๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 01 Aralık 2010, 18:53:54



Konu Başlığı: Ve biz oluyorduk yavaş yavaş
Gönderen: Sümeyye üzerinde 01 Aralık 2010, 18:53:54
Ve Biz Biz Oluyorduk Yavaş Yavaş.


‘Sevgi emektir’ yazan karttaki ‘emek’ ifadesinden sadece gayret ve hizmet kelimelerini çıkartabildiğimiz ama yine de emeği sevdiğimiz, sevgiyi emekle birleştirdiğimiz zamanlardı. Ajandalar dolusu yazılar yazıp notlar aldığımız ve öğrendiğimiz en yeni bilgiyi farkında olmasak da heyecanlı bir dille söylediğimiz ve bunun hesabını yapmaktan yorulduğumuz bir zamandı. Ben biliyorum edaları ile dolaşmayı istemesek de, bilmemin tadına varmış olmak şımartıyordu galiba. Hep resmini gördüğüz ama adını bile bilmediğimiz adamların kim olduğunu tanıdıkça sevdiklerimizle ortak noktasını bulmaya çalışıyorduk. Dava adamıydılar ya hani! Dava bizimdi ya hani! Sevda lafları dilimizden düşmezdi ya hani! İşte ondandı etrafa nara atar gibi haykırmamız. Gün gelecekti “sesinizi alçaltın” hitabındaki sırrı öğrenecektik ve susmayı o zaman sevecektik. Ayakkabılarımızın eskiliği idi o zamanlar bizi mutlu eden. Dava adamı yeni ayakkabılarla karşısına çıkmazdı kardeşlerinin. Yoksa nerden anlaşılacaktı bu yolda çalıştığı. Ayaklarının toza bulanması gerekiyordu bu yolda ya.  Şiiri severdik sonra. Şiir yükümüzü hafifleten bir destekti sanki. Şairi önemli değildi. Kimden gelirse gelsin, sözün güzeline talip olmuştuk. Fakat anlayacaktık ki en güzel sözden mahrumiyetimiz edebiyattan yana dem vurduğumuz günlere küsecekti. Ve bilecektik ki şiir değildi O. Bu ona yakışmazdı da. Maviye vurgun olduğumuz zamanı hatırlamıyorduk bile o günlerde. Ne zaman gökyüzü düşmüştü ellerine de her kalemimiz mavi renge bulanmıştı. Adımızı maviye çıkaran arkadaşlarımıza tebessüm etsek de o zamanlar, anlayacaktı ki adı Müslüman olan başka ne arardı künye olarak? Deli bir kan taşıdığını söylese de etrafımızdakiler, biz deliliği daha sonraları anlayacaktık. Asıl deliliğin bir yudumluk dünyayı alıp bir ömürlük ahireti vermek olduğunu. Ferhat’a özenmekle dağların delinmediğini, dağları yüklenmenin ağırlığını çok sonraları fark edecektik. Kitapları kaplamaktan zevk aldığımız günlerde kimseye vermeye kıyamadığımız günlerde ve gitmeye karar verip de en sevdiğimiz kitabı bile verdiğimiz günlerde asıl kelimenin, hayatın kendisi olduğunu ve kitabı her harfini karalayarak okumak gerektiği bilmiyorduk. Attığımız adımların sayısını sayardık o zamanlar. Pankartlardan sloganlardan bahsetmek ve kurşunları boynumuzda taşımak bizi sevince boğuyordu. Sonra gün geldi bir kurşunla biz vurulduk. Kendi kurşunumuzla hem de… Dost kurşunu bir de. Nasıl olduğunu bile anlamadık. Hayatımızı düzeltmek için çabalarken, ellerimizde ütülerle uyandık elbiselerimizi düzeltirken. İyi oldu diyorduk. Böyle olması gerekiyordu diyorduk. Mücadele dışındaki Mushaf sayfalarında geziyordu bu kez gözlerimiz. Tevbe suresinden, tevbeye yönelmek hayatı yaşamanın farkına varmak daha güzelmiş demekle geçiyordu artık günlerimiz. Boynumuzdaki kurşunları kalemlerimizin rengine vermiştik artık. Kitap notlarımızdan arta kalan cümleleri özlemle hatırlasak da, kalbini okuyabilmekten heyecanlanıyorduk artık kitapların. Beklemeyi öğrenmiştik bir de. Acilen dualarımızı hayırlısına çevirmek zaman almıştı, acıya boyanmıştı ama güzel olmuştu. Musa’dan haber veren tarihte oynuyorduk bu kez oyunumuzu. Derslerimizde düşlüyorduk Nuh’u. Adem’i seviyorduk hatasına rağmen. Ve biz biz oluyorduk yavaş yavaş.


Hümeyra Mehtap Mert