> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Dini makale ve yazılar  > Tevhid mücadelesi
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Tevhid mücadelesi  (Okunma Sayısı 822 defa)
19 Kasım 2010, 12:08:30
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 19 Kasım 2010, 12:08:30 »



“Tevhid Mücadelesi”


Adını ister inkâr, ister küfür, ister dehrîlik, ister materyalizm, ister ateizm, isterse başka bir şey olarak analım, her ne ise o din dışı/karşıtı sanı, sav, düşünce, görüş, söylem, öğreti, sistem ve eylemlerin hiç biri “insan kafası”nın ürünü değildir.. “Human/humanite/hümanizm” adına ahkâm kesip, kimi şeyleri güya “insanın öngördüğü ve örgünleştirdiği” savında bulunanlar ve bundan da kendi “tapılası insan” anlayışlarına pay devşirmeğe kalkışanlar ya aldanış içinde bulundukları ya da aldatma peşinde oldukları için böyle davranmakta, böyle söylemektedirler. Bunun aslı ve de astarı yoktur…

Çünkü insan kafası/beyni Nebevî olmayan, nebiler tarafından insanlığa iletilmeyen hiçbir açılıma kanat çırpabilme yeteneğinde değildir.Nebilerin haberleriyledir ki, “insan”ın beynindeki kodlar çözülmeğe başlar, bu çözümlenme / çözünüm bağlamında / doğrultusunda / alanında / çerçevesinde / çevresinde / dolayında insan kafası düşünce üretimi sürecine girebilir; üretken bir işleyişin aracı haline gelir. Bilmediği, aslında da kendi haline bırakılırsa hiç bilemeyeceği ve bulamayacağı kapılar Nebevî Haberlerin yönlendirmesiyle, onların getirdiği aydınlık içinde fark edilir, açılır ve insanlık bu kapılardan geçerek ancak bir yürüyüşü başlatmak imkânına kavuşur.

Atamız Âdem Âleyhisselâmın kişiliğinde/kimliğinde “yeryüzüne halife olsun” için yaratılan ve bu kimlikle Cennet’e konulan ve ancak Cennet’ten çıkarılıp Yeryüzüne gönderildikten sonradır ki “insan” adıyla anılan bu yaratığa, tam da bu gönderilme aşamasında bir bildirim yapılır: “Size yol göstericilerim gelecek…”  Ve, bu gösterilen yol uyarınca gidenlerin kurtulacağı, aksine davrananların ise Cehennemle cezalandırılacağı belirtilir.

İşte, burası, Atamız Âdem Âleyhisselâm ve zürriyetinin “insan”laştığı noktadır. Buna siz, isterseniz Cenneti kaybedişten ötürü bir indirgenme, dilerseniz diğer yaratıklara verilmemiş olan bir büyük armağan niteliğindeki yol gösterme/yol gösterici bağışı bağlamında bir yükseltgenme, bir yücelişi yakalama diyebilirsiniz.

Cennetten çıkarılıp Yeryüzüne gönderiliş aşamasındaki “inin!” buyruğu bir indirgemenin ifadesi olduğu gibi, yol göstericiler gönderilerek sahiplenilmeye, bir tür seçilmişliğe nail olmak da yükseltilmişliğin, yüce kılınmışlığın göstergesidir.

Ve, elbette ki “en güzel yaratılmış” olma gerçekliği, bu “en güzel”in indirgenmesine de, yükseltilmesine de engel değildir. Nitekim “en güzel yaratılmış” olma haberinin yanı başında yer alan “esfeli safilin” tanımlamalı alçaltılma olayı ve de inananların, inanıp da iyi iş işleyenlerin bu alçaltılmışlık dışında tutulduklarının bilgisi de, bu alçalış/alçaltılış ve yükseliş/yükseltiliş gerçeğine işaret eder.

