๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 14 Kasım 2010, 19:03:05



Konu Başlığı: Yeniden Kalkışımız
Gönderen: Zehibe üzerinde 14 Kasım 2010, 19:03:05
Yeniden Kalkışımız


Cemal Nar

İman, lügat bakımından tasdik etmek, inanmak, emin olmak, aman vermek, emin kılmak gibi manalara gelmektedir.1 Terim olarak iman, Peygamberimiz Hz. Muhammed (as) in Allah (cc) tarafından Kuran ve Sünnet ile tebliğ ettiği kesin olarak bilinen haberlerin, ilâhî esas ve hükümlerin hem toptan tamamına, hem de ayrı ayrı her birine, Allah’ın ve Resulünün muradına, kasdına, dileğine uygun olarak iman etmektir.2

Kişinin bu imanında kendi arzu ve ihtiyarıyla tereddütsüz olarak tam bir itaat ve teslimiyet içinde kalben tasdik ve dil ile ikrar ve itiraf etmesi esastır.3

İşte Allah’a olan bu iman, O’nu bilmeyi, bilince de sevip itaat etmeyi gerektirir. İnsan ve toplum Allah’a iman ve itaatten sonra, ileride sayacağımız acı tecrübeleri yaşamayacaklar, belki en güzel örneğini asr-ı saadette gördüğümüz gibi cennet misali bir hayata daha bu dünyada iken kavuşacaklardır.

Bunun nasıl olacağını ispat eden siyasî, idarî, hukukî, iktisadî, vicdanî ve ahlakî hayatta İslam’ın getirdiği ve insanın  kendine kalırsa asla erişemeyeceği ilâhî kanunları belirten binlerce eser ve bu kanunların severek, isteyerek yaşandığı geçmiş tarihi asırlar vardır. İslam’ın doğup geliştiği yıllardan bu güne Müslümanların tarihi ile kâfirlerin tarihini şöyle bir mukayese ederek inceleyenler görürler ki, biri hep ilmi, medeniyeti, hürriyeti, meşvereti, eşitliği, kardeşliği, sevgiyi, saygıyı, yardımı, hizmeti, ahlakı, saadeti gerçekleştirmiş, Allah için cihadda bulunmuştur. Öbürü ise daima cehaleti, taassubu, geriliği, esareti, zulmü, zorbalığı, keyfiliği, diktayı, güç ve kuvvetin sultasını, ahlaksızlığı, fuhşu, sınıflaşmayı, menfaat kavgalarını, sömürü için savaşı yaşamıştır.

“Orta çağın karanlığı” genelde İslam dünyasının dışında, özelde ise batıda, özellikle de Avrupa’dadır. Çünkü küfür dünyası kop koyu bir “orta çağ karanlığı” yaşarken aynı zaman diliminde, Müslümanlar onlara göre bir “altın çağ”,  bir “mutluluk çağı” yaşıyorlardı. “Orta çağ” denilince akla gelen “karanlık” sadece batıya mahsustur, küfre mahsustur. Müslümanların yaşadığı yerlerde karanlık olmaz. En azından olmamalıdır. Bu hükmün tek istisnası maalesef bu gündür, bu asırdır. Bunun da suçlusu asla İslam ve onunla arasına engeller konan müslümanlar değildir.

Gerçi bu asır da bu kadar ilim ve tekniğe rağmen koyu bir cehaleti yaşamaktadır. Çağdaş insanın durumu bütün acı gerçekliği ile gözler önündedir. Aya gitmek, yıldızlara gitmek, insanlığın sorunlarını çözmek değildir. İnsanın mutluluğuna katkı değildir. Hele hele gittikleri o yerler, ilerideki savaşlar için birer sebep ve üs olacaklarsa, belki katmerli bir felakettir.

İstisna dediğimize biraz açıklık getirelim. Biz Müslümanların maalesef kendi kimliğimizden, imanî izzetimiz ve özlü medeniyetimizden ayrılarak, aşağılık bir taklit ile küfür medeniyetinin bütün sorunlarını, açmazlarını, az bir teknik karşılığında almamızdır. Allah’ın ikazına rağmen maddi üstünlüklerine aldanmamızdır.4 Bizi biz yapan değerlerden kaçmamızdır.

“Olanda hayır var” denilir. “Hak şerleri hayreyler/ Zannetme ki gayreyler.” denilmiştir. Bunda ne gibi hayırlar vardır veya ne gibi hayırları doğuracaktır henüz bilemiyoruz. Bildiğimiz, bir kere yıkıldık, ama ne yıkıldık!..

Neden?

İçimizde bir bozgun yaşadık.

Kendimizi değiştirdiğimiz için, Allah da bizi değiştirdi. Onun değişmeyen sünnetidir bu.5

Ancak bu yıkılışımız, uzun tarihî süreç içerisinde radyasyon gibi üstümüze çöken bid’at, hurafe ve yanlış yapılanmalar gibi tortulardan kurtulup yeniden yaman bir kalkış için belki de gerekliydi, bilemiyoruz. Kitap ve sünnetten uzak düşen, Peygamberimiz  ve Hulefa-i Raşidin’in tatbik ettiği şûra’ya dayalı bir idari sistemden ayrılıp, krallığa dönüşen, tecdid ve ihya düşüncelerinden uzak, mevcut her türlü statükoyu sorgulamadan muhafazaya çalışan, taklitle savunamadığı zamane balyozlarıyla sarsılmış, çatlamış, oynamış bir binayı, belki yamama ve sıvama yerine, yeniden yapmak gerekiyordu.

Belki kalkışımız asr-ı saadetteki gibi bir dinamizmi yeniden yaşamak, bütün dünyaya arz edilecek İslam’ın aziz yükü altında ezilmeyecek yakin bir imanı ve cihad şuurunu elde etmek içindir, bilemiyoruz.

Ancak, kesin bildiğimiz şu ki, dünya ve ahiret saadeti ancak ve ancak imana ve onun gerekliliklerine bağlıdır.6

Bu saadet ise ahiretten önce bir kere daha -inşallah ve biiznillah- bir gün mutlaka gerçekleşecektir.

Dipnotlar: 1) A. Aslan Aydın, İslam İnançları, s.148,149; Ahmet Hamdi Akseki, İslam, s.9. 2) A. Aslan Aydın, age. s.156. 3) Ahmet Hamdi Akseki,  İslam Dini, s. 56; A. Hamdi Akseki, İslam,  s.13;  A. Aslan Aydın,  age. s. 153. 4) Al-i İmran, 169;  A’raf , 51;  Ğafir , 4;  Lokman,  33;  Casiye,  35;  Hadid, 14. 5) Ra’d 14;  Enfal 53. 6) Bak. Asr ve Tin sureleri.