Konu Başlığı: Yeni Bir Seyahati Beklerken Gönderen: Sümeyye üzerinde 15 Temmuz 2010, 11:20:53 Yeni Bir Seyahati Beklerken İnsanoğlu, bu dünyada kendini bulma, özüne erme uğrunda tehlikeleri çok, geçidi yok, önünde sarp dağların, derin derelerin bulunduğu upuzun bir yolda seyahate mecbur edilmiş garip bir yolcudur O, bilmediği bu uzun yolda karşısına çıkan güçlüklerle pençeleşerek, sıkıntıları göğüsleyerek, derbentleri aşarak, varıp kendisine gösterilen hedefe ulaşmak zorundadır Zira böyle bir yolculuk, herkese ancak bir kere nasip olmakta ve her ferdin ölümsüzlüğe ermesi de bu biricik seferle temin edilebilmektedir Sular, hararet görmeden buharlaşıp duruluğa eremezler Tohum, çatlayıp çürümeden sümbül ve başak hayatını netice veremez Irmaklar, çağlaya çağlaya, kayalara çarpa çarpa damınır, saflığa erer ve bulutun gözündeki damlalara denk hâle gelir Kar-kış olmadan bahar gelmez; gelse de kadri-kıymeti bilinmez Altın, kıymet ve parlaklığını; çelik, mukavemet ve sağlamlığını, içinde eridikleri pota ve kazana borçludurlar Kemikleşmiş toprak, tepesinde yıldırımlar çaktığı nispette dirilir, kabarır ve binbir çiçeğe dâyelik makamına yükselir Karanlık, kendi zararına, aydınlıkları bağrında geliştirir; kış, mekiğini hep bahar hesabına hareket ettirir Bundandır ki her kışı bir bahar, her geceyi bir nehâr takip eder durur Ölümler, dirilmek için, ızdıraplar da daha revnakdar bir hayata ermek içindir Fert, hayatı boyunca ellibin defa ölüp dirilmekle, “ego”nun karanlık ve yanıltıcı baskılarından kurtularak ruhta ebediyete ulaşır Toplum, çektiği sıkıntılar ve karşısına çıkan gailelerle pençeleşe pençeleşe pişer, olgunlaşır ve ölümsüzlüğe erer Ebedî varlığa ermek için ölüp ölüp dirilmek ne zevklidir! Her hırpalanışı bir tembih sayarak silkinip kendine gelmek ne hoş, binbir bâdire içinde ümidini koruyarak, geleceği kucaklamak ne büyük kahramanlıktır! Yüce âlemlerden kavs-i nüzulle başlayan bu yolculuk, yeryüzünde bir diğer zaviyeden imtihanlar zinciri olarak bakabileceğimiz kavs-i urûcla arşiyeler çize çize Allah’a ulaşma yolculuğudur Bunun bir diğer adı seyr u sülûktur Seyr u sülûkun en kısa tarif veya gayesi; vuslata istidat kazanmak vuslat temâdisinin önemli bir vesilesi sayılan sürekli yolculuk mülâhazasıyla yaşamak fena huylara karşı her zaman ciddî bir tavır içinde bulunmak yaşaya yaşaya ahlâk-ı haseneyi tabiatının bir derinliği haline getirmek Hakk’ın kenzen bilindiği kalb evini, O’nun teveccühlerini konuk etmek için ağyâr duygu ve endişelerinden temizlemek ve iç âleminde her an, azizlerden aziz bir misafiri ağırlamaya hazır bulunmaktır ki, İbrahim Hakkı bu mülâhazaları şöyle seslendirir: “Dil beyt-i Hudâ’dır ânı pâk eyle sivâdan, Kasrına nüzûl eyleye Rahmân gecelerde” Seyr u sülûkun en mühim kanadını veya kanatlarının mecmuunu bazıları aşk olarak ifade etmişlerdir Aşkı rehber edinenler için dağlar dümdüz, ovalar da pürüzsüz olur Şimşek gibi aşar gider onlar kan-revan deryaları Cehennem ateşini söndürürler semtine uğradıklarında Onların takılıp yolda kalmaları, yürürken