๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 16 Kasım 2010, 16:30:22



Konu Başlığı: Usulde örf ve adalet
Gönderen: Sümeyye üzerinde 16 Kasım 2010, 16:30:22
USULDE ÖRF (KÜLTÜR) VE ADET


Nerede bir insan birliği  varsa orada, iyi veya  kötü. Doğru veya yanlış, hak veya batıl bir düzen ve onun hukuku veya hukuk zannedilen bazı kuralları (kaideleri) vardır. Bu hukuk veya kurullar, ya beşeri arzuların ortaya attığı bir felsefeye dayanır, yada insan idrakini muhatap olarak seçen yaratandan gelen bir vahye bağlıdır.
   Günümüz dünyasının materyalist toplumlarında geçerli ola hukuk zannedilen kurallar, ister sosyalist olsun ister liberal kapitalist bulunsun, hepsi de beşeri arzuların yoğurduğu herhangi bir felsefeye dayanmaktadır. Samimiyetleri kabul edilse bile, insanoğlun geçici hayatından başka bir meselesi olmadığı; ebedi hayatı esas almadığı için maddeci felsefeye dayalı bütün düzenler ve bu düzenlerin oldurduğu kuralların hepsi de sol kesimi temsil ederler. Kur'an-ı hakim'e göre öldükten sonra ki hayata inanmayan görüş ve kuruluşlar topyekün solda kalırlar. Sağı ancak ebedi hayata iman etmiş şahsiyetler ve onların adil cemiyetleri temsil eder. (1)
   Materyalizme dayanan dünyacı arzuların, mütemadiyen değişip duran zanni hukuk anlayışıyla, esası sağlam ve sabit kalan, ilme sebep olan vahye dayanan güvenilir hukuk anlayışı bir arada  düşünülemez. Bunlar temelde birbirine karşı (zıt) oldukları için aralarında hiçbir zaman bir senteze gitmeleri mümkün olmamıştır; olamaz da. Bu gerçekleri bilen bir Müslüman, maddecilerin kendi aralarında dünyalarını paylaşırken yaptıkları gibi bir koalisyona razı olmaz. Çünkü, olmayacağının hakikatini müdriktir; din ile materyalist felsefenin daima ayrı ayrı yönlerde geliştiğini, birbirleriyle bağdaşmadığını görür. (2) İşte biz bundan dolayı bir Müslüman olarak kendi konumuzu incelerken onun kaynağından başka hiçbir görüşü mutlak esaslar olarak ele almıyoruz.
   İkmal edilmiş bulunan temel esasın yoğurduğu İslam hukukunun değerlendirdiği örf ve adetler, aslında Allah Resulünün Sünnet-i Seniye'lerine (yüce yoluna) bağlıdır. (3 )Ve bir nevi icma olarak görülür. (4) Ayrıca "arefe" kökünden örf ile beraber gelen "marufu emret" metin, Kur'an-ı Mübin'de müminlere verilmiş büyük bir vazife olduğunu anlıyoruz. (5) Kayıt altına alınmamış konularda "örfe göre" hareket etmemiz gereğini müdrikiz (5x) Yasaklanmayan örfün güzellikle yerine getirilmesinin gereğinden eminiz (5xx) , meselelerini bizzat çözmek için bütün fikri cehtini olanca gücü ile sarfeden, (6) arayıcılığını iptal etmemiş şahsiyetli insanların-ki bunlar Müslüman'dır- (7) İzzetli cemiyetlerinin bütün hukuk sistemi bir esasa bağlanır. Yani, İslam'ın tek kaynağına; (8) ister metlüv olsun ister gayrı metlüv bulunsun, vahye dayanır. (9)
   Bu yegane yüce ve eşsiz tek kaynağın yön ve yol verdiği ilmi bir cumhuriyeti doğuran icma (10), bu icmanın yoğurduğu, problemlerini halletme yolunda bütün gücünü sarf etmekten kaçınmayan şahsiyetlerin "teşrii dokunulmazlık"ını gösteren kıyas (11) gibi örf ve adetler de , tek kaynağın mübah kıldığı sahalarda, cemiyet kanunlarının formüle edilmesinde-sonda da gelse- birer amil olarak görülür. (12)
   Müslüman'lar değişik iklim, değişik coğrafyalarda ve ayrı ayrı tarih bölümlerinde hükümran olduklarında, oralarda da adaleti sağlamak; yaratılmışlar arasında ki münasebetleri hakkaniyetle hükme bağlamak ibadetiyle (Vacib-i kifaya olarak) mükelleftirler. (13) Bu içtimai mükellefiyeti eda ederken değişik toplum ve muhitin, bir önceki nesilden gelen bazı örf ve adaletlerle de tabiatıylada karşılaşmış olacaklardır. Müslüman cemiyet karşılaştığı bu adetleri, şüphesiz ki taklide razı olmuş avami kalabalıklar gibi hemen red veya kabul edecek değildir; araştıracak, gerekirse bütün gücünü sarf ederek onları doğruya en uygun şekilde bir hükme bağlayacaktır.