Bu haberde olsun, Yüce Buyruğun diğer bölümlerinde olsun, artık “halife”den değil, “insan”dan söz edilecek/edilmekte; Yeryüzüne “halife” olsun için yaratılan varlık, Yeryüzü yaşamına adım attıktan sonra “insan” kimliği ile muhatap alınacak/alınmaktadır.

Burası, bu Yeryüzüne gönderilme aşaması “eşyanın isimlerinin bilgisi” ile donatılmış ve bu bilgisini de “halife” sıfatıyla uygulamaya aktarabilmesi için “ruh üflenmesi” yoluyla yetkilendirilmiş olan kimliğin/kişiliğin, çok önemli bir husus, bu görevini gerçekleştirebilmesi için “yol gösterilmesine”, bunu yapacak “yol göstericilere” muhtaç bulunduğu gerçeğini belirleyebileceğimiz noktadır.

Atamız Âdem Âleyhisselâma ve zürriyetine “kodlanmış olarak yüklenen” “eşyanın isimlerinin bilgisi”, işte, bu yol göstericilerin getireceği haberler ile çözümlenip/çözülüp, yaşam alanına ancak öylece geçirilebilecektir.

Bu gerçeğin aydınlığında baktığımızda iki ayrı gerçekliğe daha tanık oluruz.

Bunlardan birincisi, “ma’rifetullah” tamlamasıyla Allah’a nispet edilmesinden bile hayâ edilmeyen “marifet” kaynaklı, öyle olduğu öne sürülen bilgilerin, nice parlak/süslendirilmiş ifadeler kullanılmış olursa olsun, “akim” olduğu, Atamız Âdem Âleyhisselâma verilmiş olan “eşyanın isimlerinin bilgisi”ne ulaşamayacağı gerçeğidir. Çünkü, böyle bir bağlantının varlığı için, mutlaka arada yol göstericilere, Nebilere ihtiyaç vardır. Nübüvvetin ilerisinde olduğu savlamasıyla “velayet” yolundan sağlandığı öne sürülen bilgi, bağlantı kopukluğu sebebiyle sağlıklı bir bilgi olarak görülemeyecektir.

Bu sebeple, bu kesim, bu açıklarını kapatmak adına “resul” kelimesine yeni anlamlar yükleyip, bu doğrultuda kendi efendilerini “resul” görürken Efendimiz Aleyhissalâtvesselâmın ancak Miraç Olayından sonra “Resul” sıfatını kazandığını söyleyecek kadar da ileri giderek, açıklamalar yapmağa çalışmaktadır. Hiç de Kur’anî olmayan bu açıklamaları, inşallah, bir başka yazımızda ele alacağımızı belirterek, ikinci noktaya geçelim.

Yazımızın baş tarafında vurguladığımız, insan beyninin nebiler tarafından iletilmeyen hiç bir açılıma kanat çırpabilme yeteneğine sahip olmadığı gerçeğine…

Bir takım dolambaçlara girmeden, doğrudan doğruya “felsefeye bakalım” diyerek söze başlayabiliriz. Belki söyleyeceklerimizi “bilimsel bilim” alanına dek taşımamız da mümkün ve gerekebilir ama, yazımızın hacmi buna el vermezse, olayı “felsefe” bağlamında irdeleyerek bırakmakla yetinebiliriz.

Hangisi olursa olsun, bir “felsefi söylem”e baktığımızda, gördüğümüz şudur: Görüşler/düşünceler bir sistem halinde kurgulanmıştır. Bu kurgu için mutlaka bir “ilk ilke/arkhe”ye ihtiyaç duyulmuş, kurguya uygun bir ilk ilke belirlenmiş, bu ilk ilke başkaca -ve kendisine aykırı düşmeyecek- ilkelerle beslenmiş ve sonunda da işte “sistem” gerçekleştirilmiştir. Eflâtun “arkhe”nin yerine “idea”yı oturtmuşsa da, aslında özde bir şey değişmemiştir.

