๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 10 Kasım 2010, 16:54:10



Konu Başlığı: Zekât Çağı Sevgi Çağı
Gönderen: Zehibe üzerinde 10 Kasım 2010, 16:54:10
Zekât Çağı Sevgi Çağı

Rabia Hanım

Cenab-ı Allah buyurur ki:"Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça hakiki 'iyi' ye eremeziniz; her ne harcarsanız Allah onu hakkıyla bilir."

Mevlana Hazretleri der ki "Muhabbet dininde her şey feda edilmelidir."

Hulefa-i Raşidinden Hz. İmam-ı Ali (k.v)’ye sorulur: "Ya İmam! Zekât neyi ne kadar vermek demektir? İslam dininde hüküm nedir?" Cevaben şöyle buyurur: "Cimri insanlar için kırkta birdir; fakat bizim için her şeyini vermektir." İşte, onun tüm insanlığa olan karşılıksız sevgisinin zirvelerini gösteren yüksek münacatlarından birisi: "Beni arayan bulur; beni bulan bilir; beni bilen sever. Beni kim severse onu severim; beni sevenin yanındayım; sevdiğimin hatası benim hatamdır; sevdiğimin sorumluluğu da benimdir."

Hikmet ehli bir zat şöyle demiştir:"Sahip olduğumuz her şey için bir bedel ödememiz gerekir. Bu yüzden, insan zekâtını ödemek zorundadır. Bedenin zekâtı namaz ve oruçtur. Malın zekâtı kırkta birini vermektir. Muhabbetin karşılığı ise hep vermektir, hep vermektir."

Rasulullah Efendimiz (s.a.v)'e "Bir müminin en hayırlı ameli nedir?" diye sorulduğunda, "İnsanların arasındaki ilişkileri ıslah etmek, kuvvetlendirmek için çalışmak ve Allah'ın yarattıklarına karşı lütufkâr davranmaktır." şeklinde buyurmuştur.

Kim olduğumuz, ne yaptığımız, nasıl davrandığımıza dair her şey insanlara olan sevgimizle ölçülür! Ne yaptığın değil nasıl yaptığın önemlidir. Ne kadar ibadet ettiğin değil nasıl ibadet ettiğin önemlidir. Ne kadar hizmet ettiğin değil nasıl hizmet ettiğin önemlidir. Sevgisiz zekât çirkindir. Sevmeden verilen zekât riyakârlık etmek; yoksula ve ihtiyaç sahibi insanlara hakaret anlamına gelir. Eğer Kuran-ı Kerimi de sevmeden, gönülden okumazsak sadece dudaklarımızda olan hakikatleri reddetmiş oluruz.

Zekât, bizi her şeyin Allah Teâlâ'ya ait olduğunun ve tüm ilimlerin O'ndan geldiğinin bilincine vardırır. İnsanoğlu esasen bu dünyada hiç bir şeye sahip değildir, hatta çocuklarına, kendilerine bile. Zekât, kendimiz şiddetli ihtiyaç içinde olsak da başkalarının iyiliğini, kardeşlerimizin ihtiyaçlarını nefsimize tercih etmek demektir. Özverinin ve fedakârlığın zirvesinde bulunan Hz. Ebu Bekir (r.a) buyurmuş ki: "Başkalarının acısını dindirmek için acı çekmek hakiki cömertliktir." Acılar ve felaketler insanları bir araya getirmelidir. Dünyanın karşı karşıya kaldığı problemler de hepimizi bir araya getirmelidir. Dünyanın diğer yerlerindeki kardeşlerimize yapılan haksızlıklara kayıtsız kalmak, hasta ve yoksullar için üzüntü duymamak insanlığın sorumsuzluğunu gösterir. Dünyanın başka yerlerinde yaşanan acılara kayıtsız kalan, çekilen acılara maddi yardım ve dua ile aktif bir şekilde yardım ederek ortak olmayan bir kalp ölü bir kalptir. Muhiddin İbn-i Arabî der ki; "İnsanlara amellerinin karşılığında verilen hiçbir mükâfat, insanlığa şefkat gösterene verilen hazzın yerini tutmaz." Şefkat ve merhamet insanlığın özüdür. Gök yağmur verir ve toprak bereketlenir. Sevgi ve şefkatle dolu bir kalp gitgide yumuşar; yumuşak bir kalp ise Allah rızası için devamlı ağlar. Allah rızası için akan yaşlar yeryüzünü besler ve sevgi dolu ahenk ağacı büyür. İşte o ağaç tüm insanlığa fayda verir; meyveleri ise susuz ve yardım, rızık, sığınma, dostluk ve muhabbet dileyen ruhları besler. İhtiyaç sahiplerine hizmet etmenin ne anlama geldiği üzerinde biraz tefekkür etmemiz gerekir. Cenab-ı Allah "Ben kalbi kırık olanlarla beraberim." buyuruyor. Rahman ve Rahim olan Rabbimiz ezilenlerle, kimsesizlerle, yetim ve öksüzlerle, musibet zedelerle beraberdir; yani Allah O'na ihtiyacı olanlarla beraberdir. İhtiyaç sahiplerine yardım etmek Allah'ın kullarından beklentisini yerine getirmektir. O'nun mahlûkatına yardım etmekle ve yarattıklarına faydalı olmakla hilkatin gayesi gerçekleşmiş olur.