   Tek kaynağımızın olan vahye aykırı düşmediği müddetçe (14) Müslüman hukukçuların, bilhassa  Hanefi ve maliki okullarınca "nass bulunmayan  yerde asl olarak kabul edilen örf (urf)" (15) nedir? Mecellede "muhkemdir" denilen adet ile (16) örf arasında ne gibi farklar vardır?
   Fıkhı işleyen kitaplarda şu tarifleri buluruz: "... örf, irfan ile ilgili olup arif olanların koyduğu bir esastır. Nitekim Kur'an da örfün bu anlamıyla alakalı olarak "Örf ile emret" buyrulmuştur. Adet ise veya kötü olabilir..." (17) "Adet kelimesi ile örf kelimesi arapçadır. Adet itiyaddan gelir. Bu kelimenin kökü "avdet" "avd" mastarından türemiştir. Türkçe'de de kullandığımız gibi "avdet" olabilmesi için defalarca gidip gelinmesi,yani yapılması gerekir ki insan  o işi şuur altına yerleştirsin. Ve böylece şuur altından gelen bir (dürtü ile) saik ile o işi kendiliğinden yapsın. Böylece adet tekrar edilerek alışkanlık haline gelmiş ve seciyye durumunu almış olur... Örfe gelince bu kelime "marife" kökünden türemiş bir isimdir. Marife Türkçe de kullanıldığı gibi aslında tanımak, bilmek anlamındadır. Fakat bununla bilmek anlamı da olan "ilim" ile aralarında fark vardır. "Marife" yalnız cüzi, ferdi şeylere kullanılır ve daha önceden bir geçmişlik bulunmasını ihtiva eder ki, tanımak anlamına uygun düşer. Bir şey bilinir sonra araya  fasıla girer ve unutulur veya insan ondan gafil olur, bundan  sonra ikinci karşılaşmada bilinmesine marifet denir. Bu "Marife" kökünün ikinci bir manası daha vardır. Bu da, ard arda, ardı sıra tevali etmek, birbiri peşinden gelmektedir. "Örf"e kökünün her iki asıl manasını bir arada vermek mümkündür.  Kelimede hem bilme ve hem ardı sıra olduğundun tekrarla bilinen veya öğrenilen nesne örf- bilinen olur.
   Burada diğer önemli bir farka da biz işaret edelim: "Adet" de iş, hareket olay söz konusu iken "Örf"te bilmek, bilgi, anlamak, tanımak yani zihni bir kavram söz konusudur. Buna göre "adet" hareketle, örf bilgi ile ilgilidir. Bunun için önce adet sonra örf gelmelidir. Sonra örf kültürdür de.
Böylece anlaşılıyor ki hareketlerin adı adet, ve hareket cinsinden olmayan şeylerin adı da örf oluyor. Bu bir ayırım demektir ve bilgiye dayandığı için artık kaide mefhumunun başlangıcı sayılır. İşte bu kaideler zamanla çoğalacak ve onlar da bir tasnife tabi tutulacaktır."
