> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Dini makale ve yazılar  > Ve Sonunda Öleceğim, Ne Güzel!
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Ve Sonunda Öleceğim, Ne Güzel!  (Okunma Sayısı 683 defa)
02 Temmuz 2010, 15:53:25
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 02 Temmuz 2010, 15:53:25 »



Ve Sonunda Öleceğim, Ne Güzel!

Ve Sonunda Öleceğim, Ne Güzel!
Sanırım özledim… Belki de o beni anıyor da, farkında değilim Yahut belki gelecek, vakit yaklaştı da, hazırlık yapıyordur kendince, ne bileyim… Ölüme dâir sizinle paylaşacaklarımı yadırgarsanız, elimden bir şey gelmez Zira herkes olanı bölüşür ve ben de ancak çıkınımdakinden ikram edeceğim Peşin peşin şu kadarını söyleyeyim: Ölümü yâd edişlerimde pek keder, korku ve endişe bulunmaz Bu hususta genellikle huzur, sevinç ve ümittir nasîbim O hâlde, hayrı, laf kalabalığı ederek geciktirmeyeyim de, sadede geleyim:

Ölüm bahsine, ölüleri sevdiğimi söyleyerek başlamalıyım Yok yok, kalbi ölülerden bahsetmiyorum Varlıklarından soyunup kalmış, beden kafesinden kurtulup, can ummânına dalmış olanlardır murâdım Öldükleri vakit, yeni doğmuş bir bebek kadar mâsum ve çaresiz, üstelik teslim ve sessiz uzanırlar önünüze… Altından, gümüşten arınmış ve artık, dünyevî her türlü hırstan âzad olmuşlardır Elleri kolları tutmaz, ayakları gitmez, dilleri konuşmaz, gözleri açılmaz… Kendilerine âit ne kadar söz varsa hepsinden susarlar


Kara, diye tanımlanan günlerin güzel olması,
Dostlar, demet gibi tek bir yere toplandığındandır
Gülümseme görürseniz, cenâzemin gül yüzünde,
Bilin ki, dostlar eliyle, Yâr’e yol aldığımdandır

Ölüleri severim, çünkü dedikodu etmez, kimseyle çekişmezler Tamahkârlık, bencillik, cimrilik yapmazlar Kimsenin günahını almaz, kimsenin hâline bakmazlar Kendi dertlerine düşmüşlerdir onlar… Bu sebeple, kimseye bir zararları dokunmaz Kendi hâlleriyle o kadar meşguldürler ki, başkalarının hâlini kınamaya ya da yüceltmeye vakitleri olmaz

Ah nasıl sevmem ki ölüleri? Onların haberi gelince, insanın kalbine bir sızı çöker Geride kalanların gözlerine rahmet kondururlar Ne edilse râzıdır ölüler İtiraz, isyan, küfür ve kabalık etmezler Önceki hâlleri ne olursa olsun, öldükten sonra artık, geri dönmezler Sahtekârlık yapmazlar Sadece ayakları değil, bütün varlıkları toprağa basmıştır İşte bu yüzden sağlam dururlar Sohbetleri hâl iledir Üstelik hüzün kokusu yayarlar etrafa, bedenleri canlarından ayrı düştüğünden midir nedir?!

Onların kimi bebek yaştadır Kimi çocuk, genç ya da yetişkin Kimi düşkün ihtiyardır Bazısı kapıcı, bazısı ağadır Hatta kimi köle, kimi sultandır ya, aralarında ne sınıf kavgası, ne rütbe yarışması, ne aşağılayan bakışlar söz konusu olur Hiç siz “güzelim” diye kibirlenen bir ölü gördünüz mü? Ya “fakirim” diye sızlananını? Ben de görmedim…

Tabiî ölü dedimse, ille de kefene sarılmış değil… Onların kimisi dünyadadır yürür, kimisi kabirde yatar bürünür “Ölünün, tabuta girmişini halk, gurbette kalmışını Hak yürütür” Bu mühim ayrıntıyı da dile getirdikten sonra, “ölmek” ile ilgili diyeceklerime geçeyim:

Gerçi ölüm döşeğinde değilim Her zamanki ufak-tefek sağlık dertlerim dışında ağır geçen bir rahatsızlığım da yok Ne elime baston aldım, ne protez taktım Şekerim yükselmez, kalbim teklemez, tansiyonum bile çıkmaz Tamam, başım sık sık ağrır, ama o fazla düşünmekten Sol yanımın da bir acısı vardır, ama onun sebebi de başka… Anlayacağınız, ölmek için çok ciddî bir fizyolojik gerekçem yok Ama hepiniz bilirsiniz ki, ecelin, gerekçe göstermeden de gelebilmek gibi bir özelliği vardır Bu yönüyle, samimi bir dosta benzetirim onu Hani, sadece çok candan bir dostunuz, randevu almak gibi bir resmîlikten muâftır da, evinize çat kapı gelir ya, onun gibi… Zaten, hakkında ne hissedilirse hissedilsin; sükûnetle bekleyene de, korkuyla kaçana da, vakti dolduğunda gelir Hem, her ne kadar ciddî bir gerekçem yoksa da, başımdaki haberciler sürekli çoğalmada Onlar, her geçen gün sayısı artmaya devam eden beyaz saçlarımdır