vazgeçip geriye dönmeleri bahis mevzuu değildir Bediüzzamanca bir üslupla: “Halktan Hakk’a seyerân eder, asla sapmazlar Dikenli yolda tayarân eder, dikenlere basmazlar Ölüme, ecele dost gibi bakar, asla korkmazlar Kabre gülerek girer, kat’iyen ürkmezler Orayı ejder ağzı, vahşet yatağı, hiçlik boğazı görmez; aksine ahbaba kavuşturan bir rahmet kapısı, nur kapısı, Hak kapısı görür, tereddüt ve telaşa kapılmazlar” Allah’a götüren bu yolculukta bilhassa günümüz itibarıyla herkese açık, en kısa ve en eslem şehrâh ise, acz u fakr, şevk u şükür, şefkat ve tefekkür yoludur Peygamberlik hakikatinin tecellisi ve Sahabi mesleğinin inkişaf ettirilmesi demek olan ve temel esprisi itibariyle: “Ben âcizim, Sen Muktedir; ben fakirim, Sen Ganî; ben muhtac u muztarrım, Sen Rahîm; ben bir mütehayyir ve müteharrîyim, Sen ise her yerde aranan, her şeyden sorulan biricik hedef ve gayesin” esasları üzerinde takip edilen bu yolda herhangi bir âciz ü fakir, muhtac u mütehayyirin kendi nefsini müzekkâ görmesi ve ona bir paye vermesi ya da daha bugünden unutulma damgasını yiyeceğini bile bile Allah’a karşı belli ölçüde de olsa nisyan yaşaması, sa’y u gayretine terettüp eden başarıları kendinden bilmesi, fenalıkları kadere mâl etmeye çalışması ve kendini, kendinden müstakil bir mevcut telâkki etmesi kat’iyen söz konusu değildir İman-ı billâh, marifetullah, muhabbetullah ve istenmese de kendiliğinden gelen lezzet-i ruhaniye menşurunda da takip edilebilecek olan bu yol, aynı zamanda yeryüzü mirasçılığı yoludur Bu yolun yolcularının birinci vasfı, kâmil imandır Kur’ân, insanın yaratılış gayesini marifet ufku, muhabbet ruhu, aşk u şevk buudu ve ruhanî hazlar televvünleriyle “iman-ı billâh” olarak tespit eder Bu yolda bir Gazzâlî, bir İmam Rabbânî, bir Şah Veliyyullah, bir Bediüzzaman derinlik ve samimiyetiyle, bir Mevlânâ, bir Şeyh Gâlip, bir Mehmed Âkif heyecanıyla, bir Hâlid, bir Ukbe, bir Salahaddin, bir Fatih ve bir Yavuz iman ve aksiyonuyla yürümesi gereken hak yolcusunun ikinci vasfı, bu yola has keyfiyetiyle ve yeniden dirilişin en önemli iksiri sayılan aşktır Gönlünü Allah’a iman ve O’nun marifetiyle onarmış, donatmış bir insan, derecesine göre bütün insanlara, hatta bütün varlığa karşı derin bir muhabbet ve engin bir aşk duyar; duyar da bütün ömrünü, topyekün varlığı kucaklayan aşkların, vecdlerin, cezbelerin, incizapların ve ruhanî zevklerin gelgitleri arasında yaşar Aşk olmadan, neticesi itibarıyla kalıcı hiçbir hamle ve hareketi gerçekleştirmek mümkün değildir Hele bu hamle ve bu hareket ukbâ ve öteler buudlu ise Evet, mezkûr kametlerin o köpük köpük bütün zamanları ve mekânları saran aşk u şevkini, çağımızın usûl, üslûp ve metotlarıyla harman yaparak, Kur’ân’ın devirleri aşan ve eskimeyen ruhuna, dolayısıyla da evrensel bir metafiziğe ulaşmak, hak yolcusunun ikinci adımını teşkil eder Bu yolun yolcusunun bir diğer vasfı, akıl, mantık ve şuur üçlüsüyle ilme yönelmektir Bu itibarla, evvelâ salâhate, yani dinin Kur’ân ve sünnet çizgisinde yaşanmasına ve İslâm’ın hayata hayat olmasına gayret etmek, sonra da çağın ilim ve fenlerine vâris olmak şarttır Şu husus hiçbir zaman hatırdan çıkarılmamalıdır: Kâinatta, Kudret ve İrade’nin tecellileri olarak bildiğimiz “şeriat-ı fıtriye”ye, Kelâm sıfatından zuhur eden ilâhî kanunlar mecmuasına riayet etmeyen toplumlar veya manevî hayatlarında iç değişikliğine uğrayan milletler, bugün hâkim olsalar da yarınki mahkûmiyetleri kaçınılmazdır Bu sebeple, acz u fakr, şevk u şükür, şefkat ve tefekkür yolunun yolcusu, tabiî bilimlerden dinî ilimlere, tasavvuftan mantığa, şehircilikten estetiğe hemen her sahada; Hârizmî, Bîrunî, İbn-i Sina, Zehrâvî’nin varlığı didik didik eden dehâsını; Ebû Hanife, İmam Muhammed, Serahsî, Mergînânî gibi üstadların fıkhını; İmâm Gazzâli, Râzî, Mevlânâ, Şâh-ı Nakşibend ve daha nicelerinin mantığı kalb ve mantıkla yenip hayatı vicdan endeksli yaşama istidadını; İmam Mâturîdî, Taftazânî, Seyyid Şerif, Devvânî gibi engin dimağların muhâkeme ve fetanetini; Mimar Hayreddin, Mimar Sinan, Itrî ve Dede Efendi gibi sanat dâhilerinin sanatkârlığını kuşanma cehdi içinde olmak mevkiindedir En azından, yeryüzü mirasçılığına talip bir topluluğun her bir ferdi bu vasıfların hepsine aynı seviyede sahip olamasa bile, topluluk, hey’et-i umumiyesi ve/veya şahs-ı manevîsiyle bu vasıfları kendinde bulundurmalıdır Gerçek insânî derinliklerin duygu, düşünce ve karakterde aranması lâzım geldiği gibi, hak yolcusunun Hakk’ın nazarında ve halkın yanındaki itibarı da yine bu hususlarda aranmalıdır Üstün insanî vasıflar, duygu-düşünce derinliği ve karakter sağlamlığı, hemen her yerde geçerli bir kredi kartı mesabesindedir İman ve iz’ânına kâfirce vasıf ve düşünceler bulaştıran, karakteriyle de çevresinde her zaman endişe ve kuşku uyaran insan, hiçbir zaman Hakk’ın teyid ve inayetine mazhar olamayacağı gibi, halk nezdindeki itibar ve güvenilirliğini de koruması mümkün değildir Zira Hak da, halk da insanları, insanî vasıfları, üstün karakterleriyle değerlendirir ve ona göre mükâfatlandırırlar Bu itibarla da, insanî değerler itibarıyla fakir, karakterleriyle de zayıf kimseler, çok iyi birer mü’min görünümünde olsalar da, büyük başarılar elde etmeleri ve elde ettikleri başarıları koruyabilmeleri; aksine iyi bir Müslüman görünümünde olmadığı halde sağlam karakteri ve üstün insanî vasıfları itibarıyla birkaç kadem ileride olanların da bütün bütün başarısız kalmaları mümkün değildir Evet, Hakk’ın takdir ve mükâfatı sıfatlara göre olduğu gibi, insanların hüsn-ü kabulü de bir ölçüde yine buna bağlıdır Hakk’a ulaşmayı halka hizmetle bütünleştiren hak yolcusu, bu maksuda giden yolda meşru ve hak olan bir hedefe ulaşmanın vasıtalarının da yine hak ve meşru olması gerektiğinin farkındadır Evet, İslâmî çizgide olanlar için her işte gaye-i hayalin meşru olması bir hak, o hakka ulaşmada başvurulacak vesilelerin meşruiyeti de bir vecibedir Hak rızası ve Hakk’a vuslat, ihlâs ve samimiyet olmadan elde edilemeyeceği gibi, İslâm’a hizmet ve Müslümanları gerçek hedeflerine yönlendirmek de kat’iyen şeytanî