   "Örf, insanların anlaştığı ve ona göre davrandıkları söz, veya terketme olup buna adet (alışkanlık) denir. Kanun koyuculara göre örf ile adet arasında fark yoktur. İş (ameli) örfü, insanların "sattım ve aldım" sözlerini söylemeden malı ve parayı vermek suretiyle alış veriş etmeleridir. Sözlü örf, "veled=doğan sözünü kıza değil, erkeğe söylemekte insanların örfleşmeleridir. Aynı şekilde "et" sözünü balığa söylememekte anlaşmalarıdır. Örf, insanların bütün üst ve alt tabakaların anlaştığı, birleştiği nesnedir. Onun için her örf bazı müelliflerce geçerli bulunmamıştır. (18) İcma, bunun hilafatına, yalnız arayıcı insanların birleşmelerinden meydana gelir. taklide razı olmuş mukallit avam topluluğunun "icmaın meydana gelişinde bir
etkisi yoktur." (19) Kısaca bir müfessirin ifadesiyle "... nass beyninde şayi olmuş iyi kötü herşey, her adet urf demek değildir. Cehalet ile şayi olmuş bir takım kötü adetler vardır ki, gerçekten de onlardan sakınmak lazımdır. (20)
   Şurası da kaydetmek isteriz ki, daima baştan beri Nebi'lerden gelerek-biz bilsek de bilmesek de- cemiyete mal edilmiş ve güzel bulunmuş örf ve adetler, müstakıllen şeri bir delil olarak görülmemelerine rağmen, (21) bir önceki Resullerden gelmiş olabileceği hususu bizleri düşündürebilir. Mesela, cahiliye insanlarının Hz. İbrahim ve Hz. İsmail (AS)dan kalma-yanlış şekillerle beraberde olsa- haccetmeleri gibi. (22) "Müsned" den verilen  bir haberde, cahiliye devrinde, Peygamberlerin sünnetlerinden kalma, "misafiri ağırla" ma, "komşuya iyilik" etme, "yetime ikram" da bulunma ve benzeri güzel içtimai adetlerin devamı tavsiye edilmesi anlayışımızı teyit edecek mahiyettedir. (23) Geçmiş nebilerden kalıp da, bir sonra ki ayetlerle neshedilmemiş (hükmü kaldırılmamış) bulunan; bilinen sünnetlere uymak emri ilahisi konumuzun temelini teşkil eder. (24)
   Eğer Hz. Adem (A.S) dan beri, bildiğimiz veya bilmediğimiz, bütün peygamberlerden gelen yüce sünnetler- Örf ve adet şeklinde de görülmüş olsalar- nesih yoluyla geçerliliğini kaldırılmamış olduğu muhkem ilmi yollarla tespit edilmişseler, veya son Nebi'nin tebliğ buyurduğu İslam Fıkh'ının tek kaynağı olan vahye ters düşmüyorsa ve onun serbest bıraktığı sahalarda mahsursuz görülüyorsa bütün örf ve adetler pekala meşru görebilirler. Meşru hukuk alimi Serasi (R) ın  "el-Mebsut" adlı kitabından alındığı gibi, "örf ile sabit olan, nass ile sabit olmuş gibidir." Denilmesi (25) bu meşruiyeti teyit içindir. (26) Bir "Fıkıh Usulü" kitabında kaydedildiğine göre: "Bu konuda İbn-i Abidin şöyle der:
   "Fıkhı meseleler, ya sarih nasslara dayanır,ki, bunlar birinci bölümü teşkil ederler; ya da rey ve içtihat ile sabit olurlar. Bu bölüme giren fıkhı meselelerin çoğunu müçtehit, kendi çağının örfüne bina etmiştir ki bugünkü örfün hakim olduğu devirde bulunsaydı öncekine uymayan bir görüşüre sahip olurdu. Zamanın değişmesiyle bir çok hükümler de değişmektedir. Eğer (Örf ve adeletre dayalı içtihadi) bu hükümler, ilk şekilleri gibi kalacak olurlarsa, hem halka güçlük ve zarar verirler; hem de kolaylık sağlama ve dünya nizamının en güzel şeklide devam etmesi için zarar ve fesadı önleme esasına dayanan şeriat kurallarına aykırı düşerler." Bundan dolayı fakihler, üstad kabul