Zekâtın rüknünün bir hikmeti insanın şuurunu, tüm insanlık, gezegenimiz ve kâinatla irtibatı olan mümin bir kul olarak çalıştırmasıdır. İnfakta bulunmak tüm mahlûkata karşı hassasiyetimizi artırır ve bizi kulluk vazifelerimizi daha bilinçli yapmamıza sevk eder. Bu bağlamdaki en değerli bilgi kaynağı şu ayetle belirtilmiştir: "Memnun olarak ve güzelce yalvararak Rabbinize geri dönün. Kullarımın arasına girerek Cennetime girin." Rabbimiz Cennetine girebilmek için ilahi bir şartın olduğunu bilmemizi istiyor ve cennetin kullarının arasında kazanılacağı anlamında buyuruyor ki: "Kullarımın arasına giriniz". Yani, insan kemale kullukla erişebiliyor. Allah, bize hakiki sevginin diğerlerine faydalı olmakla ortaya çıkacağını göstermek istiyor. Bir hoca, dindar bilgili bir akademisyen veya bir din profesörü olmak kolaydır; fakat hakiki bir kul olmak kolay değildir. Allah'a yakın olmadığımız için ne zaman Allah'a yakın oluruz: Yalnızca kullarına yakın olduğumuzda Allah'a yakın oluruz.

Sevginin özü, başkalarının ihtiyaçlarını gidermek ve kendi ihtiyaçlarını yok saymaktır. Diğerlerinin iyiliği için dua etmek nefsimizin sadakasıdır. Hakiki dua, Mabud-u Hakikide fena bulana kadar nefsimizden geçmek anlamına gelir. Ahir zamanda yaşıyoruz. Kendi nefislerimiz için yapılan dualar kabul edilmez. Sadece kardeşlerimiz için yapılan dualar kabul edilir. İşte bu yüzden birbirimiz için dua etmemiz gerekir. Bundan dolayı, şahsi duamız diğer insanları düşünmeyi, onların hissiyatıyla hislenmeyi, onlar için bir şeyler istemeyi öğreten harika bir terbiyedir; başkaları için yaşama sanatını ve verme sanatını öğreniriz. İşte! Zamanımız insanların kendilerini insanlık için feda etmelerini gerektiriyor.

İslam dininde imanın kemaline erişmek için üç ana şart vardır: Kendimiz için istediğimizi komşumuz için de istemek, Peygamber efendimiz (s.a.v)'i herkesten ve her şeyden çok sevmek, birbirimizi Allah rızası için sevmek. Eğer bu şartları yerine getirmezsek mümin derecesine bile çıkamayız. Tüm ümmet-i Muhammed (s.a.v), bilerek veya bilmeyerek, bu şartlar altında yaşarlar. Eğer nefsimizi Allah için olan kardeşliğin içinde eritirsek ve kulluk vazifemizin bilincine varırsak, infak etmenin günümüzde diğer hiçbir zamanda olmadığı kadar elzem olduğunun farkına varırız. Ahir zaman ızdırabın ve pür ihtiyacın ağırlığını karnında taşıyan bir zamandır. Mülteciler, yetimler, göçmenler, yoksullar, kimsesizler, evsizler, ezilenler, korkutulmuşlar, dullar, savaş mahkûmları, deprem, tayfun, tusunami kurbanları, dünyevi tüm imkânlardan mahrum kalanlar tamamen çıplak kalmış vaziyette yardım etmemizi bekliyorlar; dualarımızı bekliyorlar; onlara kucak açılmasını, acılarının biraz olsun dindirilmesini ve sıcaklık gösterilmesini bekliyorlar; ev, giyecek, yiyecek, su, okul, eğitim bekliyorlar. Vatanlarından kovulmuş, istenmeyen, terk edilmiş, evlerinden, kültürlerinden, ülkelerinden çıkarılmış, ailelerinden koparılmış yüz binlerce mülteci bulunmakta.

Tabii afetler, terörizmin yıkıcı potansiyeli, zalimlerin yoksul ve zavallı insanlar üzerindeki politik zulmü, mazlumların, aileleri dâhil, sahip oldukları her şeylerini silip süpürmüştür. Yaşanan insanlık trajedileri gösteriyor ki garip bir şekilde dünya nüfusunun büyük bir kesimi, normal medeni yaşamlarını yaşayamaz hale getirilmişler ve sadece ihtiyaçlarını arz ediyor vaziyette bekliyorlar! Bunlar modern dünyanın yetimleridirler. Sanki hesap gününün provasını yaşar gibi hesaba çekilmeyi bekliyorlar. Kuran'ı kerim'den öğrendiğimize göre: "Ziyana uğrayan kavimden başkası Allah'ın tuzağından emin olamaz" (ve hakiki isteyenler dışında), (A'raf, 99). Resul-u Ekrem efendimiz (s.a.v) de çöllerde yalnız bir yetimdi. Modern toplumların çölünde yalnız bırakılanlar O'na benzemeye başlıyor çünkü kimsesiz, yalnız, yoksul ve çaresiz insan Allah'a yönelir. Yetimlik henüz bitmiş değildir! Dünya yoksulluk ve ihtiyaç gözlerini bize dikmiş bakıyor. Mübarek Efendimizi (s.a.v) anlamak yetimliğin, ümmi bir peygamber oluşun ve göçmenliğin (hicret) ne demek olduğunu anlamaktır. Onunla beraber olmak onun fakrını ve ihtiyacını paylaşmaktır. Buyurduğu gibi: "Benim durumum fakr-ı mutlaktan ibarettir; fakrım ise şerefimdir.”

Müminler için Cenab-ı Allah'a sığınmak çok önemlidir. Küre-i arz, bugün, ihtiyaç gözyaşlarının resimlerini sergilemektedir. Günümüzde, bu ihtiyaç kirsiz ve paktır çünkü O’ndan başka geriye hiçbir şey kalmamıştır. Bundan dolayı, yaratılanların ihtiyaçları Halık-ı Azizin mahlûkatı için istediğini yerine getirmektedir. Allahın kullarından bu kudsi isteğini yerine getirme isteği Cenab-ı Allah'a sığınmak demektir. Varlık ve bolluk içerisinde yaşıyor olsak da, mülteci olmasak, evlerimizi, ailelerimizi, eşyalarımızı kaybetmemiş olsak da, Ehad-i Samed'e iltica edip O'na sığınmak için, hadi kendimizi bu dünyadaki yetimler, çaresizler, gurbetçiler, göçmenler yerine koyup öyleymişiz gibi hissedelim! O'na olan ihtiyacımızın farkına varalım ve ona göre hayatımıza şekil vermeye çalışalım! Böyle yaparsak, her şey çözülecek ve "Onlar, Ondan razı; O da onlardan razıdır" ayetinin verdiği huzuru ve sükûneti yaşayacağız. Rabbimize, O'na olan ihtiyacımızı artırması ve O'na bağlı olarak yaşamamız için dua edelim!

İslam dinine yapılan hizmet bütün topluluklar arasında en şerefli topluluk olan cemaat-ı Muhammediye'ye yapılan hizmettir. Özünden bir şeyler feda edilmeden yapılan hizmet Allah indinde pek bir değer ifade etmez. İlahi rızayı kazanmanın yolu Allah için sevmek, Allah için işlemek, Allah için yaşamaktan geçer. Terimiz, gözyaşlarımız, titrememiz, hakikat yolunda mücadelemiz eşref-i mahlûkat (s.a.v) Efendimiz ve onun âl ve ashabına olan muhabbetimizin bir göstergesidir. Hayatımız onun ashabının hayatını araştırıp öğrenmeye ve onlar gibi yaşamaya adanmalıdır. Cenab-ı Allah bir hadis-i kutside buyurur ki: "Sizden hiçbir ücret, hiçbir karşılık istemem. Tek istediğim sevdiklerime ve Ehl-i Beytime yakın olmanız." Onların hidayet nuruyla selamete çıkar ve kurtuluşa erebiliriz. Onlar Peygamber Efendimizin sözlerinin, hareketlerinin ve davranışlarının direkt alıcılarıdır; onun asil karakterinin varisleridir çünkü onlar ilahi vahyin kudsi kokusunu duymuşlardır. Onun ümmetinden olan herkese karşı ahlaki bir sorumluluğumuz vardır. Resul-u Ekrem efendimiz âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. O zaman, biz de onun şefkatinin, muhabbetinin ve refetinin yüzde biri kadar olsun Müslüman kardeşlerimize gösteremez miyiz? Yeryüzünde Peygamber Efendimiz (s.a.v) kadar sıkıntı çekmiş başka bir insanoğlu veya başka bir mahlûk yoktur. Hiçbir peygamber ümmeti için bu kadar endişelenmemiştir. İşte, Efendimizin bize olan bitmez tükenmez şefkat ve endişesini anlatan kalpleri buran bir hadis: "Ben sizin görmediğinizi görüyor, duymadığınızı duyuyorum; bir bilseniz, gök nasıl bir gıcırdayışla gıcırdayıp inliyor! Zaten öyle olması gerekir; zira göklerde meleklerin secdegâhı olmayan dört parmak kadar bile boş yer yoktur. Allah'a yemin ederim ki, eğer azamet-i ilâhiye adına benim bildiğimi bilseniz, az güler çok ağlardınız, hatta zevcelerinizle bir arada bulunmaktan kaçınır, dağ ve sahralarda çığlık çığlık Allah'a yalvarırdınız!"

Kısacası, insanlara ne yaparsanız Allah'a yapmış olursunuz. Onun mahlûkatına yaptığınız iyiliği O'na yapmış olursunuz. Güzelliğin görünmesi için aynaya ihtiyaç olduğu gibi, bazı güzel özelliklerin ortaya çıkması için de fakir ve acı çeken insanlara ihtiyaç vardır. Yani, cömertlik gibi bir güzelliğin ortaya çıması için fakir ve ihtiyaç sahibi insanlara ihtiyaç vardır. Yoksul ve fakir insanlar Cenab-ı hakkın kerem ve merhametine aynadırlar. Cömertlik Allah-u Zülcemal hazretlerinin şenidir. Yaşamımızın her anında, O'nun mahlûkatı üzerine yağan kayıtsız şartsız ihsanlarını, nimetlerini ve lütuflarını müşahede ediyoruz. Bundan dolayı, cömertlik hakiki insaniyetin özü, varlığın güzelliğidir. Bu mükemmel özellik öyle bir nurdur ki bir kâfir dahi arkadaşında gördüğü bu gerçek cömertlik vesilesiyle inanmaya başlayabilir.

Ey Rabbimiz!

Ey Rabbimiz, bize o'nun âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olmasının anlamını ve değerini anlamak nasip et. Onun tükenmez rahmetinden, şefkatinden ve merhametinden nasibdar eyle. Onu tüm manevi yaralarımıza merhem yap, kırık kalplerimize teselli yap, sıkıntıdan boğulmuş kalplerimizin rahatlatıcısı yap. Onun güzellik, muhabbet, merhamet ve şefkat ihtiyaçlarımızı gidermesini nasib et. Onun “Ya Rab, Seni gerek Seni” duasının bir parçası yap. Onun "Ya Rab, beni fakir olarak yaşat, fakir olarak öldür ve fakir olarak haşret." duasının bir parçası yap. Onun fıtratını ve saf tevazu hazinesini hissettir. Onun muhabbetinden ve Sana olan hayranlığından hissedar eyle. Onun Sana olan samimiyetindan nasibdar eyle.

Ey Rabbimiz!

"Ey Rabbim, sen Rahmansın, Rahimsin, Vedudsun.(Rabbimizin seven ve sevilen ismi)" Her şey senin merhametli ve muhabbetli ellerindedir. Sen kalbi kırıklarla berabersin! Sen, yetimlerin, dulların, ihtiyaç sahiplerinin, kimsesizlerin koruyucususun. Yalnızların, hastaların, garibanların dostusun. Sen, Sana kim ihtiyaç duyarsa, Sana kim sonsuz ihtiyaçla sığınırsa onunla berabersin. Seni kim severse onu seversin. Buyurursun: "Benim muhabbetim, benim varlığım onların bana sevgisidir." Kuran'da bildirilmiş ki: "O onları sever, onlar da O'nu sever." Muhabbetin en yükseği senin mahlûkatına duyduğun sevgidir. Senin mahlûkatına gösterdiğin muhabbet ve merhametine sığınmak istiyoruz. Senin birlikte olduğun kalbi kırıklar arasında olmak istiyoruz. Onların üzerine yağdırdığın sonsuz merhamet ve şefkatinden nasibdar olmak istiyoruz. Bizi mahlûkatına hizmet ederken sana tevekkül eden kullarından eyle!