yollarla gerçekleşemez Hatta bazen bunun aksi mümkün görülse de, bâtıl yollarda itibarını tüketerek Hakk’ın iltifatını ve halkın teveccühünü yitirmiş kimselerin uzun süre başarılı olmaları kat’iyen düşünülemez Aynı zamanda bir riyâzî düşünce kahramanı olan yeryüzü mirasçısı yolcu, hür düşünebilen ve düşünce hürriyetine saygılı olan insandır da Hür olabilme, hürriyeti duyabilme, insan iradesinin önemli bir derinliği ve benlik sırlarına açılmanın da sihirli kapısıdır Bir diğer mânâ veya mânâ buuduyla mübtedîler için duyulup hissedilen, müntehîler için yaşanıp zevk alınan hürriyet, Allah’la münasebetlerin ve O’nunla irtibatlanıp mukayyed bulunmanın dışında her şeyden kalben tecerrüd etme demektir Bu ince hususa dikkati çeken bir Hak dostu: “Ey oğul, zincirleri çöz ve azat ol! Altın ve gümüş ağı içinde daha ne kadar zaman kalacaksın!” der Cüneyd-i Bağdadî: “Kul, Allah’tan başkalarının esaretinden sıyrılmadıkça gerçek kulluğa eremez” tembihinde bulunur Bir başkası, bir adım daha atarak, duygu, düşünce, tavır ve davranışların müstetbeâtının bile ağyâra kapalı olmasını salıklar ve şöyle seslenir: “Eğer namus davulunu çalmak istersen, yıldızlar çarkından geç; zira, bu zillerle mâlemâl çember, bir rüsvaylık defidir” Bu yolda dikkat isteyen en önemli hususlardan biri, günahlara mümkün olduğunca kapalı yaşamak ve bir günah işlendiği takdirde hemen tevbe ve istiğfar musluğu altında arınıp, günah lekesinden kurtulmaya çalışmaktır Çünkü günah bir iç çöküntü, bir terslik ve fıtratla zıtlaşmadır Günaha giren kimse, kendini vicdanî azaplara ve kalbî sıkıntılara bırakmış bir tali’siz ve bütün ruhî meleke ve kabiliyetlerini şeytana teslim etmiş bir zavallıdır Bir de o günahı işlemeye devam ederse, bütün bütün ipi elden kaçırır ve artık ne bir irade, ne bir direnme, ne de kendini yenilemeye mecâli kalmaz Günah, iradenin yüzüne atılmış bir tükürük ve ruha içirilmiş bir zakkumdur Günah, insana bahşedilen bilumum istidat ve yüce duyguları söndüren bir fırtına ve kalbî hayatı çepeçevre saran zehirli bir dumandır Bu fırtınaya marûz kalan kurur; bu zehirli havayı teneffüs eden de ölür Buna karşılık tevbe, kişinin kendini yenilemesi ve bir iç onarımdır Yani, saptırıcı düşünce ve davranışlarla bozulan kalbî muvazeneyi yeniden düzene koyma uğrunda ferdin Hak’tan Hakk’a kaçması, daha doğrusu, O’nun gazabından lütfuna, hesabından rahmet ve inayetine sığınmasıdır tevbe Tevbeyi, günah duygusuyla benliğin bir hesaplaşması şeklinde tarif etmek de mümkündür Yani nefsin hayatı sorumsuzca sevk ve idaresine karşı, benlik ve iradenin, yüce dağlar gibi, günahın karşısına dikilip ona geçit vermemesidir tevbe Günah, muvazenesizce bir çukura yuvarlanıp gitmekse; tevbe, usulüne göre bir hamlede hoplayıp oradan dışarıya çıkmaktır Diğer bir ifade ile günah vicdanın muvakkat bir murakabesizliğinden ruhun aldığı yara ise; tevbe, kalbin sürekli bir ızdıraba düşmesi, çok ciddî olarak kendi kendini kontrole koyulması ve böylece insanî duyguların yeniden fer ve kuvvet kazanmasıdır Günah, insanda şeytanın