> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Dini makale ve yazılar  > Yine mi sonra?
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Yine mi sonra?  (Okunma Sayısı 669 defa)
31 Ağustos 2010, 14:01:22
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 31 Ağustos 2010, 14:01:22 »



Yine Mi Sonra?

Gece ve gündüz… Asırlardır zıt kutuplarda seyrettikleri halde, zıtlıkların içinde muhtaciyetin, sahibiyetin, sırt sırta verilmiş bir dayanışmanın sembolü. Aynı ortamı aynı anda paylaşmasalar da, aynı göreve soyunmasalar da, kadirşinaslığı kimseye kaptırmayan, birbirlerine karşı duyarlı iki zıt gerçek. Birbirlerine destek oldukları zaman ayakta durabileceklerinden haberdar halleri, her şeyin zıttıyla kaim olduğu doğrusunu haykırıyor bizlere.

Karşı taraf olmadan değerlerinin bilinmeyeceğinin şuuruyla, kardeş kardeş yaşıyorlar. Hem kardeş hem karşıt, farklı yönlere bakan ama sırt sırta verilmiş bir pozisyon. Biri yükselirken öteki alçalması gerektiğinin, öteki, içeri girince diğeri ayağa kalkması gerektiğinin bilincinde.

İşte, bir gün daha bitti. Gündüz seve seve, zorbalığın kucağına düşmeden, görevi teslim etti geceye. Kendisini sevenlere, tezahüratlara, serenatlara aldırmadan, hıyanetliği aklının ucuna bile getirmeden, yerini bırakıyor içtenlikle. Akşam gecenin önünü açarken, biraz utangaç, biraz sıkılgan hali kızıllığına düşüyor. Ve çok geçmeden gece selama duruyor. O zifiri siyah örtüsünü büyük bir titizlikle sererken üstümüze, sevincin, hüznün, huzurun nişaneleri beliriyor yine gökyüzünde birer birer. Görevi teslim almanın o büyük onuruyla, gökyüzü ışıklı senfonisine başlıyor ayın şefliğinde. Her şey doğallaştığı için senfoniye set çekmiş kulaklarımız. Ay ise, küçük olunsa da büyük işlerin de başarılabileceğini anlatıyor bizlere. Dünyanın peşini bırakmadığı için, doğru yörüngede olduğu için, dev gibi güneşin onu desteklemesi de kaçınılmaz oluyor tabii. Doğru izden hiç şaşmayan bir gidişat neticesinde, ışıksız da olsan, yıldızlar kadar enerjin olmasa da en büyükten alıyorsun enerjini. Dev gibi bir dost, arka çıkıyor sana. Yani saflaştıkça ve dünya gibi bir büyüğünün elini bırakmadıkça, yansımasan da, yansıtan oluyorsun. Basit bir piyon olsa da, sadece doğru konumlanması ve bize yakın olması sebebiyle gözlerimizin en iyi seçtiği, gizlendiği anlarda aranan vefalı dost. İbret için bu bile yeter bizlere.

Güneş gibi değil, dünya gibi değil kendin gibi olabildiğin anda yansımaların da kapısı aralanıyor çünkü. Güneş gibi olamasan da, gecenin karanlığında yol gösterebilecek kadar olgunlaşabiliyorsun. Yani herkes yerinde güzel. Taş yerinde ağır derler ya. Yani herkes konumunu biliyor, değerlerinin farkında. Kimse kimsenin yerine göz dikmiyor. Mücadelelerini verseler de, tabiatlarına uygun bir şekilde davranıyorlar. Hayata uygun bir başlık atmak, ya da başlığa uygun bir hayat yaşamak ne güzel…

Kim bilir nelere şahitlik etti, ay ve güneş asırlardır. Gün biterken neleri sakladı içine yine, şu duvarlar, çatılar. Gökyüzü, bütün arsız günahların yerine de utanarak kızıllığını düşürürken üzerimize, tövbeden alındı yine nefesler. Kim bilir kaç kişi tövbeyle tazelendi, yenilendi, yıkandı. Ya da pişmanlığa gölge düşürenlerce, yanlışlara bile bile lades denildi. Yine defalarca yerin kulağı çınlatıldı pişkin edalarla. Yırtıcı sözler menzile ulaştığı zaman, kaç masum o sözlerin altında kaldı kimbilir. Belki de o cümleler, pek çok evde daha yankılandı. Kaç kişi gününü faydalı işlerle dolu dolu geçirdi. Kimler ‘iyi ki varsın’ duygusunu hissettirdi sevdiklerine. Kim bilir kimler, yapmamak için söz verdiği kirli işlerin kucağına düştü tekrar. Tövbesini bir kez daha uzaklara atarak, yenilgiyi kabul etti. Belki de çoğu yürek, güzel bir gün geçireceği yarının hayaliyle uykuya daldı. Bu kabiliyetli, şuurlu insanların işi. Bir de, kokarcaların içinde geze geze, pis kokuya duyarsız kalmışlar var. Belki yapılan hayırlı bir iş, ya da güzel bir ahlak; belki de samimi bir dua, misk kokusu gönderecek onlara ılık meltemlerle. Zararın neresinden dönersek kârdır, düşüncesiyle gecikmişlik daha büyük gayretlerle telafi edilecek.

Peki, hatalarımızı telafi edecek kadar zamanımız kalmadıysa. Evet; güneş, belki asırlarca tekrar tekrar doğacak ama bizim üzerimize hemen, yarın doğmazsa .’Yapacak daha çok işim vardı, tövbe edecektim, namaz kılacaktım, Kur’ân okumasını öğrenecektim’ sözleri bütün ertelenmişlerle birlikte mezara gömülürse? Mezar taşı okunulduğunda, genç vefat etmiş denilenlerden biri de sen olursan? Emanetten ve sorumluluktan gafil halin hiç son bulmazsa?

Hepimiz bu fani dünyada bizlere verilmiş o sonsuz nimetlerin, ve muhatabı olduğumuz görevlerin emanetçisi değil miyiz? Kimisi ha bugün ha yarın bakarım, su veririm diyerek, gülleri heba eden bir bahçıvan. Öteki kendi gülleri dururken, başka başka bağların güzelliğine takılmış bir ahmak. Kurtuluş kapısına varanlar ise, emanetçisi olduğu güllere pür dikkat kesilmiş durumda. Başkalarının bağıyla, bağbanıyla işi yok. Aklı da kalbi de güllerinin güzelliğiyle, kokusuyla mest olmuş bir halde. Bu mest olmuş hal onu, başkalarının değerlerine takılarak zillete düşmekten alıkoyuyor. Beceriksiz, emre muhalif yaşayan bahçıvana gelince… İnsanın bindiği dalı kırması bu olsa gerek. Baki olan evine, bir deli gibi kibrit çakması bu olsa gerek. Ahirete yönelik her şeyi telafi edilecekler listesine ekleyerek , eften püften meselelerde aciliyet niye? Dünyevi lezzetlerin büyüsüne kapılarak, ebedi âlem için hazırlık yapmamak ne büyük bir gaflet?

İşte en büyük çıbanbaşı da bu gaflet. Gaflete düşmek… İnsanın nefsani arzulara iştiyakının şiddetiyle sarsılarak, aklının üstünün örtülmesi. Aslında beden ve ruh sağlığımız için mecbur olduğumuz bir duygu. Çünkü her an ölüm ve ötesi düşünülse, korkunun galebe çalmasıyla ruhsal ve bedensel faaliyetlerde kayıp yaşanılarak, ahiretin tarlası niteliğinde olan dünya hayatı da olması gerektiği gibi rayında gidemez. Hayatın ne tadı olur ne de tuzu olur. Bu sebeple, unutmanın benliğimize vermiş olduğu rahatlığa işaretle büyükler, gaflette rahmet vardır demiştir.

Fakat bu rahatlık, olmaması gerektiği kadar ileri boyuta ulaşırsa, insan gaflet sarhoşluğuyla acilen yapması gereken şeylerle,erteleyebileceği işlerin yerini değiştiriyor. Hal böyle olunca kulluğun sorumlulukları, birinci, ikinci hatta üçüncü sırada yer almadığı gibi yıllar sonra yerine getirilecek vecibeler olarak kala kalıyor. Yaş ilerleyip, ruhi manada daha da körelme meydana gelince, ibadetler kulun nazarında gerçekleşemeyecek ütopik bir şey gibi görülmeye başlanıyor. Çünkü şeytan, ‘senden adam olmaz’ sözüne inandırıyor insanı yıllar sonra. İşte kişi bu ertelemeler sebebiyle, manevi yollarını kendi elleriyle tıkıyor. Ahiret adına her şeyi sonraya bırakmak sebebiyle. Şeytan insanın karşısına mantıklı delillerle çıkamayacağı için, ‘sonra’ dedirterek kendi avına düşürür. Nefsin tembel yapısını kullanarak bütün güzellikleri ertelettirir. Yani biz, her Allah’ın rızasına yöneltecek bir amel için ‘sonra’ dediğimiz zaman, şeytan bir kilit daha atar, tedavi için gideceğimiz nazargahın kapısına. Peki, nedir bu kilitleri kırmanın yolu? Çok basit. Tembellik yapmak çok kolay olduğu gibi, harekete geçmek de çok kolay, yeter ki aklımızı ve irademizi nasıl kullanacağımızı bilelim. Çözüm, sonraların üstünü çizip hemen, şimdi diyebilmek. Hemen denildiğinde bütün yollar açılır insana. Bir daha ki hafta namaza başlayacağım değil de, hemen şimdi vaktin namazını kılacağım deyince ancak şeytanın bacağı kırılır. ‘şu anda boş boş oturuyorum, boş konuşuyorum hemen kalkıp faydalı bir şeyler yapayım ‘deyince şeytanın suratı asılarak defolup gider yanınızdan. Melekten gelen ilhamın sesi coşkusunu yitirmeden, hemen kalkıp sizi yıllarca arayıp sormayan arkadaşınızı, akrabanızı aradığınız zaman, nur-u ilahinin kapısı da aralanacaktır.

Sonralarla gönül kuşunu, kafese hapsettik. Ve hep anahtarı elimize alıp açacakken, o küskün gönlü, yıllardır özlemini çektiği sonsuz maviyle buluşturacakken, ‘sonra’ dedik. Randevu verdik ileriki tarihe, tarihlere. Yarınların üstüne yığıldı, bütün yapılacaklar. Yığınak oldu, meçhul tarihlerde. Bezdirdik, bıktırdık, gönül kuşunu.

Yine bir gün daha doğuyor. Bulutların arasından sızan ışık buseler gönderiyor toprağa, havaya ve sana. Güneş solmamaya yeminli haliyle, ve ilk günkü güzelliğiyle yine, yeniden derken bir şeyler fısıldıyor sana. Cemrenin gönlüne düşme vakti gelmedi mi? İşte bir şans daha dayandı kapına, kendini değiştirmen, kulluğun hakkını vermen için. Bu günü ölümünün tehir edildiği en kutlu gün say. Rabbin bir gün daha yazmış Levh’e senin adına. Unuttuğun şeylerin yüküyle bu dünyayı terk etmemen için. Bu gününü dönüm noktasına çevirebilirsin. Gafletine bir tokat atabilirsin. Bacakların seni çekmese de gücü ve o bacakları veren Rabbine hamdederek, bedenine hükmetme zamanı gelmedi mi? Haydi, hemen..!


Şeyda DAL
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Yine mi sonra?
« Posted on: 24 Nisan 2024, 23:29:06 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Yine mi sonra? rüya tabiri,Yine mi sonra? mekke canlı, Yine mi sonra? kabe canlı yayın, Yine mi sonra? Üç boyutlu kuran oku Yine mi sonra? kuran ı kerim, Yine mi sonra? peygamber kıssaları,Yine mi sonra? ilitam ders soruları, Yine mi sonra? önlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes