Konu Başlığı: Zannetmek üzerine Gönderen: Sümeyye üzerinde 27 Kasım 2010, 15:30:52 Zannetmek Üzerine Hava sıcak, yollar oldukça tenha… Belki de herkes serin bir yerler bulma telaşında. Bir yanda pervaneler, bir yanda klimalar… Bütçelerine göre serinlemeye çalışıyor insanlar. Bu havada ne de kıymetli oluyor bir bardak soğuk su, bir çınar ağacının serinliği yahut bir rüzgâr esintisi… Veya büyükçe bir ağacın dallarına kurulmuş bir hamakta öğlen uykusu… Sonra gülümsüyorum düşlediklerime. Çünkü bir an kendimi çölde yolculuk yapan biri gibi hissediyorum. Ve neredeyse seraplar görmek üzereyim… Çölde yolculuk yapmak… Uçsuz bucaksız kumlar üzerinde yürümek, yürümek… Ve özlemin tutuşturduğu, sıcağın yaktığı, aklın baştan gittiği o anda, o hasret duyulanları sağda, solda, karşıda görmek… Ve var olan güçle o seraplara doğru koşmak, koşmak… Ancak yaklaştıkça onu kaybetmek… Sonra başka bir yanda görüp o tarafa ve sonra o taraftan başka bir yana… Yorgunluk ve hayal kırıklığıyla kalakalmak… Ne hazin bir sonuçtur bu… Ancak bu hazin sonuçla sadece çölde serap görenler karşılaşmıyorlar. Pekala, hayata dair, ideallere dair, fikirlere dair, rabbin bildirdiklerinin dışında yollar benimseyenler, ‘izm’ler oluşturanlar ve huzuru onların gölgesinde arayanların durumu da çöldeki o yolcu gibidir aslında. ‘Gördüm’ deyip, ‘nihayet kavuştum’ deyip düşlerini, teorilerini pratiğe geçirmeye çalıştıkları zaman, teorilerinin pratiği olmadığını anlarlar. Ama yine de… Yine de ‘zannettiklerinin’ doğruluk derecesini araştırıp, hakikate uygunluklarını incelemek yerine zihinlerde ve kağıt üzerinde gerçekle uyuşmayan bambaşka dünyalar kurmaktan, o dünyaya bambaşka insanlar yerleştirmekten ve kendilerince her birinin yüzüne bir gülücük kondurmaktan ve işte ‘özlenen dünya’ demekten de vazgeçmezler. Fakat nedense o ‘özlenen dünyaya da bir türlü ulaşamazlar. Ulaşmak için harekete geçtikleri anda ise ne dünyanın huzuru kalır ne de insanların yüzünde gülücükler. Hatta öfkelenmeler artar, yoksullar çoğalır ve insanlar aldanır, aldatılır…Ve niceleri de ‘dava uğruna’(!) diye o görülen seraplara kurban edilir. Ancak işin ilginç yanı ise insanların çoğu ‘su’ zannedip o yana, bu yana doğru çölde koşuşturan insana ‘yapma’, ‘gel buraya’, ‘o gördüklerin gerçek değil aslında’ deyip onu uyarmalarına ve hatta onu engellemeye çalışmalarına rağmen pratiği olmayan ‘izm’ler peşinde koşturanlara veya o küçücük kollarıyla bütün dünyayı sarıp sarmalama hırsı içinde olanlara veya ilelebet yaşayacağını zannedip cenneti buraya taşıyanlara ses çıkarmamaları, aksine onlara imrenmeleri, yakınlarını ve çocuklarını ‘onlar gibi’ olmaya teşvik etmeleridir. Halbuki şu dünyanın günlerinin de biteceği zamanlar gelecektir. Ve bir gün açığa çıkacaktır her şey… Ancak iş olup bittikten, gerçekler ortaya çıktıktan sonra kurulan o cümlenin ne faydası vardır ki insana: ‘Ben sanmıştım ki…’ ‘Ben sanmıştım ki kıyamet hiç kopmayacak’(41/50) Ben sanmıştım ki kemiklerim bir araya toplanmayacak’(75/3) Ben sanmıştım ki şu dünya hayatında başıboş bir şekilde, istediğim her şeyi yapabilirim’ (75/36) Ben sanmıştım ki o kötülükleri yaparken kimse beni görmüyor.’ (90/7) Ben sanmıştım ki ölürüm ve dirilirim ve zamanla yok olurum.’ (45/24) Ben sanmıştım ki hiç kimsenin gücü bana yetmez’ (90/5) Ben sanmıştım ki o sırları, o gizli konuşmaları kimse işitmiyor.’ (43/80) Ben sanmıştım ki doğru yoldayım.’ (43/37) Ben sanmıştım ki Rabbime hiç dönmeyeceğim.’ (84/14) Oysa işler onların zannettiği gibi değildir. Çünkü ‘zan’, “ ‘hak’tan yana bir şey ifade etmez.” (10/36) Çünkü zan olasılıklardan ibarettir. Doğru olabildiği gibi yanlış olma ihtimali de vardır. Bu aynı zamanda risk almak anlamına da gelir. İnsanın hayatını bir rizikoya aday göstermesi… Ama ‘bir daha’ yada ‘yeniden’ diye bir durumun söz konusu olmaması meseleye ‘oyun’ nazarıyla bakılmamasını gerektiriyor. Çünkü Rabbi, yaratılmışlar içinde en çok değer verdiği, türlü nimetlerle donattığı insanı böylesi zanların kucağında, deneme- yanılma yoluyla doğruya ulaşmasına razı olmuyor. Ve işi kolaylaştırarak ‘doğru’nun ne olduğunu belirliyor. Hakikatle saklambaç oynamak yerine, şüphelerden arındırılmış, doğruluğu kanıtlanmış, pratiğe döküldüğünde aranılan huzurun ‘onda’ olduğu onaylanmış ve fıtratın özüne ayarlanmış sarih yolunu gösteriyor. İnsana; gördüğü her ışığa koşmaması gerektiğini çünkü her ışığın insanı aydınlatamayacağını veya ‘ışık’ diye, ‘aydınlık’ diye farklı şeylerle aldatılabileceğini kitaplar ve peygamberlerle haber veriyor. Böylece insan seraplarla uğraşmak yerine vahaya ulaşabilecektir. Ve nasıl ki çöllerde vahaların yanında diğer çalılıkların kıymeti yoksa insanın da yaratılış gayesini bulması ve yaşamını o gaye doğrultusunda devam ettirmesiyle Rabbinin katında değeri artmaya başlayacaktır. Ve ‘acaba’lardan, ‘kuşku’lardan, ‘zan’lardan uzak bir şekilde nereye gittiğini bilen bir yolcu edasıyla hayat yürüyüşünü tamamlayacaktır. Ve imanın gücünü, huzurunu, serinliğini hangi şartlar altında olursa olsun içinde hissedecektir. Ve yaşamak… Niçin nefes aldığını bilmek… Ve yaşamak… Verdiğin nefes için şükretmek… Ve yaşamak… Rabbim, demek…Ve bütün hücrelerinle bu sözü yinelemek, bu sözle yenilenmek… Ve bütün sıcaklığa rağmen bu sözle serinlemek… Besime Özgür |