> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Dini makale ve yazılar  > Yeryüzü Kendilerine Dar Gelen Üç Sahabi
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Yeryüzü Kendilerine Dar Gelen Üç Sahabi  (Okunma Sayısı 544 defa)
29 Kasım 2010, 12:43:32
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« : 29 Kasım 2010, 12:43:32 »



Yeryüzü Kendilerine Dar Gelen Üç Sahabi

    Kâ’b bin Malik radıyallahu anh şöyle anlatıyor:
    ALLAH’ın Resulünün yaptığı savaşlardan, Tebük harbinden başka hiç birisine katılmaktan geri kalmamıştım. Gerçi Bedir harbine de iştirak etmemiştim ama, Peygamber aleyhisselâm Bedir’e katılmıyanlardan kimseyi tazir etmemişti. Çünkü Bedir harbinde, Peygamber aleyhisselâm ile müslümanlar ancak Kureyş’lilerin ticaret kervanına karşı koymak üzere çıkmışlardı. Neticede ALLAHü Teâlâ tesbit edilmemiş bir anda müslümanlarla düşmanlarını karşı karşıya getirdi. Bedir harbi bu şekilde vuku bulmuştu.
    Akabe gecesinde îslâm üzerine kendisine bîat ettiğimiz zaman, Peygamber aleyhisselâm ile beraber bulundum. Bedir her ne kadar, insanlar arasında Akabe’den daha çok zikredilen bir hadise ise de, benim için Akabe’de bulunmak Bedir’de bulunmaktan daha değerlidir.

    Tebük harbine katılmaktan geri kaldığım vakit, her zamankinden daha güçlü ve daha varlıklı olduğumu biliyorum. ALLAH’a yemin ederim ki, bu savaştan evvel iki binek hayvanını asla bir araya getirememiştim. Bu savaş sırasında bütün teçhizatı ile iki hayvanım vardı.
    Peygamber aleyhisselâm bu savaşı sıcakların en şiddetli bir zamanında yaptı. Uzun ve tehlikeli yollar katetmek mecburiyetinde kaldı. Sayısı hayli yüksek bir düşmanla karşılaştı. Başka muharebelerde olduğu gibi hedefi gizli tutmadı.
    Hazırlıklarını tam yaymaları için müslümanlara meseleyi açıkça bildirdi. ALLAH’ın Resulü ile beraber olan müslümanların adedi o kadar çoktu ki, bir kitaba zor sığardı. Bir vahiy nazil olmadığı müddetçe farkedilemeyeceğini zannederek gizlenmek isteyen kimse çok azdı. Bu savaş tam meyvelerin olgunlaştığı bir zamana rastlamıştı. Ben de evde kalıp meyvelerimi toplamayı çok istiyordum.
    Resûlullah aleyhisselâm hazırlıklarını tamamladı. Müslümanlar da hazır vaziyette idiler. Ben de onlarla beraber hazırlanmak için sabah kalkmaya başladım. Ancak bir şey yapmadan döndüm. Kendi kendime «istersem bu işi yapabilirim» diyordum. Ben bu şekilde düşünüp giderken, insanların çalışmaları devam ediyordu. Kuşluk vaktinde Peygamber aleyhisselâm ve ordusu hazır oldukları zaman, ben hâlâ bir hazırlık yapmamıştım. Böylece bu iş devam edip gitti. Nihayet onlar savaş yerine doğru hızla yol aldılar ve savaş bütün şiddeti ile başlamıştı. Bunu öğrenince ben de hayvanıma binip onlara yetişmek istedim. Keşke bu arzumu yerine getirmiş olsaydım. Ancak bunu yapmak nasip olmadı. Peygamber aleyhisselâm harbe gittikten sonra, insanların arasına çıktığım vakit, üzülmeye başladım. Çünkü şehirde, münafıklık ile itham edilen bir adam ile zayıflardan, ihtiyarlardan ALLAHü Teâlâ’nın mazur saydığı kimselerden başka bana örnek olabilecek bir kimse göremiyordum.
    Peygamber aleyhisselâm Tebük’e varıncaya kadar beni anmamış. Oraya gelince, halk arasında otururken:
    — Kâ’b bin Malik ne yaptı? diye sormuş. Seleme Oğullarından birisi:
    — Ey ALLAH’ın Resulü, onun kendine ve elbiselerine karşı olan gururu, onu bize katılmaktan alıkoydu, diye cevap vermiş. Fakat Muaz bin Cebel bu adama:
    — Ne kötü konuşuyorsun, ALLAH’a yemin ederim ki, ey ALLAH’ın Resulü, biz Kâ’b hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz, diyerek karşılık vermiş. Bunun üzerine
    Peygamber aleyhisselâm sükût etmiş ve bir şey söylememiş. ALLAH’ın Resulü bu halde iken uzaktan önündeki serabı hareket ettiren bir kimsenin gelmekte olduğunu görmüştü ve:
    — Her halde bu gelon Ebû Hayseme’dir, buyurmuştu. Bir de baktılar ki, gelen kimse hakikaten, sadaka olarak bir hurma getirdiği vakit münafıkların kendisi ile alay ettikleri Ebû Hayseme Ensâri idi.
