๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Dinler Tarihi => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 30 Ekim 2010, 02:03:16



Konu Başlığı: Tanrısal Devlet Yankıları
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 30 Ekim 2010, 02:03:16
4.1- Tanrısal Devlet Yankıları


İsa'nın haber verdiği ve şakirtlerinin de göreceklerini müjdelediği Tanrısal Devletin ve Ahir Zaman olaylarının meydana gelmemesi, ilk cemaatı hayal kırıklığına uğrattı. Haber verilen devrin, Havariler zamanında meydana geleceği kanaati zayıfladı. Ancak, İsa'nın ölüm ve haşir ile ilgili haberler, Ahir Zamanla ilgilendirilerek yorumlanmaya devam etti. Haftanın ilk günü (Pazar), haşir günü, “Rab Günü” olarak kabul edildi. Yine, İsa'nın geri dönmesi ve olağan üstü değişiklikler, pazar gününde bekleniyordu. İsa, ölümden dirildiği gibi, yine bir pazar günü dünyaya geri dönerek olağan üstü devri açacak, bir nevi ahiret hayatını başlatacaktı. Bu sebeple, her gün yapılan “Rabbın Ziyafeti” (Komünyon) ayini, sonraları “Rab gününe” (pazara) bırakıldı. Bu ayin, İsa'nın dönmesi için bir davet, bir rica ve tekrar cemaatla birleşmesinin bayramı sayılıyordu. Ancak, beklenen günün çok uzaması sebebiyle İsa'nın dönüş günü, zamanla senede bir güne, Paskalya bayramına bırakıldı. Bu inancın, 3. Yüzyıla kadar bütün canlılığıyla yaşadığı kaynaklarca sabittir. Yaklaşan günün işareti olarak, bazı yeni yorumlar da ortaya çıktı. Güneşin kararması, Mabet perdesinin yırtılması, zelzele, mezarların açılması ve ölülerin haşri gibi ahir zaman alâmetlerini^ İsa'nın ölümü esnasında meydana geldiği ve artık kıyametin yaklaştığı söyleniyordu.

Yahudi isyanları sebebiyle meydana gelen sıkıntılı olaylar, mabet Per­desinin yırtılması, kutsal yerlerin tahrip edilmesi, ahir zamanın açık alameti sayılıyordu. Ama, haşir durdurulmuştu. Nikodemus İncili'nin yazarı Kudüslü Küril (Cyrill) ve Epifanyüs (Epiphanius), hadiseyi daha da canlı bir şekilde tasvir ediyorlardı. Bunlara göre, halen yaşamakta olan Kudüslüler, 10-15 sene önce ölen akrabalarının mezardan kalkışlarına ve dirilişlerine şahit olmuşlardı. Artık ölmüş babalar, kardeşler sokakta birbirleriyle karşılaşıyor ve şaşkınlıkla birbirlerine, “Sen şuraya gömdüğümüz filan ve filan değil misin?” şeklinde sorular soruyorlardı. Daha sonraki yüzyıllarda, Amfilokiyus İkoniyum gibi, bazı Hıristiyan yazarlar, İsa'nın haşriyle beraber azizlerin umumi haşrini yalanlıyor ve haşir olanların sayısını sadece 500 kişiyle sınırlandırıyordu.

Karışıklığın kaynağı, Kilisenin zaman hesabında idi. II. Yüzyılda yazılan Barnaba Mektubu'nun şahadetine göre, daha ilk devirlerde Yahudilerin zaman teorisi Hıristiyanlarca kabul edilmişti. Tekvin'deki yaratılışın altı günde olduğu rivayeti, eski dünya yaşının dünya hesabıyla 6000 yıla tekabül ettiği şeklinde yorumlanıyordu. 7. bin yılın başlaması ise, Ahir Zamanda mesihle başlayacak rahmet devrinin, Tanrısal Devletin başlangıcı kabul ediliyordu. Bu hesap, Tanrının dünyayı altı günde yaratıp, yedinci günde istirahata çekilmesini temsil ediyordu. Hıristiyanların bu teoriyi kabul etmesi, Ahir Zaman alâmeti olarak yorumlanan; İsa'nın ölüm hadisesini, dünyanın yaratılmasından sonraki 6000 yılın içine yerleştirilmesini gerektiriyordu. Adamantiyus, 6000'nin içine İsa'nın ölüm yılını değil, doğum yılını dahil ediyordu. Zaten 6000'nin sonu, dünyanın sonu olarak kabul ediliyordu. Ancak, beklenen devrin yüzyıllarca geriye kalması, İsa'nın ölümünü 6000'e dahil etme gayretlerini geçersiz kıldı.

Bu mesele, daha Havariler zamanında da cemaatı rahatsız etmişti. Vaad edilen Tanrısal Devlet'in gelmemesi, bazılarının vaftiz edilmelerine rağmen ölmeleri   üzerine   Paulus,   önceden   ölen   müminlerin   yaşayanlardan   farklı olmayacağını, ancak onların yakında geleceği vaad edilen güne kadar mezarlarında bekleyeceklerini, İsa'nın geldiği gün dirilerek yaşayanlarla beraber olacaklarını söylemişti.

Neticede Sositheus, Simon Magus, Yudas Galileus ve Montanus gibi, yeni mesihler ortaya çıkmıştı. Cemaatın hayatı bir hayli karıştı. Montanistler sadece kıyametin yaklaştığını değil, aynı zamanda Semavi Kudüs'ün Firikya'da kurulacağım haber vererek, oraya toplanmaya başladılar. Ailelerinden ayrıldılar. Hippolit (Hippolitus) iki mesihten bahseder: Biri Suriye'de, diğeri Pontus'da (Kuzey Anadolu'da). Bunların teşvikiyle halk tarlalarını ve işlerini bırakarak, mallarını dağıtır, çöle çekilerek ümit edilen Tanrısal Devleti beklemeye başlar. Hatta, Kilise Babaları vaazlarında, “Eğer söylenenler meydana gelmezse, artık Kitaba da inanmayın ve dilediğiniz yolu seçin” diyorlardı. Tabii, bu pervasızca sözler sonucu cemaatın bir kısmı dağıldı. Ümitlerini kaybeden halk: “Biz bunları babalarımız zamanında da duyduk, bakın biz ihtiyarladık, fakat ortada vaadlardan hiç bir şey yok” diyorlardı. Bazıları alayla, “Vaad edilenler nerede? Her şey ataların uyudukları zamandan beri aynı değil mi?” diyorlardı. Bunun üzerine, o günün gelmesi için kiliselerde dua edilmeye başlandı. Zamanla bu ümitsiz konudan ve bekleyişlerden vazgeçildi. Ancak, III. Yüzyılda Firikyah Montanus ve iki kadın peygamber tarafından, konu tekrar canlandırıldı. Mesih'in pek yakında geleceği müjdelendi. Buna göre, Pepuza da (Firikya'da) bir yere, Semavi Kudüs inecekti. Montanus çabucak taraftar buldu ve yankıları bütün kiliseyi çınlattı. Başlangıçta bu hareket, ilk kilisedeki kıyamet bekleyiş ve konuşmalarının yenilenmesiydi. Müjdelenen günü karşılamak için, halk sıkı bir asketik hayat sürmeğe başladı ve sonradan bu cereyan bir mezhep halini aldı. Daha sonra Montanus, kendinin Yohanna İncilinde müjdelenen Paraklet olduğuna inanmaya başladı. Afrikalı meşhur Tertulien dahi 202 yıllarında beş sene bu harekete katılmış ve hizmet etmişti. Nihayet Kilise, bu sorumsuz hareketlere engel olmanın gereğine inandı ve bu sebeple Yohannanın Ahir Zamandan bahseden yazıları dışında, hiçbir kehanet yazısını Yeni Ahid'e almadı. [405] Kilisenin görüşünden ayrılanlar zındıklıkla suçlandı, Kilise dışında bırakıldı. Günümüzde büyük kiliseler bu konu üzerinde pek durmazlar. Ancak Yahova Şahitleri vs. gibi küçük kilise ve mezhepler konuyu bütün canlılığı ile yaşamaya devam ederler.