yaseminler içindeyim.

• Dünya ister harap olsun, ister mamur olsun, benim için önemi yok! Şunu biliyorum ki, ben onun yıkılmış, harap olmuş bir kuluyum.

• Aslım toprak olduğu için, yeryüzünün toprağı ile dostum, onunla birim! ama yine de padişahım bana büyük bir lütufta bulunmuştur. Bana hiç bir yaratığa vermediğini vermiştir. Bana kendinden can bağışlamıştır.

 

755. Biz dertlere dermanız, çaresizlere çareyiz.

Mefulü, Fa'ilatü, Mefa'îlii, Fa'ilat 

(c. IV, 1709)

• Biz kıtlık içinde kalmış susuzlarız, çok nimetler görmüş, çok yemekler yemiş kişileriz. Çaresiz değiliz, dertlere dermanız, çaresizlere çareyiz.

• Mecliste şaraba benzeriz, neşe dağıtırız, gamlılara neşe bağışlarız. Savaşta Hz. Ali'nin Zülfikar'ıyız. Şükretmede sanki kaynağız, sabretmede mermer kaya gibiyiz.

• Biz rüşvet padişahı değiliz. Biz paramparça olmuş gönül hırkalarını diker, yamarız.

• Bizden sır saklama, biz senin gönlündeyiz. Her şeyi biliyoruz. Bizden gönlünü çekip alma, gönlün bizim elimizdedir!

• Biz saman altında kalmış gizli, uçsuz bucaksız bir deniziz. Yahut da göklerde parlayan güneşiz.

• Mest bir halde aşk evinin damı kenarında durduğumuza bakma! Dam da bilir ki, bizim kıyımız kenarımız yoktur.

• Ay ışığı dam kenarına vurmaktan hiç korkar mı? Peki biz neden gam yiyelim? Biz üstün bir varlığız, göklerde dolaşan aya binmişiz.

• Biz Ahmed(s.a.v.)'in tevhid müjdesini vermedeyiz. Hz. îsa gibi çocukken beşikte konuşuruz. Bütün bunlara rağmen, biz artık konuşmayalım, susalım.

 

756. Kan oldum, aşkın damarlarında dolaşmaya başladım.
Gözyaşı oldum Hakk aşıklarının gözlerinden aktım.

Fa'ilatün, Fallatün, Fa'ilat 

(c. IV,1661)

• Hakk yoluna düşenlere mahrem oldum. Herkesin madde peşinde koştukları bir zamanda manaya önem verenlere hemdem oldum, arkadaş oldum.

• Altı yönden de dışarda manevî bir kubbe gördüm. Ben o kubbeye toprak aldum. Döşeme oldum, kan oldum, aşkın damarlarında coşarak dolaşmaya başladım. Gözyaşı oldum, Hakk aşıklarının gözlerinden aktım.

• Bazen beşiğinde konuşan İsa gibi baştan başa dil kesildim. Bazen de Hz. Meryem gibi susan bir gönül oldum.

• Hz. İsa'nın, Hz. Meryem'in kaybettikleri bir şey vardı ya, eğer bana inanırsan bil ki; o kaybedilen şey ben oldum.

• Zevalsiz aşk neşterine karşı yüzlerce defa yara oldum, merhem oldum.

• Her adımda Azrail (a.s.) benim yol arkadaşım olmuştu. Ondan korktum, perişan oldumsa canım çıksın.

• Ölümle yüzyüze savaşa giriştim. Korkmak şöyle dursun, karşıma çıktığı için ölürnün kendisinden neşeler aldım, sevinçler elde ettim.

• Varlık yükünü tamamıyla sırtımdan attım, ölümsüzlük üzengisine ayak bastım, ölümsüzlük atına bindim.

• Gerçi belim çeng gibi büküldü ise de, yine de sen ölümsüzlük "ney"inin sesini benden duy, benden işit!

• Benim için Şems-i Tebrizî bayramların en büyüğü olan "îd-i ekber" idi. İşte ben o bayrama büyük bir kurban oldum.

 

757. Ben neyim?

Fe'ilatün, Mefa'ilün, Fe'ilat 

(c. IV,1759)

• Ah ben ne biçim bir insanım, ne renkteyim, ne haldeyim? Ne olduğum belirsiz, acaba ne zaman kendimi olduğum gibi göreceğim?