hâkimiyeti ve nefsin tesiriyle olduğuna göre, tevbe, şeytana karşı duyguların müdafaası ve ruhtaki ahenksizliği, dezarmoniyi düzenleme gayreti demektir Günah erozyonlarının ruhu törpüleyip aşındırmasına karşılık tevbe, gönül zeminini, düşünce ve sözlerin en güzeli “kelime-i tayyibe” ile çimlendirmek ve o erozyonların tahribatını önlemektir Gözlerin döneyazacağı, yüreklerin hoplayacağı gün gelmeden, yürekleri hoplatan tevbe gayreti ne mübecceldir! Keşke onu, her günahın açtığı gediği kapatacak seviyede, ah u enînlerle yapmaya muvaffak olabilseydik! Allah’a giden ve yeryüzü mirasçılığını da beraberinde getiren yolun yolcusu, yaşadığı hayatı inanç ve şuurla yaşar Onlar, düşüncelerinin aydınlığında ümitten kanatlarla uçar gibi geçer giderler bu mihnet yurdunu ve onun kandan irinden deryalarını Bilirler durulup saflaşmak için buraya geldiklerini Ve bu uğurda, Nesîmî gibi derilerinin yüzüleceğini, Mansur gibi berdâr edileceklerini Kahr u lütfu bir bildiklerinden, dermanı dert içinde gördüklerinden, başlarına gelenleri zevk ve hayranlıkla seyreder ve kat’iyen paniğe kapılmazlar Paniğe kapılmak şöyle dursun, her yeni musibet, onların sînelerinde değişik nağmeler meydana getiren bir mızrap hâline gelir ve onları yeni yeni heyecanlarla coşturur Tipi-boran, ulu dağların zirvelerinde ne ise, onlar için de ızdırap aynı şeydir Hatta bir bakıma ızdırapsız yaşamak, onlar için dayanılması güç bir azap ve ölümdür Hele milletleri muzdarip ve millî değerleri de tahrip edilip duruyorsa! Birer kalb insanıdır onlar; akılları kalblerinin bir fakültesi olarak çalışan, vicdanın bütün fakülteleriyle gören, düşünen, davranan; oturuş-kalkışı merhamet, sözü-sohbeti mülâyemet ve her hâli nezaket birer hakikat kahramanı ve kalb insanıdırlar Onların gaye-i hayali, her ruhu ebedî varoluşa taşımak, herkese sonsuzluk iksiri sunmak, kendi nefsinden, şahsî çıkarlarından ve gelecek endişelerinden bütün bütün sıyrılarak hem benliğinin derinliklerinde, hem âfâk-ı âlemde, tabiî hem de kalbî dünyasında ve Rabbinin huzurunda bulunma gibi ayrı ayrı münasebetleri aynı anda koruma ve kollama olarak özetleyebileceğimiz engin ve önemli hususlardır Onlar çok defa, kendi bedenî ve cismanî perişaniyetlerine rağmen, çevresindeki insanların mutluluğunu planlayan, hem mensup olduğu toplum hem de bütün insanlık için nakış nakış huzur ve saadet projeleri geliştiren, insanlığın, hususiyle de kendi milletinin ızdırap ve sefaletleri karşısında hafakandan hafakana giren nebî gönüllü birer diğergamdırlar Gelecek, hem bir mesuliyet manzarası hem de başarı meşherleriyle böylesi Rabbanîlerin eseri olacaktır Milletimizin ve milletimizle alâkalı diğer milletlerin, bütün insanlığın varlık ve bekası, yepyeni bir medeniyetin bütün vâridâtı ve zengin bir kültürün diriltici engin dinamizmi, onların nefesleriyle soluklanacak, onların omuzlarında bayraklaşacak ve onların güçlü omuzlarıyla istikbale taşınacaktır taşınacaktır; zira onlar, yüce hakikatlerin emanetçileri ve tarihî zenginliklerimizin de mirasçılarıdırlar ALINTI |