Kafalarınızı boş lâflarla şişirmemek için kestirmeden giderek söyleyeyim, sözgelimi Eski Yunan’da kimileri suyu, kimileri havayı, kimileri maddeyi, kimileri şunu ve bunu “ilk ilke” olarak alıp, yürüyüşlerine başlamışlardır. Bu “ilk ilke”lerine uygun düşen her şeyi gözleme dayalı belirleme yaptıkları savıyla “ilkeli” bir biçimde ilke edinip, uymayanları da yok sayarak sistemlerini kurmuşlardır. Birilerinin görüp alırken görmezlikten geldiği bir “şey”i başka birileri de görür olup, ötekinin gördüğünü görmezden gelince de, bilindiği gibi, aralarında hep çatışmalar olmuştur.

Ama hangisi ne yapmış ve ne söylemiş olursa olsun, tümü birden, “sistemleştirme” sonucu bir “vahdet”e ulaşmış, kendilerince bir “tevhid” oluşturmuşlardır. Bundan kurtulabilmiş tek filozof yoktur, o günden bu güne; filozof adını taşıyan ilk kişi olduğu öne sürülen Pisagor’dan tutunuz da, ismi çok bilindiği için onu söyleyelim, son dönemin Karl Marks’ına kadar bu hep böyle olmuştur.

Çünkü insan beyni, Nebiler tarafından iletilmiş bulunan “tevhid” inancının/düşüncesinin ilerisinde/ötesinde bir kurgulamayı gerçekleştirememiştir.

Şu var ki, Nebilerin getirmiş bulunduğu Tevhid inancının beraberindeki kimi buyruk ve yasaklar kimilerinin işlerine gelmediğinde, tutup, bu inancı inanç olmaktan, daha doğrusu Nebevî bir inanç olmaktan soyutlayıp, yalnızca bir şablon olarak almış ve kendi kurgularında kullanmışlardır. Çünkü kendilerini bir başka türlü ifade edebilmenin yolunu bulamamışlardır.

Bakılırsa, insanlığın ilk sapkın inancı olan “Animizm/Ruhçuluk” da, son sapkın inancı olan “Bilimsel Materyalizm” de, “negatif materyalizm” diye adlandırabileceğimiz ve “Animizm”in bütün zamanlardaki hortlak kimliği olan “Ezoterizm/Batınîlik” de, kendilerini ifade için bu Nebevî şablonu kullanmaktan öte bir şey yapmış, yapabilmiş değillerdir.

Bu yüzden, insanlık tarihine baktığımızda o dış görünüşteki şirk ve tevhid kavgasının daha derininde bir “tevhidler mücadelesi” vardır. Yüce Allah’ın Vahdaniyetine, Ehadiyetine karşı çıkmak isteyenler, ne gariptir ki, kendi inançları uyarınca birer “vahdet-i vücut” oluşturarak, “varlığın birliği” savını ileri sürerek, yine O’nun elçileri eliyle ilettiği “bilgi”yi kullanmak zorunda kalmış; bundan başka da bir şey yapamamışlardır.

Şu var ki, Nebevî Öğretiye teslimiyet içine girip hidayeti yakalamak dururken, “aparma” yöntemiyle farklı yapılar oluşturma gayretiyle dalalete sürüklenmişlerdir.

Zaten, onların düşüncelerinin yayılıp ayakta kalabilmesi de, temelde bu Nübüvvetten hırsızlama malzemeyi kullanmış olmalarındandır; yoksa kendilerinin yetkinliğinden değil…

İşte, insan beyninin ve onun ürettiklerinin gücü de, kapasitesi de bu kadardır.


 
Zübeyir Yetik
 
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Tevhid mücadelesi
« Posted on: 25 Nisan 2024, 09:14:58 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Tevhid mücadelesi rüya tabiri,Tevhid mücadelesi mekke canlı, Tevhid mücadelesi kabe canlı yayın, Tevhid mücadelesi Üç boyutlu kuran oku Tevhid mücadelesi kuran ı kerim, Tevhid mücadelesi peygamber kıssaları,Tevhid mücadelesi ilitam ders soruları, Tevhid mücadelesiönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes