๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 06 Aralık 2010, 16:41:12



Konu Başlığı: Yamalı ve köklü ıslahat
Gönderen: Sümeyye üzerinde 06 Aralık 2010, 16:41:12
 

YAMALI ISLAHAT VE KÖKLÜ ISLAHAT

 

Müslümanların bugün yaşadıkları acılı durumlar içerisinde vakıalarını değiştirmek ve yerine İslâm Devleti düşüncesiyle temsil edilen salih vaziyeti getirmek için çalışacak bir takım İslâmî hareketler kurulmuştur.

Bu İslâmî hareketlerde iki yön gözükmüştür. Birinci kısım; İslâm toplumunu tesis etme davetlerinde ıslahatçı (reformcu) yolu izlemiştir. Bunlar yıkılan ve çatlamış yolları tamir etmeye ve bozulmu olanı ıslah etmeye çalışmaya başladılar.

Öteki kısım ise; değiştirici yolu izler. Kökleri çürümüş olan şeyi ıslah etmenin doğru olmadığını görür. Yamalar ve tamirler buna fayda getirmez. Çünkü kurtlar, onun kökünü ve içini yemiştir.

Bu iki yolu izleyenlerin tefekkür metodları değişik olduğu için vakıalara bakışları ve durumları tedavi etmeye yönelik çalışmaları farklı olmuştur.Bu nedenle çalışma minhaçları ve davet metodları değişik olmuştur.

Binaenaleyh bu konu hakkında şerî hüküm nedir?

Bu konu hakkında şerî hükmü verebilmemiz için İslâm’daki tefekkür metodu üzerine yürümeliyiz. Zira bu metoda dayanarak hareket etmezsek şerî hükmü bilemeyiz.

Tefekkürde şerî metodu izlerken, önce içinde faaliyet yapılacak vakıayı kavramamız gerekir. Sonra bu vakıayla ilgili şerî delilleri zihne getirip düşünmek lazım. Ondan sonra bunu şerî kavrayışla kavramak gerekir.

İslâm, kâmil ve mükemmel dindir. Bir durum ıslah gerektirirse, bu din ıslah etme yolunu gösterir. Yine bir hal değişim gerektirirse değiştirme yolunu belirtir. şimdi ise istenen nedir? Islah mı? Köklü değişim mi?

Bu iki halde hüküm Allah’ındır. Bu hüküm şerî delillerden çıkartılır. Fakat bu davetin mahiyeti ıslah mı değişim mi, diye belirtilen husus ise ıslah edilecek veya değiştirilecek şeyin vakıasıdır.

Değişim ise, fertlerin nefislerini ve hallerini değiştirmek veya toplumları değiştirmek veyahut ümmet ve halkların vaziyetlerini değiştirmekle ilgili faaliyetler temelden başlanmalıdır. İnsanın veya toplumun veya herhangi bir vaziyetin kökünü inceleyip tedavi etmeye gidilir. Zira bütün ferî fikirler ve insanın davranışlarını sınırlandıran mefhumlar esastan kaynaklanır. Bu esasa ve ona bağlı olan fikirlere göre insan mutlu veya bedbaht olur ve ümmetler kalkınır veya geri kalır.

Müslüman ve İslâm toplumunun esası İslâm akidesidir. Müslümanın herhangi bir işi veya İslâm Devleti’nin herhangi bir icraatı İslâm inancına ve gerektirdiği hususlara dayalı olmalıdır.

Islah etme konusuna gelince, burada bir tür değişim olur. Fakat bu değişim temeli ele almıyor, detaylarını (dallarını) ele alıyor. Çünkü esas sağlam sayılınca bu şekilde hareket edilir. Yine temeli kabul etmekle beraber bunu düzeltmek ve arındırmak için yapılan hareket ıslahat sayılır.

Temel mevcut ise ve onun üzerine bazı örtüler çekilirse veya bazı fikirler onu etkilemişse ve bunların etkisi altında kalmışsa burada değişim değil ıslahat gerekli olur. Buradaki çalışma, temeli diğer fikirlerden arındırmaya yönelik olur. Aynı anda onu kuvvetlendirmeye çalışır ki teferruatlarda ve bunlar uygulanırken bunun etkisi görülsün. Misal olarak bir müslüman batı kültüründen etkilenmişse onun imanı arındırılmaya çalışılır ve buna hangi yabancı fikir yapışmışsa onu izale etmek için mücadele edilir ki müslümanın yönelişi ve davranışları düzelsin. Yine masiyetli veya günahkâr müslüman kendisindeki iman bölgesini kuvvetlendirmeye çalışır. Ki takva unsuru güçlensin ve onu günahı işlemeye sevk eden hususlar giderilsin. Müslüman bireye intibak eden durum İslâm Devleti’ne uyar. Bir kâfiri İslâm’a davet ederken onu değiştirme yoluyla birlikte davet ederiz. Çünkü bunun temeli bütün fikirlerinde bu temele dayalı olduğu ve bu temel batıl olduğu için onu köklü şekilde değiştirmeye ve bunun yerine ona, doğru temeli benimsettirmeye çalışırız. Bir kâfiri küfrü üzerine bırakıp namaza davet edemeyiz. Rasulullah (SAV), önce insanları imana çağırdı. Hatta bu konu böyle şeyi gerektirir. Allahu Tealâ, kâfirlerin ne güzel iş yaparlarsa yapsınlar küfürleri üzerinde devem ettikçe onların amellerini kabul etmeyeceğini, İslâm’ın getirdiği iman esası üzerine dayalı olmayanı kabul etmeyeceğini ve hiç bir kâfiri cennete sokmayacağını bildirmiştir. şöyle buyurmuştur:

“Kâfirlerin yaptıkları amelleri yok edip rüzgârın götürdüğü şekilde dağıttık.” (Furkan: 23)

Yine müslüman mürted olursa bütün amellerinin değeri kalmayıp yok olur. Nitekim iman bütün amellerin temeli olmalıdır.

Bir müslümanı davet ettiğimiz zaman onu ıslah etmek için davet ederiz. Çünkü ondaki temel sahihtir. Ancak bu temele aykırı olarak ona yapışan her doğru olmayanı ondan uzaklaştırıp atmak gerekir. Onun yönelişini ve bağlılığını zaafa uğratan her hususla mücadele etmek lazım. Madem ki onda temel var, o zaman bu temeli kuvvetlendirecek ve bozuk şeyden onu uzaklaştırmaya çalışılacaktır. Bu gerçekleştirilirse, doğru yönelişe sahip olur ve İslâm’a sağlam şekilde bağlanır.

Müslüman içki içerse, zina ederse, hırsızlık yaparsa, faiz işiyle uğraşırsa veya İslâm hayatını yeniden başlatmak için İslâm davetini yüklenmede gevşeklik gösterirse, onun iman bölgesini tedavi ettirmek gerekir. Tapınması ve itaat edilmesi gereken tedbir sahibi ve yaratıcı olan Allah’ı ona hatırlatmaktır. Günahın küçüğüne bakılmaz, yaratıcının büyüklüğüne bakılır. Yaratıcı onu emredince veya nehyedince, ancak dünya ve ahiretteki hayrı için emrettiği ve nehyettiğini bilmelidir. Günahı ve masiyeti kendini cehenneme sokacağını hatırlamalıdır. Allah’a itaat etmenin karşılığı, Allah’ın rahmeti ve onun rızasını kazanmakta olduğu da hatırlatılmalıdır. Bu nedenle ona kıyamet gününün korkulu anlarını, cehennem azabını ve cennetin nimetlerini ona hatırlatma konusu üzerine durulur. Bu şekilde ondaki iman bölgesi kışkırtılır ki Allah’a itaat etmeye yönelsin ve günahtan kaçınsın. Müslümanın işi ancak bu şekilde düzgün olur. Bundan dolayı bu gün müslümanların bireylerini davet ederken onların müslüman oldukları göz önünde tutmalıyız ve buna göre onların fikirlerini düzeltmeye ve davranışlarını ıslah etmeye çalışmalıyız.

Anayasalara dayalı devletler, onların anayasaları bir kaynaktan fışkırıyorsa ve bu kaynaklar bir temele mebni oluyorsa bakılır: Eğer bu temel İslâm akidesi ise ve kaynaklar Kur’an ve Sünnet ve bunların gösterdikleri deliller yani yalnız vahiy ise, anayasa maddelerinin tümü buradan kaynaklanmışsa ve dışına herhangi bir hususta çıkmamış ise bu durumda bu devlet İslâmî olur.

Bu devlette çok fesat veya bozukluk veya kötü uygulamalar olursa bu devleti değiştirmek değil ıslah etmek gerekir. Tıpkı Osmanlıların son günlerinde İslâm Devleti’nin halinde olduğu gibi. O zamanlarda devlet ıslahata muhtaç idi. Mekke şerifi Hüseyin’in yaptığı gibi bu devleti yok etmek için kâfir batılılarla işbirliği yaparak ona karşı çıkılmaz.

Eğer gerçek İslâm akidesi esasına dayalı değilse bu devleti ıslah etmeye değil değiştirmeye muhtaçtır. Nitekim akide; anayasa, nizam ve kanunların temelidir. Tıpkı bu gün müslümanların içinde yaşadıkları devletler gibidir. Bu devletler İslâmî değildir. Çünkü sistemleri İslâm şeriatından kaynaklanmamaktadır. Çoğu anayasalarında devletin resmî dini olarak İslâm bile yazmazlar, çünkü önemli değildir. Çünkü önemli olan tatbik etmektir, yoksa laf olsun değil.

Madem ki bugün müslümanlara hükmeden devletlerin sistemleri ve anayasaları Kitaba ve Sünnete dayalı değil, onun için bunları köklü değiştirmek gerekir. Temelini değiştirmeye yönelmek lazım. Yamalar yapıştırarak veya parça parça ıslah ederek hareket etmek hiç de doğru olmaz. Ancak köklü ve kapsamlı ve inkılapçı değiştirme hareketini yapmak gerekir. Bu durumda vakıayla ilgili olarak böyle hareket edilmezse hiç caiz olmaz. Çünkü kötü vakıayı içerik olarak kabul etmiş olur. Ayrıca Allah’ın indirdikleri dışındaki hükümlerle hüküm etmiş olur. Bu nedenle ıslahatçı yönelişe sahip olan cemaatların mevcut olan sistemlerle geçinmeye çalıştığını, bunların saflarına girmeye gayret sarf ettiği ve ortaya attığı fikirlerin bu vakıa ve şartlara uydurup cüzi olduğunu görürüz. Nitekim eleştiriler cüzidir. Rejimle temas ve diyalog kurmak için ortak fikirler aramaya çalışırlar. Bundan dolayı bulunduğu memleketin rejiminin rengiyle boyanmaya başlarlar. Bu rejimin özü hiç İslâm’la alâkası yoksa bile onu İslâm’dan bir kabukla kaplamaya çalışırlar ki İslâm görünüşü görünsün. Fakat rejimin temeline hiç dokunmaz.

Değişime davet edenlerin değiştirecekleri vakıa hakkında diğerlerinden tam farklı fikirler ortaya attıklarını görürüz. Çünkü fikirlerini inandıkları temele bağlarla. Mevcut olan vakıayı kökünden red ederler. Çünkü mevcut olan temel, kendilerinkinden farklı oldukça onu esastan red ederler. Bazı cüzi hususlar benzerlik olsa dahi.

Bu sebeple bu yönelişin sahipleri zihinlerinde tasarladıkları hususları insanlara nakletmeye çalışırlar. Hatta Rasulullah (SAV) ve sahabeleri (r.a)’ın dönemlerini göstermeye başlarlar.

Şu anda yaşadıkları durumları köklü şekilde çürütürler. Bu tür insanların bütün memleketlerde tutumları bir olur. Çünkü sömürgeci kâfirler, bütün müslümanların memleketlerini kendi egemenliklerine alırken hepsini birbirine benzer şartlar altına soktular. Bu şekilde bütün bu memleketlerin çözümü tek olmuştur.

Batılılar, memleketlerimizi sömürmeye başlayınca Kitap ve Sünneti hayatlarımız için yasa kaynağı olmaktan uzaklaştırdılar. Önce ‹slâm dinini, hayatımızın gerçeğinden ve nizamından uzaklaştırdılar. Bu işte büyük başarı gösterdiler. Onun başarısı, bizim başımıza büyük sorun oldu. Bu gün garip olan şudur ki; bazı İslâmî teşkilatların, kâfir batılıların kurdukları rejimlerle ıslahatçı olarak muamele yaptıklarını görürüz. Hiç onu kökten sökmeye çalışmazlar.

Evet bu vakıa, yamaları yapıştırarak ıslah olunmaz. Ne kadar yamalar dikilirse dikilsin, esası değiştirmedikçe gerçek değişim olmaz. Ayrıca eşyaların ve durumların gerçeklerini idrak etmeyen kimse, bunlarla ilgili hükümleri idrak edemez. Böylece doğruluğu kaybeder ve neyi örnek edineceğini de bilemez.

Bugün Allah’a davet etmek isteyen kimse, Rasulullah (SAV)’in şu hadisini zihninden uzak tutmasın: “Ondan sonra peygamberlik yolu üzerine yürüyecek hilâfet olacaktır.” (İbni Hanbel)

Peygamberlik yolu üzerine Raşidî Hilâfet’i kurmak isteyenler, ancak en hayırlı insan olan Rasulullah (SAV) siyerini örnek edinirler. Zira onun çabaları meyve verdi ve Allah’ın tevfikiyle insanlara çıkartılmış en hayırlı ümmet meydana getirdi. Aslında bütün nebîler ve onların yolunda yürüyenlerin tümü zincirin halakaları gibidir. Allah’a dua ediyoruz ki, biz de bunun bir halakası oluruz. Muhammed Mustafa (SAV)’in siyeri üzerine yürümüş oluruz.. İnsanlar da bize uyup onlarla beraber en şerefli amel ve en sadık ibadet üzerine birleşiriz...



ALINTI