ettikleri  alimlerin "kendi zamanına göre açıkladığı bir kısım hükümlere muhalefet etmişlerdir; çünkü onlar biliyorlardı ki" bu fıkıh otoriteleri aynı çağda olsalardı, ilmi metotlarına uyarak "kendileri gibi düşünürlerdi" Bu konuda------bir İslam devleti kuran Osman dan Fudyo'nun şöyle dediğini okuyoruz: "Her alim kendi toplumunun düşünce ve kaygılarını önceki alimlerden daha iyi bilir. Bu yüzden her alimin kendi eseri halkına önceki alimlerin eserlerinden daha fazla yararlı olur." (26x)
   Bir evvelkinden sonra gelen hukukçuların, "bu esasa binaen eski örfe dayanan bir çok meselelerde yeni örf sebebiyle öncekilere muhalefet ettiklerini görüyoruz..." (27) bu da tabii olur. Çünkü, bin müeyyide ne ile, nereden gelirse o yolla ve o tarzda gidebilir. (28) İşte Mecelle'de yerini alan, "ezmanın tagayyürüyle ahkamın tagayyürü inkar olunamaz" diyen 39, madde bu realiteyi ifade eder? (29) Şu kayıt ise bu görüşü özetler:
   "Örfe dayanan hükümler zaman ve mekan bakımından örfün değişmesiyle değişirler. Çünkü feri aslın değişmesiyle değişir. Bunun için fakihler bu gibi değişmeler hakkında derler ki, bu asır ve zamanın değişmesidir. Yoksa delil burhanın değişmesi değildir." (30) İmam Şafii (R) "Mısır'a gidince, Bağdat'ta iken verdiği hükümlerin bir kısmını, örf değiştiğinden dolayı değiştirmiştir." Diye kaydediliyor. (31) Görülüyor ki, zaman değişmesiyle, zaman ait görüşlere dayanan hükümler de, icap ediyorsa, araştırmalara dayanarak reylerle temel kaynağa, vahye ters düşmeyecek şekilde ihtiyacı karşılayacak zaruri kanunular formüle edilebilir. Ve bu kanunular, Allah Resulünün mütevatiren gelen tebliğlerindeki muhkem müeyyidelere eş değerde tutulmamak değişmez müeyyidelere eş değerde tutulmak değişmez müeyyideler seviyesine çıkarmamak şartıyla ve millet reisinin tasdikinden geçirdikten sonra, zarureten itaatı gereken hükümler mecmuasına alınır.
   İstishan, istishab, istislah

istihsan, güzel bulmaktır. Serahsi (R) ye göre özetlersek istihsan: "... ruhsat esasına göre hareket" ederek "... kolaylık sağlamak için güçlüğü terketmektir; bu da dinin aslı ve esasıdır..." Onun için gerekirse "kıyası terkedip insanlar için en uygun olan ciheti almak" İstihsan olur. Aslında ekser fakihlerle paylaşılan bir görüş olan istihsan İbn-i Rüşd (R)e göre de "... hükümde aşırılığa sürükleyen kıyası atıp..." gerekli konularda İslam Fıkhına ters düşmeyecek "bir hükme ulaşmaktır" (32) İstishab, ise: "...dilde, beraber bulunma ve beraberliği dikkate almadır"  Fıkıh usulünde ise "geçmişte bir delil ile sabit olan hükmün, yeni bir delil  ortaya çıkıncaya kadar hal-i hazırda baki olmasıdır..." "İstislah veya Mesalih-i mürsele ya da Maslahat; "kamu yararı" Usul-i Fıkıh terimleri, hakkında nass, icma gibi "emir ve yasak edici şeri bir delil bulunmayan ve İslam'ın ruhuna uygun olan" içtimai, meşru menfaatları sağlayacak ilmi araştırmalarla hüküm vermek..." (32x) Bütün bunlar aralarında ki nüanlarla, Müslümanların yollarında belirecek engelleri araştıracak, müminlerin aksiyonlarını sürdürecek birbirini tamamlayan fıkhı vasıtalarıdır. Esas, Müslüman'ın ebedi hayatını kazandıracak temel kaynak: ilmin sebebi bulunana vahyi İlahidir. Rabb'imiz oralardan bizleri gafil yaşamaktan korusun.

 
Mehazlar

1)      Bkz. Müminun suresi:33, 34, 35. vakıa suresi: 50. ayete kadar. İsra: 98
2)      Bkz. İnsanoğlu Kendini Arıyor. M. Said Çekmegil, 1976, 4.baskı, sh. 87-124
3)      Bkz. İslam Peygamberi, Prof. Dr. M. Hamidullah, Çev: mM. Said Mutlu ve Doç. Dr. Salih Tuğ, 1969 baskı, C.2 sh.168, 181
4)      Bkz.Fıkıh Usulü, Pro. M. Ebu Zehra, Çev. Dr. Abdulkadir Şener, 1973 baskı sh.264. ve bkz. İlmu Usuli’il-Fıkıh. Prof. Abdulvahhab Hallaf. Çev.doç. dr. Hüseyin atay, 1973 baskı sh.194
5)      Bkz. Araf suresi.199. lokman suresi:17. ali imran suresi: 104,114
5x)Bkz. Nisa suresi:6
5xx)Bkz. Bakara suresi:178
6)      Bkz. İnsanın yolu islam kitabımızda “Fikri Cehd” başlıklı yazı
7)      A.g.e.”Aramak mükellifiyeti” başlıklı yazı
8)      A.g.e. “Tek Kaynak: Vahiy” başlıklı yazı
9)      A.g.e. “Mana vahiy” başlıklı yazı
10)  A.g.e. “İcma: İlmi Cumhuriyet” başlıklı yazı
11)  Bkz. A.g.e. “Kıyas” başlıklı yazı
12)  Bkz.a.g.e. usulü fıkıh kitapları, Ebu Zehra, sh.146. ve Hallaf, vb. ve bkz Bakara:178
13)  Bkz. Elmalılı Tefsiri, C.4, sh.3117. v a.g.e. Metodoloji ebu Zehra, 106
14)  A.g.e. usulü Fıkıh Halaf, sh.238: “Fasit örfe gelince ona riayet etmemek gerekir”. Hayrettin Karaman’ın kaydına göre: “Örf, lügat ve ıstılah manaları bakımından “iyi ve kötü” taksimine tabi tutulamaz: kötü olana örf denmez...” bkz. Fıkıh usulü, H. Karaman, 1971, 5.baskı,sh.98
15)  A.g.e. Metodoloji ebu Zehra, sh.263
16)  Mecele, hazırlayan Ali Himmet Berki, 1959 baskı, sh.11 madde:36
17)  Kıyas İstihsan İstislah, dr. Abdulkadir Şener, 1974 baskı, sh.43. ve bkz. Ziya Gökalp ve Din, hazırlayan: orhan Metehan, 1977 baskı, sh.32: “Örfün Merdudu olmaz” derken Ziya Gökalp ciddi bir tetkikine “aşk ile sevilen kaideler..” “Makbul bid’atler” “Aşk Kudreti” gibi tabirlerle yer yer duygusalaşıyor.