• Sen bana dedin ki: "Gönlündeki sırları gizleme, ortaya dök, benim içinde bulunduğum orta nerede; göster bana'."

• Hem hareketsizim, hem de koşup duruyorum. Şu ruhum ne zaman süküta kavuşacak?

• Ben kıyısı bulunmayan öyle şaşılacak bir denizim ki, denizim de kendisinde gark oldu gitti.

• Beni bu dünyada da arama, öte dünyada da! Benim bulunduğum alemde her iki dünya da kayboldu.

• Ben yokluk gibi kardan da ziyandan da kurtulmuşum. Ben kardan da ziyandan da haberi olmayan acaip bir kişiyim.

• Ona dedim ki: "Ey can, sen bizim ta kendimizsin." Dedi ki: "Şu görünen maddî varlığımda ben kendimi göremiyorum, kendim neyim ki, siz olayım."

• Şu halde: "Sen o'sun." dedim. "Haydi sus; öyle söyleme!" dedi. "Ben öyle bir şeyim ki dile gelemem."

• Dedim ki: "Dile gelmiyorsun, söze sığmıyorsun ama, işte ben şimdi seni dilsiz, dudaksız, sözsüz söylemedim."

• Ben yokluktan ay gibi doğdum, dünyaya geldim, parlamaya başladım. îşte gökyüzünde ayaksız olarak koşup duruyoruz.

• "Ne koşuyorsun, dur da bak! Ben apaçık ortadayım ama aynı zamanda gizliyim!" diye bir ses geldi.

• Ben Şems-i Tebrizî'yi görünce eşsiz bir deniz oldum. Görülmemiş bir inciyim, emsali bulunmayan bir hazineyim.

           

758. Ecel beden evini yıkmadan, biz beden evini yapana kavuştuk.

Fa'ilatün, Fa-ilatün, Fa'ilat

(c. IV, 1670)

• Can harman yerine yine geldik. Doğan kuşu gibi padişaha doğru yine uçtuk geldik.

• Gariplikten, ayrılıktan bıktık; aslımızın, başlangıcımızın yanına geldik.

• Dilencilikten, niyazdan, yalvarmadan kurtulduk. Oynayarak nazlanmanın yanına geldik.

• Sırra mahrem olanların sofrasında can besleyelim. Çünkü bizler sır perdelerinin arkasına geçtik.

• Takdir ezel kemendi attı, bizi kendine çekti. Böylece biz de sebepleri hazırlayanın yanına geldik. Sebeplere ihtiyacımız kalmadı.

• Ecel beden evini yıkmadan, biz beden evini yapana kavuştuk. Allah'a hamdolsun, biz "Ölümden evvel ölünüz!" sırrına mazhar olduk.

• Somunumuz pişti, kokusu burnumuza geliyor. Biz o kokuyu aldık da ekmekçinin yanına geldik.

• Artık sen sus da, can, duygularımıza tercümanlık etsin; "Kötülüklerden,

kirliliklerden, bayağılıklardan kurtulduk, yücelikten yüceliklere ulaştık." desin.

 

759. Ben onun tortulu şaraba benzeyen derdine kadeh olurum.

Fe'ilStiin, Fe'iiatün, Fe'ilat 

(c. IV, 1677)

• Bir an beni gül bahçesi gibi hoş bir hale sokar, bir an da kış mevsimi gibi soğuk bir hale getirir.

* Bir an beni faziletli bir insan, üstad bir kişi yapar, bir an da beni okula yeni başlamış bir çocuk eder.

• Bir an olur taş atar, beni kırar, bir an olur beni gerçekler padişahı eder.

• Bir an olur, beni güneş kaynağı yapar, bir an olur baştanbaşa karanlık bir gece haline sokar.

• İki elimle eteğini tuttum. Bakalım beni ne hale sokacak?

• 0 beni mest olmuş kişilere sakî yapar, ama ben onun tortulu şaraba benzeyen derdine kadeh olurum.

• Bana şeker kamışlığı lakabını verir diye gece gündüz onun şekerini satın alır dururum.