๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Kapaktakiler => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 12 Eylül 2011, 14:49:57



Konu Başlığı: Yakın Olma Üstünlüğü
Gönderen: Zehibe üzerinde 12 Eylül 2011, 14:49:57
Yakın Olma Üstünlüğü


Ocak 2007 - 97.sayı


Dilaver SELVİ kaleme aldı, KAPAKTAKİLER bölümünde yayınlandı.

İnsan neye bağlıysa onunla anılır, değeri onunla ölçülür. Bu bağlılık kendinden geçme noktasına gelince de onun gibi olur. Artık o iyiyse iyi, kötüyse kötüdür. Bu nedenle insan, iyilerden olmak, iyilerle anılmak için nisbeti neyedir, kalbi neye bağlıdır dikkat etmesi gerekir.

Nisbet, bir şeye ait olmak, bağlı olmak, ilgi duymak demektir. Lügatte farklı manalarda da kullanılıyor olmasına rağmen tasavvufa ilgi duyanlar için daha çok bu manayı taşıyor. Bir yere, bir şeye bağlanmak, oraya ait olmak zaten tasavvufun temel kaidesidir.

Bu anlam açısından bakıldığında nisbet iki türlüdür. Kişinin kendi iradesiyle isteyerek veya istemeden irade dışı olarak. Mesela bir kimsenin babasına veya vatanına ait olması iradesi dışında gerçekleşmiştir. Nisbetin bu türlüsünün hakkını vermek de son derece önemlidir. Özellikle ana-baba hakkı Cenab-ı Mevlâmızın hakkından sonra ikinci sırada gelir.

Fakat aslolan iradeli nisbettir. Yani kişinin kendi aklı, fikriyle karar vererek bir yere bağlanmasıdır. Buna intisap da denir.

Bu nisbet, insanın kendisini bir zata, makama, işe veya davaya ait görmesi ve adamasıdır. Bunda istek, sevgi, tercih ve karar vardır. Kişi gönlünü ortaya koymuştur. Bunun için önemlidir. Bu tür nisbet insan için bir ameldir, kasdı olan, bir gayeye yönelmiş bilinçli bir davranıştır. Böyle davranışlarda neye yönelindiğine, ne gaye edildiğine bağlı olarak iki sonuçtan birini verir: Hayır veya şer, fazilet veya rezalet, cennet veya cehennem...

Allah’a kul olma nisbeti


Her insan, gönlünde neyi dert edindiği ve ulaşmaya çalıştığı hedefi ile ölçülür ve değerlendirilir. Her varlık değerini veya değersizliğini nisbet edildiği şeyden alır. Yüce Mevlâ için olan işler yücedir; dünya için olan işler ise buna nisbetle daha basit, daha kıymetsizdir.

Kâinatta bütün izzet, şeref, yücelik ve güzellik Allah’a aittir. O’na nisbet edilen her şey azizdir, şereflidir, yücedir, güzeldir. Müminler için en güzel nisbet “Allah’ın kulu” diye anılmalarıdır.

Büyük müfessir Fahreddin-i Razî rh.a. der ki:

“Hz. Muhammed s.a.v. miraçta en yüksek makamlara, en yüce derecelere ulaştığı ve ilâhi huzura alındığı zaman Allah Tealâ, kendisine:

- Ey Muhammed, seni ne ile şereflendireyim? diye sordu. Hz. Peygamber de:

- Rabbim, beni kulluk sıfatıyla zatına nisbet et, bu bana şeref olarak yeter, dedi. O zaman Allah Tealâ:

‘Kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan alıp etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah ne kadar yücedir.’ ayetini indirdi.” (Tefsir-i Kebir)

Hiçbir müslüman Hz. Muhammed s.a.v.’i “Allah’ın en sevgili kulu” sıfatından daha güzel bir sıfatla anlatamaz.

Hıristiyanlar Hz. İsa a.s.’ı Allah’a yanlış nisbet ettiler, onu kulluk sıfatından çıkardılar, Yüce Yaratıcı’nın oğlu ve ortağı görüp haddi aştılar, Allah’ın gazabına uğradılar.

Kulun Allah’a nisbeti de dilden değil, gönülden olmalıdır. Gönülsüz nisbet kabul edilmez. Münafıkların, “Biz de müminiz” sözlerine karşılık Yüce Allah’ın, “Hayır onlar mümin değildir.” demesi gibi. (Bakara, 8-9)

Ümmetine düşkün bir peygamber

Müminler için en şerefli nisbetlerden biri de, Allah’ın habibi Hz. Muhammed s.a.v.’e ümmet olmalarıdır. Bu nisbet, mümini Hz. Peygamber’in bir parçası yapar. Hem de gönlünün içinde bir parça. Bu vefalı gönül o parçasını almadan cennete girmez.

Rasulullah s.a.v., “Benim şefaatim ümmetimin büyük günah işleyenleri içindir.” buyurarak, kendisine azıcık nisbeti ve muhabbeti olan her ümmetine sahip çıkacağını müjdelemiştir.

Hz. Peygamber s.a.v.’e nisbet de gönül, sevgi ve samimiyet ister. Bunun için bir kimse peygamberin oğlu olsa, ona irade ve sevgisiyle iman etmedikçe, kendisinin parçası ve ehli olmaz, ondan bir fayda görmez. Hz. Nuh a.s.’ın oğlu buna örnektir. Oğlu kendisini inkâr ettiği için ehli sayılmamış ve tufanda helak olmaktan kurtulamamıştır.

Aynı şekilde Rahmet Peygamberi’nin amcası Ebu Leheb inkârı yüzünden ondan bir fayda görmemiştir; fakat İran’dan gelip iman eden Selman-ı Farisî r.a. Ehl-i Beyt’ten olmuş ve o rahmet sayesinde ebedi cenneti bulmuştur. Bu yol kıyamete kadar gelecek bütün insanlara açıktır.

Allah dostlarına bağlılık


Allah dostlarına gönül vermek, onlara nisbet edilmek, kendilerini sevgiyle benimsemek de en şerefli nisbetlerdendir. İnsan velilere imanı, muhabbeti ve onlara benzeme gayreti sebebiyle o güzide cemaate nisbet edilir ve onlardan sayılır. Onun için hadisteki şu müjde gerçekleşir:

“Kim bir kavme benzerse, o da onlardan sayılır.”

“Herkes sevdiğiyle beraberdir.” hadisi de bir taraftan müjde verirken, diğer yandan “sevdiğinden ayrılma!” ikazını yapmaktadır.

İmam Rabbanî k.s., velilleri sevmenin kıymetini şöyle ifade eder:

“Ehlullahı sevmek, Allah’ın en büyük nimetlerinden birisi sayılmalıdır. Cenab-ı Hak’tan istenen; bu muhabbette istikamet üzere olmaktır. Bu büyüklere bağlılık sebebiyle hasıl olan az bir şey de çok kabul edilmelidir; zira o az değildir.” (Mektubât, 142. mektup)

Velilere nisbetin de bir hakkı vardır. Her şeyden önce samimiyet ve vefa istenir. Samimiyet gönülden sevmek, vefa ise peşlerinden gitmektir.

Bir arif der ki: “Mürid, şeyhi ile övünen kimse değildir; gerçek mürid, güzel ahlâkından dolayı mürşidinin kendisiyle övündüğü kimsedir.”

Manevi nisbet


İbrahim-i Dusûkî k.s., manevi intisabı şöyle açıklar:

“Kim iffetli, şerefli ve temiz ahlâklı değilse, o benim evladım değildir, bizzat sulbümden gelse bile... Kim de dinin hükümlerine, mana yolunun edeplerine sarılır, günahlardan sakınır, zühd, vera ve az yemeyi elde ederse, o benim hakiki evladımdır, isterse dünyanın öbür ucundan gelen birisi olsun...” (Şa’rânî, el-Envârü’l-Kudsiyye, 1/99)

Şah-ı Nakşıbend k.s. Hazretleri’ne “Hazretinizin silsilesi nereye kadar ulaşıyor?” diye sorulduğunda şu cevabı vermiştir:

“Silsile ve şecere ile kimse bir yere ulaşamaz!”

Tahirü’l-Mevlevî bu cevaptaki inceliği şöyle açıklar:

“Herkes Allah için yaptığı amele baksın, mensup olduğu silsileye veya sahip olduğu mevkiye güvenip amelden geri kalmasın. Elinden geleni yapsın, sözle oyalanmasın, şekilde kalmasın.” (Tahirü’l-Mevlevî, Mesnevî Şerhi, 1/75)

Seyyid Sıbgatullah Arvasî k.s. demiştir ki: “Birine mensup olmaktan maksat, manevî intisaptır. Yani onun yolundan gitmektir. Zahiren mürşitle beraber olmak yetmez, çünkü şekle itibar edilmez.” (Minah, s. 70)

“Kötü ameli kendisini hayırlardan geri bırakan kimseyi nesebi ileri geçiremez!” (Ebu Davud, Tirmizî, İbn Mâce) hadis-i şerifi de Rasulullah s.a.v. Efendimiz’den bütün ümmete bir uyarıdır.