    ALLAH’ın Resulünün Tebük’ten dönmek üzere hareket ettiğini duyduğum vakit, içime bir üzüntü çöktü. Bir yalan mazeret uydurmayı düşünmeye başladım ve yarın gazabından nasıl kurtulacağım? diyordum. Bu hususta aile ferdlerimin her birinin görüşlerinden istifade etmeye çalışıyordum. Ancak, ALLAH’ın Resûlü’nün gelmek üzere yaklaştığını haber alınca bu yalan kuruntularından kurtuldum. Nihayet hiç bir yalanla kurtaramayacağıma kanaat getirdim ve doğruyu söylemeye karar verdim.
    Peygamber aleyhisselâm sabah vakti geldi. Bir seferden döndüğü zaman, önce
    mescide uğramak sünneti idi. Orada iki rekat namaz kıldıktan sonra insanlarla görüşmek için oturdu. Harbe katılmayanlar geldiler. Her biri mazeretlerini yeminle destekleyerek ALLAH’ın Resulüne arzetmeye başladılar. Bunların tamamı seksenden fazla kişi idi. Peygamber aleyhisselâm onların dıştan ortaya koydukları mazeretleri kabul ederek kendileri için ALLAH’tan istiğfarda bulundu, işin hakikatini ise ALLAH’a havale etti.
    Daha sonra ben geldim. Selâm verdiğim vakit, Peygamber aleyhisselâm gadaplı bir kimsenin tebessümüne benzer bir şekilde gülümsedi ve bana::
    — Gel! buyurdu.
    Yürüdüm, önüne oturduğum zaman, bana:
    — Seni harbe katılmaktan alıkoyan nedir, hayvanlarını cihâd etmek için satın almamış miydin? diye sordu.
    Ben de: .
    — Ey ALLAH’ın Resulü, dünyada insanlardan senden başka kimle konuşsam, bir özür ileri sürmek suretiyle kendimi onun hiddetinden kurtaracağımı zannediyorum. Zira bende karşı tarafta bulunanı ikna etme kabiliyeti vardır. Ancak şunu katiyetle biliyorum ki, bugün sana mazeret olacak, seni aldatacak bir yalan uydursam, yakında ALLAHü Teâlâ’nın hakikati sana bildirip yine gazabını üzerime çekeceğimden korkarım. Seni bana gadaplandıracak işin doğrusunu söylediğim takdirde, yine bu meselede ALLAH’ın bana hayır veya afv ile muamele edeceğini umarım. Doğruyu söylüyorum. ALLAH’a yemin ederim ki, Tebük savaşına katılmaktan geri kaldığım esnada bir özrüm yoktu ve o vakit, her zamankinden daha güçlü ve daha varlıklı idim, diye söyledim.
    Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm:
    — Buna gelince, işte bu, doğruyu söyledi, dedi ve bana; kalk, git, ALLAH hükmünü verinceye kadar bekle! buyurdu.
    Hemen kalktım, arkamdan Seleme Oğullarına mensub bazı kimseler beni takip ettiler ve:
    — ALLAH’a yemin olsun ki, bundan önce bir kabahat işlediğini bilmiyoruz. Ancak harbe katılmayan diğerlerinin yaptığı gibi, bir özür bulup söylemeyi beceremedin. Halbuki Peygamber aleyhisselâmın senin hakkındaki istiğfarı, bu hatanın afvedilmesine yeterdi, dediler. Bu kınamalarında o kadar ısrarlı davrandılar ki, neredeyse ALLAH’ın Resulüne geri gelip yalandan bir mazeret arzedecektim.
    Ancak onlara dönerek:
    — Benden başka, benim söylediğim şekilde hareket eden kimseler oldu mu? diye sordum.
    Onlar:
    — Evet, oldu, dediler, îki kişi daha senin gibi söylediler. ALLAH’ın Resulü de sana söylediği gibi aynı şekilde onlara da konuştu, diye ilâve ettiler.
    — O iki kişi kimlerdi? diye sordum.
    — Merâre bin Rebîa Âmiri île Hilâl bin Umeyye Vâkıfî, diye cevap verdiler. Böylece bana örnek olabilen ve Bedir harbine iştirak etmiş bulunan iki hayırlı zâtları söylemiş oldular. Bu iki zâtın isimlerini bana haber verdiklerini duyunca, yürüyüp yoluma devam ettim.