Gerçi, yaş otuz beş… Ve bu yaş, “yolun yarısı olmak” gibi bir üne sahip, ama hiç belli olmaz Eğer sevgili babaanneme, simâmın benzediği kadar benzerse ölüm yaşım, benim için bu, yolun sonu demektir O mübârek (ki hemen şimdi, rûhuna Fâtihalar okumanızı arzu ederim) kar-boran bir kış gününde, misafirlerine su getirebilmek için dışarı çıkmış ve suyu çekerken, ayağı kayıp kuyuya düşerek vefat etmiş Rahmet üzerinde dâim olsun, gittiğinde yaşı otuz beşmiş Dedeciğim, hayretle yüzüme bakıp:

“– ! Ne kadar da benziyor Yaşı benzemesin!” derdi hep

Sırf o öyle derdi diye, gizli gizli otuz beş yaşımı beklemişimdir Hani bir ümit, olur ya, benzerse diye… Ümit deyişimi hoşgörün, çünkü ölümü hasretle beklemeyi, sırf “bekledikçe temelli naza çekiyor” diye, “bırakmış gibi” yaptım Hani belki, beklemezsem daha çabuk gelir diye… Ama zaten, bizim köyün pir-i fânisi Gülizar halanın ettiği duâ kabul görür de, tâ doksanıma kadar yaşayacak olursam, yolun daha başlarındayım… Hâsılı, ününe pek aldanmamak gerek, otuz beş yaş, yolun neresidir, bilinmez…

Gönlümden geçen şudur: Her samimi Müslüman’ın, ölüp dinlenmeye hakkı vardır Ölüm, dünya hayatı boyunca yorgunluk çeken müminlerin, en tabiî hakkıdır Fakat canı teslim almak, Hakk’a âittir Dolayısıyla kimsenin kendini öldürme yetkisi olamaz, zira kimse, doğacağı zamana da kendisi karar vermemiştir Öyleyse, verenin almasını beklemek, bekleyebilmek gerekir Ölüm zaten, her hâlükârda gelecektir Öyleyse bize düşen, o vakit çatıncaya dek sabırla, iyilikle ve aşkla yaşamaktır

İnsana, vaktinin sınırlı olduğunu va’z edip duran ölümün hak ve gerçek olduğunu duyan biri, tembellik, kötülük ve ihmalkârlık edemez Böyle biri için dünya sıkıntılarına dayanmak, yola çıkmış bir âşığın sırf, “sonunda sevgilime kavuşacağım” ümidiyle, günler süren sıkıntılı bir yolculuğa katlanması gibidir Dünyada güzellik adına ne varsa, hakikisi ve ebedîsi ölümle başlayacaktır Cilveye bakın ki, o ancak dilediği vakitte gelir Bu, güzelin nazlı tarafı… Bir de, ne vakit geleceğini kimse bilmez ki, bu da işin sürprizli yanı Elbet esrarlı, heybetli, gizemli bir havası da vardır, ama bu ölümü sadece daha da güzelleştirir

Ölüm, bir aşkın meyvesi olarak sonsuzluğa doğmaktır Mâşuk al deyince, âşık emre itaat eder ve hiç tereddüt etmeden, gurbetten vatana taşır canı Geride kalanların acıklı feryatlarına hiç aldırış etmeksizin, Mâşuk emrettiği için alır Zaten, “öyle sebepler yaratacağım ki, kimse senden bilmeyecek” buyurmuştur Mâşuk “İtaatinin karşılığı olarak seni, sebeplerle gizleyeceğim Birileri:
“–Nasıl oldu?” diye sorduğunda, çeşitli cevaplar verecek insanlar; trafik kazasından, kalp krizinden, tansiyondan, şekerden, üzüntüden, kanserden, veremden, depremden, selden… Daha pek çok başka şeyden bahsedecek herkes Sana kimse kızmayacak Kimse sana kahırlanmayacak Seni gizleyeceğim…” demiştir
Gerçi zaten, o da birilerinin ne diyeceğini umursamaz Büyüktür Güzeldir Melektir Rabbine pek sâdıktır ve teslim hâlindedir Adı Azrâil’dir İşte bu sebepten, siz deyin mutî, ben diyeyim âşık… Bundan işte, vakti hiç şaşmaz ölümün Çünkü seven, sevdiğinin emrini bir ân bile sektirmezO hâlde, herkese nasıl gelmişse, bana da öyle gelecektir

Ölüm, aslına dönmektir Gurbet imtihanının bittiği, yurda dönüşün başladığı demdir Hiçbir insan, vatanına gideceğini düşünüp kederlenir mi? Yıllardır derdini, yükünü, gamını çektiği bir gurbet diyarından, gönüldaşının, cancağızının yanına gidecek olur da, üzülür mü insan? Hayatı anlamlı ve yaşanılır kılan en güçlü duygu, “geldiğim yere dönme ümidi”dir zaten… Ne güzel, ne mutlu ki, öleceğim! Üstelik “ardımda kaldı” diye dertleneceğim bir varlığım yok buralarda Hem, toprakla da aram iyi Ona karışınca beden dinlenir Hayattayken bile üzerimdeki elektriği alır da, ölünce ne garezi var ki, beni bunaltsın toprak? Evet, kabre her gireni sıktığından bahsedilir, ama onun da elbet (yıllarca kusurları, günahları, zaafları ile üzerinde gezip durmuş birini) bu kadarcık sıkmaya hakkı vardır Lâf aramızda “toprağın bu tavrında, kavuşma heyecanı var” diye düşünüyorum Sanki ben onu bu kadar özlerken, o bana hiç mi hasret değildir? Üstelik, kurtla böcekle de hoşum Herkes rızkını yer  bedenimi, o güçsüzlere yem etmek dilerse, bana lâf mı düşer? Ya da tam tersi, kimselere yedirmeyecek olsa, o vakit börtü böceğin, başka yerde yemek aramaktan gayrı yolu mu kalır? Böcek dedikleri de nihayetinde, Allâh’ın alnından tutup denetlediği bir canlıdan başka nedir?

Belki, “cesarete bak, hazır demek ki, konuşuyor mübârek” diyeceksiniz Yok be yâhû… Mesele hazır olmak değil… Zaten, ölüme hakkıyla hazırlanabilmek var mı ki? Muhtemelen azıksız, eli boş, sadece mahzun ve mahcup bir yüz götüreceğim Kendime bakınca, bugün, on yıl önceye göre sanki her yanım daha bir paslı, kirli… E beterin de beteri var ya hani “Daha beter olmadan, kestirmeden gidiversem, fena mı olur?” düşüncesi benimki Güvenecek bir yolluğum, orada beni sağlama alacak bir sermayem yok E bu gidişten az buçuk, geleceğim de belli gibi… Hem yarın, neler olacağı meçhul, hem de toprağın altı, üstünden daha güvenli sanki Orada kimse haksızlığa uğramaz Orada kimseye iftira edilmez Ölen kişinin artık, yeni ve daha büyük bir günaha girme ihtimali de kalmaz Yaşayan için böyle mi? Toprağın altında, sadece Hakk’a hesap verirsin Oysa üstünde öyle mi? Öte yandan, çok durup tadı kaçmaktansa, az durup tadı damakta kalmak daha iyi değil mi?

Rızâ ile isyan arasında gidip gidip gelmeler, teslimiyet taklidi yapmalar, kulluk denilen rolün provalarına çıkmalar ile geçen bir ömrün ardından, ilk defa katıksız ve tastamam teslim oluşumdur ölmem Kendimden hepten kurtuluşumdur Beden kafesinden uçuşum, Cânân’a kesin dönüşüm ve şüphesiz, cümbüşümdür

Elim ayağım, dilim, dudağım, gözüm, kulağım durur Durur dünyam Tavâfım da sona erer ilk kez… Ve o vakit, işte, her şeyimle ben, tam bir âciz olur, O’nun karşısında kalakalırım İşte ilk kez ölümle, isyana, israfa, günaha, zaafa düşmem biter İlk kez ölümle son bulur, pot kırışlarımİlk kez ölümle son bulur, hak yüklenişlerim

Nasıl güzel olmaz ki ölüm? Bir kere toprak kokusu gelir ondan ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Ve Sonunda Öleceğim, Ne Güzel!
« Posted on: 25 Nisan 2024, 02:12:51 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Ve Sonunda Öleceğim, Ne Güzel! rüya tabiri,Ve Sonunda Öleceğim, Ne Güzel! mekke canlı, Ve Sonunda Öleceğim, Ne Güzel! kabe canlı yayın, Ve Sonunda Öleceğim, Ne Güzel! Üç boyutlu kuran oku Ve Sonunda Öleceğim, Ne Güzel! kuran ı kerim, Ve Sonunda Öleceğim, Ne Güzel! peygamber kıssaları,Ve Sonunda Öleceğim, Ne Güzel! ilitam ders soruları, Ve Sonunda Öleceğim, Ne Güzel!önlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes