๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 04 Temmuz 2010, 15:37:52



Konu Başlığı: Zerre kadar hayır ve zerre kadar şer
Gönderen: Sümeyye üzerinde 04 Temmuz 2010, 15:37:52
ZERRE KADAR HAYIR VE ZERRE KADAR ŞER



"Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür
Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür."
(Zilzal 7-8)

'Şerr' sözlükte, istenmeyen, arzu edilmeyen, her açıdan kendisinden kaçınılan şey demektir Bunun yanında fesat, bozukluk, kötülük, kötü şey, zulüm, cezayı gerektiren iş anlamında da kullanılmaktadır. Bazen de sıkıntı, belâ ve musîbet mânâsına gelir 'Şerr'in çoğulu 'şurûr'dur. Şer, her türlü 'hayr'ın ve iyiliğin karşıtıdır



‘Hayır ve şer’ ölçüleri, ya mutlak, ya da izâfî (göreceli) olur Meselâ, akıl, adâlet, iyilik duygusu her zaman mutlak olarak ‘hayr’dır Zulüm, kötülük, adam öldürme gibi şeyler de mutlaka şerdirler. Bazı şeyler bazıları için geçici olarak ‘hayr’ veya ‘şer’ olabilir Meselâ, mal sahibi olmak şer olmadığı halde, bazıları için şer olabilir Birisi mal ile kötülük veya zulüm yapıyorsa mal o insan için hayır değildir.
Hayır, Allah rızası düşünülmüş ve takvâya uygun bütün davranış ve işlerdir. Şer ise, Allah’ın rızâsına uymayan bütün işlerdir. Birisi müminin halini ortaya koyarken, diğeri de günâhı ve kâfirin amellerini nitelendirmektedir. Şirk, küfür, nifak, zulüm gibi tavırların hepsi de şerdir. Bunun sonucu olarak kim zerre miktarı hayır işlerse onun karşılığını, kim de zerre miktarı şer işlerse onun karşılığını görecektir
Çevremizde olan olaylara ve insanların işledikleri fillere hayır ve şer hükmünü verebilmemiz için elimizde sağlam bir ölçü olmalıdır. Bu ölçü de ancak Allah tarafından bütün insanlara gönderilen son İlâhî din İslâm'dır İnsanların aklı ve tarihsel tecrübeleri bu konuda kesin bir ölçü olamaz Ancak hayır ve şer hükümleri akılla anlaşılır ve uygulanır.
Evet, herkes dünyada yaptıklarının tümünün yazılıp kaydedildiği amel defterlerine dâvet edilecek. Buyurun şu dünyada yaptıklarınıza bir bakın bakalım. Bunları siz yaptınız, bu amelleri siz işlediniz, siz kokladınız, biz topladık. Siz yaptınız, biz yazdık ve şimdi sizler bu amellere göre karşılık göreceksiniz, denilecektir.
Unutmamak lazımdır ki o amel defterleri de şu sürekli elimizin altında bulunan, bulunması gereken, elimizden hiç düşürülmemesi gereken kitabımıza göre doldurulmalıdır. Tüm amellerimizde ölçü, kıstas bu kitap olmalıdır. Yine unutmayalım ki adamın kitabı neyse, hangi kitapla sürekli beraberse, kafasında kimin kitabının bilgileri canlıysa, elbette ki amelleri de o kitap kaynaklı olacaktır.
Yine Kehf sûresinde Rabbimiz şöyle buyurur:
“Amel defteri ortaya konunca, suçluların, onda yazılı olanlardan korktuklarını görürsün, “Vah bize, eyvah bize! Bu defter nasıl olmuş da küçük büyük bir şey bırakmadan hepsini saymış!” derler. İşlediklerini hazır bulurlar. Rabbin kimseye haksızlık etmez” (Kehf 49)
Dünya hayatındaki dosyaları, sicilleri ortaya konunca, tıraşları gözlerinin önüne inince mücrimler acele bir şekilde kitaplarına şöyle bir göz atarlar. Kitaplarının içindekilerden, hesaplarının zorluğundan dolayı korkularından tir tir titremeye başlarlar Çünkü o zalimler Rablerini tanımamışlar, Rablerinin hayat programıyla ilgilenmemişler hattâ kendilerini Rab bilmişler ve şimdi inkâr ettikleri o Rab onları hesaba çekecek
Zulmettikleri insanların dosyaları, haklarını yedikleri insanların dosyaları bombaladıkları insanların dosyaları, aç bıraktıkları, sömürdükleri insanların dosyaları birer birer açılmaya başlamıştır Ya da onların kendisiyle yargılanacakları Allah’ın kitabı açılmış ve onunla yargılanma başlamıştır Her bir dosya açıldıkça zalimler amellerini ve amellerinin karşılığını orada hazır bulacaklar. Allah hiç kimseye zulmetmemektedir. Kendi amellerinin karşılığıdır bunlar.
İşte bu adam namaz kılmış, oruç tutmuş, bu adam Allah’a baş eğmiş, bu Allah’a ve Allah’ın kanunlarına teslim olmuş, ama bu adam da Allah’ı reddedip kendi hevâ ve heveslerini tanrılaştırmış, tâğutlara kulluk etmiş, bu modanın kulu olmuş, bu âdetlerin kulu, bu çevrenin kulu olmuş gibi amel defterleri de sahibinin lehinde ve aleyhinde her şeyi sayıp dökecektir Herkesin ameli hangi isme sahipse, hayır ya da şer hangi sınıfa dâhilse o sınıfla damgalanmış olarak kişinin karşısına çıkacaktır
Zerre kelimesi konusunda İbni Abbas efendimiz şöyle der: “İnsanın elini yere koyup kaldırdığında eline yapışan her toprak bir zerredir. Maddenin en küçük parçasına da zerre denir” Hz. Ayşe annemiz bir dilenciye bir üzüm tanesi verir O verilenin azlığından ötürü kendisine gülenlere der ki: “Bu üzüm tanesinin içinde ne kadar zerre var biliyor musunuz? Eğer bunu bilseydiniz onu az görmezdiniz.”
Öyleyse Allah adına yaptıklarımızı, yapacaklarımızı asla küçük görmeyelim. Bunlar küçük, bunlar değersiz demeyelim. Büyük küçük fark etmez Allah adına verelim Allah’ın rızasını kazanmak ve yarın defterimizde yazılı bulmak için en küçük amelleri bile ihmal etmeyelim. Yarım hurmayla da olsa, güzel bir çift sözle de olsa kendimizi cehennemden kurtarmaya çalışalım Bakın Buhârî’de Rasulullah efendimizin bu hususu anlatan şu hadisi rivâyet edilmiştir
“Sakın iyilikten hiçbir şeyi küçük görme Hattâ bu iyilik senin kovandan su almak isteyen birisinin kabına su döküvermen, kardeşine güler yüz göstermen bile olsa.”
İyilikler konusunda böyle olduğu gibi, günâhlar konusunda da aynı hassasiyeti gösterip, küçük görülen günâhlardan da sakınmasını bilmek zorundayız Bakın yine Allah’ın Rasûlünün Ahmed bin Hanbel’in Müsned’inde rivâyet edilen bir hadislerinde şöyle buyurduğunu biliyoruz
“Ey Ayşe! Küçük günâhlardan sakın Çünkü onları Allah katında izleyen vardır Küçük günâhlar toplanır toplanır, sonunda kişiyi helâk eder ”
Bu ifade insanların mümin-kâfir farkı gözetilmeksizin büyük küçük işlediği tüm amellerinin bizzat kendisini ve de karşılığını göreceğini anlatmaktadır Ama şurasını ifade edelim Mümin, zerre kadar da olsa işlediği amelin karşılığını mükâfat olarak görürken, kâfir de işlediği zerre kadar da olsa hayrın karşılığını mükâfat olarak görecektir şeklinde anlaşılmamalıdır. Çünkü biz Kur’an’ın beyanlarından anlıyoruz ki kâfir, müşrik ve münâfıkların tüm amelleri zayi olmuştur. Çünkü onlar dünyada sermayelerini kaybetmişlerdir. Sermayelerini kaybeden insanların kâr etmeleri mümkün değildir. Bu sermaye imandı. Bu sermaye hidâyetti. Dünyada imanı, hidâyeti kaybeden kişinin kâr etmesi, amellerinin kabul görmesi mümkün değildir. Eğer bu kâfirlerden, müşrik ve münâfıklardan hayırlı bir amel sadır olmuşsa dünyadayken zaten bunun mükâfatını almışlardır. Ayrıca ahirette onlara ödenecek bir şey yoktur. Bakın Araf sûresi bunu şöyle anlatır:
“Âyetlerimizi ve âhirete kavuşmayı yalan sayan kimselerin işleri boşa gitmiştir. Onlar işlediklerinin karşılığından başka bir şeyle mi cezalanırlar?” (A’râf 147)
Çünkü Allah’ın âyetlerini ve bu âyetlerin haber verdiği ahiretteki hesabı, kitabı yok farz eden, yalan sayan insanların elbette ki hayat programlarını ahiret inancına bina etmeleri mümkün değildir. Onlar tüm hesaplarını dünya adına, dünyada bitecek bir anlayışa bina ettikleri için amellerinin hiçbirisi ahirete intikal edecek değildir. Elbette bu insanlar da dünyada bir şeyler yapıyorlar, ter döküyorlar, binalar kuruyorlar, yatırımlar gerçekleştiriyorlar, harcamalarda bulunuyorlar. Ama unutmayalım ki Allah için olmayan, Allah adına sonunda mükâfat beklenmeden yapılanların tümü boştur. Allah böylelerinin amellerine değer vermeyecek ve onlar için terazi, mizan vaz edilmeyecektir. Şurası da bir gerçektir ki onlara asla zulüm de edilmeyecektir. Onlar kendi amelleriyle, kendi yaptıklarıyla cezalandırılacaklardır.
Adamlar dünyada Allah için, Allah’la bağlantılı olarak hiçbir şey yapmadılar. Bu insanlar gösteriş için çırpındılar. Hayranlarını çoğaltmak için çırpındılar. İnsanlar bizden söz etsinler, insanlar bize değer versinler, insanlar bizi konuşsunlar ve bizi alkışlasınlar dediler. Zaten görüyoruz ki adamlar milyarlarca hayran buldular kendilerine, salonlarca alkış buldular, insanlar kendileri önünde saygıyla eğildiler. Dünyada istemedikleri kadar şanlara, şöhretlere ulaştılar. Para içindi yaptıkları, istemedikleri kadar paralar aldılar, en zengin biz olalım, insanlar sofralarında bizi konuşsunlar diye çırpınıyorlardı Allah onlara bu istediklerinin kapılarını açtı dünyada. İstedikleri her şeyi elde ettiler. Dünyada tüm ecirlerini yiyip bitirdiler de, ahirete bir şey bırakmadılar. Kehf sûresi de aynı konuyu şöyle gündeme getirir:
“Ey ! “Size, amelce en çok kayıpta bulunanları haber vereyim mi?” de. Dünya hayatında, çalışmaları boşa gitmiştir, oysa onlar, güzel iş yaptıklarını sanıyorlardı. Bunlar, Rablerinin âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr edenlerdir. Bu yüzden işleri boşa gitmiştir. Kıyamet günü Biz onlara değer vermeyeceğiz.” (Kehf 103-105)
Kâfirler, müşrikler ve münâfıklar yaptıklarının karşılığını ahirette göremeyecekler. Müminlere gelince onlar yaptıklarını en küçüğü de olsa defterlerinde yazılı olarak görecekler. Ama yine biz biliyoruz ki kötülüğün cezası o kötülük miktarınca sınırlı olmakla birlikte iyiliğin karşılığı farklıdır. Bazen bire on, bazen bire yedi yüz, bazen de bire sonsuz, kat kat mükâfat vaat ediyor Rabbimiz.
“Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu bir tanenin durumu gibidir ki yedi başak bitirmiş ve her başakta yüz tane var. Allah, dilediğine daha da katlar Allah’ın rahmeti geniştir. O her şeyi bilir ” (Bakara 261)
“Kim ortaya bir iyilik koyarsa ona on katı verilir; ortaya bir kötülük koyan ise ancak misliyle cezalandırılır; onlara haksızlık yapılmaz ” (En’âm 160)
Allah yolunda çalışmalar yaparak hayatlarını, zamanlarını, fikirlerini, kalemlerini Allah’a adayanların sevaplarının kat kat artırılacağı anlatılıyor. Hattâ bir iyiliğin karşılığının yedi yüze kadar çıkartılacağına dair bir misal veriliyor. Daha sonra bir amel o ameli işleyenin o ameli işlerken taşıdıkları ihlâs ve samimiyetlerine göre kat kat artırılacağı anlatılıyor. Yapılan infakın yapılan çalışmanın değeri ya da karşılığında takdir edilecek mükâfat o infakın, o çalışmanın, ferdin, toplumun ve ümmetin problemlerine, sıkıntılarına ne ölçüde çözüm getirdiğiyle orantılıdır.
Öyleyse, Allah için yapılabilecek hiçbir hayırlı amel küçük görülmemelidir. Elimde bir tanem var, onu da Allah yolunda harcarsam o da yok olup gidecek dememelidir.
İşlenen bir günâhın akabinde yapılabilecek hayırlı bir amelin o günâhı sileceğine dair hadisler mevcuttur Günâhın arkasından yapılacak bir tevbe, duyulacak bir pişmanlık, günâhtan dönüş, yapılabilecek bir infak, kılınacak bir namaz günâhların silinmesine sebeptir
“Ancak tevbe eden, inanıp yararlı iş işleyenlerin, işte Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir Allah bağışlar ve merhamet eder ” (Furkân 70)
Ebu Zerr Cündüb bin Cünade ve Muaz ibni Cebel radıyallahu anhüma demişlerdir ki, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyordu
“Her nerede olursan ol, Allah’tan ittika üzere bulun (Yani Allah’ın hakkını gözet (ve hakkını gözetmemekten kork), Seyyienin ardınca hemen haseneyi yetiştir ki o seyyieyi mahvetsin. Halka da güzel muamele et." (Tirmizi, Kitabu’l Birr 4/355)
Yine dünyada insanın başına gelen kimi sıkıntılar da hadislerin ifadesine göre günâhların affedilmesine sebep olmaktadır. Bu yüzden âyet-i kerîmede tevbe ile günâhların affedilmesi ayrı ayrı zikredilmiştir diyoruz. Bakın Şûrâ sûresinde Rabbimiz bu hususu şöyle anlatır:
“Başımıza gelen her hangi bir musîbet ellerimizle işlediklerimizden ötürüdür. O, yine de çoğunu affeder.” (Şura 30)
Evet, anlıyoruz ki Rabbimiz Zilzal suresinde herkesin işlediği hayır ya da şer zerre kadar da olsa bunu yarın defterinde görecek buyuruyor. Burada da silindiğinden söz ediliyor. Acaba bu ikisini nasıl telif edeceğiz? Bu konuda İbni Mesud efendimizin bir izahı var:
“Kıyamet günü kişiye amel defteri arz edilecek ve adam yaptıklarının tümünü orada yazılmış bulacak. Sonra kula denilecek ki, defterine bir daha bak. Adam defterine ikinci bakışında o günâhlarının silinmiş olduğunu görecek ve çok sevinecek.”


Alıntı