๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 02 Aralık 2010, 14:22:59



Konu Başlığı: Tevarüs edilen cehaletten öğrenilen islama teslimiyet
Gönderen: Sümeyye üzerinde 02 Aralık 2010, 14:22:59
Tevarüs Edilen Cehaletten Öğrenilen İslam’a Teslimiyet


Simaları değişse de politikaları hiç değişmeyen yönetimlerin, idare ettikleri toplumlarda yaptıkları zihinsel kolonizasyon zıt kutuplu yaşam şekilleri oluşturmuştur. Teknik gelişmeler ciddi manada “düşünsel güç” olarak tanımlayabileceğimiz medeniyeti erime noktasına getirmiştir. Modern hayatın cazibesi insanın maddeye olan bağımlılığını artırmıştır. Onları midenin ve konforun kölesi durumuna getirdiğinden ruhları artık ölmüştür. Böylece kendilerini “düşünen ve üreten” olarak gösterirlerken onları da bu sisteme itaate zorunlu kılmaya çalışmışlardır.

Egemen güçlerin toplumlara sundukları büyüme modelleri, şiddet ve çöküşü beraberinde getirmiştir. Ahlaki temelden uzak salt ekonomik gelişmeler, bu toplumlara huzurdan yoksun refah sunmuştur. Manevi çözülmeler insanın “münker”e karşı korunma gücünü azaltmıştır. Hamlet’in “hareket dolu hareketsizliği” gibi bugünün insanında da büyük bir koşuşturma söz konusudur. Ama sonunda bir şeylerin halledilip halledilemediği yahut insanlığın namına değerli şeylerin oluşturulup oluşturulamadığı sorgulanması gereken bir noktadır. Bu, iç ve dış hesapların yapılmamasından dolayıdır ki, maddi-manevi kazanımlar elde ettiğimizi zannederken aslında büyük kaybedişlerin içine doğru sürüklendiğimizi fark edemiyoruz. Bu durumumuzu en güzel ifade eden “Muzot’dan Mektuplar” isimli kitabında Rainer Maria Rilke’ye ait itiraflardır. Şöyle der: “Dedelerimiz için evin, çeşmenin, herkesçe tanınan kulenin ve hatta kendi elbiselerinin, kendi paltolarının asıl kıymetlerinden başka fevkalade bir ehemmiyeti vardı. Hemen hemen her şeyde muayyen bir şahsiyetten bir nebze vardı. Her şeyde insanî olan bir şey muhafaza edilmekteydi. Bugün ise Amerika’dan bize, manadan yoksun, kıymetsiz, hayatın illüzyonunu yaratan şeyler gelmekte ve yığılmaktadır. Amerikan tarzında bir ev, Amerikan elması veya üzümüyle, atalarımızın ümit ve düşüncelerini taşıyan ev, meyve, üzüm salkımı arasında müşterek hiçbir şey yoktur.”

Kapitalist yaşam biçiminin dayatıldığı ve birçok şeyin tüketildiği bir dünyada yaşamak zorunda bırakılıyoruz. Teknolojinin ve salt maddi gücün soğuk yüzünü artık daha iyi görebiliyoruz. Ruhun açlığını gideremeyen, maneviyatı hiçe sayan, sadece siyasi hedefler peşinde olan din ve ideolojilerin toplumlar nezdinde pek itibarları kalmadı gibi. İnsanlar yine büyük bir arayış içerisinde bocalarken, sadra şifa olacak yegâne güç İslam dinindedir. Yani, varlığının başı ve sonu arasında dengeyi sağlayıp koruyabilen Müslüman insanın eliyle bu toplumlar aydınlanacaktır.

Ancak modern zihinlerin sempatizanları olmaktan kurtulamayan bazı Müslümanların tutum ve davranışları, elbette ki Kur’an ekseninde düşünen ve yaşayan diğer Müslümanları çeşitli sıkıntılara maruz bırakmaktadır. Dejenere olmuş bireylerin İslam adına yaptıkları çalışmalarının, vahyin belirlediği doğrularla uyuşmadığını görmemekteki ısrarları, diğer Müslümanların gayretlerini kısmen de olsa sekteye uğratmaktadır. İslam’ın rükünlerindenmiş gibi gösterilmeye çalışılan bid’atler bugüne kadar sahibine “hayîr” namına hiç bir şey kazandırmamıştır. Allah katından “gönderilmiş” olan ile insanlar tarafından “yorumlanmış-üretilmiş” olanın ayırt edilmesi gerekir. Bu mesajlar ile indi görüşler belirginleştirilmediği müddetçe “vasat” topluluğa erişebilmek zorlaşmaktadır. Taklitle hiçbir değerin üretilemeyeceği ve toplumların ayakta kalamayacağı kavranmadıkça da yeryüzünde asla bir “güç” oluşturulamaz.

“Birçok peygamber kendi kavminin nankörlüğü veya ilgisizliği nedeniyle dünyevi acılar tatmıştır. Dünyevi yenilgiler tecrübedir, aynı zamanda büyümenin imkânıdır”. Bizler de kişisel veya toplumsal imtihanlardan geçmekteyiz. Sebatkârlığımızın tesbiti için “bilgide, inançta ve eylemde tanıklığımız noktasında” sınanmaktayız. Yaşanan her türlü sorunlara rağmen birbirimize ümidimizi yitirmememiz telkininde bulunuyoruz. Lakin “ümit etmek” ile “ümidi oluşturmak” farklı şeylerdir. Belki de uzun yıllar Müslümanların gayretsiz ümit etmeleri boş bekleyişten başka bir şey değildi. “Kâbe’nin sahibi kendi evini korur” düşüncesi, bu zamana aykırı düşen bir savunmadır. Yahut yıllardır okuyup durduğumuz S. Kutub’un “Kur’an nesli” projesi bizim için artık ulaşılmaz bir ideal olmaktan çıkmalıdır. Böyle bir nesle kavuşmak için “bu çağda Kur’an’ı daha iyi nasıl anlayabiliriz?” in kaygısı duyulmuyorsa, bu noktada çalışmalar yoğunlaştırılmıyorsa Müslümanların ilerlemesi müşküldür. Aslında Kur’an’ın bize öğretmeye çalıştığı ümit, Allah’ın belirlediği ölçüde çalışmaktır. Yapılması gerekeni yaptıktan sonra bir şeylerin değişeceğine inanmaktır.

Bu asırda Müslüman’ın yaşaması gereken hayatın ölçüleri yeniden Kur’an çizgisinde belirlenmelidir. Müslüman dinin emirlerini çağa taşımalıdır. Vahyin tanıklığını üstlenmelidir. İçinde bulunduğu toplumun sorunlarına çözümler üreten aksiyoner biri olmalıdır. Pasif iyilerin bulunduğu bir ortam kötülerin aktifliğini arttırır. Bundan dolayı Müslüman sosyal hayatta örnek şahsiyet oluşumunu liyakatle yerine getirmelidir. Cehaletin bulandırdığı zihniyetlerdeki tortuları, İslam’ın nezih düsturlarıyla ayıklamaya çalışmalıdır. Çünkü “bir düşüncenin başarıya ulaşması toplum bazında tamam olur”.

Müslüman ayağı yerden kesik, havai söylemlerin peşinde sürüklenen kişi değildir ve olmamalıdır. Müslüman insan geçmişe, bugüne ve geleceğe Kur’an’ın ışığında bakıp bulunduğu yeri anlamlandırmaya çalışandır. Karşılaştığı sorunlara Kur’an’daki nasslarla muhakeme edip, çözümler üretendir. Kur’an’ın itikadî ve amelî mesajlarını sosyalleştirebilendir. İslamî yapılanmayı sosyal şahitlik temelinde sağlamaya çalışandır. Kur’an’dan okuyup öğrendiğini ticaretine, düğün ve taziye merasimlerine, günlük her işine yansıtıp vahyi tanıklığı elde etmeye çalışandır. “Müslüman tüm kuşatmalara rağmen duruşunu bozmayan bir inkılâpçıdır. Müslüman, egemen güçlerin tutuşturduğu yangına karşı tedbirlilik veya gizlilik adına seyirci kalan ve belli bir donanıma ulaşmak bahanesiyle bekleyen değil, kendi imkânları ve mücadele safhasının gerekliliği içinde mücadele edendir.” Cahili her türlü yaftalamadan uzak sadece İslam’a (Allah’ın emirlerine) teslim olup “Müslüman” sıfatıyla yaşama azmi gösterendir.


Raziye Tekgül