18)  Bkz. A.g.e. Usulü Fıkıh, Hallaf, sh.237: “ muteber olmayan (fasid) örf, insanların anlaştıkları nesne şeriata aykırı olup haramı helal yapan, vacibi iptal eden örftür. Mesela insanların mevlitlerde, ölüm ihtifalerinde bir çok yasak şeylere alışmış olmaları...” Bir başka müellif, Ömer Rıza Doğrul’un müceddit evsaflı gördüğü Mehmet Hatiboğlu ® da bu konuda şunları kaydediyor: “..Mevlit kitabı namı altında Arapça, Türkçe hususi risaleler de yazılmıştır. İçlerinde doğru sözler olduğu gibi maalesef bir takım uydurma ve mübalağalı sözler de vardır. (İslamın emri imiş gibi telakki ederek) ayağa kalkmak, eler bağlamak: -bazıları da- kıbleye çevrilmek gibi, hareketler yapıyorlar. Bunların id’at olduğunu bil...” diyor. Bkz. Ana kaynaklara Göre İslam, Burdurlu Mehmet Hatiboğlu, 1946 baskı, sh.131 ve bkz Fıkhi Meseleler C.2, sh.29 “.......” ve bkz. Günün Meseleleri, Hayrettin Karaman, C.1, sh.121 “.....”
19)  A.g.e. Usulü Fıkıh, Hallaf, sh.34, 237. dr. N. Atay’ın giriş yazısından
20)  A.g.e. Tefsir, C.3, sh.3257
21)  Bkz. Usulü fıkıh, a.g.e. Hallaf, sh.239
22)  Bkz. Asrı Saadet, Mevlana Şibli, Çev: Ömer Rıza, 1928 baskı C.2, sh.844. ve bkz. İslamda Devlet İdaresi, Prof. Dr. Muhammed Hamidullah, çev. Kemal Kuşçu, 1963 baskı, sh.31
23)  A.g.e. Kıyas, dr. A. Şener, sh44
24)  Bkz. Enam suresi: 90. ali İmran suresi: 95. nahl suresi:123
25)  A.g.e. Metodoloji Ebu Zehra, sh. 263
26)  Bkz. A.g.e. Fıkıh Kitapları, A. Şener, Hallaf, Ebu Zehra
26x)Bkz. Sokoto Dosyası, A. Muhammed Kani, çev. Harun Sencan, 1986 baskı, sh. 81
27)  A.g.e. Ebu Zehra, sh. 264, 265
28)  Bkz. A.g.e. Siyaset Anlayışımız, Çekmegil, sh.77, 78
29)  A.g.e. Mecelle, A. H. Berki. Sh.11
30)  A.g.e. Usulü Fıkıh, A. Hallaf, sh.239
31)  Bkz. A.g.e. usulü Fıkıh A. Hallaf, sh.238
32)  Bkz. A.g.e. Kıyas.., Dr. A. Şener, sh.117-121
32x)bkz. Usul Kitapları: H. Karaman, A. Şener, Hallaf ve Ebu Zehra, sh. 106: Kur’anı Hakim, idareye ait meselelerin halledilme “vasıtalarını açıklamamış, bunları insanların takdirine bırakmıştır. Ta ki onlar, gayelerine ulaşmak için en iyi vasıtalara başvursunlar; zira bu vasıtalar, toplumlara, insanların durumlarına ve çağlar göre değişir.” Bu değişiklikler arasında şaşırmadan, ana kaynağa dayanarak, dünyasını esas istikbaline en güzel şekilde vesile edebilmekte imtihan olunur insanoğlu. İcma, Kıyas, İstihsan, İstihlah, Maslahat ve örf’ler hepsi de beni beşerin imtihan yollarında ihtiyaçlarını karşılayan uğraklardır. Bu uğrakları büyük büyük zahmetlerle tesbit ederek bizlere tarif eden fakih müslümanlardan Allah razı olsun. Şu doğru tesbit unutulmamalıdır: Yaratılmışların “işi, dinde hüccet değildir” sübki Cemu’l-cevamiden nakleden H. Karaman a.g.e. Fıkıh usulü sh.98. ve bkz. İnsanın Yolu İslam 1. Bölümde “İslamın Hücceti” başlıklı kısma