    Fakat Peygamber aleyhisselâm, bu iki kişi ile beraber benimle de müslümanların konuşmasını yasakladı. Bu sebeple halk bizimle konuşmaktan sakınmaya ve bize karşı hareketlerini değiştirmeye başladılar. O derece ki, memleket bana yabancı bir memleket oldu ve o bildiğim belde olmaktan çıktı. Bu şekilde elli gece böylece kalıp bekledik. Bu iki arkadaşım bir eve kapanıp ağlayakaldılar. Ben ise kavmin en atak ve hareketli bir ferdi idim. Bu itibarla evimden çıkar, mescidde namaza iştirak ederdim. Kimse benimle konuşmadığı halde sokaklarda gezerdim. ALLAH’ın Resulüne gelir, kendisi namazdan sonra insanlarla sohbet ederken selâm verirdim ve içimden «Acaba selâmımı alıp dudaklarını kımıldattı mı?» diye düşünürdüm. Mescidde ona yakın yerde namaz kılar, gizlice gözetirdim. Namaz kılarken bana bakardı, fakat ben namazdan ayrılınca benden yüzünü çevirirdi.
    Müslümanların bu bana karşı olan soğuklukları uzayınca, bir defasında Ebû Katade’ye ait bahçenin duvarından atlayıp içeri girdim. Ebû Katade amcamın oğlu ve çok sevdiğim birisi idi. Kendisine selâm verdim, ALLAH’a yemin ederim ki, selâmımı almadı.
    Kendisine:
    — Ey Ebû Katade, ALLAH adına söyle! Sen benim ALLAH ve Resulünü sevdiğimi muhakkak bilirsin, dedim. Cevap vermedi. Yine ALLAH’a yemin ederek aynı şeyi tekrar ettim. Yine sükût etti. Üçüncü defa, ALLAH’a yemin ederek aynı soruyu tekrarladım. Bu sefer «ALLAH ve Resulü daha iyi bilir» diye karşılıkta bulundu. Bu sözler üzerine gözlerim yaşardı ve dönüp tekrar duvarı aşarak çıktım.
    Bir gün Medine çarşısında dolaşırken, Şam halkından Medine’ye satmak için yiyecek maddesi getirmiş bulunan bir iranlı rençber:
    — Bana Kâ’b bin Malik’i kim gösterebilir? diye halka soruyordu, insanlar kendisine beni işaret etmeye başladılar. Sonunda adam yanıma gelip, bana Gassan hükümdarından bir mektup verdi. Ben okuryazar bir kimse olduğum için, mektubu kendim okumaya başladım. Mektupta şöyle yazıyordu:
    — «Bundan sonra, şunu bil ki, arkadaşının (Peygamber aleyhisselâmı kastediyor) seni terkettiğini haber aldık. Şu halde onun yanında zillet ve ihanet altında yaşamak sana yakışmaz. Hemen bize gel, bolluk ve rahatlık içerisinde hayatını sürdürürsün!»
    Mektubu okumayı bitirince, «bu da ayrı bir belâ ve imtihan!» dedim. Derhal koşup ateşin içerisine atıp bu mektubu yaktım.
    Bu şekilde kaldığımız elli günün kırkıncı günü tamam olup bu hususta ALLAH’tan bir vahiy de gelmeyince, Peygamber aleyhisselâm tarafından gönderilen birisi gelip:
    — ALLAH’ın Resulü zevcenden uzak kalmanı emrediyor, diye söyledi. Ben:
    — Zevcemi boşayacak mıyım, yoksa ne yapayım? diye sordum. Adam:
    — Boşama, ancak ayrı yaşa ve münâsebetin olmasın, dedi. Peygamber aleyhisselâm benim gibi olan diğer iki a...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 29 Kasım 2010, 12:49:02 Gönderen: Gulinur »
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Yeryüzü Kendilerine Dar Gelen Üç Sahabi
« Posted on: 20 Nisan 2024, 03:19:46 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Yeryüzü Kendilerine Dar Gelen Üç Sahabi rüya tabiri,Yeryüzü Kendilerine Dar Gelen Üç Sahabi mekke canlı, Yeryüzü Kendilerine Dar Gelen Üç Sahabi kabe canlı yayın, Yeryüzü Kendilerine Dar Gelen Üç Sahabi Üç boyutlu kuran oku Yeryüzü Kendilerine Dar Gelen Üç Sahabi kuran ı kerim, Yeryüzü Kendilerine Dar Gelen Üç Sahabi peygamber kıssaları,Yeryüzü Kendilerine Dar Gelen Üç Sahabi ilitam ders soruları, Yeryüzü Kendilerine Dar Gelen Üç Sahabiönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes